Yazının icadını Sümerlerle başlatırsak eğer, şiirin başlangıcını da Hititlerle başlatabilir miyiz?
Ya da ilk şiiri kim yazdı? Ne yazdı? Taşa veya ağaç
gövdelerine veya Çatalhöyük’te evlerin duvarlarına bırakılan işaretler,
resimler, damgalar şiirin temeli sayılabilir miydi?
Olağandışı bir hal, harika bir doğa manzarası, savaş ve
kıran, bir ülkeyi bile yok edebilecek büyüklükte salgınlar ve kırımlar yoğun
bir duygulanımla şiire, romana, tiyatroya, sinemaya, güzel sanata dönüşür.
Şiir burada sözün en yoğun, bir o kadar da en tasarruflu
halidir ve bir kelimeyle, bir söz dizimi ile çok şey anlatır okuyana.
Deha ile delilik arasındaki gidiş gelişler, sanat ile
yaratma arasındaki ilişkiler gibidir. Ağır bir hastalık, bir doğa olayı,
halüsinasyonlar, yüksek ateş sırasında söylenenler şairlere, kahinlere,
peygamberlere atfedilir hep.
EDEBİYATIN
BAŞLANGICI
“Mürsilis
kendi bünyesine karşı da savaşmak zorunda kalıyor. Vücutça pek sağlam biri
değildir. Ayrıca, konuşma zorluğu da çekmektedir. Hayatında dinin kendisi için
çok derin nitelikte bir sorun haline geldiği anlaşılıyor. Kişiliğinin bu yanını
öğrenmemizi sağlayan –veba duası- yazılı metinler var; bu metinleri edebiyatın
başlangıcı olarak kabul etmemiz gerekir…”[1]
Hititlerle ilgili TANRILARIN VATANI ANADOLU kitabının
yazarı C.W.CERAM, MÖ 1334-1306 tarihleri arasında Hitit Kralı olan II. Mürşili
için bunları yazıyor.
“Hayatının
bir bölümünde bir konuşma bozukluğu ile yaşamak zorunda kalan II. Mürşili’ nin
konuşma bozukluğu Hitit tabletlerinde aşağıdaki şekilde ifade edilir: Ben
korktum ve ağzımdaki kelimeler azaldı ve kelime(ler) dudaklarımdan biraz az
sayıda döküldü….ve ağzım beni tamamıyla terk etti (kelimesi kelimesine: ağızım
bana yana gitti).”[2]
Metin ALPARSLAN doktora tezinin ilerleyen bölümünde II.
Mürşili’nin konuşma bozukluğuna neden olan olayı aktarır Hititçe metinlerinden.
“(Güneşim)
Murşili, Büyük Kral (şöyle) (der): Ben (eskiden) Kunnu’nun harabesine
(yürüdüm.) (Burada) bir fırtına çıktı ve Fırtına Tanrısı [(korkunç) (bir
şekilde) göğü (inletti.) Ben korktum, ağ[(zımdaki) kelime(ler) [(azaldı) ve
kelime(ler) biraz [(nadir) yukarı çıktı (dudaklarımdan döküldü). Bahsedilen
olayı ben u[(nu)]ttum (onunla ilgilenmedim). Ardından yıllar g[(eçti)kten sonra
ilgili olay geldi (ve) bana rüyamda görünmeye b[(aşlad). Ve rüya içinde
tanrının eli bana ulaştı (dokundu) ve ağızım beni (tamamıyla) terk etti.”[3]
II. Mürşili sonraki krallık döneminde tarihin bildiği ilk
şiirsel metni, “Veba Duasını” yazar.
II. Mürşili’ ye bu şiirsel metni yazdıran onda uzun süren
bir konuşma bozukluğuna neden olan bir “doğa olayı, fırtınalı bir gece,
şiddetli gök gürültüsü, yıldırım çarpması mıydı,” yoksa yaşadığı bir travma
mıydı? Gün dönümlerinde Hattuşa coğrafyasında bulunursanız, II. Mürşili’ nin
karşılaştığı kadar olmasa da insanı ürküten doğa olaylarıyla
karşılaşabilirsiniz.
Sonuç ve sebep yer değiştirse ne değişir, ortada edebiyatın
başlangıç metni sayılabilecek şiirsel bir metin durmaktadır.
“Bunları
(Tevrat’ın yüksek şiir gücünü gösteren bölümü) “Hiob Kitabı”*) ile
karşılaştırabiliriz; soyut ölçüler içinde bu karşılaştırma belki doğru olmaz,
ama acılar içinde kıvranarak bütün içtenliğiyle dua eden insanı gözümüzün önüne
getirirsek, böylesine bir karşılaştırma hiç de uyarsız görünmeyecektir. Her şey
bir yana “Mürsilis’in veba duası” insan ruhunu saran bir anlatım gücüne
sahiptir.”[4]
II. Mürşili’ de konuşma bozukluğunun nedenini az çok tahmin
edebilsek de ona edebiyatın başlangıcı sayılabilecek bu şiirsel metni yazdıran
neden neydi?
“Hititler’de
insanlara bulaşan tüm hastalıkların, tanrılar tarafından gönderildiğine
inanılmaktaydı. Dolayısıyla başta kral olmak üzere, insanların tanrılara karşı
işlenen hatalarından kaynaklanmaktadır. Ülkeye zarar verme yönünden en çok
korkulan hastalık da “salgın hastalıklar”dı. Yukarıda da açıklandığı gibi
Hititler’de bu hastalık türüne genel olarak “henkan-/hinkan” adı verilmekteydi.
Diğer hastalıklarında olduğu gibi, salgın hastalıkları iyileştirmek için de
dinsel yollar seçilirdi. Bu yollardan biri ise, dualardı.”[5]
Hastalığın, salgının, burada vebanın “tanrılar tarafından”
gönderildiğine inanıldığını okuyoruz, bunun nedeni de “tanrılara karşı işlenen
hatalar” oluyor.
O halde tanrılara karşı işlenen hatalar neydi? II. Mürşili
koca Hitit Ülkesi’ni kırıp geçiren salgının, vebanın nedeni olarak tanrılara
karşı işlenen suçu veya suçları biliyor muydu?
Tıpkı Tevrat’ta geçen Hiob-Eyüp Kitabı’nda yazıldığı gibi,
Eyüp de çocuklarının tanrılara karşı bir günah işlediğini ve şeytanın ona
vereceği her türlü cezaya razı olduğunu göstermek ister.
II. Mürşili ise Hitit Ülkesi’ ni bir uçtan bir uca kırıp
geçiren vebanın son bulması için “günahlarına” karşı büyük tanrıya dua eder.
Dua şiirsel bir metin gibidir.
Bütün dinlerdeki dualar bir ritm, bir okunuş ritmi ile
yazılır. Bunun halk kültüründeki karşılığı ise “ağıtlardır.”
Huşu içinde dua eden birisinin ağıt söylediğini sanırız.
Mersiyeler, Kerbela anmalarında söylenenler, Budist ve Hindu tapınaklarında
okunanlar, Altaylarda yaşayan şamanların seslenişleri, Tevrat’taki Ağıtlar
Kitabı şiirsel metinlerin ağıt ile söylenmesi gibidir.
Anadolu insanının doğal felaketler, kıranlar, ölümler,
depremler, hastalıklar, savaşlar nedeniyle kayıplarına söyledikleri de kökleri
çok uzaklardan günümüze kadar gelen ağıtlar değil midir?
II. Mürşili de vebanın babası 1. Şuppiluliuma’ nın işlediği
günahların sonucu olarak tanrılar tarafından gönderildiğine inanmaktadır.
“II.
Murşili’nin 1. Veba Dua’sından öğrendiğimize göre, Şuppiluliuma önceleri
kardeşi Tuthaliya’ ya sadakat yemini etmiş, fakat daha sonra bu yemini bozarak
tahtı zorla ele geçirmiştir.”[6]
Neydi ve nasıl bir duygulanımla yazılmıştı edebiyatın
başlangıcı sayılabilecek, insan ruhunu saran bir anlatım gücüne sahip o şiirsel
metin? II. Mürşili’ nin aşağıdaki Veba Duası’ndaki şiirsel akış günümüze kadar
eksilmeden gelmiştir.
Ve
ey siz, benim efendim olan bütün tanrılar!
Doğrudur,
İnsan
günah işler.
Benim
babam da günah işledi.
Hatti’nin
fırtına tanrısının, benim efendimin sözünü dinlemedi.
Ama
ben, ben hiç günah işlemedim.
Doğrudur,
Babanın
günahı oğluna da geçer,
Bana
da babamın günahı geçti.
Şu
an Hatti’nin fırtına tanrısına, benim efendime
Ve
efendim olan bütün tanrılara iletirim ki,
Doğrudur,
biz bunu yaptık.
Ve
şimdi ben, babamın günahını doğruladığıma göre,
Ey
Hatti’nin fırtına tanrısı, EY BENİM SAHİBİM,
Ve
ey benim sahibim olan bütün tanrılar
Niyetleriniz
artık değişsin!
Artık
benim için de yeniden dostça şeyler düşünün!
Ve
artık vebayı Hatti ülkesinden kovun!
Ey
tanrılar, siz ki benim sahibimsiniz,
Eğer
Tudhaliyas’ın kan öcünü almak istiyorsanız,
Bilin
ki,
Tudhaliyas’ı
öldürenler,
Döktükleri
kanın kefaretini ödediler,
Ve
Hatti ülkesi dökülen bu kan yüzünden yok olacak duruma geldi,
Böylece
Hatti ülkesi de kefaretini ödemiş olmadı mı?
Eğer
bu kefareti ödemek sırası bana gelmişse,
Ben
de şimdi bütün ailemi bu günahtan
Ve
bu kefaretten kurtarmak istiyorum.
Ve
siz ey tanrılar, sizler ki benim efendimsiniz,
Artık
öfkeniz yatışsın.
Ey
tanrılar, benim sahibim olan tanrılar,
Artık
bana karşı yine eskisi gibi iyilikler düşünün.
Dileğim
huzurunuza varmaktır,
Huzurunuzda
dua ettiğim için beni,
Kötü
hiçbir şey yapmadığım için dinlemelisiniz
Bir
zamanlar yanlış yola sapanlardan
Kötü
işler yapanlardan
Hiç
kimse kalmadı artık.
Hepsi
öldü çünkü.
Ama
babamın günahı bana bulaştığı için,
Yalnızca
bunun için
Bakın
sizlere, ey tanrılar, ey benim efendilerim,
Sizlere
Ülkem için,
Ülkemi
vebadan kurtarmanız için
Kefaret
kurbanları sunuyorum,
Bu
acıları çekip çıkarın yüreğimden benim,
Ruhumdan
bu korkuları alın benim.[7]
HATTUŞA’DA
AŞKIN “T” HALİ
Sarıçiçek Dağları’ndan doğarak, Yazır Köyü’nün içinden
geçip gelen Yazır Deresi Hattuşa’ ya hayat veren Budaközü Çayı’ndan sonra Hattuşa’nın
içinden geçen ve suyu hiç eksilmeyen ikinci bir akarsudur.
Yazır Deresi zaman zaman sel felaketlerine, taşkınlara
neden olan sular taşır.
Öyle ki Yazır Deresi’nden karşıya, harman yerine, 1906
yılından beri kazılan Hattuşa kazı alanına ulaşmak bile büyük sorun olur taşkın
ve sel zamanlarında.
Hititler, Hattuşalılar böyle durumlarda, sel ve taşkın
anlarında, Yazır Deresi’ni nasıl geçiyorlardı, bilemiyoruz, ama onların
ardılları olarak Hattuşa’da yaşayan Boğazkaleliler’in böyle durumlarda Yazır
Deresi’ni “Kör Omo’ nun” kılavuzluğunda geçtiğini söylesek, kimse inanmaz bize.
Asıl adı Ömer olan Boğazkalelilerin “Omo’su” doğuştan iki
gözü de kör olan bir köylüdür.
Yazır Deresi bir gün yine taştığında ve üzerindeki derme
çatma tahta köprü sele gittiğinde, çok şükür ki kimse hayatını kaybetmez, ama
köprüden geriye sadece bir tek kiriş kalası kalır. Kimse o kalasın üzerine
çıkarak karşıya geçmeye cesaret edemez.
Kör Omo düşer Boğazkalelilerin önüne ve bastonuyla kiriş
kalası yoklayarak el ele tutuşmuş köylüleri derenin karşısına geçirir.
Yazır Deresi üzerindeki köprü, selden önceki hali-1958
Boğazkaleliler bu sel felaketini neye yorarlar bilemeyiz? Tanrıya karşı bir hata mı yapılmıştır, kim bilir ki?
Neyse ki can ve mal kaybı olmaz ve belki de Tanrı Kör Omo
vasıtasıyla Boğazkale’ye bir yardım eli uzatır.
AŞKIN
SAHASI
Şair öyle söyler, “aşk iki kişiliktir”*) der. İki kişinin
olan sahaya, aşkın sahasına girilmez. Günahı çoktur. Cinayete varan sonuçları
çıkar, görülmüştür.
II. Mürşili’den bu yana şiir yazılır.
En güzel şiiri kimin yazdığını bilemeyiz. Ama başta da
söyledik, taşa, toprağa, ağaca, kayaya bırakılan bir iz, bir işaret, bir damga
bazen sayfalar dolusu şiirden, ciltler dolusu aşk öykülerinden daha etkili,
daha çarpıcı olabilmektedir.
HATTUŞALI ŞAİRİN GÖRÜNMEZ ELİ
Yazır Deresi ıslah edilir. DSİ dereyi U şeklinde beton bir
kanal içine alır. Dere üzerindeki ahşap kirişli köprü kaldırılır, yerine
betonarme ve iki yanı korkuluklu bir köprü yapılır.
Korkuluğun Hattuşa ören yerine doğru gidiş yönünde sol
tarafına bir uyarı levhası asar DSİ.
Levhanın zemini klasik DSİ yeşilidir. Üzerindeki beyaz
yazıda
“T’AŞKIN
SAHASINA GİRMEK YASAKTIR” yazılıdır.
Hattuşalı, kim bilir belki de Hattili görünmez bir el
yazının sol köşe başındaki tek bir harfi, “T” harfini, bükerek kapatıp adeta sayfalar
dolusu aşk şiirlerine kafa tutan bir şiirin başlangıcını yazmış olur, Şair
Ataol BEHRAMOĞLU’ nun “Aşk İki Kişiliktir” şiirine nazire yaparcasına.
Levhanın sol köşesinin bir traktörün kasasının çarpmasıyla
büküldüğünü düşünmeyin, levhayı yakından incelerseniz, bunu görünmez bir elin,
o şair elin yaptığını anlarsınız.
İki binli yılların başında bir Hattuşa gezisindeyiz.
Yanımdaki üç arkadaşımdan birisi de Özlem GÜVENÇ arkadaşımdır.
![]() |
Özlem GÜVENÇ |
Yıllar sonra, geçen sene,2020 senesinde, Boğazkale Belediyesi Yazır Deresi’nin üzerindeki bu köprünün korkuluklarını yeniden elden geçirdi, kanalı temizledi.
Her gün sabah yürüyüşü için Hattuşa ören yerine giderken
gülümseyerek okuduğum o “kült” sözün bulunduğu levhanın köprü korkuluğundan
sökülmüş ve korkuluğun boyanmış olduğunu fark ettim.
Hemen sağa sola, kanala baktım.
Bir Hitit buluntusu kadar kıymetli olmasa da bu kült sözün
üzerinde bulunan o DSİ yeşili boyalı levhayı bulmam gerekiyordu. Ne aradığımı
ve neden aradığımı kimseye fark ettirmeden levhanın peşine düştüm.
Bulamadım.
Son çare olarak belediyenin garajında atıl durumda olan
malzemelerin bulunduğu yere bakmak geldi aklıma.
Belediye Çavuşu Şükrü ÖZEL’ i buldum. Levhadan söz ettim.
Anlamadı, ama bizim hurdalığa bir bak, dedi.
Umutsuzca hurdalığa gittim. Şükrü Çavuş eksik olmasın, ben
hurdalığa gitmeden oradaki görevliye talimat vermiş ve görevli de levhayı
bulmuş, beni bekliyor.
İşte o kült sözün yazılı olduğu levha orada, masanın
üzerinde duruyor.
Nasıl mutlu oldum, anlatamam, sanki dünyanın en güzel aşk
şiirinin yazılı olduğu çok eski el yazması bir şiir kitabına sahip olmuştum. Kitabı
elime almıştım.
Hemen eve gittim. Levhayı evin girişine, duvara astım.
Gün gelir belki de levhanın sol köşesini bükerek derin bir
şiire imza atan bu görünmez elin sahibi telif hakkı talep eder gibi, gelip
levhayı benden ister ve levha gerçek şairine kavuşur.
Kült söz duruyor, şairi henüz ortaya çıkmadı
Belki de o şair çıkar gelir ve adını levhanın sağ alt köşesine yazar veya imzasını atar.
Edebiyatın, şiirin başlangıç sözlerini “Veba Duası” olarak
söyleyen II. Mürşili’ den bu yana çok zaman geçti.
Ancak aşk nerede olursa olsun, Hattuşa’da dahi olsa, hala
yakıcı, hala ayakta ve hala iki kişilikti.
Muhabbetle,
Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın
yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde
gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden
sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini
öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek
başına,
Aşk, iki kişiliktir.
Bir anı bile
kalmamıştır
Geceler boyu
sevişmelerden
Binlerce yıl uzaktadır
Binlerce kez
dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp
bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek
başına.
Aşk, iki kişiliktir
Avutmaz olur artık
Seni bildiğin
şarkılar;
Boşanır keder
zincirlerinden
Sular tersin tersin
akar;
Bir hançer gibi çeksen
de sevgini
Onu ancak öldürmeye
yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek
başına.
Aşk, iki kişiliktir.
Yitik bir ezgisin
sadece
Tüketilmiş ve düşmüş
gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara
sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz
sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız
değildir;
Ölümdür yaşanan tek
başına,
Aşk, iki kişiliktir.