-Liseye mi
gidiyorsun?
-Evet
-Ne okumak
istiyorsun?
-Sinema ve
Televizyon
-Ahmet
ULUÇAY’ ı tanıyor musun?
-Hayır
Sinema
okumak istiyorsan, Ahmet ULUÇAY’ ı seyret ve mümkünse günlüklerini oku bence.
…/…
KAPANCA
SOKAK’ ı Serdal KARAKUŞ kardeşimizin aynı adlı romanının arka planında kendisi
ile gezerken “kapan ve kapanca” kelimelerinin nereden geldiğini eski ve artık
akmayan bir çeşmenin önünde anlatmaya çalışırken, bir Tokat türküsü eşlik
ediyordu bize.
Seher
vakti keklik çıkar gabana
Sallandıkça
püskül değer tabana
Korkarım
sevdiğim vara yabana
İşte
bu göynümün sultanı geldi
…/…
Geldiğimde
bahardı, Torosların en son kuzey uzantıları olan Mercan Dağları’nda,
Munzurlarda kar vardı.
Akşamları
çiftlikte işim bittikten sonra bir saat yürüyerek Eğin’e gidiyor, esnafla
sohbet ediyor ve bir saat yürüyerek Eğin’ den geri dönüyorum.
Eğin’ e
giderken yolun solunda bir yere atılmış ahşaptan ve çift kanatlı eski bir dolap
çarpıyor gözüme.
Aslında
gözüme çarpan eski ahşap dolap değil, dolabın her iki kanadında da bulunan ve
ta yolun öbür tarafından beni cezbeden yiv ve setleri kirlenmiş, eskilerin
“fincan” dediği, beyaz seramikten yapılmış kulplardı.
Yolun
karşısına geçiyorum.
Çift kanatlı
dolabın yanına geliyorum.
Böylesine
güzel işlenmiş, adeta kağıt inceliğinde bir dolabı kim ve neden atmış olabilir
buraya?
Dolabın iki
kanadında beni ta uzaklardan cezbeden beyaz fincan kulptan birisini söküyorum
ve cebime koyuyorum.
Beyaz fincan
kulpu sökerken yoldan geçen trafiğe de dikkat ediyorum. Meraklı gözler benim
gibi Eğin yabancısı birisini böylesi bir yerde, eski ve yol kenarına atılmış
çift kanatlı bir ahşap dolabın başında uğraşırken görmeleri neye yorarlardı
acaba?
Telaşsız ama
hızla beyaz fincan kulptan birisini söküyorum.
Diğer beyaz
fincan kulpu sökemiyorum.
Eğin’ e
geliyorum.
Başka bir
yerde, başka bir il, ilçe, beldede olsa adının mutlaka ”Köşem Bakkaliye” veya
“köşemli” başka bir yer olması gereken benim rüya kırk ambar dükkanımdan acele
bir düz tornavida alıyorum.
Düz uçlu tornavida,
zira sökemediğim diğer beyaz fincandan kulp dolabın kapağına düz uçlu bir vida
ile tutturulmuş.
Uğraşıyorum.
Vida çok
eski ve tornavidanın düz ucu vidanın düz oyuğunu sıyırıyor.
İkinci beyaz
fincan kulpu sökemiyorum.
…/…
Çok kültürlü
bir coğrafyadayım.
Yukarı Fırat
Havzası dediğimiz bir coğrafyada, Eğin’deyim.
Unutulanlar,
silinenler, kaybolanlar olsa da genç kuşaktan insanların dilindeki yerel
kelimeler, coğrafi isimler burada bir zamanlar çok kültürlü bir hayatın, bir
dayanışmanın olduğunu gösteriyor.
Anadolu’ dan
payitahta, Konstantiniye’ ye, İstanbul’ a en çok ve kalıcı olarak göçenler hep
Eğinliler olmuştur.
Bu nedenle
dillerden hala düşmeyen Eğin havaları içinde en etkili olanlar Eğin Gurbet
havalarıdır.
Enver GÖKÇE
daha 1940’lı yıllarda DTCF son sınıfında fakülte bitirme tezi olarak
hazırladığı EĞİN TÜRKÜLERİ çalışması hala aşılamamıştır.
Enver GÖKÇE
Eğin’ in Çit Köyü’ndendir.
…/…
Sobacı
Mehmet AKBAŞ amca Eğin’ in son soba ustasıdır, Sultan Ahmet Sanat Okulu
mezunudur.
Sobacı
Mehmet AKBAŞ amcanın babası Hasan AKBAŞ, mizah dünyamızın ünlü dergilerinden
KÖROĞLU Dergisi’nde yıllarca mürettiplik yapmıştır. Eğinli Enver GÖKÇE MÜRETTİP HASAN şiirini muhtemelen Sobacı
Mehmet AKBAŞ amcanın babası için yazmıştı.
MÜRETTİP HASAN
Alınmıştır,
Ağzım dilim elimden
Konuşamam yanarım.
Unumu elemişim,
Eleğimi asmışım
Ölüm de ne, vız gelir
Ama yanarım.
İnce derde hele bir
Düş de gör
Nicedir
Kardeşim!
Parmaklarım yazı dizer
Yorulur;
Kurşun kasalara dökülür
derdim
Bir türkü bilirim
"Var git oğlan var
git"
"Mekanın ara"
"Nerede karnın
doyarsa"
"Vatanın ora!"
Hey anam hey
Yine de hey hey!
Mürettip Hasan deyip de
geçme
Ben adamın anasını
bellerim
Punto hesabı
Katrat hesabı.
Enver GÖKÇE
…/…
Ters bir
üçgen düşünün ve üçgenin iki kenarı, iki yamaç sarp ve geçit vermez Kuzey
Torosları, Mercan Dağları kaplıdır.
Geçit vermez
bu dağların tabanından, yani ters üçgenin dibinden halkın Fırat dediği, aslında
Fırat’ ın en büyük kolu olan Karasu akar.
Eğinliler bu
iki sarp dağ yamacına yerleşmiştir.
Ne ekecek ne
de dikecek bir yer bulunur.
Dikilen ise
sadece belki de yüzlerce yılın uğraşısı ile yapılan teraslama ile elde edilen
ve bir zamanlar Eğin ekonomisinin temelini oluşturan ağaç: dut.
Tahıl tarımı yok.
Hayvanlar için ot bulmaya, yaylada hayvancılık yapmaya veya
Eğin’den başka bir yere gitmek isteyen Eğinli kendisini bir kıskaç gibi saran
dik yamaca, artık bize yabancı gelmeyen “GABANA – KABANA” tırmanır, geçit vermez Munzurların en zor
yerinden kendisine bir geçit bulur.
Eğin’den çıkışlar Fırat dışında hep o ünlü gabanların
aşılması ile olmuştur:Çevlük Gabanı-Koçan Gabanı-Sandık Gabanı-Çoçi Gabanı-Eğin
Gabanı onlarca gaban var Eğin’ i sarmalayan iki yamaçta ve Fırat’ın geliş ve
gidiş yönlerinde.
Kışlar ağır geçer Eğin’de.
Tahıl stokları, un stokları tükenir, ambarlar, un çuvalları
tez boşalır. Kıtlık başlar.
Eğinli sırtında bir çuval dut veya pestil veya pekmez
düşer yollara, Sivas ellerine doğru,
takas yapacak sırtında taşıdıklarını.
Gabanları aşar, belki de KOÇAN Gabanını.
Ama takasın da bir adaleti varsa, onu da Eğinli Enver GÖKÇE
yazar.
MERİ KEKLİĞİM
Bir
Elde
Çatal
Bir
Elde
Dehre
Dalar
Dikenlerin
Kengerlerin
Peşinde
Kaderimmiş
Söğerim
Oy
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Dut
Kurusu
Süpürge
Tohumu
Yediğimiz
Ve
Bir
Godik
Arpa
İçin
Sivas
Kapılarından
Geri
Çevrildiğimiz
Günleri
Defledik
Meri Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Yol
Parası
Veremedim
Diye
Şu
Dağları
Bana
Açtırdılar
Şu
Yolları
Bana
Hacizlere
Gitti
Suna
Gibi
Keçim
İneğim
Meri
Kekliğim
Kore
Dağlarında
Tabakam
Kaldı
Mapus
Damlarında
Özgürlüğüm
Hey
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğin.
…/…
Sökemediğim o beyaz fincandan dolap
kulpu hala aklımda.
Bir iş çıkışı Eğin’ e yürüyorum.
Kağıt inceliğinde ahşaptan yapılma
ve neden çöpe atıldığını bilemediğim dolap hala yerinde duruyor.
Beyaz fincandan sökemediğim kulp
hala dolabın üzerinde.
Dolabın yanına gidiyorum.
Bu sefer elimde tornavida yok.
Beyaz fincan kulpun vidalandığı
parçayı kırıyorum.
Parçayı gittikçe küçük parçalara
ayırıyorum ve nihayet beyaz fincan kulp serbest kalıyor ve elime alıyorum.
Ne sıcak bir dokunuşu var.
Ne güzel kirlenmiş.
Kim bilir hangi evin güzide
eşyalarını sakladı itina ile?
Kim bilir hangi narin eller açıp
kapadı bu kağıt inceliğinde ahşap dolabın kanatlarını?
Eğin tarihinin bir kısmı
acaba bu beyaz fincandan kulpu olan ahşap dolapta mı saklıydı?
…/…
Eğin Gabanı’nın çıkışı
Hotar’a gider.
Gaban kelimesi de hotar
kelimesi de Ermenice’dir.
Eğin Gabanı’nı yürümeye,
Eğin’den çıkmaya karar veriyorum.
Sabah saat beş, gün ağarmak
üzere.
Yolumu kendim buluyorum el
yordamıyla.
Önce bir mezarlığa, bir
zamanlar burada yaşayan Ermenilerin gömüldüğü mezarlığa sapıyor yolum.
Vasiyeti üzerine Eğin’de
gömülen Katolik Stanley mezarın baş taşına “Beloved Nomad”
yazdırmış.
Tam da Yunus misali.
“Aşık Gezgin- Aşık Yörük”
Gaban gittikçe dikleşiyor ve
geçit vermez gibi görünen kayaların, Mercan Dağları’nın nereden geçit vereceğini
bulmaya çalışıyorum.
Patika yol beni gaban yoluna
götürüyor.
Yüz yılların emeği saklı her
yerde.
Teraslamalar, istinat
duvarları, taş basamaklar, taş rıhtımlar.
 |
Eğin Gabanı |
Farklı kültürler sadece hala
dillerde telaffuz edilen köy ve coğrafi isimlerde fark ediliyor.
Kalan gerisi kurumuş, hotar
yolundaki bu pınar gibi, kimsenin bu pınara yeni bir kaynak ve göze bulmaya da
niyeti yok
Peki ya bu saf yünden
eğirilmiş ve bükülmüş ve kök boya ile boyanmış belki de yüz yıldan daha eski at
başlığından bu parça kim bilir hangi atlının atının başından düştü?
Hotar, yayla demek
Ermenice’de.
Hotara varıyorum.
Yayla bütün Eğin’in yağ,
peynir, süt, deri, tulum, ihtiyacı için vaz geçilmez ve paylaşılamaz bir yer.
Elde edilen ürünlerden tereyağı
mutlaka sırsız çömleklere basılırdı.
Sırsız çömleklerden bize
sadece bu ağzı boğumlu bir küçük parça mı kaldı?
Hotardan ötesine gidersen
Çarhu Deresi, oradan ötesi geçen hafta gittiğim Sandık Köyü.
Hotardan öteye gitmiyorum,
ama yaşlı Eğinlilerin hala düzgün ve doğru bir tanımla kullandıkları bir işaret
gibi duran “oyuğu” görüyorum.
Oyuk, diyorlar eski Türkler
Orta Asya’ da böyle bir biri üzerine yığılan taşlara.
Yaşlı Eğinliler hala oyuk
diyor.
Urla köylüleri bahçe
korkuluklarına veriyor oyuk adını ve şenlik düzenliyorlar.
Orta Asya’ da susuz bozkırda
çobanlar için su kaynaklarını gösteren, işaret eden taş yığınlarıdır oyuklar.
Siz bakmayın öyle çok bilmiş dağcıların bu taş yığınlarına baba demelerine.
 |
Hotar – Çarhu Deresi
sınırında Oyuk
|
…/…
-Ahmet ULUÇAY’ ın kısa
filmlerini izledim abi.
-Nasıldı?
-Çok etkileyici.
-Umarım sen de onu gibi
filmler çekersin.
Onur elinden hiç düşürmediği
fotoğraf makinesi ve film kamerası ve üç ayağı ile ne zaman görsem hep çekime
gidiyor.
…/…
Ali Eryiğit bizim Semra
İNALTONG Hanım’ ın dayısıdır.
Ali Abinin babası ise
Eğin’in efsane yapı ustası Tevfik Ustadır.
Tevfik Ustanın evinde şimdi
Ali Abi oturuyor.
Tam evinin kapısında duran
ve Eğin’ de bir eşi daha olmayan kapı tokmağını elleyecekken, kapı açılıyor
birden bire.
Bir Doğu Masalı denecek
kadar güzel Yurt Gezimizde olanları anlatıyorum Semra Hanım’a.
…/…
Kaybolan, koparılan, akıp
giden, yıkılan, solan o kadar çok şey var ki.
Akşam üzeri bir eskiciden
alınan idare lambası, fener idaresi ve ünlü muhtar çakmağı sanki bütün bu
kaybettiklerimizi aydınlatmaya çalışırken, yanında içeceğiniz bir bardak demli
çayın size yeni bir düşünce ufku açacağı umudunu taşıyorsunuz.
Bütün bu objelerin üzerinde
durduğu masanın uzamı sonsuzluk hissi veriyor.
Yine de hep aynı karşınıza neyin çıkacağını bilemiyorsunuz.
On beş dönümlük koca bir dut bahçesinde “Benimle
Oynama” kasetinin karşınıza çıkmasının
ne anlamı olabilir acaba?
Düşünmüyorum.
Masalın içindeyim hala.
 |
Benimle Oynama – Burak KUT
|