Bu sefer farklı bir konuyu ele alalım istedim. Yazının başlığını Engels’ten ödünç aldım, umarım bana gücenmez. İnsanlık tarihi aslında keşifler tarihidir. Kesintiler, patlamalar, sıçramalarla ilerleyen insanlık tarihi,
her bir keşifle yeniden bir ivme kazanıyor.
Umut ise asla yok olmuyor. Umudu keşfetmeye gerek yok zira. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri umut hep vardı.
***//***
Hep biliriz, hep okuruz.
Hidroloji Biliminin (Sular Bilimi) ortaya çıkması, geçtiği
yerleri tahrip eden, ovalara ve yerleşimlere zarar PO ırmağının akışını
düzenlemek, suların zararını en aza indirmek ihtiyacı için yapılan ve daha sonra
disiplinler arası dev bir bilimin doğmasına konu olan çalışmaların sonucudur.
PO Irmağı ve bereket saçarak akıp geçtiği 400 km
uzunluğundaki PO Ovası İtalya’dadır.
***//***
Geometri ise, Nil Nehri’nin döküldüğü yerde oluşan deltada
yapılan tarımı verimli hale getirme ihtiyacı ile ortaya çıkmıştır.
Tales’den söz edersek, Meandros’un - Büyük Menderes’ in döküldüğü Miletos’tan da söz etmemiz gerekir.
Miletoslu Tales hep geometrinin babası olarak bilinir.
Onun yıllara göre
hava ve iklim verilerini
kaydederek, bir sonraki
yılın zeytin hasadının nasıl olacağını
tahmin edip, spekülatif
yatırımlarla nasıl da çok zengin
olduğunu başka bir yazımızda
anlatalım.
***//***Biz şimdi bu topraklardaki iki keşiflerden söz edelim.
ÇİÇEK AŞISI ve LADY MONTAGU
Lalapaşa’ ya yapmış
olduğumuz Trakya Dolmenleri
Yurt Gezimizden biliyoruz.
Lady MONTAGU 18. Yüzyıl başlarında İngiltere
büyükelçisinin eşi olarak girer Osmanlı
topraklarına.
Osmanlı topraklarına girdiği günden itibaren İngiltere’ ye mektuplar
halinde günlükler yazar.
Edirne’ de bulunduğu sürede, çiçek hastalığına karşı
Osmanlı’ da – Edirne’de çocuklara ÇİÇEK AŞISI
yapıldığı görür.
Durumu hemen kaleme alır ve kendi bebeğine de çiçek aşısı
yaptıracağını, bu aşının İngiliz
çocuklarına da yapılmasını kraliçeye yazar ve ondan ricada bulunur.
(…)
Bu
hastalığa dair size bir şey nakledeyim, siz de mutlaka burada bulunmak
istersiniz. Bizde pek umumi ve pek zalimane olan çiçek hastalığı bu memlekette keşfedilen aşılanma
sayesinde ehemmiyetsiz bir şey.
Bir
çok kocakarılar var ki, san’atları sırf bu ameliyatı yapmak. Aşı için en
muvafık zaman, sonbaharın başlangıcı , büyük sıcaklar geçtikten sonra.
O
zaman aile reisleri, aileleri içinde çiçek hastalığına tutulmuş kimse olup
olmadığını birbirine soruyorlar. Birkaç aile toplanıyorlar. Adetleri 15-16’ya
çıkınca bu kocakarılardan birini
çağırıyorlar o da bir ceviz kabuğu dolusu, en mükemmel cinsten çiçek
hastalığının aşısını getiriyor.
Hangi
damarın açılması istenildiğini soruyor. Aldığı cevaba göre büyük bir iğne ile
bir damar açıyor, tırmık
kadar bile ağrı duyulmuyor, iğnesinin
ucu alabildiği kadar aşıyı buraya koyuyor. Sonra yarayı bağlıyor, üzerine bir
ceviz kabuğu parçası yapıştırıyor.Aynı ameliyeyi diğer dört beş damara da yapıyor. Rumlar alelumum bir alınlarında , birer tane kollarında, bir de göğüslerinde olmak üzere haç taklidi yaptırmaya itikat etmişler. Fakat bu ameliyenin neticesi fena. Çünkü bu ufak yaraların yerleri kaybolmuyor. Bu ameliye için melesa bacaklar veya kollar gibi vücudun kapalı taraflarındaki damarlar intihap olunuyor. Aşılanan çocuklar sekiz gün kadar oynuyorlar, bir şey olmuyorlar.
Fakat
ondan sonra bir sıtmaya tutuluyorlar, o zaman iki gün, nadiren üç gün yatakta yatıyorlar; fakat bunlar behemehal
çıkıyor. Sonra sekiz gün içinde güya hiç hasta olmamışa dönüyorlar. Açılan
yaralar hastalıkları esnasında pek
ziyade akıyor. Şüphesiz bu, çiçek hastalığının zehirini akıtıyor, başka
taraflara şiddetle yayılmasına meydan bırakmıyor.
Bu
ameliye her sene binlerce çocuklara yapılıyor.
Fransa
sefiri diyor ki, başka yerde banyo yapıldığı gibi, burada da eğlence makamında
herkes çiçeğe yakalanır. Kimsenin aşıdan öldüğü
görülmemiş. Bu ameliyenin iyiliğine ben de o derece kaniim ki sevgili
yavruma yaptırmaya karar verdim.
Vatanımı
çok sevdiğim için bu usulün oraya da girmesini arzu ederim.
***//***
Yine aynı yurt gezimizde ve bu sene yapmış olduğumuz
Anadolu Yakası Taşları – İstanbul Şehir Gezilerimizde hep
andığımız Dr SÜHEYL
ÜNVER vardı.
Dr
SÜHEYL ÜNVER ise
yaptığı onca için yanı sıra,
İstanbul’u İstanbul yapmasının yanı sıra
bir de oturmuş ÇİÇEK AŞISISININ
bulunuşunun 250. Yılı anısına
bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ POSTA PULU tezyin etmiş 1967 yılında .
Kimse, çiçek aşısının ihtiyaç, posta
pulunu ise, ihtiyaç olmadığını söyleyebilir mi, söz konusu kişi
Dr SÜHEYL ÜNVER olunca
***//***
GÖÇEBE KÜLTÜRÜNÜN BİR KEŞFİ: BEBEKLER
İÇİN İŞEME GEREÇLERİ
Eskiden bebekleri “ höllük “
toprağına belerlerdi. Adına türküler de yakılmış olan höllük toprağı öyle sıradan bir toprak değildi.
Eledim eledim höllük eledim
Aynalı beşikte bebek beledim.
Büyüttüm besledim asker eyledim
Gitti de gelmedi canan buna ne çare
Her köyün höllük
toprağı kazdığı bir “ topraklığı”
olurdu.
Bu işi ciddiye
almayıp, sıradan bahçe
topraklarına belenen bebeklerde “tetanosa” bağlı ölümler sıkça görülürdü.
Höllük toprağı ince
pudra haline getirilir, elenir ve bebek
üşümesin diye ısıtılır ve bebek öyle
belenirdi. Kundağın içinde çişini yapan bebeğin çişi doğrudan höllük toprağı tarafından emilirdi.
Biz, benim kuşağım köy çocuklarının tamamı höllük toprağına
belendik.
Sonra, höllük toprağı yerine “talk pudraları”
geldi.
Sonra bildiğimiz
gibi hazır bebek bezleri
kullanılır oldu.
Buraya kadar
ortada höllük toprağı
dışında bir “ keşif” diyebileceğimiz bir şey yoktur.
Ancak, bizim gibi
toprağı bol olmayıp, hatta belki de bir
avuç toprak bile bulmanın çok zor
olduğu Toroslarda, dağlarda yaşayanlar ve konar göçer Yörükler,
Türkmenler bebeklerini neye
beleyecekler, höllük topraklarını nereden bulacaklar?
Diyelim ki höllük
toprağını buldular. Bir
yayla dönemi için yüzlerce kilo
höllük toprağını kim yanında taşıyacak? Oba buna hiç razı
olmaz. Zira obanın geliri ve
hayatta kalabilmesi için daha önemli
şeylerin taşınması gerekiyor.
İyi ama, bebek bu ? Kundağın içinde çişini yapacak.
İşte o zaman ihtiyaç – keşif
ikilisi ortaya çıkıyor
ve Toroslarda hala kullanılmakta
olan , bizim Orta Asya’dan getirmiş olduğumuz
ve tahtadan yapılma, kız ve oğlan çocukları için ayrı tasarlanıp düşünülmüş “işeme” nesneleri
bulunuyor.
Yerleşik
hayatta bebekler höllük dediğimiz bir tür toprağa belenip kundak yapılırken, konar göçer yörük
Türkmenlerinde, Tahtacı – Türkmen boylarında bu imkan olamayacağı için onlar
,bebekleri için kızlara ayrı, oğlanlara
ayrı olacak şekilde, idrarla, amonyakla kolayca çürümeyecek şekilde
katran ağacından işeme gereçleri icat etmişlerdir.
Bunlar,
yüzyılların birikimidir.
Bebekle
birlikte beşiğe belenen o
işeme gereçlerini önce Mudurnu’
da görmüş, hayran kalmıştım. Ama, Mudurnu’ da gördüklerimi Toroslardan insanlar
getirip hediye ettiklerinden onları alamazdım.
Yıllar
sonra Kırgızistan’da , Osh kentinde
Pazar yerinde bu kız ve oğlan çocuğu için iki ayrı işeme
gereceğini gördüğümde, kimse o gereçlerin ne olduğunu ve benim
onları ne için aldığımı anlamadan, hemen onları satın almıştım. Fotoğraftaki işeme gereçleri hala benim
müzemdedir.
***//***
TARAFSIZ EL BOMBASI
Biliriz, günümüzde ve çok eski zamanlardan beri
kullandığımız bir çok endüstriyel alet,
ev aleti, giysi, haberleşme aletleri, aklınıza
gelebilecek bir çok şey “askeri ihtiyaçlardan” dolayı
ortaya çıkmış, keşfedilmiştir.
-İnsan öldürmek bir ihtiyaç mı peki?
-Böyle soru olur mu ?
Ama, bir savaştaysanız, yok edilecekseniz, direniyorsanız,
savunmadaysanız, silaha ihtiyacınız varsa, en ilkelinden de olsa bir silah
yapıyorsunuz, siz buna sadece
kendinizden de olsa “keşif” de diyebilirsiniz.
İspanya İç Savaşı, faşizmin
İkinci Dünya Savaşı
yıllarında gösterdiği yüzünün adeta tiyatrodaki bir
ilk gösterimi – “prömiyeri” idi.
Franko faşizmine karşı dünyanın dört bir yanından bir araya
gelenler, uluslar arası tugay ve direniş
insanlık tarihinin yıldızının parladığı
anlardı.
Faşizme karşı direnişte etkin olan İspanyol
anarşistleri silah sıkıntısı
çekiyor.
Özellikle el
bombaları hiç yok.
Bir yerden, silah deposundan çalamıyorsanız, keşif zorunlu
hale geliyor.
Hep “1984” isimli
romanı ile bildiğimiz, tanıdığımız
GEORGE ORWEL
‘ in gönüllü olarak ve faşizme karşı,
Cumhuriyetçilerin saflarında İspanya İç
Savaşı’ na katıldığını ve anılarını
bir gazeteci olan günlük halinde yazdığını bilmeyiz.
Yazdıklarını “KATALONYA’YA SELAM”
adı altında kitap olarak yayınlar.
Şimdi, “iyi de burada keşif nerede”, diye soracaksınız.
George ORWEL
anlatıyor.
İlkel de olsa, bir el bombası yapıyorlar ve kendi
yaptıkları bombaya bir
isim veriyorlar: Tarafsız.
Gerisini ORWEL ‘ den
dinleyelim.
(…)
Ne
miğferimiz ne süngümüz vardı, tabancamız da pek azdı; beş ya da on kişiye bir
el bombası düşüyordu. O sırada kullanılan el bombası , “F.A.I. bombası”
diye bilinen korkunç bir nesneydi.
Savaşın
ilk yıllarında anarşistler tarafından imal edilmişti. Milis bombası ilkesine
göre yapılmıştı, ama emniyet düzeni bir pimle değil, bir parça şeritle tutturulmuştu.
Şeridi kopardığınızda bombadan mümkün olan en yüksek hızla kurtuluyordunuz. Bu
bombalar için “tarafsız”
deniyordu. Çünkü hem bombayı atanı hem de kendisine bomba atılanı öldürüyordu.
Daha
başka çeşitleri de vardı; belki daha
ilkel ama daha az tehlikeli olanları –
bombayı atan için demek istiyorum. Atılmaya değecek bir bomba gördüğümde
Mayıs ayını bulmuştuk.
(…)
***//***
Sözümüzü
Tales ‘ e sorulan sorulardan bir kaçı ile bitirelim.
-Ya en
bilge şey?
”
Zaman, her şeyi öğrenip meydana çıkarır çünkü”
-Ya en
yaygın şey?
“Umut,
hiç bir şeyi olmayan kimselerde bile
kalır çünkü”
İçinizde yaşattığınızı öldürdüğünüzü, sevginizi ve aşkınızı
öldürdüğünüzü fark ediyorsanız eğer; o
zaman neye “ ihtiyacınızı“
olduğunu da biliyorsunuz
demektir.
İhtiyacınızı asla ertelemeyin ve size en yakın olan,
kendinizden başlayın ve hemen bir
şeyler bulun o bulduklarınız ise “ kendi keşfiniz” olsun.
Tarafsız ve anarşist
bir el bombası
gibi, keşfiniz
hem sizi, hem de sevdiğinizi yaksın alev alev.
Muhabbetle,
Aşk illa ki
*) Friedrich ENGELS