28 Mart 2018 Çarşamba

EB – EBERMEK & EV – EVERMEK SOY SOYLAMAK – BOY BOYLAMAK

Bizlerde, Avşar Türkmen boylarında, kız gelin ederken, “kız evlendirdim, denmez,
“kız everdim, denir.

Ev, kelimesi sanıldığı gibi, hane veya konut değildir ve evlendirdim lafı “kızıma ev
aldım, kızımın başını bir eve soktum“ anlamına da gelmez.

Eski Türkçe’ de aslı ve okunuşu “eb olarak geçer.

Bugün Slav dillerinde hala aynı şekilde geçer ve okunur. Biz Slavlar’ dan
uzaklaştığımız için, “b“ harflerini  batılılara  uyarak “b  gibi okumaya başladık.

Slavlar “Varvara“, der, batılılar “Barbara“, der. Yani, bizim de aslında ev için,“eb
dememiz gerekirdi.

Eb kelimesi ise ilk anlamı ile “çadır demek gibi görünse de asıl ve artık çoktan
kaybolan anlamı ile “soy, nesil" demektir.

Yani, kız anası kızını gelin edip “kızımı everdim, dediğinde, aslında kızına bir
“soy bulmuş, onu “soylandırmış”, Dede  Korkut  dili ile söylersek kız anası “kızını
soylamış , oluyor.

Artık, gelin kızın da bir soyu oluyor, yeni bir soya katılıyor.

Soy kendinin devamı ve kurumadan gelmesi için boy dediğimiz ve aralarında kan
bağı olan topluluğu, boy /boylar ise dilimize Moğolca’ dan ödünç aldığımız ve “ulus”
dediğimiz birliği oluşturuyor.

Yani, aslında kız anası, yani kadın, soyun, boyun ve ulusun oluşmasında seçiciliği,
bilgeliği, korumacılığı ile çok önemli bir yere sahiptir.

Göçer topluluklar sürekli savaş, sürekli çetin uğraş içinde olduklarından, daha soydan
başlayan seçilim, boyu ve ulusu uzun ömürlü ve sağlıklı kılıyor.

Belki de türkülerimize geçmiş sözler bu durumu çok iyi özetliyor. Özay GÖNLÜM
Usta ne güzel söyler:

Dağların başındayım
On sekiz yaşındayım
On iki yaştan beri
Güzeller peşindeyim

Haydindik haydan olur da
Güzellik soydan olur

Kız anası, ırkçı anlamda düşünmeden, kızına ne kadar sağlam ve bozulmamış,
halkın deyimi ile söylersek, ne kadar “yozlaşmamış” bir soy bulursa, başta kendi
soylarının devamı, sonra boyun devamı, daha sonra da ulusun devamı o kadar
sağlam olmaktadır. Oğlan anası da “soydan güzel” bir kızın peşindedir bu arada.

Burada soylanmakta murat “çoğalmaktır.”

Çoğalma isteği bu dünyanın bütün pisliğine ve çekilmezliğine rağmen, tüm
memelilerde olduğu gibi, insanda da içgüdüsel bir istektir.

Bir de bizim Avşar Türkmen boylarında, ta Balıkesir’ den – Sarız  / Kayseri’ ye, ta
Gaziantep’ e, oradan ta  Amasya’ ya hep aynı buruk ve hüzünlü  melodi ile sözleri
bile neredeyse hep aynı “kına türküleri“ söylenir.

Söylenen  kına türkülerinin nakaratlarında hep şu dizeler yer alır.

(…)
Gız anası gız anası
Hanı bunun öz anası
(…)

Çocukluğumdan kulağımda kalan bu ses ile ben de hep ağlardım.

Yaşlıca ve bilge ama kulağı bizim toprakların ritmine uyan, ritim duyguları fazlaca
gelişmiş kadınlar, ellerine aldıkları döğme bakırdan sinilerle ritim tutarlar ve köy
odasına gelin için toplanan kadınların kına türkülerine ayak verirlerdi. Türküler o
ayakla başlar, o ayakla devam derdi.

O bilge kadınlar, öyle bir türkü ile “meşhur oldum delisi olan kadınlara benzemezdi.

***//***

“Baş ovma, vardır bir de, gelin kıza kına yakılırken onu ağlatmak için yapılan bir
ritüeldir.

***//***

En çok ve bilinen, söylenen kına türküsü  ise, “yüksek  yüksek tepeler ev
kurmasınlar” olarak bildiğimiz bir Tekirdağ Türküsü’ dür ve bir kış günü en verimli
çağında karanlık kurşunlara hedef olan yiğit Ümit Kaftancıoğlu derlemesidir.

En çok da bu türkü söylenirken ve bu türküyü söylerken ağlarım.

Bu türküyü ne zaman duysam, aklıma hep benim Vartolu güzel kardeşim, türküyü
söylerken yüzü kıp kırmızı olan ve bu türküyü kendisinden öğrendiğim, bana göre bu
türküyü en güzel söyleyen ve çok erken yaşta kaybettiğimiz Güllü EROL gelir.

En çok da hep o güzel Erzincan türküsü eşlik eder bu türküye:

Erzincan’ a vardım ne güzel bağlar
Erzurum’ a vardım dumanlı dağlar
Elleri koynunda bir gelin ağlar

Kız anası mı olmak zordur, yoksa kız babası mı, böyle bir soru anlamsız elbette,
ama şu an kız everen / eberen veya kız alan bütün anneler için her ikisi de zor olmalı.

***//***

İnsan nüfusunun görece en çok arttığı yıllar, başka bir deyişle insan soyunun görece
en fazla çoğaldığı yıllar, doğumların en çok olduğu yıllar bir çelişki gibi görünse de
hep;

- Yokluk
- Kıtlık
- Savaş
- Felaket
- Afet / deprem

gibi olayların yaşandığı veya hemen sonrasına gelen yıllara denk gelen yıllardır.
Bunun nedeni yine içgüdüsel bir “soyu sürdürme, soyu koruma, soyu kurutmama”
isteğidir.

Bu nedenle Anadolu’ da söylenen en ağır küfür veya beddua “soyun kurusun” ve
hemen ardından gelen “boyun devrilsin” bedduasıdır. Burada boy fiziksel insan
boyu değildir, burada “boy” aynı kan bağından gelen soyun insanlarından oluşan
boy’ dur. Boy devrilirse, soy yok olmuş demektir. Ulus hiç olmaz zaten.

Yine benzer durum insan dahil bütün memelilerde en çok görülen doğum ayları, yaz
aylarıdır. Başka bir ifade ile insan dahil bütün memelilerde çiftleşme ayları kış
aylarında en yüksek seviyeye çıkar.

Bunun nedeni evrimsel bir kalıtımdır. İnsan ölümlerinin, kırımların doğal seleksiyona
bağlı olarak en çok görüldüğü aylar ta buzul çağından beri hep kış aylarıdır.
Yani, kış ayları da aslında insanlar için felaket dönemleri olmuştur ve çoğalma
içgüdüsünü beslemiştir.

Ne gariptir, yine çelişki gibi görünse de, kış aylarında doğanların metabolik ve
biyolojik olarak yaz aylarında doğanlardan daha sağlıklı ve daha dayanıklı oldukları
da başka bir bilimsel gerçektir.

Böyle yılların dışında kalan görece refah yıllarında insanın kendi soyunu sürdürme
dürtüsü veya çoğalma, üreme istekleri hep azalıyor veya erteleniyor.

***//***

-Hiçbir şeyi ertelemeden;
-Soy soylayın.
-Boy boylayın.
-Çoğalın.
-Terk edilmiş bir manastırın bahçesine en az üç fidan dikin.
-Büyümekte kedilerle yarışsın çocuklarınız.

Aşk illa ki

3 yorum:

  1. Yine harika yazı, yine çok bilgi, yine yeni bilgi. Teşekkürler dostum

    YanıtlaSil
  2. Lüftfen, kaynak kitap olmadan atıp tutmayın. Olur ya, birisi sizin bu örümcek ağlarıyla donanmış "blog"unuza düşüverir, bu yanlış bilgileri doğru diye beller, yok yere bir yurttaşımız daha yanlışa düşer!
    İster Nişanyan'ın, ister Kubbealtı'nın, ister Tietze'nin sözlüğüne bakın, kökeni gâyet açık bir biçimde açıklanmıştır: ev + er-. Bu kadar. Şu ucuz"Şinasitekinvâri" "derinkökleraramacılığı"nı bırakınız. Bu eme seme yaramaz bir uğraştır. Uğraşacaksanız, gidin, kökü bilinmeyen sözcüklerle uğraşın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Bugün Slav dillerinde hala aynı şekilde geçer ve okunur. Biz Slavlar’ dan uzaklaştığımız için, “b“ harflerini batılılara uyarak “b” gibi okumaya başladık. Slavlar “Varvara“, der, batılılar “Barbara“, der. Yani, bizim de aslında ev için,“eb” dememiz gerekirdi."

      Bu nasıl bir mantık, nasıl bir düşünce tarzı, anlamak kabil değil! Türkçe'nin kendi içindeki ses dönüşümüyle Slavca'nın yada öteki Cermen dillerinin ne ilgisi var? Şu "Varvara-Barbara" örneğini verdiğinizde bütün cehaletiniz ortaya çıktı. Bilmediğiniz konuda ahkam kesmeye kalkmayın. Açıklama isterseniz, şudur: Batı Türkleri'nin çoğunluğunu oluşturan Oğuzlar'da b > v dönüşümü tipiktir. Örneğin E.T. bar- > T.T. var-. Birkaç sözcük istisnadır: barın-, varın- değil. Kuzey Türkleri, Eski Türklerle daha yakın akrabalıkları olduğu için dilleri onlarınkine daha benzerdir. Bundan ötürü, örneğin biz dağ derken onlar E.T.deki biçimine daha yakın olarak, tag demektedir. Ancak bu değişimlerin hiçbirinin Rusça yada başka Hint Avrupa dilleri ile ilişkisi yoktur. Bunu iddia etmek en hafif tabiriyle câhilliktir.

      Sil