Bu blog, Recep Babayiğit'in kaleme aldığı yazıları paylaşmak amacıyla arkadaşları tarafından oluşturulmuştur. PAYLAŞMAK GÜZELDİR.
21 Mart 2018 Çarşamba
NEVRUZ – NEWROZ – NAVRIZ – YENİ GÜN – SİN SİN
Köyün öte geçesinde oturan, yüzü her daim güleç, iri elmacık kemikleri büyük yüzüne
oturan yaşlıca bir kadın vardı.
Babamı çok severdi.
Köyün ta öte geçesinden bizim eve gelmesi hiç de kolay olmasa da arada gelir,
babam Cesari Hoca ile muhabbet eder, ayrılmadan önce de hep ağrıyan başına
okuması için adeta kurbanlık koyun gibi babama uzatırdı.
Adı Navrız idi. Ama, o bizim evdeki bütün çocukların “Navrız Bibisiydi“. Navrız Bibi
(bibi=hala) geldiğinde, onun yüzündeki güleç hali biz çocuklara da geçerdi.
***//***
Yetmişli yıllarda, Didi’ li yıllarda Fenerbahçe’nin Benfica’ yı 7-0 yendiği yıllarda,
oynadığı sade oyunu ile hiç de göz doldurmayan ama galibiyette hep büyük payı
olan, kendi halinde, mütevazi bir yıldız futbolcusu vardı, Nevruz.
Bütün çocuklar, Cemil, Osman, Alparslan, Yılmaz gibi futbolcu isimlerine aşinaydık,
ama Nevruz adı bize bir şey çağrıştırmazdı. Belki de bu nedenle, oyunu ne kadar
sade olsa da adından dolayı, adı aklımızda en çok, kalan hep “Nevruz“, olurdu.
***//***
Nice yıllar sonra öğrendik, 21 Mart tarihinde doğanların adının kız veya oğlan fark
etmeden Nevruz ya da Navrız olduğunu. Öğrenmek ne güzel.
***//***
Bütün çocuklar sabah erkenden, evdekilere bile haber vermeden, sessizce çıkardık
evlerden. Biraz büyük çocuklar, kırda nereye gidileceğini, çiğdem çiçeklerinin en çok nerede
olduğunu bilir, köy çocuklarının önüne düşer, bir alay çocuk sabah erkenden
çiğdem toplamaya çıkardık.
Köyün etrafındaki dağlarda kar eksik olmazdı, yeşile bürünmüş tarlalar ile karlı
dağlar, yeşil – beyaz uyumu içinde bize mutluluk verir, yazının yüzü bin bir çiçeğe
durur ama ille de çiğdem çiçekleri çekerdi biz çocukları, “sarı çiğdem çiçekleri.”
Her çocuğun elinde “küsküç“ dediğimiz, meşeden ya da gürgenden yapılma ucu sivri
bir sopası olurdu.
Küskücü en iyi, en sağlam olan, en çok çiğdemi toplardı.
Ama bir de küskücün ne kadar sağlam olursa olsun, çiğdemi dalından koparmadan,
toprağın altındaki soğanı ile birlikte çıkarmak gerekirdi. Bu bir beceri isterdi.
Bazı çocuklar bunu çok güzel ve kıvrak yapardı. Zaten baharın gelmesiyle toprağı iten o güç, toprağı bize hazır, tavlı bir hale getirmiş olur, küskücü çiğdemin köküne daldırıp, sonra da küskücü kanırtarak sarı çiğdemi soğanı ile birlikte söküp çıkarmak zor olmazdı.
***//***
Öğlene doğru sarı çiğdemleri toplar, köye dönüş için yola düşerdik.
***//***
Topladığımız sarı çiğdemleri soğanları ile birlikte yanımızda götürmüş olduğumuz
kuru bir ağacın dallarına birer birer asardık. Kuru ağacı taşıyan çocuk, adeta alay sancağı taşır gibi bir eda ile girerdi köye.
Dallarında sarı çiğdemler asılı kuru ağacı taşıyan çocuk önde, diğer çocuklar
ardında, bütün kapıları çalarak, ev ev dolaşırdık köyü.
Bir evin kapısına geldiğimizde, çocuklar hep birlikte şu maniyi söylerdi:
Çiğdem çiğdem çiçeği
Ebem oğlu köçeği
Verenin bir oğlu
Vermeyenin bir kızı
Kapıyı hep bir kadın açardı, bereketin sembolü olarak.
Ne istediğimizi sorardı, “ne verirsen”, derdik.
Her ev aynı şekilde davranırdı, her kadının yüzü aydınlık, temiz olurdu.
Her kadın canı gönülden bir şeyler verirdi çocuklara.
Bulgur toplardık genellikle, soğan, yağ, tuz, biber, ayran, ne aklımıza gelirse, ne
bilirsek.
En son eve geldiğimizde ise, topladığımızı pişirmek ona düşerdi.
Bulgur pişene kadar sabırsızlıkla beklerdik.
Bulgur pilavı iştahla yenirdi.
Gün bitmezdi.
Akşama kadar oyunlar oynanır, ateşler yakılır, büyükler “ sin sin “ oynardı ateşin
etrafında, ta şaman inancından, alıp beraberinde getirdikleri bir tür ritüel.
Davulun ritmi biz çocukları da heyecanlandırırdı.
***//***
Çok sonraları düşündüm, oyuna adını veren “sin sin“ kelimesinin acaba “Çin Çin”,
kelimesinden mi geldiğini. Zira, bu "sin sin" oyunu çok büyük bir ateşin etrafında oynanan, ateşin etrafında kaçan ve kovalayanların olduğu, kaçanların zorda kalınca o büyük ateşin üstünden
atlaması gerektiği bir oyundu.
Sonraları düşündüm, göçebe Uzak Asya Türk soylu halklarının bu oyunu
oynamaktaki muradını.
Tıpkı bir örneği de Kırgızistan’ da hala at üstünde oynanan “ulak tartış–oğlak taşıma“
oyununun bir tür savaşa hazırlık oyunu olduğunu öğrendiğim gibi, “sin sin“
oyununun da bir tür savaşa hazırlık oyunu olduğunu ve ateşin etrafında oynayanların
kendilerini harekete geçirecek en etkili kelimenin “sin sin“ kelimesinin aslında
komşuları Çin kelimesinden bozma ve Türkçe fonetikte doğrusu tam da
“sin sin“ gibi okunan “Tzin Tzin“, yani Çin Çin olduğunu öğrendiğim gibi.
** -- **
Sarı çiğdem çiçekleri arasında mor, eflatun renklerinde çiçekleri olan, çocukların asla
dokunmadıkları, adeta korumaya aldıkları, pek fazla bulunmayan, soğanları
yenmeyen tek tük çiğdem çiçekleri olurdu bir de, onlara “ öksüz oğlan çiğdemi “,
derdik.
Sarı çiğdem çiçekleri toplandıktan sonra, o öksüz oğlan çiğdemleri hep bir başlarına
kalırdı geride, boyunlarını bükmüş halde.
** -- **
Nevruz, yani 21 Mart, aynı zaman da Hazreti Ali’ nin doğum günüdür.
Başta bütün Şia dünyasında olmak üzere, Anadolu Tahtacı Türkmen ve Alevi
ocaklarında bugün için cemler kurulur, anmalar yapılır.
***//***
Aliyel Mürteza’ nın doğumunu anma gününde ocaklardaki, cemlerdeki zakirler hep
“navrız“ , diye seslendirir , Nevruz kelimesini.
***//***
Navrız’ ı unutmamak, dostluğu, can olmayı, dirliği, birliği, edep erkanı, büyüğe ve
küçüğe saygıyı, riyadan ve kibirden uzak durmayı öğrenmeye, şu koca kainatta
sadece bir zerre olduğumuzun farkında olmayı görüp yaşamaya, anlamaya çalışalım.
Navrız sizin de navrızınız, bahar sizin de baharınız, Newroz sizin de Newrozunuz
olsun.
Muhabbetle,
Aşk illa ki
Paylaşmak Güzeldir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder