Benzer koşullar benzer sosyal olayları, benzer kişileri, benzer sanatçıları yaratır.
Adalet Cimcoz ile aynı tarihte, 1910 yılında doğmuş ve gerçek adı Emine Adalet olan ve Türk Mata Harisi olarak bilinen Adalet Pee de benzer koşullarda büyüdü.
Adalet
Pee çok ilginçtir ki, serüven ve düş kırıklıklarıyla dolu hayatında istihbarat
birimlerine Adalet Cimcoz gibi üstü örtülü şekilde değil, açıktan destek verdi.
Adalet
Pee’ nin icra etmiş olduğu istihbari sanat sahne sanatları, dans gösterileri
oldu.
Çok küçük yaşta kaybettiği anne ve babasının yerini dolduracak bir güvence, bir koruma aradı hep. Bu arayış sonraki yıllarda onu hep güçlü kişiler ve kurumlarla yan yana getirdi. Bu kişiler arasında Mustafa Kemal, Goebbels, Hitler, konsoloslar, cumhurbaşkanları, polis emeklileri ve daha bizim bilmediklerimiz vardı.
Çok
hızlı bir yükseliş aynı hızla çöküşe geçmedi, hayatının sonuna kadar sanatını
icra etti.
![]() |
Emine Adalet Pee |
EVLİLİKLERİ / AŞKLARI
Resmi
olarak iki kere evlenen Adalet Pee ilk evliliğini çocuk yaştayken Almanya’daki
amcasının iş bulmak için İstanbul’a gelen kayınbiraderi Harry Pee ile yapar.
Soyadı olarak hep Pee soyadını taşır.
Onu
dansa, sahneye hazırlayan, ona bu işi, bir meslek olarak sunan Alman eşi
Harry’dir.
Resmi
son evliliğini ise emekli bir polisle yapar. Tek amacı ilerleyen yaşında bir
güvence aramak, sığınmaktır. Resmi olarak iki evlilik vardır, ama aşksız ve
aşık olmaksızın geçen günü yoktur Adalet Pee’nin.
Aslında
güvence ve korunma duygusu hep vardır, gençliğinde de vardır.
Belki de hayattaki tek umudu oğlu Orhan’ı da çok genç yaşta kaybedince bu duygu karşı konulmaz bir şekilde onu bu arayışa sürükler.
Harry,
Adalet Pee ile evlenebilmek, Adalet’in babaannesinin iznini alabilmek için
Müslüman olur ve kendine bir Türk adı alır: Ali İlhami.
Adalet Pee küçük yaşlarda turnelere çıkar eşiyle. Ordu’da öğretmen, ressam ve tamburi Mehmet Rıfat Bey’e aşık olur.
“Mehmet Rıfat Bey sessizce dinledi ve ‘İyi bir kocanız var…’ dedi” Emine Adalet başıyla onayladı. İyi bir kocası ve iyi bir hayatı vardı, o halde Mehmet Rıfat’ın yanında ne işi vardı? Emine Adalet’in, Mehmet Rıfat’ın yanına gidip gelmesi Ordu’da çok geçmeden fark edildi. Dedikodu hemen yayıldı.”[1]
Adalet Pee dedikodulara rağmen aşkının peşinden gider.
“İş bu kadar ayyuka çıkınca, Emine Adalet’in ziyaretlerini kesmekten başka çaresi kalmamıştı. Bütün gece düşündü. Ali İlhami’yi terk edebilir miydi? Kocasından ayrılmayı asla istemiyordu. Mehmet Rıfat’la olmak istiyor muydu? Hem de her şeyden çok arzuluyordu onu.”[2]
Adalet Pee ve eşi artık turneler için yurtdışına giderler. Rodos’ta bulundukları bir gün yolu başka bir aşkla kesilir Adalet Pee’nin, Ernesto’nun aşkıyla. Adalet Pee bu kez kendinden beş yaş küçük, 18 yaşında bir gence aşık olur.
“Ernersto’ydu yolu kesen. Bu sefer dansa değil, motosikletine davet ediyordu. Biraz tereddüt etse de Emine Adalet atladı Ermesto’nun arkasına, motorun ilk hareketiyle birlikte de sarıldı beline.(…) Genç aşıklar gibi sahilde yürümeye başladılar ve birbirlerine hikayelerini anlattılar.”[3]
Adalet Pee her aşkında anne babasından eksik kalan bir güvence, koruma arar gibidir. Ernesto’yu çok genç bulur, hatta çocuk, öyle olmasa belki de Harry’ yi- Ali İlhami’yi hemen terk ederdi.
“Emine Adalet uzun uzun baktı Ernesto’nun yüzüne, alnına düşen perçemlerini eliyle düzeltti ve ‘Kocam olamayacak kadar gençsin. Çocuksun sen hala’ diyerek motosiklete doğru ilerledi.”[4]
Sıradan aşklar değildir Adalet Pee’yi yakalayan, sarıp sarmalayan aşklar. Bu aşkların içinde kralların, asillerin, yüksek rütbeli subayların aşkları da vardır.
İlkini
belki de platonik olarak Mustafa Kemal’e karşı yaşamış olmalıdır.
Konya’da Mustafa Kemal’in huzurunda bir gösteri yapar Adalet Pee. Gösteriden sonra Mustafa Kemal Adalet Pee’ye elini öptürmez, “Sanatçı el öpmez” der ve onun Avrupalarda bu milli danslarımızı tanıtmasını tavsiye eder. Elini öptürmeyen Gazi, Adalet Pee’nin yanaklarından öper.
“Emine Adalet elini öpmek üzere hamle yaptı ama Gazi onu durdurdu ve iki yanağından öptü. Emine Adalet oteline dönerken yumruklarını gözlerine bastırmıştı. Gözyaşları yanaklarına insin de Gazi’nin öptüğü yeri yıkasın istemiyordu.(…) Mektubunda ‘Yanaklarımı günlerce yıkamayacağını’ yazacaktı. İzi silinsin istemiyordu. Ki bunu daha sonra pek çok söyleşisinde de dile getirecekti.”[5]
Kral VI. George çıkar karşısına, aşk sınır ve mekan tanımaz.
“Göz ucuyla baktığında kralın kendisine doğru yürüdüğünü gördü. Bir an kalp atışları hızlandı. Acaba ona mı geliyordu? Yanılmamıştı. Kral VI. George gayet nazik bir teklifle Emine Adalet’i dansa kaldırdı. Öyle güzel dans ediyordu ki, kendini krala teslim etti.”[6]
Yakınlaşma dansla kalmaz. Hyde Park buluşmaları başlar. Dedikodular ayyuka çıkınca bu iş sona erer.
“İkisi de yanılıyordu. Kral VI. George, Emine Adalet’i unutmadı. Ki kendisi ağabeyi bir önceki Kral Edward kadar çapkın ruhlu olarak tanınmıyordu. Emine Adalet birkaç gün sonra kraldan bir mesaj aldı. Kral, özel bir arabayla Emine Adalet’i Hyde Park’a getirtti. (…) Hyde Park’ta yanlarında korumalar bile olmadan tenhadaki bir bankın üstünde oturdular.”[7]
Ne savaşlar ne felaketler ne de hastalıklar aşk ve aşık olma söz konusu olduğunda önünü kesemez Adalet Pee’nin. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’dadır. Nazilere ve Hitler’e çok yakındır, ama her şeye rağmen endişeleri de vardır. Naziler için cephede moral konserlerine gider.
“İki arada bir derede endişe içinde yaşarken, bütün dertlerini unutturacak bir şey geldi başına. Yeniden aşık oldu. Cephe konserlerinde yakışıklı bir Alman hava subayının gözlerine vuruluverdi. Harry yaşlarında, onun boyunda ve onun mavi gözlerine sahip bir adamdı bu. Ama benzerlik bu kadardı. Bir savaşçıydı yeni Alman aşığı. Ondaki kudreti sevdi Emine Adalet. Kocası onu nasıl ki dansta yıldız yapmışsa, sevgilisi de savaşın fenalıklarından koruyabilirdi.”[8]
Hep bir korunma ihtiyacı hissediyor Adalet Pee. Savaşın onca yıkıcılığına rağmen kendini aşka kaptırır. Ardında yatan ise yine korunma içgüdüsüdür.
Artık Avrupa hayatı, şaşaalı hayat, kral sofraları, Hitler, Goebbels devri tükenmiş. Yenilmiş Almanya’dan kendisini ülkesine zor atar. Artık eski çekiciliği, sanatı, gençliği kalmamıştır. Üstelik onun parlak ve muhteşem geçmişini pek bilen de yoktur. Hayatını kazanmak için pavyonlarda, barlarda bile çalışır. Ama yine de aşktan ve aşık olmaktan ayrı düşmez.
“İçinde sakladığı acıyı saymazsak, kaygısız günlerine dönmüştü Emine Adalet. Bardaki kalabalıktan illa ki eve birlikte dönecek bir adam buluyordu.”[9]
Zeki Müren anılarında Adalet Pee’ye olan zaafından söz eder bir röportajında. Zeki Müren Adalet Pee’ye aşıktır ve onu dinlemeye kenarda, köşede bulunan pavyonlara bile gider. Onunkisi platonik bir aşktır.
“Emine Adalet bu aşkın farkında bile değildi. Ama yine de
aşk kapısını çalacaktı. Ve belki de bu aşk, daha sonraki yıllarda Cahide
Sonku’nun başına geleceği gibi onu sokaklara düşmekten kurtaracaktı. Hulusi
Şagir ne bir sanatçıydı ne de zengin bir işadamı. Ne yakışıklıydı ne de
karizmatik. (…) Hulusi Şagir emekli bir polisti. Emine Adalet’i filmlerinden,
gazinolardaki danslarından tanımış, aşık olmuştu. Ama o zamanlar ulaşılmaz bir
aşktı Emine Adalet onun için. Kaç defa programdan sonra, şık adamlarla mekandan
ayrılışını kalbi burularak izlemişti.
Emine Adalet, Hulusi Bey’e ‘evet’ dedi. Güvenebileceği bir adamdı.”[10]
KORKULARI
İstihbari sanat icra eden herkes gibi Adalet Pee’nin de korkuları var hep. Adalet Pee korkularını sahnede sanat icra ederken unutuyor belki, ama korkular onun peşini asla bırakmıyor.
Korkular
ta çocukluktan başlıyor.
Doğduğu
ve çocukluk yılları savaş ve yokluk, kıtlık yıllarıdır. Herkes aç ve sefildir.
Verem kol gezmektedir.
Babasını Sakarya Meydan Muharebesi’nde kaybeden Adalet Pee, peşinden annesini de kaybeder. Yalnızlık korkusu başlar, kendini güvensiz hisseder. Ama o çocukluk döneminde en büyük korkusu vereme yakalanma korkusudur. Sokaklardaki veremli ifrazatlarına basarsa verem olma korkusu o yıllardan aklına yer etmiştir.
“Savaştan önce hükümet, ifrazatları (balgam, bn*) her yere saçılmasın diye veremlilere tükürük hokkalarını zorunlu tutmuştu ama artık kimsenin buna uyduğu filan yoktu. Bu tembihler dışında yapacakları tek şey de çocuğu iyi beslemekti.”[11]
Babasını ve hemen ardından annesini kaybeden Adalet Pee daha yeni evlendiği genç kocasını da kaybetme korkusunu yaşar.
“Fındıklı Parkı’na geldiğinde dizlerinde takat kalmamıştı. Bir banka çöktü. İçi kapkaranlıktı. Ölmüş olmalıydı kocası, yoksa çıkar gelirdi. Annesi, babası şimdi de Ali İlhami. Marmara Denizi’nin çırpıntılı sularına baktı. Allahım, yine mi yalnız kalmıştı? Ölmüş insanlar nerede aranır ki? Hastanelere mi bakmalıydı?”[12]
Neredeyse çocuk yaşta hamile kalır. Bebek gelecek, ama bundan dolayı eşine, Ali İlhami’ye kırgındır. Zira bebek sanatıyla arasında bir engeldir. Bunun korkusuyla doğan bebeğini bile emziremez. Babaannesi Rahime Hanım mamalarla büyütür bebeğini.
“Ama kırgındı kocasına, hayatında bir bebek istemediğini bilmesi gerekiyordu. Bebek, sanatıyla arasında bir engeldi. (…) Orhan mı annesinin duygularını hissettiği için ememiyordu, yoksa Emine Adalet’in bedeni mi anne olmayı reddediyordu bilinmez, bebek annesinin sütüyle doyamadı.”[13]
Yurtdışı
turnelerinden birinde Beyrut’a giderler eşiyle. Şehre bir Türk dansçı geldiğini
duyan Beyrut’ta çalışan Türk kızlar memleket hasreti gidermek için Adalet Pee’yi
görmeye giderler. Ama Adalet Pee kızların anlattıklarından korku ve dehşete
kapılır.
*)Blogger
notu
“Habire İstanbul’a ilişkin sorular soruyorlardı. Hikayelerini öğrendiğinde Emine Adalet hem üzüldü hem de korktu. Bu kızlar güya şarkıcı olarak buraya getirilmişler, ama konsomatrisliğe zorlanmışlardı. Bu durumda ailelerinin yanına dönemiyorlardı. Beyrut’un gece hayatına dair öyle karanlık şeyler anlattılar ki, Emine Adalet’in gözü iyice korktu.”[14]
Eşi Harry, Ali İlhamı ile imam nikahıyla evliydiler. Beyrut’ta kıyılan resmi nikah aslında hem Ali İlhami’nin Adalet Pee elden kaçarsa korkusu hem de Adalet Pee’nin kendini güvende hissetme korkusudur.
“Yıllar önce gözyaşları içinde Harry’ye ‘Evet’ dediği zamanki duygularını aradı. O heyecanı bulamadı yüreğinde. Fakat o zamanlar olmayan başka duygular vardı içinde… Eskisi gibi içini titretmese de Harry’yi seviyordu, ondan vazgeçemezdi. Harry’yle güvende hissediyordu kendini. Bir başına kalan kadınları tanımıştı burada, erkeklerin vaatleriyle kandırılmış ve bedbaht olmuş kadınlardı onlar. Harry’yle başına bunlar gelmezdi. O, Emine Adalet’i korurdu.”[15]
En yakınındakileri kaybeden Adalet Pee eşi Harry’yi de kaybetme korkusunu yaşar. Babaannesinden aldığı mektupta Harry’nin vereme yakalandığını öğrenir.
“Ağlamaya başladı. Harry’ciği ölecek miydi?”[16]
Programlarını bırakarak verem olan eşi Harry’yi ziyarete gelen Adalet Pee eşine sarılmakta tereddüt eder, bundan korkar. Eşinin tepkisi çok insancıldır.
“Şaşkınlığını üzerinden çabucak atan Emine Adalet, Harry’ye doğru hızlı adımlarla yürüdü ama tam ona sarılacakken belli belirsiz bir kararsızlık yaşadı. Harry o saniyelik duraksamayı fark etmişti. ‘Korkma, sarılabilirsin, ama öpmek yasak’ dedi.”[17]
Hitler’in bilgisi dahilinde Goebbels’in talimatlarıyla Naziler için çalışan, Nazi askerleri için moral geceleri yapan Adalet Pee daha ilk gördüğü andan itibaren Goebbels’ten hep korkar.
“Hitler’in özel sekreterliğini ve korumalığını yapan Brückner, Schaub ve Scherk de oradaydı. Emine Adalet, Goebbels de burada mı acaba diye bakındı ama yoktu. Olmadığına sevindi. O adamda insanı huzursuz eden bir hava vardı.”[18]
Çocukluğunun veremli İstanbul’undan ve eşi Harry’nin veremli halinden izler taşıyan Adalet Pee, çocuğu Orhan’ın üzerinde kan görünce korkar. Bu kan ya babasından bulaşan bir veremli kanıysa diye korkusu daha da artar.
“Orhan dışarıya çıktığında bir an, yanlış mı görüyorum, diye düşündü. Yok, gördüğü doğruydu. Orhan’ın gömleği kan içindeydi. Babasının kanıydı bu. ‘Ne yaptın sen, dokundun mu yoksa?’ diye bağırmaya başladı.”[19]
İkinci
Dünya Savaşı yıllarında Berlin’de olan ve bir fırsatını bularak kaçıp
İstanbul’a gelmeye çalışan Adalet Pee, evinde hizmetçilik eden Macar kızı
Eva’dan 14 yaşındaki erkek çocukların da Hitler ordusuna çağrıldığını duyunca
korkuları en üst seviyeye çıkar.
Orhan’ı, oğlunu kaybetmekten korkar.
“Macar kızın duyduğuna göre, 14 yaşına varan erkek çocuklar da askere alınacaktı. Emine Adalet böyle bir şey duymamıştı, muhtemel hizmetçi kızların boş boğazlığı olmalıydı. (…) Orhan tam 14 yaşındaydı. ‘Ayyy bu bir felaket!’ diye elleriyle yüzünü kapadı. Bu bilgiyi hemen doğrulatmalı ve eğer doğruysa, Orhan’ı hemen Türkiye’ye kaçırmanın bir yolunu bulmalıydı.”[20]
Yenilmiş ve yıkılmış Almanya’dan yıkılmış bir şekilde dönen korku içindeki Adalet Pee İstanbul hayatında da korkular içindedir. Korkularını yenebilmek için neler neler yapar.
“O evde yalnız uyumaya cesareti yoktu. Genç, yaşlı, Alman, Türk fark etmez, yeter ki geçmişin karabasanlarından onu koruyacak bir erkek olsun.”[21]
HASTALIKLI HALLERİ
Emine Adalet Pee’nin hastalıklı halleri onun korkularıyla iç içedir. Nazilerden kurtulmak isterken Goebbels’ ten korkar. Türk Hükümeti adına yaptığı istihbarat çalışmasını bırakmaması için hükümetin baskısından korkar.
Yahudilerin
mallarına ve mülklerine el konulunca onların Berlin’de terk etmiş olduğu üç
katlı bir evi çok ucuza alan Adalet Pee’ye babaannesi ‘Ah’lı mal alma’ der.
Ama Adalet Pee böyle malları, Yahudilerden kalma antikaları almaya devam eder, bunu bir zaaf gibi görse de bu da bir hastalıklı haldir aslında.
“Bir röportajında bu konudaki zaafını şöyle anlatıyordu: ‘Vallahi nasıl diyeyim, ben eski ruhluyumdur. Antika eşyalardan hoşlanırım. (…) İyi de bu antikaları nereden topluyordu ve asıl önemlisi ilk sahipleri kimdi? Dönemin koşullarında bunu tahmin etmek hiç de güç değildi. Emine Adalet’in içinden ara sıra yine babaannesinden duyduğu o laf geçmiyor değildi. ‘Ah’lı mal alma’ derdi babaannesi, ‘kimseye yar olmaz’.”[22]
Adalet Pee öylesine büyük bir hırsla çalışır ve hırsı kendini öylesine aşar ki, bu durum artık hastalıklı bir hale dönüşür. Bu hırs ve hastalıklı durum yüzünden babaannesini vaktinde İstanbul’a gönderemez.
“Emine Adalet, Rahime Hanım’ın ölü bedeniyle baş başa kalmıştı. Kendini suçlu hissediyordu. Bu yaşlı kadına neredeyse hayatını borçluydu. Ama hırsı yüzünden vaktinde onu İstanbul’a götürememişti.”[23]
Almanya’da Türk Hükümeti’nin emriyle istihbarat çalışmalarına devam eden Adalet Pee savaştan sonra Türkiye’ye döndükten sonra da o zamanki MİT olan MAH’ın (Milli Emniyet Hizmetleri) takibinden kurtulamaz. MAH, Adalet Pee’nin en büyük zaafını, başka bir deyişle hastalıklı halini bilir ve böylece onu daha yakından takip edebilir.
“Fakat istihbarat dünyası iki tarafı keskin bir bıçaktı. Avcı olanın av da olabileceği bir dünyaydı bu. Emine Adalet farkında değildi ama MAH tarafından kendisi de sıkı sıkıya takip ediliyordu. MAH onun en büyük zaafı, ‘Erkeklere olan düşkünlüğünü’ kullanacaktı. Ama bilmiyordu ki, birlikte olduğu erkekler de onu MAH adına takip ediyordu.”[24]
Bu zaafını Adalet Pee de biliyor olmalı. Zira benim için sevmeden yaşamak imkansızdır, diyor. Sevmeden, derken sevişmeden, bir erkekle aşk olmaksızın sevişmeden, birlikte olmak mı demek istiyor.
“Benim için sevmeden yaşamak imkansızdır. On üç-on dört yaşımdan beri hiç aşksız yaşamadım.”[25]
GEVEZELİKLERİ
Adalet
Pee ne Adalet Cimcoz gibi Fitne Fücur dedikodular yapar ve yazar ne de Reşit
Mazhar Ertüzün’ün kuzeni Sabahattin Ali için dediği gibi “Gevzek’tir.”
Tam
tersine istihbarat örgütlerinin tam da aradığı, yani çok az konuşan, geveze
olmayan birisidir.
Bu nedenle uzun yıllar istihbarat elamanı olarak kullanılmış ve görevde kalmıştır.
O dönemde Almanların ve Türklerin çok iyi bildikleri ve kullandıkları bir istihbarat elemanı olan Adalet Pee yapmış olduğu istihbari çalışmalar neticesinde çok çok önemli bilgilere sahip olur. Alman subaylardan aldığı bilgileri doğrudan Türk konsolosluğuna aktarır. Neler yapmış bakalım?
İSTİHBARİ ÇALIŞMALARI
Cahit
Külebi daha küçük bir çocukken Adalet Pee’yi Niksar’da sahnede seyreder ve
etkisinde kalır.
Aynı Cahit Külebi eğitim için Almanya’ya gönderildiğinde Adalet Pee efsanesini burada da duyar.
“Cahit Külebi bilemezdi ki, Emine Adalet Niksar’dan beri çok uzun bir yol kat etmişti. Hitler’in en yakın arkadaşı ve sekreteri Rudolf Hess ile Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’ in ilgisine mazhar olabilecek kadar uzun bir yoldu bu.”[26]
Bu yolda ilerlerken kapısının bir gün Nazilerin en üst makamı tarafından çalınacağını da biliyor olmalıdır.
“Hayat savaşa rağmen olağan seyrinde ilerlerken, bir gece Scala’da gösterisini tamamladıktan sonra eve dönmeye hazırlanan Emine Adalet’in kapısı çalındı. Kapıyı açtığında iki SS subayını karşısında görünce sarsıldı. (…) Emine Adalet’i selamlayıp eline bir zarf tutuşturup çıktılar. Emine Adalet telaşla zarfı açtı. İçinde kısa bir not vardı. Ertesi gün öğlen için bir randevu notuydu bu. İmzaya baktı hızlıca. Dr. Paul Joseph Goebbels’in adını görünce alt dudağını ısırdı.”[27]
Adalet
Pee Goebbels’in davetine onun orman içindeki köşküne gider. Goebbels tarafından
nazikçe karşılanan Adalet Pee sorular ve Goebbels’in kendisi ve ailesi hakkında
bildikleri karşısında şaşkına döner.
Öyle ki Adalet Pee’nin Kral VI. George ile olan ilişkisi bile konuşulur.
“Goebbels , bu uzun girizgahtan sonra ona meseleyi açtı. Artık lafı dolandırmıyordu. Emine Adalet’ten Almanlar için casusluk yapmasını istedi. Amerika’ya gidip bir Türk dansözü kisvesi altında Amerikan istihbaratına sızacaktı.”[28]
Adalet Pee işin içine girdikçe istihbaratın ne kadar tehlikelerle dolu olduğunu anlar.
“Tehlikelerle dolu olsa da bu hayatını sevdiğine karar verdi. İşte Goebbels’in ardından Hitler’den davet almıştı. Bu, bir Emine Adalet zaferi değildi de neydi? Topraklar zapt eden dünyanın bu en güçlü adamlarını fethetmişti işte. Bir daktilo kız bunu yapamazdı.”[29]
Büyük devlet adamları veya devlet başkanlarıyla bir davette o insanların ne yedikleri veya yemedikleri de istihbari bir bilgidir. Adalet Pee bunun da farkındadır ve not alır.
“Yemekte dikkatini, Hitler’in ağzına hiç et sokmaması çekmişti. İkram edilen balık ile etli yemekleri yemeyip sadece yanındaki garnitürlerle geçiştirmişti akşam yemeğini. Diğerleri su gibi içerken ağzına bir yudum bile içki koymamıştı. Kim bilir belki başkalarının yanında içmiyordur, diye düşündü.”[30]
Artık
Adalet Pee’nin sahaya çıkma ve aldığı bilgileri Türk konsolosluğuna aktarma
zamanıdır.
Bu çok çok önemli bilgileri bir tren yolculuğunda özel vagonda yolculuk yaptığı bir Nazi binbaşıdan alır.
“Ertesi gün yine trenle Viyana’ya dönerken Binbaşı Fegelein’la özel vagonda baş başa kalmıştı…(…) Kendisine savaşın sonunun ne olacağını sorduğumda, içkinin ve benim dişiliğimin etkisinde kalan binbaşı, Fransa’yı işgal edeceklerini, Magino Hattı kuvvetli olduğu için Manş kıyısındaki Abbeville’den vuracaklarını söyledi… Sevinçten, heyecandan ölüyordum. Tren Viyana’ya gelince binbaşı ile vedalaşıp ayrıldım. (…) Kısa bir süre sonra konsolosun odasında binbaşıdan öğrendiğim her şeyi anlattım Behçet Bey’e.(…) ‘Sana inanmamalıydım Adalet, rezil oldum’ dedi. Teselli ettim, ‘10 gün bekleyin’ dedim. Sonra dediklerimin hepsi oldu. Bütün dünyanın sürpriz olarak karşıladığı Almanların Fransa’ya savaş açışını biz 10 gün öncesinden Ankara’ya bildirmiştik. Behçet Bey birkaç gün sonra da başkonsolosluğa terfi ettirildi.”[31]
Ancak Adalet Pee’nin zamanında Türk konsolosluğuna aktarmış olduğu bu bilgi nedendir bilinmez Ankara tarafından saklanmış, gerekli işlemler yapılmamıştır.
“Emine Adalet, koca bir dünya savaşının kaderini değiştirecek kadın olabilirdi. Anlaşılan Ankara bu istihbaratı kendisine saklamış, savaşan taraflara iletmemişti.”[32]
Adalet Pee savaşın şiddetlenmesinin verdiği can korkusundan ülkesine geri dönme planları yaparken Ankara’dan gelen emir onun biraz daha kalması yönündedir. Bir kere istihbaratın içine girince kolaylıkla ayrılmak olmaz.
“Elçiliğe gittiğinde duyduklarından altüst olacaktı. Emine Adalet’e Almanya’da ihtiyaç duyuluyordu. Herkesin vatanı için üstüne düşeni yapması gereken günler yaşandığı söylendi ona. (…) Ah, keşke Viyana treninde olanlar hiç olmasaydı.”[33]
Adalet
Pee, Viyana’ da Achmed Beh diye bir Arap’ın kendi adıyla anılan Achmed Beh
kulübünde program yapmaya başladığında burasının sıradan bir kulüp olmadığını
hemen anlar.
Achmed Beh Mısırlı, ama Hitler’in Kavgam kitabını Arapça’ ya çevirecek kadar da aksansız Almanca konuşan birisidir.
“Emine Adalet haksız da değildi. Günümüz kaynaklarında
Achmed Beh Kulübü’nün Nazi ve hatta daha fenası Gestapo kulübü olduğundan söz
ediliyor. Gestapo, casusluk yapmak için bu gece kulübünü kullandı. Buraya
gelenleri dinledi, izledi. (…) Bu kirli kulüp, Gestapo açısından da çok
elverişli bir mekandı, neredeyse bir haber alma merkezi gibiydi. Kulübün bu
namı elbette diğer ülkelerin casuslarını da buraya çekmekteydi. Casusluk
dünyasının kabesiydi Achmed Beh.
(…)
Emine Adalet gönüllü olsa da olmasa da artık namlı bir Nazi sanatçısıydı.”[34]
Adalet Pee sonunda İstanbul’a döner. Etrafında çok geniş bir erkekler ağı bulunmaktadır. MAH-MİT bu durumu fark eder ve Adalet Pee’nin peşini bırakmaz. Bu sefer takip edilmesi gerekenler komünistlerdir. Adalet Pee yine görevlendirilir.
“Etrafındaki bu geniş erkekler ağı, MAH’ın da dikkatinden kaçmayacaktı elbet. İlk geldiğinde, istihbarat onu Almanya hakkında epeyce sorgulamıştı. Artık şu casusluk meselesi bitti derken, sona ermeyeceğini çok geç anlamıştı. MAH, bu kez komünistlerin peşindeydi. Emine Adalet’ten sanatçı takımından kimlerin komünist olduğunu, Sovyetler lehine kimlerin konuştuğunu öğrenmek istiyordu. İstanbul’un bohem çevrelerinde yaşaması, Emine Adalet’i MAH için yeniden kullanışlı hale getirmişti.” [35]
Hepsi bu kadar mı? Elbette değil. Kim bilir ne sırlarla gitti Haremin Son Kızı, Emine Adalet Pee?
“Bu hayattan gitmeden, muhtemeldir ki, çok azını anlattığı casusluk sırları onu ölümünden sonra da cazip kılacaktı.”[36]
Adalet Cimcoz’dan Sabahattin Ali’ye bir kapı aralarken,, bu kez de Adalet Pee’den başka bir sanatçıya, Orhan Günşiray’a kapı aralıyoruz İstihbari Sanatlar’da.
ORHAN GÜNŞİRAY
Orhan Günşiray yıllarca MAH/MİT adına çalıştığını uzun yıllar sonra, 2002 yılında açıklar.
Adalet Pee’nin etrafındaki sayısız erkekten birisi de MAH tarafından görevlendirilen Orhan Günşiray’dır. MAH, Adalet Pee’nin erkeklere olan zaafını bildiğinden sinemanın yakışıklı ve ünlü jönü olan Orhan Günşiray’ı Adalet Pee’ye gönderir.
“Barda onu ziyaret edenler arasında Orhan Günşiray da
vardı. Emine Adalet’ten oldukça genç olan bu aktör, bardan ayrılmıyor, Emine
Adalet’i iltifatlara boğuyordu. Emine Adalet de karşılıksız bırakmadı bu genç
adamı. Onun da kendisi gibi MAH’ a çalıştığını nerden bilsin. Davet etti evine…
Yıllar sonra Orhan Günşiray, Emine Adalet’le olan
macerasının nedenini şöyle anlatacaktı:
‘Mili Emniyet’le münasebetim askerliğimi yaparken
başladı.(…) 1951’den sonra Türk Mata Hari’si denilen Adalet Pi adlı, çok güzel
dans eden esmer güzeli bir kadın İstanbul’a geldi. Bu korkunç kadın, Tepebaşı
Cumhuriyet Gazinosu’nun barında çalışıyordu. Rus politikacılar, konsüller her
gece 02’den sonra hem orada hem de kadının evinde toplanıyorlarmış. (…) Milli
Emniyet beni bu kadını takip etmekle görevlendirdi. Ben her gece çalıştığı yere
gidiyorum, sonunda dost oldum. Nihayet aldım anahtarını, bizimkilere verdim,
evde araştırmalar, gerekenler yapıldı.”[37]
![]() |
Orhan Günşiray |
1951 yılı en çok da Komünist Parti Tevkifatı ile anılır. Adalet Pee’nin o yılda İstanbul’a dönmesi komünistlerin takibinde MAH için de çok önemli bir fırsattır. Dolayısıyla Orhan Günşiray’ın Adalet Pee’yi o yıl içinde takiple görevlendirilmesi de tesadüf değildir.
Orhan Günşiray sonraki yıllarda da MAH’ da başka görevleri de olduğunu, onların kendisiyle birlikte toprağa gideceğini, sana anlatamam, diye söyler 2002 yılında Hürriyet Gazetesi’nde Yener Süsoy’a verdiği röportajında.
Askerlik
dönüşünde Yeşilçam’ın aranan jönüdür artık Orhan Günşiray.
Öyle
ki 1959 yılında oynadığı iki filmde deniz binbaşısı rütbesinde bir istihbarat
subayıdır. Deniz subayı olarak muhtemelen MAH’ ta görevlidir.
İki filmde de adı Çetin Sarp’tır. Yaptığı işin zorluğunu anlatan ad ve soyadını taşır film icabı da olsa. Filmlerde bir istihbarat subayını canlandırırken aslında onun gerçekte aktif bir istihbarat elemanı olduğu kimse bilmiyordu. 2002 yılında verdiği röportajda MAH-MİT adına çalıştığını ilk defa açıkladığını söylüyor olsa da aslında ipuçlarını bu filmlerde veriyordu bize.
Yakın
arkadaşları Fikret Hakan, Fatma Girik, Atıf Yılmaz, Eşref Kolçak bile Orhan
Günşiray’ın MAH-MİT açıklamalarını ilk defa duyduklarında çok şaşırırlar.
Oysa dikkatli birisi bunu daha bu iki filmde anlayabilir miydi acaba?
Orhan
Günşiray’ın MAH’ta görev alması babasının Atatürk döneminde siyasi komiser
olmasından mıdır, bilemeyiz.
Ancak
sözü edilen bu iki filmden ilki olan Suat Deviş’in aynı adlı romanı, FOSFORLU[38] CEVRİYE’ den uyarlanan
film 1959, Nisan ayında vizyona girince adeta yer yerinden oynar.
O
yıllarda haftanın her günü setten sete koştuğunu söyleyen Orhan Günşiray kısa
sürede, yine aynı yıl, belki de aynı ay ve hatta aynı hafta içinde filmin
devamında çıkar karşımıza:
FOSFORLU’NUN OYUNU: KITIPİYOZ’A TUZAK[39]
Yine
aynı yönetmen ve yine Neriman Köksal vardır baş kadın oyuncu olarak.
İlk
filmin son sahnesinde Orhan Günşiray deniz subayı üniformasıyla çıkar
seyircinin karşısına. Neriman Köksal dahil bütün seyirci buna çok şaşırır.
Orhan
Günşiray üniforma içinde kendisini “Milli Emniyet’ten Çetin Sarp” diye tanıtır.
Bu filmin devamı olan ikinci filmde ise Orhan Günşiray bu kez Milli Emniyet adını söylemez. Belki de bir uyarı almıştır, bilemiyoruz.
Bütün bu ipuçlarına rağmen kimsenin durumu anlayamaması da ilginç olmalıdır.
Filmin bir sahnesinde ona soru sorulduğunda “Bizim işimizde sual sorulmaz” derken, askerlikte başladığı istihbarat toplama işine oldukça ısınmış olduğu görülür.
GEVEZELİK Mİ?
DUDAKLARLA DÖVÜŞMEK Mİ?
Orhan Günşiray geveze birisi değildi belki, ama sinemada ona “Dudaklarıyla dövüşen, yumruklarıyla sevişen aktör” diyorlardı.
TESADÜFLER Mİ?
Orhan
Günşiray da yukarıda anlatmaya çalıştığımız sanatçıların kuşağından sayılır,
1928 doğumludur.
Başka bir ortak yan ise onun da çok genç yaşta babasını kaybetmesidir.
Nasıl ki Adalet Pee gerek Avrupa’da gerekse yurda dönüşte kendi isteğiyle istihbari sanatlardan ayrılamıyor, istihbarat birimlerinin ve hükümetin emirleri dışına çıkamıyorsa Orhan Günşiray da istihbarattan biraz olsun ayrılıp yapmak istediği dünya turunu yapamıyor. Bunun için yelkenliyle eşi ile birlikte dünyayı dolaşan ilk denizcimiz Sadun Boro’ ya katılmak ister. Ama olmaz.
“Romantik Jön, beyefendi insan Orhan Günşiray’ın ‘En büyük
özlemi dünya turu’ idi. Bunu gerçekleştiren Sadun Boro’nun yanında olacaktı.
O’nun için tekne yaptırmıştı. Tarabya koyunda son hazırlıkları tamamlamaktaydı
ki bizi davet etti. Erdoğan Bazer’le birlikte gittik.
Merdivenlerden çıktığımızda masanın üstünde bir büyük şişe rakıyı gördük. Ocakta da etler pişmekteydi. Motor çalıştı, yelkenler rüzgarla doldu ve ‘Şerefe’ sesleri ‘Başarıya’ dilekleriyle birlikte duyuldu. Günşiray Kaptanla Bebek’e yanaştığımızda rakının bittiğini gördük. Hemen karaya çıkılıp ikinci şişe rakı alınarak yola devam edildi. Dolmabahçe’ye yanaştığımızda ikinci şişenin de dibi görünmüştü.”[40]
Bu
anlatılanlardan Orhan Günşiray’ın sarhoş olunca Sadun Boro’ yu, onunla dünya
turunu kaçırdığı anlaşılıyor belki. Oysa Orhan Günşiray bu işi, yani
yelkenlisiyle dünya turu yapma işini istese de yapamazdı. Çünkü o, o zamanlar
MAH için çalışan aktif bir istihbarat elamanıdır.
Buradan başka bir şey daha öğrenmiş oluyoruz. Sadun Boro’ya o yelkenliyi Orhan Günşiray hazırlayıp veriyor.
Ne tesadüf Sadun Boro da 1928 doğumludur.
Orhan Günşiray da sinemanın bunalımlı yıllarında sahnelerde şarkı söyler.
Başka mı? Adalet Pee’nin erkeklere olan zaafı kadar Orhan Günşiray’ın da kadınlara karşı zaafı vardı. Sekiz kez evlenmesi zaafını göstermez belki, ama sinema ve sinema dışı batıp çıkmaları çapkınlık ötesi kadın zafiyetinden midir acaba?
Bütün bu ortak noktalara bir de yabancı dil eklemek gerekirse, Orhan Günşiray dışındakiler çok ileri derecede Almanca biliyorlar, tercüme ve tercümanlık yapıyorlar.
Emine
Adalet Pee’den Orhan Günşiray’a bir kapı aralarken, Emine Adalet’in 21 yaşında gencecikken
ölen oğlunun adını neden “Orhan” koyduğunu bilen var mı acaba?
Ya da Orhan Günşiray Emine Adalet takiplerinde onun çalıştığı bara geldiğinde Emine Adalet kendisinden 18 yaş küçük olan Orhan Günşiray’a “Orhan, benim de bir oğlum vardı. 21 yaşında öldü. Adı da senin adın gibi, Orhan’dı” diyebildi mi acaba?
SONUÇ
Devletler
her meslekten insanı kendi istihbarat işlerinde kullanabilir. Sanatçıları da.
Sonuca bakmak gerekir.
Emine Adalet Pee’nin bir zamanlar demiş olduğu gibi, “Türkiye, artistlerin ve sanatkarların mezarıdır” sözünün ardında yatan nedir acaba?
Ele aldığımız bu dört sanatçının İstihbari Sanatlar icra ederken ortak noktalarının ne kadar da çok olduğunu göstermeye çalıştık. Burada yazılmayan veya bilmediğimiz noktalar gün yüzüne çıktıkça, bu ortak noktaları taşıyan daha çok sayıda İstihbari Sanat icra eden kişilerin olduğunu göreceğiz.
İnsanlar
neden istihbarat elemanı olur veya İstihbari Sanatlar icra eder?
Bunun
halk dilindeki söylenişiyle insanlar neden “Casus olur”, casusluk yapar?
Bilen, duyan var mı?
Şair
İsmet Özel bunun nedenini şiir dizelerinde dile getirir belki de.
Şair sadece insanların neden casus olduğunu söylemez bize, onların neden gangster olduğunu da bir caz ritmi gibi anlatır.
JAZZ[41]
Bu vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar
belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam
nöbette uyursam eğer kitaplarımı yakarlar
etimde şirpençe çıkar bu kızı alamazsam
bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar
izin kağıdım yanar konuşacak olursam
bu senet bankalar kapanmadan
ruhumun rengini kapatmayacak olursa
ölür kuyuya düşen çocuk
çocuğun mercan saati çatlar mutlaka
koşup haber vermeliyim
yetkili memura
bahar geliyor, ilerliyor yeminler
alnımı kapıp getirmeliyim
denizi karşılamaya
kırlangıcın kanadındaki kezzap
leylakta sıkışan buhar için
nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam
nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak
yağmuru, selvileri zor durumda bıraktım
benim yongalarımdan yapıldı bu çelenkler
ben papatyaları şımartmadım diye oldu
Mata Hari'ler casus, Al Capone'lar gangster
inmem gerek gözbebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra
dum di dum
duridum dubida
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin
(1981)
Adalet Cimcoz, Sabahattin Ali, Emine Adalet Pee ve Orhan Günşiray hepsi de bu dünyadan göçtüler. Şairin iddiasının aksine ele aldığımız bu dört sanatçı da oldukça şımartılmışlardı.
İyiliklerini
veya kötülüklerini sorgulamıyoruz.
Ruhları şad olsun.
[1] ŞAZİYE
KARLIKLI-TÜRK MATA HARİ’NİN MÜTHİŞ HİKAYESİ-EMİNE ADALET-KARA KAKÜLLÜ KIZ-DOĞAN
EGMONG YAYINCILIK-2020 BİRİNCİ BASKI-s.98
[2] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.99
[3] ŞAZİYA
KARLIKLI-AGE-s.130
[4] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.131
[5] ŞAZİYE
KARLIKI-AGE-s.121
[6] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.204
[7] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.205
[8] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.248
[9] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.275
[10] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.279
[11] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.27
[12] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.83
[13] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.116-117
[14] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.139
[15] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.141
[16] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.196
[17] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.201
[18] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.224
[19] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.243
[20] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.249
[21] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.275
[22] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.237
[23] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.241
[24] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.270
[25] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.274
[26] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.208
[27] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.215
[28] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.218
[29] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.223
[30] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.225
[31] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.226
[32] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.227
[33] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.230
[34] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.236-237
[35] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.270
[36] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.282
[37] ŞAZİYE
KARLIKLI-AGE-s.276
[38]
FOSFORLU CEVRİYE-YÖNETMEN: AYDIN ARAKON-YAPIM NİSAN 1959-BAŞROL OYUNCULARI:
NERİMAN KÖKSAL-ORHAN GÜNŞİRAY
[39]
FOSFORLU’NUN OYUNU: KITIPİYOZ’A TUZAK-YÖNETMEN: AYDIN ARAKON-YAPIM: 1959-BAŞROL
OYUNCULARI: NERİMAN KÖKSAL-ORHAN GÜNŞİRAY
[40]
YEŞİLÇAM’DA 50 YIL-GÜNGÖR ÖZSOY-DÖNENCE BASIM VE YAYIN HİZMETLER-2007-BİRİNCİ
BASKI-s.139
[41] İSMET
ÖZEL-ERBAİN-KIRK YILIN ŞİİRLERİ-TİYO YAYINCILIK-2015 ALTINCI BASKI