SUYU ARAYAN ÇOCUK[1]
Hep
bir saygıyla yazmaya çalışıyoruz yazılarımızı. Hep “Kim var imiş biz burada yoğ
iken” diye soruyoruz yazıya başlamadan önce. Bu yazımızda ise bu sözü söyleyen,
“SUYU ARAYAN” olarak söyleyen kişi ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR çıkıyor karşımıza.
Şevket Süreyya AYDEMİR ta 1959 yılında tamamlar bu unutulmaz otobiyografik
eserini ve adını SUYU ARAYAN ADAM olarak koyar.
TALEBE ARAYAN HUKUKÇU-OSMAN ŞENGİL
21 Mayıs, 1864 Büyük Çerkes Sürgün Günü’dür. O sürgünle birlikte Dağıstan Bölgesi’nden Avarlar da sürgün edildiler Osmanlı topraklarına.
Osman
ŞENGİL, Osman Amca, 1931 yılında doğar, babaannesi saraylı bir Avardı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukat oldu.
Avukatlık
yapmadı.
Askerliğini
yedek subay öğretmen olarak o günlerde Niğde’ye bağlı Aksaray ilçesinin Ihlara
Köyü’nde ilkokul öğretmeni olarak yaptı.
Osman
Amca yedek subay öğretmendi, ancak talebeleri günden güne azalıyordu. Osman
Amca, en yaygın olarak Ihlara Köyü olmak üzere, civar köylerde adı konulmamış
bir salgından dolayı çocuk ölümlerinin artmış olduğunu ve okula gelen talebe
sayısında ciddi azalma olduğunu fark eder.
İyi
ama neydi bu salgın?
Osman
Amca öğretmenlik yaptığı köyde ve civarında yoksulluğun ne boyutlarda olduğunu
da fark eder.
İzmit’te
hatırı sayılır bir çevrenin tanıdığı ve kuyumculuk mesleği olan Osman Amca
derhal kendi yakın çevresini harekete geçirerek başta Ihlara Köyü olmak üzere
civar köylerde yaşayan yoksul halk için gıda, giysi, ilaç vb yardım kampanyası
faaliyeti başlatır.
Bir vagon dolusu yardım malzemesi İzmit tren istasyonundan hareket ederek Yeşilhisar istasyonuna varır. Yeşilhisar istasyonundan katırlara yüklenen yardım malzemeleri önce Aksaray’a oradan da başta Ihlara Köyü olmak üzere Osman Amca nezaretinde köylülere dağıtılır.
İyi ama Osman Amca’nın okula gelen talebelerindeki azalma hala devam etmektedir.
Nedeni
o adı henüz konulmamış salgın hastalıktır. Daha doğrusu asıl neden halkın bu
hastalığa karşı kendi bildiği ve inandığı yöntemlerle çare aramaya ve uygulamaya
devam etmesidir.
Osman Amca öğretmen olarak çaresizdir, talebesini arar.
YAĞMURU ARAYAN MUMYA
Ihlara Vadisi’nin her iki yamacında bulunan ve volkanik kayalara oyulan kiliselerin tabanlarında neredeyse her gün bir mumya bulmaktadır köylüler.
Köylüler
buldukları mumyalara “Geberik” diyerek onları vadi tabanından geçen Melendiz
Çayı’na atarlar.
Osman
ŞENDİL, hala Ihlara Köyü ilkokul öğretmenidir. Talebe aradığı gibi, köylülerin
çaya attıkları mumyaları da arar.
Niğde
Müzesi envanterine giren ilk mumya, köylülerin demesiyle “Geberik” 1965 yılında
Osman Amca tarafından teslim edilir.
Köylüler
geberikleri, mumyaları neden bin yıldır uyudukları yerlerden çıkarıp da çaya
atarlardı acaba? Köylülerin ne alıp veremedikleri vardı o zavallı ölüp gitmiş
bedenlerden? Halkbilim ve sosyoloji veriyor ipuçlarını.
Aksaray, Niğde, Nevşehir, Konya, Ankara ve hatta Kastamonu’nun bir kısmını içine alan ve Rumi 1290 yılına denk geldiği için “Koca Kıtlık veya Koca 90” olarak anılan kuraklığa bağlı kıtlık yılında neredeyse hiç yağmur yağmaz. Kuraklığa bağlı kıtlıktan dolayı 250.000 kişi hayatını kaybeder.
Anadolu’da bazı yerlerde hala yaşatılan bir yağmur duası ritülelinde “Çömçe Gelin” figürü olan kukla suyun olduğu bir yere, dere, kuyu, değirmen, asılır veya atılır.
Bu
ritüelde kullanılan Çömçe Gelin figürü aslında kısa bir süre önce gömülmüş bir
cesedin sembolize edilmiş halidir. Bazı yerlerde ceset kullanıldığı da olur.
Öyle ki bu cesetler Hristiyan din görevlilerine ait olacağı gibi Müslüman ermişlere
de ait olabiliyordu.
Aksaray’
da ve köylerinde de buna benzer yağmur duası ritüellerinde kayalara oyulmuş
kiliselerde gömülü Hristiyanlara ait olduğu düşünülen ve yöre halkının
“Geberik” olarak adlandırdığı cesetler çıkarılarak Melendiz Çayı’na atılıyordu.
Bir süre sonra çaya atılacak ceset kalmayınca daha derinlerde veya daha
diplerde bulunan “Mumyalara-Geberiklere” geliyordu sıra.
“II. Anadolu’da Yağmur Ritüelleri ve “Gâvur” Kafası/Kafatası
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e uzanan bir dönemde Kapadokya’da Ortodoks Hıristiyan (Rum) ve Müslüman ahalinin birbiriyle iç içe geçmiş inanç, ibadet ve âdetlerini incelediği çalışmasında Aylin de Tapia, bölgede her iki cemaatin katılımıyla ortak bir şekilde icra edilen yağmur ritüellerinden bahsederken, insan kafatasının da bu ritüellerde kullanıldığını söyler. Ritüel genellikle bir, bazen de - Selime (Aksaray) ve Limni’de (Yeşilgölcük, Niğde) olduğu gibi- yedi papazın kafatasının mezardan çıkartılarak akarsuya sarkıtılması ya da su değirmenine asılması şeklinde gerçekleştirilmektedir. De Tapia, azizler kültüne dayanan bu ritüele Rumlarla birlikte Müslümanların da katılmasının, yapılan törenin etkili olup işe yaraması kaygısından neşet ettiğini belirterek inanç farklarını askıya alan bu ortak tavrı “pragmatik dindarlık” olarak tarif eder. Şüphesiz bu ritüel, herkesi benzer şekilde etkileyecek bir felaket ihtimali karşısında, papaz kafataslarının yağmur yağdırma gücüne Hıristiyan komşuları kadar Müslümanların da inandıklarına işaret etmektedir. Peki acaba Hıristiyanlar da olağanı sekteye uğratan zor zamanlarda Müslümanların ehl-i keramet addettikleri evliyalardan medet ummuş olabilirler mi? Harput’ta halk arasında iyi bilinen ve farklı versiyonları bulunan bir menkîbe buna dair bir emare teşkil ediyor. İshak Sunguroğlu’nun Harput Yollarında adlı kitabında bahsettiği bu menkîbe, bugün Arap Baba türbesi olarak anılan Alacalı Mescit’te kısmen çürümemiş -mumyalanmış- cesedi bir sanduka içinde muhafaza edilen Arap Baba isminde bir velinin kerameti hakkındadır.” [2]
Mumyalar
adeta suyu arardı, ama yağmur her zaman yağar mıydı, bilmiyoruz.
HASTALIĞIN ADI KONUYOR
Yedek subay öğretmen Osman ŞENGİL, Osman Amca çocuk ölümlerinin, talebelerinin ölümlerinin nedenlerini hala çözememiştir. Büyük kentlerdeki, İstanbul, Kocaeli, dostlarına, hekim arkadaşlarına durumu anlatır. Hekimlerin soruları üzerine Osman Amca hastalığın belirtilerini anlatır ve yazar onlara.
Çocuk
ölümlerinin nedeni yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar ve sonunda kesin teşhis
konur: DİZANTERİ
Çocuklar ise dizanteriye bağlı olarak sıvı kaybından dolayı ölmektedirler.
DİZANTERİ:
“Kirlenmiş gıda, kirli su veya içecek tüketimi, ellerin doğru
şekilde yıkanmaması ve kirli sularda yüzme nedeniyle ortaya çıkabilen
dizanteri, uygun şekilde tedavi edilmediğinde hayati riske neden olabiliyor.
Mide krampları, kusma, kanlı ve mukuslu ishal ile kendisini belli eden
dizanteri, kişiden kişiye de bulaşabiliyor.
Sindirim
sistemi hastalıklarından biri olan dizanteri, tarih
boyunca en bulaşıcı hastalıklardan biridir. Özellikle çocuk ve bebeklerde son
derece tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Genel olarak kirli su ve gıda tüketimi
ile ortaya çıkan dizanteri; ateş, kramp şeklinde karın ağrısı, ağrılı, sulu ve
kanlı dışkılama şeklinde görülebilir. Uygun antibiyotik tedavisi ve sıvı
desteği ile oldukça etkili sonuçlar alınabilir ancak kişiden kişiye
kolayca bulaşabildiği unutulmamalıdır.”
O
yılların, 60’lı yılların Aksaray ve köylerindeki çevre, sağlık, içme suyu vb
koşullarını düşünecek olursak, çocukların dizanteriye yakalanmalarını
anlayabilsek de, neden bir önlem alınmadığını anlayamıyoruz.
OSMAN AMCA ANLATIYOR
“Dizanteriye yakalanan çocuklara kesinlikle su verilmiyordu. Bunun nedenini anlayamıyordum. Halk hastalığın sudan kaynaklandığını biliyordu, ama o su mikroplu suydu. Oysa dizanteriye yakalanan her çocukta şiddetli ishal görülüyor ve aşırı sıvı kaybı yaşanıyordu.
Halk iyi ve temiz su
ile mikroplu suyu bir tutuyor ve çocuklara birkaç gün bir damla dahi asla su
vermiyordu.
Durumu hekim arkadaşlarıma anlattığımda, onlar ne yapıp edip çocuklara derhal sağlıklı su vermelerini sağlamamı istediler.
Halkı buna ikna etmek
çok zor oldu, ama sonunda başardık ve dizanteriye yakalanan çocuklara sağlıklı
içme suyu vermeye başladık. Böylelikle çocuk ölümleri azalmaya başladı.”
Osman ŞENDİL, Osman Amca’dan bu gerçek ve yaşanmış hikayeleri dinlediğimde çok çarpılmış ve Osman Amca’nın gayretleri ve fedakarlıkları karşısında da hayran kalmıştım.
Yıllar
sonra, 2016 yılında bir yürüyüş için Ihlara Vadisi’ne gittiğimde sabah erken
saatlerdi. Vadi girişi henüz açılmamıştı. Sorumlu görevli de gelmemişti. O
sırada girişe erken gelen diğer görevliyle ayaküstü sohbet etmeye başladım.
Görevliye yıllar önce, 60’lı yıllarda Ihlara ve civar köylerde bir salgın
yaşanmış olduğundan ve çocuklara su verilmediği için çok sayıda çocuğun ölmüş
olduğundan, bu hikayeyi o sırada bu köyde yedek subay öğretmenlik yapan Osman
ŞENDİL Amca’dan dinlediğimden söz ettim.
Görevliye “O günleri yaşayan insanlardan hala hayatta olanlar var mı?” diye sorduğumda, görevli genç köylünün anlattığı hikaye tam da “Suyu Arayan Çocuk” hikayesiydi.
“Abi o günlerden kimseyi tanımıyorum, ama benim dayım da o
günleri yaşamış. O da tutulmuş hastalığa. Anne-babası, yani dedemler dayıma da
hiç su vermemişler birkaç gün. Ama gece herkes yatıp da el ayak çekilince,
dayım gizlice yatağından kalkar, su içermiş.”
İşte SUYU ARAYAN ÇOCUK, dedim. O suyu aradı, buldu ve hayatta kaldı.
Mumyaları yağmur yağdırsın, su getirsin diye Melendiz Çayı’na atan halkımız, kim bilir kaç güzel çocuğunu susuzluktan ölüme gönderdiğinin Ihlara Köyü Yedek Subay Öğretmeni Avukat Osman ŞENDİL sayesinde farkına varabildi.
Ben
ise o günlerde gizlice su içerek hayatta kalan bir çocuğun varlığından haberdar
olarak Osman Amca ile bağlantımı canlı tuttum
Dizanteriye bağlı çocuk ölümleri neredeyse bitmişti.
05
Temmuz 2019 yılında kaybettik Osman ŞENDİL Amcamızı.
Anadolu’da ölen her Avar gibi, Osman ŞENDİL Amcamız da Yalova – Güney Köy’ e defnedildi.
Ruhu şad olsun.