12 Mayıs 2024 Pazar

BU BİR TESADÜF MÜ - II (DİYAR DİYAR GEZMİŞ BİR KARTVELİ)

Yurt Gezilerimizde sık sık dile getiriyoruz: Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir.

Ancak, 11 Aralık 2018 tarihinden bu yana “Tesadüflerle” ilgili hiçbir şey yazmamışız.

Daha dün, 18 Nisan 2024 günü, yani Halk Takvimi’ne göre “Avrul Beş” günü, tam da halkımızın deyişine uyacak şekilde Tokat depremlerinin art arda gelmesini neye bağlamak gerekiyor acaba?

Öyle ya halkımız Avrul Beş için “Kork Avrul’un beşinden, öküzü ayırır eşinden” dememiş miydi?

Havaların iyiden iyiye ısındığı batıdan bakınca, 18 Nisan’dan korkacak ne olabilir ki, diyebilirsiniz.

Ancak coğrafyada tesadüfler yoktur, olmuyor.

Her sene 23 Nisan Haftası’nda, birkaç gün önce veya sonrasında mutlaka Hattuşa’da olurduk. Her seferinde Göğün Fırtına Tanrısı Teşub bize mesaj gönderirdi adeta: Hoş geldiniz

Kar yağar, fırtına eser, ayaz olur, tedbirsiz gelenler iyiden iyiye üşürdü.

Halkımızın “Öküzü ayırır eşinden” dediği vakalar da yaşanmıştır bu coğrafyada. Zira sabah güneşine aldanarak öküzünü, danasını, ineğini dağa otlamaya çıkaran çoban havanın birden değişmesiyle başlayan tipi ve fırtınada ne yapacağını şaşırır.

Şaşıran sadece çoban değildir. Öküz de şaşırır, eşini bulamaz, belki de halk deyişinde anlatılmak istendiği gibi, tipide, fırtınada donar ölür.

Tokat Depremleri Hattuşa’dan da hissedildi.

Hava aniden soğudu, söndürülen sobalar yeniden ateşlendi.

Eşinden ayrılan öküz olmadı kuşkusuz, zira bırakın öküzü, kıra bayıra sürecek ne büyük ne de küçükbaş hayvan kalmadı artık bu coğrafyada.

Ama halkımızın sözü hala geçerlidir: Kork Avrul’un beşinden, öküzü ayırır eşinden.

Öyleyse Avrul Beş tarihi, tesadüf mü?

…/…

2014 yılında Gebze’ye taşındığımda akşamları çarşıya giderdim. Hem bir şeyler yemek, hem de alış veriş için gidilen o günlerin bir akşamında yolum ara sokakların birinde bulunan bir kafeye düşüyor.

Sonradan Yurt Gezginleri ile de defalarca gitmiş olduğumuz Gürcü Kafe’nin sıcaklığı daha dışarıdan ilk girişte sizi sarmalıyor.

Yiyecek bir şeyler söylemek için menüye bakıyorum. Menü Türkçe ve Gürcüce hazırlanmış.

Siparişimi veriyorum.

O arada kafeye giren üç genç, kuru fasulye-pilav soruyorlar. 

Siparişi alan kişinin gelen gençlere söyledikleri dikkatimi çekiyor ve kafenin işine ciddiyetle bağlı olduğunu anlıyorum.

Siparişi alan kişi kafede kuru fasulye-pilavın olmadığını, sadece Gürcü yemekleri yapıp servis ettiklerini söylüyor. Gençler biraz da üzgün, yemek yemeden kafeden çıkıyorlar.

Gençlerin yemek yememiş, aç kalmış olmalarına üzülüyorum.

Ama bu durumun bir geleneği yaşatmak ve işinden ödün vermemek adına büyük bir çaba olduğunu fark ediyorum, mutlu oluyorum.

Oysa kafe sahibi menüye bildiğimiz en az üç çorba çeşidi, yanına kuru fasulye-pilav, salata vb. koyarak satışını ve müşterisini artırabilirdi.

Saygı duyuyor ve yemeğimi daha bir tat alarak yiyorum.

…/…

Siparişimi alan kişi daha yemeğimi bitirmeden izin alarak masama oturmak istiyor.

Elbette, diyorum, buyurun.

Siparişi alan kişi adının Uğur olduğunu ve kafenin sahibi ve işletmecisi olduğunu söyleyince Uğur Bey’e daha bir saygıyla yaklaşıyorum.

Uğur Bey bir hayli kalabalık Gürcü nüfusa sahip Gebze’de böyle bir hizmeti sunmasının asıl amacının kaybolmakta olan Gürcü Mutfağının farklı lezzetlerini yaşatmak olduğunu söylüyor.

Benim bu kafeyi nasıl bulduğumu, nereden duyduğumu soran sorulardan sonra en can alıcı soruyu soruyor Uğur Bey: Gürcü müsünüz?

Hayır, diyorum, Gürcü değilim.

Gürcü olmadığımı söylüyorum, ancak Gürcü yazılı kültürü açısından Türkiye’de çok önemli bir işlevi yerine getiren ve yayınına son verene kadar “Çveneburi Dergisi’ne” abone olduğumu söyleyince merakı daha da artan Uğur Bey’i Gürcü olmadığıma bir türlü ikna edemiyorum.

Gerisi geliyor, Ahmet Özkan Melaşvili, diyorum.

Fahrettin Çiloğlu, diyorum.

Sonra İlia Çavçavadze, diyorum.

Sohbet derinleşerek samimi bir hale dönüşüyor.

…/…

Harbiye ve üniversite öğrencilik yıllarımdan biriktirdiğim bazı gazete küpürlerinin yanında okuyup da atmaya kıyamadığım dergileri saklamam hep bir yer sorunu olmuştur.

Kimi zaman atmaya, aralarından temizlik yapmaya kıyamadıklarım olsa da koşulların zorlamasıyla attıklarım da oluyordu.

Geçen ay kızımın evinde bulunan kitaplığımı düzenlerken bulduğum gazete küpürlerini yeniden elden geçiriyorum.

Bazılarını ne zaman, neden ve neye dayanarak kesip sakladığımı bilemiyorum, hatırlayamıyorum.

Ancak elime aldıklarımı yeniden okuyorum.

İlhan Başgöz Hocanın Aşık İhsani için yazdıklarını gözlerim dolarak yeniden okuyorum.

…/…

Gürcü Kafe’ye sonraki gidişlerimde artık yemeklerden sonra kafede canlı icra edilen Gürcü müzikleri dinliyorum.

Kafeye gelen Gürcü müzisyenler müzik yapıyorlar.

Artık Uğur Bey yerine, Uğur demeye başladığım Dostumla farklı şeyler de paylaşıyoruz.

Derken Perihan Maden

Derken Beşir Fuad konuşuluyor.

Gürcüler ve Gürcü kültürüyle ilgili olarak elime geçen yayınları, haberleri, bilgileri Uğur Dostumla paylaşıyorum. Geçen sene Kasım ayında yayımlanan önemli bir fotoğraf külliyatından bulduğum aşağıdaki fotoğrafı paylaşıyorum.

Çürüksulu Ali Paşa*) ve bir grup Laz[1] stüdyodalar

…/…

Derken kızımın kitaplığında saklamış olduğum gazete küpürlerini okuyup tasnif etmeye başlıyorum.

Karşıma çıkan bir küpür ilk okumamda olduğu gibi beni aynı şekilde heyecanlandırıyor.

16.08.1994 tarihli Özgür Ülke Gazetesi’nden

Küpürdeki yazıyı yeniden ve yeniden okuyorum.

Yıl 1994.

Ne ben Uğur Dostumu tanıyorum, ne de Gebze’de bulundum.

Ama Çveneburi Dergisi’ni takip ediyorum.

Gürcü ve Gürcistan kelimesi Farsçadır. Gürcüler kendilerini yazıda geçtiği gibi Gürcü anlamında “Kartveli” olarak tanımlar. Yazıyı okudukça diyar diyar gezen bu Kartvelinin, Gürcünün kim olduğunu, bu kadar işi nasıl yapmış olduğunu anlamaya çalışıyorum, merak ediyorum.

Yazının ilk cümlesinde adının Dursun olduğu yazılı olan kişinin “Kuzey Doğu sınırında şirin bir köyde doğmuş” olduğu yazıyor. Burası sakın bizim Yurt Gezginleri ile geçen sene gitmiş olduğumuz Artvin-Şavşat-Bazgiret (Maden) Köyü olmasın?

İyi, ama bir insan ömrüne bu kadar çok şeyi nasıl sığdırabilir ki? Özet olarak anlatılan bütün bu hikayelerin gerçekliği nedir?

Yazıda adı geçen yerler ve olaylar hep belleğimde.

İşte 20 Kur’a Askerlerinin yol çalışmaları. Tarihimizde 20 Kur’a Nafia Askerleri olarak geçen olay, halk arasında “Amele Taburları” diye adlandırılan ve genellikle Ermeni, Rum ve Yahudi Türk vatandaşlarının yeniden askere alınmasıdır.

Sonra her Ankara Yurt Gezimizde gidip içinden geçerek bir zamanlar bataklık olan halini anlatmış olduğumuz Gençlik Parkı.

Çivril’den söz ediyor Dursun Dede. O zamanki Çivril, Işıklı Göl ve Büyük Menderes’in taşkınlarından oluşan bataklık ve buna bağlı olarak bir türlü bitmeyen sıtma salgını.

Yarın (20 Nisan 2024) Meandros Gezisi için kızımla yola çıktıktan sonra 21 Nisan tarihinde Ceyhun Atuf Kansu’yu ve son sözleri ona ilham olan öğretmen Şefik Sınığ’ı anmak ve mezarını ziyaret etmek için Çivril’de olacağız.

…/…

Uğur Dostumun ilgisini çekecek bilgi, haber, gazete küpürü vb. kendisine göndermeye devam ettiğim için yukarıdaki Dursun Dede yazısını da WhatsApp üzerinden ona gönderiyorum.

Dakika bile geçmeden Uğur Dostumdan bir cevap geliyor.

Dursun dedemi anlatıyor :)

Bu cevapta geçen “Dedem” lafının öylesine söylenmiş bir laf olacağını düşünüyorum.

Zira insanların köylerde veya akraba ve tanıdık çevredeki yaşlı erkeklerin çoğuna “Dede” diye hitap ettiklerini biliyorum. Ardından soruyorum:

Gerçekten mi?

Evet :)

İnanılmaz bir hayat, diye yazıyorum.

Uğur Dostum devam ediyor:

Evet

Nerden nereye:)

Yazıda geçen Dursun Dede’nin Uğur Dostumun gerçekten dedesi, babasının babası olduğunu öğreniyorum.

Sadece, tanımadığım Kartveli-Gürcü birisinin hayatını anlatan bir gazete yazısını ilgisini çeker düşüncesiyle tanıdığım Gürcü bir dostuma gönderiyorum, o da bana yazıda adı geçen Kartveli-Gürcü dedenin kendi dedesi Dursun dedesi olduğunu söylüyor.

Hem yazıda adı geçen Dursun dedenin başından geçenlere hem de onun Dostum Uğur’un dedesi olduğuna inanamıyorum.

Uğur Dostuma bu yazıyı okuyup okumadığını, böyle bir yazıdan haberinin olup olmadığını soruyorum.

Hayır, diyor.

Pekala, bu bir tesadüf müydü?

Uğur’a yazının şimdilik bende emanet olarak durduğunu uygun bir zamanda emanetin gerçek sahibi olan kendisine teslim edileceğini yazıyorum.

…/…

21 Nisan, Pazar günü Çivril sabahında Çivril mezarlığına gidiyoruz.

Dursun Dede de 1940 yılında Çivril’deydi.

“Denizli-Çivril’de havası kötü koşullarda üç ay bir taş ocağında çalıştığını (görev yaptığını, yn) birçok askerin hastalanarak yatağa düştüğünü belirten Dursun Dede, gruptan sağlam kalan 50 kişi ile çalışırken teftişe gelen bir sivil müfettişin İstanbul’dan doktor getirttiğini söylüyor. Dursun Dede, doktorların zehirli sıtma dediği hastalık nedeniyle 18 kişinin öldüğünü belirtiyor.”[2]

Yıllar sonra Dursun Dede ile kızımla benim aynı yerde, Çivril’de bulunmamız tesadüf mü?

…/…

1949 yılı Ekim ayında ise, yani Dursun Dede’den 9 yıl sonra Isparta-Gönen Köy Enstitüsü mezunu, (Bugün Dinar’a bağlı) Sütlaç Köyü’nde ilkokul öğretmenliği yapan Şefik Sınığ üzerine duvar yıkılması sonucunda hayatını kaybediyor ve Çivril Mezarlığı’na defnediliyor.

Şefik Sınığ’ın ölüm döşeğinde söylediği son sözleri çocukların sağlığı için kendini adayan Çocuk Doktoru Şair Ceyhun Atuf Kansu’nun 1950 yılında yazmış olduğu ölümsüz bir şiirine ilham oluyor.

Şefik öğretmen de Ceyhun Atuf Kansu da çocuklara adamışlardı kendilerini.

Bu bir tesadüf mü?

…/…

Çivril Mezarlığı bir höyük üzerine kurulmuş. Çivril Ovası’na, Işıklı Gölü’ne ve başı hep dumanlı Akdağ’a bakıyor.

Mezarlıkta kısa bir arayıştan sonra Şefik Sınığ öğretmenin mezarını buluyoruz.

Mezar artık bir anıt mezar gibi ve bunu da Ceyhun Atuf Kansu’nun oğlu gazeteci yazar Işık Kansu yaptırmış.

Mezar taşında yazılanları, şairin şiirini okuyoruz, duygulanıyoruz.

 

Ceyhun Atuf Kansu’nun Şiiri

Köy Öğretmeni Şefik Sınığ’ın Mezar Taşı 

…/…

Dursun Dede Çivril’deki sıtmadan ölümler üzerine Gebze’ye gönderildiklerini anlatıyor yazıda.

Dursun Dede’den tam 65 yıl sonra, 2014 yılında ben geliyorum Gebze’ye.

Bu bir tesadüf mü?

…/…

Gazete küpürünü beyaz bir kartona yapıştırarak arka fon oluşturuyorum.

Sonra da yazıyı o haliyle çerçeveletiyorum.

Önceden kararlaştırdığımız bir günde Uğur Dostum ile buluşmak üzere Gebze’ye, Gürcü Kafe’ye gidiyorum.

Uzun aradan sonra, 2018’den bu yana görüşmediğim Uğur Dostumla yeniden buluşup kucaklaşıyorum.

Yemekler ve içecekler yine Gürcü mutfağından ve yine lezzetli.

Yeme içme ve sohbetten sonra çerçeve içindeki yazıyı, emaneti gerçek sahibine teslim ediyorum.

Dursun Dede artık torununun yanı başında duruyor.

Uğur Dostum Dursun Dede hakkında başka şeyler de anlatıyor. Zamanın çok ilerisinde bir kişilik, bir köy bilgesi Dursun Dede.

1994 otuz yıldır sakladığım gazetenin baskı tarihi.

2014 yirmi yıl sonra Gebze’de yaşamaya başlıyorum.

2024 gazete küpürü arşivimden arşivimden çıkarak gerçek sahibi, Dursun Dede’nin torunu Uğur Zuboğlu’na teslim ediliyor.

Bunların hepsi tesadüf mü?

Yazı sahibine, toruna teslim ediliyor.

…/…

Kuzey Doğu sınırında şirin bir köyden olduğunu öğrendiğimiz Dursun Dede’nin köyünün Yurt Gezginleri ile 2023 Haziran ayında gitmiş olduğumuz Bazgiret (Maden) Köyü olduğunu biliyoruz artık.

Bu bir tesadüf mü?

O köyde Dursun Dede’nin dokunduğu ağaçlara dokunmak, yürüdüğü ormanda yürümek, geçtiği köprülerden geçmek, içtiği sulardan içmek bizim için büyük bir bahtiyarlıktı.

…/…

Şair “Aşk tesadüfleri sever” der, hayat ise aşkı.

Aşk illa ki…


*) Çürüksu: Deniz Fenerleri Yurt Gezimizde altın postu almaya gittiğimiz Gürcistan-Kobuleti şehrinin Osmanlı dönemindeki adı.



[1] Aile Arşivinden Sebah&Joaillier Fotoğrafhanesi-Fabrizio Casaretto-Türkiye İş Bankası Yayınları-2023 Birinci Baskı-s.328

[2] 16.08.1994 tarihli Özgür Ülke Gazetesi