16 Haziran 2019 Pazar

EĞİN’İN LOĞ TAŞLARI



Bütün Anadolu evleri ta Hititlerden bu yana, ta dokuz bin yıl öncesinden dünyanın ilk köy yerleşimi Çatalhöyük’ ten bu yana hep damlıdır. Bugün gördüğümüz çatı sistemleri Anadolu evlerine ancak 60’lı yıllarda gelmiştir.

Anadolu evleri damlı iken, kış gelmeden önce sadece evlerin değil, ahırların, samanlıkların, tandırların damlarının da yağmur ve kara karşı geçirimsiz hale getirilmesi gerekirdi.

Damların geçirimsiz hale getirilmesi için köyün civarında bulunan ve “çoraklık” denen yerlerden kazılan killi topraklar kullanılırdı.

Bu killi topraklar damlara serilir, ucuna çekecek bağlanan ağır ve silindirik bir taş ile sıkıştırılırdı.

Bu silindirik taşlara “loğ taşı” denir.

“Loğ” kelimesi dilimize Ermenice’ den geçmiştir ve “yuvarlak” anlamına gelir. Bütün Anadolu’ da da bu anlamda bilinir ve kullanılır.

…/…
Damların loğlanması dönemi bittikten bu yana boşa çıkan loğ taşlarının kimi içler acısı durumu Eğin’ de görülüyor.

Eğin’de görülen bir başka içler acısı durum ise loğ taşları ile ilgili olarak kime sorsam alamadığım bilgiler ve cevaplardır.

-Bu loğ taşları Eğin’ e nereden geliyordu?
-Bu loğ taşları Eğin’de yapılıyorsa bir taş ocağı var mıydı?
-Bu loğ taşlarının bu kadar pürüzsüz ve perdahlı yapılması için ciddi ustalık gerekirdi ve loğ taşı ustaları kimlerdi?

Tarihimizi ve kültürümüzü ne çabuk unutuyor veya neden hiç ilgi göstermiyor, Eğin örneğinde hemen herkesin evinin önünde bulunan loğ taşları neden kimsenin merakını uyandırmıyor.

Ben şimdi bir grubu alıp Eğin’ e götürsem ve onlara loğ taşlarını göstersem, “arkadaşlar bu silindirik taşlar Roma döneminden kalma sütun başları ve Eğin de eski bir Roma kenti” desem, bu sözüme Eğinliler de inanır belki de.
…/…

Loğ taşları artık çeşitli amaçlarla kullanılıyor Eğin’de.

Kimi çeşme başında mola taşı

Kimi bahçe girişinde

Kimi yol kenarındaki evi korumak için bariyer
Kimi evin girişinde

Kimi sanki nöbet taşları

Kimi ise bir köşe taşı olarak

…/…

Bunca usta işi emek, sanat eseri niteliğinde loğ taşlarının başlarına gelen en büyük felaket ise Eğin yollarının ilk kez asfaltlandığında asfaltı ezecek silindir olmadığından Eğin’ de bulunan bir çok loğ taşının peş peşe bağlanarak bir traktör ile çekilmesi ve asfaltı sıkıştırma çabasıdır.

Ne yazık ki o güzelim loğ taşlarının çoğu bu şekilde kırılmıştır.

Damları loğlarken meydana gelen ölümlü ve yaralanmalı kazalara hiç değinmeyelim.


…/…

Bize loğ taşını en güzel anlatan ise Karacaoğlan’dır. Karacaoğlan’ ı en iyi seslendiren ve yorumlayan ise Ruhi SU Usta’dır. Loğ taşı yapacak usta önce kayaları kerter. Kayaların kertilmesini bile anlatır Karacaoğlan.

Kayaları kertenlerin ortaya bir sanat eseri koyanların şimdi nerelerde olduğunu bilen var mı acaba?
…/…



Karacaoğlan'a sahip çıkan Saimbeyli
Farsaklarının bir düğün türküsü

Atladım girdim bağa
Alnım değdi yaprağa
Sevdiğimi verseler
Girmem kara toprağa

Kayalar kertilir mi
Ağ terlik yırtılır mı

Ergen kız, cahil oğlan
İnkardan kurtulur mu
Çıktım dam loğlamaya
İndim yar yollamaya
Yar gedikten aşarken
Başladım ağlamaya
Ey gelinler, ey kızlar
Vabalım boynunuza
Vurun, vurun öldürün
Ya alın koynunuza

Arılar da konmaz oldu pürene
Şükür olsun bu sevdayı verene














13 Haziran 2019 Perşembe

BİR EĞİN MASALI


-Liseye mi gidiyorsun?

-Evet

-Ne okumak istiyorsun?

-Sinema ve Televizyon

-Ahmet ULUÇAY’ ı tanıyor musun?

-Hayır

Sinema okumak istiyorsan, Ahmet ULUÇAY’ ı seyret ve mümkünse günlüklerini oku bence.

…/…

KAPANCA SOKAK’ ı Serdal KARAKUŞ kardeşimizin aynı adlı romanının arka planında kendisi ile gezerken “kapan ve kapanca” kelimelerinin nereden geldiğini eski ve artık akmayan bir çeşmenin önünde anlatmaya çalışırken, bir Tokat türküsü eşlik ediyordu bize.

Seher vakti keklik çıkar gabana
Sallandıkça püskül değer tabana
Korkarım sevdiğim vara yabana
İşte bu göynümün sultanı geldi

…/…

Geldiğimde bahardı, Torosların en son kuzey uzantıları olan Mercan Dağları’nda, Munzurlarda kar vardı.

Akşamları çiftlikte işim bittikten sonra bir saat yürüyerek Eğin’e gidiyor, esnafla sohbet ediyor ve bir saat yürüyerek Eğin’ den geri dönüyorum.

Eğin’ e giderken yolun solunda bir yere atılmış ahşaptan ve çift kanatlı eski bir dolap çarpıyor gözüme.

Aslında gözüme çarpan eski ahşap dolap değil, dolabın her iki kanadında da bulunan ve ta yolun öbür tarafından beni cezbeden yiv ve setleri kirlenmiş, eskilerin “fincan” dediği, beyaz seramikten yapılmış kulplardı.

Yolun karşısına geçiyorum.

Çift kanatlı dolabın yanına geliyorum.

Böylesine güzel işlenmiş, adeta kağıt inceliğinde bir dolabı kim ve neden atmış olabilir buraya?

Dolabın iki kanadında beni ta uzaklardan cezbeden beyaz fincan kulptan birisini söküyorum ve cebime koyuyorum.

Beyaz fincan kulpu sökerken yoldan geçen trafiğe de dikkat ediyorum. Meraklı gözler benim gibi Eğin yabancısı birisini böylesi bir yerde, eski ve yol kenarına atılmış çift kanatlı bir ahşap dolabın başında uğraşırken görmeleri neye yorarlardı acaba?

Telaşsız ama hızla beyaz fincan kulptan birisini söküyorum.

Diğer beyaz fincan kulpu sökemiyorum.

Eğin’ e geliyorum.

Başka bir yerde, başka bir il, ilçe, beldede olsa adının mutlaka ”Köşem Bakkaliye” veya “köşemli” başka bir yer olması gereken benim rüya kırk ambar dükkanımdan acele bir düz tornavida alıyorum.

Düz uçlu tornavida, zira sökemediğim diğer beyaz fincandan kulp dolabın kapağına düz uçlu bir vida ile tutturulmuş.

Uğraşıyorum.

Vida çok eski ve tornavidanın düz ucu vidanın düz oyuğunu sıyırıyor.

İkinci beyaz fincan kulpu sökemiyorum.

…/…
Çok kültürlü bir coğrafyadayım.

Yukarı Fırat Havzası dediğimiz bir coğrafyada, Eğin’deyim.

Unutulanlar, silinenler, kaybolanlar olsa da genç kuşaktan insanların dilindeki yerel kelimeler, coğrafi isimler burada bir zamanlar çok kültürlü bir hayatın, bir dayanışmanın olduğunu gösteriyor.

Anadolu’ dan payitahta, Konstantiniye’ ye, İstanbul’ a en çok ve kalıcı olarak göçenler hep Eğinliler olmuştur.

Bu nedenle dillerden hala düşmeyen Eğin havaları içinde en etkili olanlar Eğin Gurbet havalarıdır.

Enver GÖKÇE daha 1940’lı yıllarda DTCF son sınıfında fakülte bitirme tezi olarak hazırladığı EĞİN TÜRKÜLERİ çalışması hala aşılamamıştır.

Enver GÖKÇE Eğin’ in Çit Köyü’ndendir.

…/…
  
Sobacı Mehmet AKBAŞ amca Eğin’ in son soba ustasıdır, Sultan Ahmet Sanat Okulu mezunudur.

Sobacı Mehmet AKBAŞ amcanın babası Hasan AKBAŞ, mizah dünyamızın ünlü dergilerinden KÖROĞLU Dergisi’nde yıllarca mürettiplik yapmıştır. Eğinli Enver GÖKÇE  MÜRETTİP HASAN şiirini muhtemelen Sobacı Mehmet AKBAŞ amcanın babası için yazmıştı.

MÜRETTİP HASAN

Alınmıştır,
Ağzım dilim elimden
Konuşamam yanarım.
Unumu elemişim,
Eleğimi asmışım
Ölüm de ne, vız gelir
Ama yanarım.
İnce derde hele bir
Düş de gör
Nicedir
Kardeşim!
Parmaklarım yazı dizer
Yorulur;
Kurşun kasalara dökülür derdim
Bir türkü bilirim
"Var git oğlan var git"
"Mekanın ara"
"Nerede karnın doyarsa"
"Vatanın ora!"
Hey anam hey
Yine de hey hey!
Mürettip Hasan deyip de geçme
Ben adamın anasını bellerim
Punto hesabı
Katrat hesabı.

Enver GÖKÇE





…/…
Ters bir üçgen düşünün ve üçgenin iki kenarı, iki yamaç sarp ve geçit vermez Kuzey Torosları, Mercan Dağları kaplıdır.

Geçit vermez bu dağların tabanından, yani ters üçgenin dibinden halkın Fırat dediği, aslında Fırat’ ın en büyük kolu olan Karasu akar.

Eğinliler bu iki sarp dağ yamacına yerleşmiştir.

Ne ekecek ne de dikecek bir yer bulunur.

Dikilen ise sadece belki de yüzlerce yılın uğraşısı ile yapılan teraslama ile elde edilen ve bir zamanlar Eğin ekonomisinin temelini oluşturan ağaç: dut.

Tahıl tarımı yok.

Hayvanlar için ot bulmaya, yaylada hayvancılık yapmaya veya Eğin’den başka bir yere gitmek isteyen Eğinli kendisini bir kıskaç gibi saran dik yamaca, artık bize yabancı gelmeyen “GABANA – KABANA”  tırmanır, geçit vermez Munzurların en zor yerinden kendisine bir geçit bulur.

Eğin’den çıkışlar Fırat dışında hep o ünlü gabanların aşılması ile olmuştur:Çevlük Gabanı-Koçan Gabanı-Sandık Gabanı-Çoçi Gabanı-Eğin Gabanı onlarca gaban var Eğin’ i sarmalayan iki yamaçta ve Fırat’ın geliş ve gidiş yönlerinde.

Kışlar ağır geçer Eğin’de.

Tahıl stokları, un stokları tükenir, ambarlar, un çuvalları tez boşalır. Kıtlık başlar.
Eğinli sırtında bir çuval dut veya pestil veya pekmez düşer  yollara, Sivas ellerine doğru, takas yapacak sırtında taşıdıklarını.

Gabanları aşar, belki de KOÇAN Gabanını.

Ama takasın da bir adaleti varsa, onu da Eğinli Enver GÖKÇE yazar.

MERİ KEKLİĞİM

Bir
Elde
Çatal
Bir
Elde
Dehre
Dalar
Dikenlerin
Kengerlerin
Peşinde
Kaderimmiş
Söğerim
Oy
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Dut
Kurusu
Süpürge
Tohumu
Yediğimiz
Ve
Bir
Godik
Arpa
İçin
Sivas
Kapılarından
Geri
Çevrildiğimiz
Günleri
Defledik
Meri Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Yol
Parası
Veremedim
Diye
Şu
Dağları
Bana
Açtırdılar
Şu
Yolları
Bana
Hacizlere
Gitti
Suna
Gibi
Keçim
İneğim
Meri
Kekliğim
Kore
Dağlarında
Tabakam
Kaldı
Mapus
Damlarında
Özgürlüğüm
Hey
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğin.
       Enver GÖKÇE

…/…

Sökemediğim o beyaz fincandan dolap kulpu hala aklımda.
Bir iş çıkışı Eğin’ e yürüyorum.

Kağıt inceliğinde ahşaptan yapılma ve neden çöpe atıldığını bilemediğim dolap hala yerinde duruyor.

Beyaz fincandan sökemediğim kulp hala dolabın üzerinde.
Dolabın yanına gidiyorum.

Bu sefer elimde tornavida yok.

Beyaz fincan kulpun vidalandığı parçayı kırıyorum.

Parçayı gittikçe küçük parçalara ayırıyorum ve nihayet beyaz fincan kulp serbest kalıyor ve elime alıyorum.

Ne sıcak bir dokunuşu var.

Ne güzel kirlenmiş.

Kim bilir hangi evin güzide eşyalarını sakladı itina ile?

Kim bilir hangi narin eller açıp kapadı bu kağıt inceliğinde ahşap dolabın kanatlarını?

Eğin tarihinin bir kısmı acaba bu beyaz fincandan kulpu olan ahşap dolapta mı saklıydı?




…/…
Eğin Gabanı’nın çıkışı Hotar’a gider.

Gaban kelimesi de hotar kelimesi de Ermenice’dir.

Eğin Gabanı’nı yürümeye, Eğin’den çıkmaya karar veriyorum.

Sabah saat beş, gün ağarmak üzere.

Yolumu kendim buluyorum el yordamıyla.

Önce bir mezarlığa, bir zamanlar burada yaşayan Ermenilerin gömüldüğü mezarlığa sapıyor yolum.



Vasiyeti üzerine Eğin’de gömülen Katolik Stanley mezarın baş taşına “Beloved Nomad” 
yazdırmış.

Tam da Yunus misali.

“Aşık Gezgin- Aşık Yörük”

Gaban gittikçe dikleşiyor ve geçit vermez gibi görünen kayaların, Mercan Dağları’nın nereden geçit vereceğini bulmaya çalışıyorum.

Patika yol beni gaban yoluna götürüyor.

Yüz yılların emeği saklı her yerde.

Teraslamalar, istinat duvarları, taş basamaklar, taş rıhtımlar.

Eğin Gabanı
Farklı kültürler sadece hala dillerde telaffuz edilen köy ve coğrafi isimlerde fark ediliyor.

Kalan gerisi kurumuş, hotar yolundaki bu pınar gibi, kimsenin bu pınara yeni bir kaynak ve göze bulmaya da niyeti yok


Peki ya bu saf yünden eğirilmiş ve bükülmüş ve kök boya ile boyanmış belki de yüz yıldan daha eski at başlığından bu parça kim bilir hangi atlının atının başından düştü?

Hotar, yayla demek Ermenice’de.

Hotara varıyorum.

Yayla bütün Eğin’in yağ, peynir, süt, deri, tulum, ihtiyacı için vaz geçilmez ve paylaşılamaz bir yer.

Elde edilen ürünlerden tereyağı mutlaka sırsız çömleklere basılırdı.

Sırsız çömleklerden bize sadece bu ağzı boğumlu bir küçük parça mı kaldı?
 
 
Hotardan ötesine gidersen Çarhu Deresi, oradan ötesi geçen hafta gittiğim Sandık Köyü.
Hotardan öteye gitmiyorum, ama yaşlı Eğinlilerin hala düzgün ve doğru bir tanımla kullandıkları bir işaret gibi duran “oyuğu” görüyorum.

Oyuk, diyorlar eski Türkler Orta Asya’ da böyle bir biri üzerine yığılan taşlara.
Yaşlı Eğinliler hala oyuk diyor.

Urla köylüleri bahçe korkuluklarına veriyor oyuk adını ve şenlik düzenliyorlar.

Orta Asya’ da susuz bozkırda çobanlar için su kaynaklarını gösteren, işaret eden taş yığınlarıdır oyuklar. Siz bakmayın öyle çok bilmiş dağcıların bu taş yığınlarına baba demelerine.

 
Hotar – Çarhu Deresi sınırında Oyuk
 …/…

-Ahmet ULUÇAY’ ın kısa filmlerini izledim abi.
-Nasıldı?

-Çok etkileyici.

-Umarım sen de onu gibi filmler çekersin.

Onur elinden hiç düşürmediği fotoğraf makinesi ve film kamerası ve üç ayağı ile ne zaman görsem hep çekime gidiyor.
  

…/…

Ali Eryiğit bizim Semra İNALTONG Hanım’ ın dayısıdır.

Ali Abinin babası ise Eğin’in efsane yapı ustası Tevfik Ustadır.

Tevfik Ustanın evinde şimdi Ali Abi oturuyor.

Tam evinin kapısında duran ve Eğin’ de bir eşi daha olmayan kapı tokmağını elleyecekken, kapı açılıyor birden bire.

Bir Doğu Masalı denecek kadar güzel Yurt Gezimizde olanları anlatıyorum Semra Hanım’a.
  

…/…

Kaybolan, koparılan, akıp giden, yıkılan, solan o kadar çok şey var ki.

Akşam üzeri bir eskiciden alınan idare lambası, fener idaresi ve ünlü muhtar çakmağı sanki bütün bu kaybettiklerimizi aydınlatmaya çalışırken, yanında içeceğiniz bir bardak demli çayın size yeni bir düşünce ufku açacağı umudunu taşıyorsunuz.

Bütün bu objelerin üzerinde durduğu masanın uzamı sonsuzluk hissi veriyor.
 

Yine de hep aynı karşınıza neyin çıkacağını bilemiyorsunuz.

On beş dönümlük koca bir dut bahçesinde “Benimle Oynama”  kasetinin karşınıza çıkmasının ne anlamı olabilir acaba?

Düşünmüyorum.

Masalın içindeyim hala.
  
Benimle Oynama – Burak KUT