Müzik eninde sonunda bir ses, bir ritmin ahengi değil midir?
En
mükemmel ahengin doğada bulunduğunu keşfeden insanların bunu bir arada uyumlu hale getirerek süreğen bir sanata,
müzik sanatına dönüştürmesi için çok uzun yıllar geçti elbette.
Ama yazının ve notanın icadıyla doğadaki bu ahengi keşfeden insan bu ahenkten esinlenerek, onu yine kendi yaptığı müzik aletleriyle kopya ederek kendi müziğini geliştirdi. Gelişen müzik kolay ve doğru tekrar ve icra için bir sisteme, nota sistemine alındı.
Daha
sonra toplumsal iş bölümüyle meslekler ortaya çıkmaya başladı. Her mesleğin
icrası sırasında kendi mesleki ahengi oluşmaya başladı.
O
mesleki ahenk müziğe dönüştü. Doğadaki seslerin kopya edilmesi bu sefer mesleki
ahengin kopya edilmesine evrildi.
Bakırcıların
bakıra şekil verirken, demircilerin demir döverken, balıkçıların ağ çekerken,
din adamlarının, şamanların, dervişlerin dini ritüel sırasında çıkardıkları bütün
sesler tekrarı olan bir ahenge dönüşerek müziği oluşturdu.
Pir
Sultan turnanın sesini “Hazreti Şah’ın Avazı,” diye tarif eder.
Hem
sesi hem de gökyüzüne döne döne çıkışı semahlara ahenk olmuştur.
Ya
da gök gürleyip şimşek çakarken çıkan ses Kırgızistan bozkırında bir Manasçının
Manas Destanı okurken sesi oldu. Aytmatov ise bunu “Yıldırım Sesli Manasçı” adı
altında ölümsüzleştirir.
O mesleği icra edenlerin müzik adına ilk beslendikleri ses kendi mesleki ahenkleri oldu.
…/…
Eskiler çocuk isimlerini verirken çocuğun taşıdığı
isimle, kişiliğinin benzer, aynı olmasına dikkat ederlerdi.
Bu şekilde kişiliğine oturan isim taşıma haline
eskiler “İsmiyle müsemma,” derlerdi.
Bazı meslekler de öyledir.
Bazıları sanki doğuştan o mesleğin erbabıdır, bazıları
ise o mesleğin bir reformcusu, bir devrimcisidir.
Eskiler bu tür meslek erbabına o mesleğin “Piri”
derlerdi.
Bazı meslekler ise baba mesleği olmasına rağmen,
çocukları bunun pek farkında olmasalar da o babanın soyundan gelen çocukların
kişiliğinde, sanat hayatlarında çok belirleyici rol oynar.
Ayakkabıcı ustası olmak çok zor bir uğraştır. Mesele
sadece bir deri parçasını saya haline getirip kalıba geçirmek değildir.
Ayağa giyilecek derinin şekillenmesi, renk uyumu,
model yapımı ustanın elinde hayat bulur.
O nedenle ayakkabıcı denmez bu işin erbabına, yapılan
işin adını taşır ustalar: Başmakçı, Yemenici, Çarıkçı
…/…
AYAKKABICI / BAŞMAKCI AHENGİ
Şöyle
deriyi eline alıp zarif bir dokunuşla o deriden nasıl ve kime, kadın (zenne),
çocuk (garson), erkek (merdane), kaç çift ayakkabı çıkacağını anlayan
ustalardır bu işin ustaları.
Avuç içi kadar genişlikte dört ayaklı tahta bir
tezgahın üzerine eğilerek iki büklüm çalışan usta, başmakçı, yemenici, tezgaha
her eğilişinde tezgahın altında içinde mey dolu zuladaki toprak testisini de
yoklardı arada.
Deriyi ve köseleyi yapıştırmak, tavlamak için kullandığı muştayı deriye her vuruşunda muştadan çıkan ses ustanın müzik hafızasında kalın seslere mi denk gelirdi?
Ustanın kösele taban çakmak için ağzına doldurduğu çok
sayıda küçük ağaç çivinin hiç birini yutmadan ve ziyan etmeden, dilinin ucuyla
ağzından birer birer alarak kösele tabana çakmasındaki ritmin ahengi ustanın
kulağında yer eder.
Burada ağaç çiviyi ağıza almak onu ıslatmak ve köseleye rahat girişi sağlamak içindir.
Usta yanına kalfa olarak gelen kişinin tuttuğu deriyi
muştalaması veya ağaç çivi çakışındaki çıkardığı seslerden o kalfanın ne kadar
iyi olup olmadığını anlardı.
Usta burada, dükkanında kendini bir derviş, yanında
çalışanları mürit, dükkanını da bir dergah gibi görürdü.
Ustanın yaratıcılığı tahta tezgahın altındaki mey dolu
toprak testiyi her ağzına götürüşte mi ortaya çıkardı? Yoksa bir başına, bu
dergah kabul ettiği dükkanda çile çeken dervişlerin erbainden sonra o huzura
ermiş halleri gibi kendi imalatı, kendi yarattığı başmaklara, yemenilere
bakarken kendinden geçmesinde miydi?
İstanbul’da Gedikpaşa yüzyıllardır ayakkabı imalatçılarının çekirdeğidir adeta.
Orada bu mesleği icra edenlere bırakın kız vermeyi,
kiralık ev bile vermediklerinin yakın zamanlarından tanığı sayılırım.
Bu mesleği, ayakkabıcılığı icra edenlerin, dervişler
misali hep bir esrime halinde olduğunu bilirdi halk ve İstanbul ahalisi. Bu
yüzdendi belki de kız analarının kızlarını ayakkabıcılara vermek istememeleri.
Ne ilginçtir ki veya tesadüf müdür ki, ustayı serhoş
eden, bir hoş eden o dar ve alçak tahta tezgahın altında içi mey dolu toprak
testi zamanla tezgahların altından kaybolduğunda, ustayı başka bir şekilde
ser-hoş eden sentetik yapıştırıcılar çıktı ortaya.
Ustalar bu sentetik yapıştırıcıdan yeteri kadar
ser-hoş olamadan, ahalinin ve o kız annelerinin kanayan bir yarası haline gelen
“Balici çocuklar” doldurdu karanlık ve yetim sokakları.
GOMİDAS
Gomidas’ın
babası işin ehli, çekirdekten yetişme bir ayakkabıcıydı, yöre diliyle söylemek
gerekirse, başmakçıydı.
Gomidas’ın
ince ve narin elleri ve hep üşüyen, öksüz bedeni babasının mesleğini icra
etmesine izin vermedi belki, ama babasının o ince eleklerden süzülmüş bakışı
ile yapmış olduğu “Başmaklar” Gomidas’ın gözünden kaçmamış olmalı.
Müziğe
yatkın bir anne babanın çocuğu olmak yetmez yirminci yüz yılı ve günümüzü
müzikle doldurmak, günümüze aydınlık bir sabah bırakmak için.
“Takuhi, Gomidas’ı doğurduğunda daha on altı yaşında güzel ve yetenekli genç bir kadındı. Halı dokur, şarkı besteleyip söyler ve şiir yazardı. Sadık kocası Kevork, çekirdekten yetişme bir ayakkabıcıydı, müziksever ve iyi huylu bir adamdı. (…) Müzik, günlük yaşamlarının ayrılmaz bir parçasıydı.”[1].
Musikişinas ailede 17 yaşında hayatını kaybeden annenin müziğini besleyen başka bir şeyin varlığını daha öğreniyoruz: Halı dokuyucu
Halı dokunurken kullanılan aletlerin, dişdir, tarak, kirkit, makas vb çıkardığı seslerin ahengini en güzel Enver Gökçe yansıtır Kirtim Kirt[2] şiirinde.
(…)
Manyetoyu çeviremez
tavşan.
Devril başımdaki kader
Dökül dilimdeki yalan
Tutuş beynimdeki kibrit
Kirtim kirt
Kirtim de kirt
Kirtim de kirtim
Kirtim kirt"
Bir yandan demirciler
Demir döğe denge denk
Bir yandan boyacılar
Boya vurur renge renk
Bir yanda
Kurtuluş savaşçıları
Bir yanda esaret
(…)
Şair burada yanı sıra demirci, boyacı gibi diğer mesleklerin ahengini de yansıtır bize.
Ustanın, Gomidas’ın babası Kevork’un ve o öldükten sonra Gomidas’ı himayesine alan amcası Harutyun’un ayakkabıcı tezgahının altına sık sık uzandıklarını öğreniyoruz aynı kitaptan.
“Gomidas’ın hayatta kalan tek ebeveyninin alkolizmi ve sonrasındaki ölümü, yıllar sonra gerçekleşecek psikolojik trajedilere zemin hazırlamaya yardımcı oldu.”[3]
Gomidas’ın babasının
da annesinin ölümünden sonra kendisini alkole verdiği yazar kitapta. Bu durum
zaten var olan alkole yakınlığı azaltmaz aslında.
![]() |
Gomidas, Panos Terlemezyan tarafından yapılan resmi |
Burada baba Kevork ve anne Takuhi’nin müziğe yatkınlıkları icra ettikleri mesleki ahengin bir ürünü müdür yoksa tam tersi, müziğe yatkınlıkları onların önüne bu meslekleri mi çıkarmıştır, şimdilik sorumuz budur.
HİSARLI AHMET
Hemşerisi Hisarlı Ahmet Gomidas’ın çağdaşı değildi, ama doğduğu topraklarda, Kütahya’da Gomidas diye birinin doğup 12 yaşına kadar yaşadığından mutlaka haberdardı.
Hisarlı Ahmet ile özdeş olan “Kütahya’nın Pınarları” türküsünde adı geçen ve bir zamanlar her köşe başında akan Kütahya Pınarları Hisarlı’nın sesinden ve mızrabından önce kendi su ahengiyle Kütahya “Gezeklerine de” yansımış olmalıdır.
Gomidas
ve Hisarlı Ahmet aynı pınarların sularından içmiştir mutlaka.
Gomidas
ve Hisarlı Ahmet aynı damardan beslenip, aynı nehre akıp, aynı denize kavuştular.
Birisi Ermeni, diğeri Türk olarak aktılar ırmağa.
Gomidas
gibi, Hisarlı Ahmet’in de babası ayakkabıcıydı, ince elekten geçirilmesi
gereken bir meslek.
“Babası ise Kütahyalıların çağırmasıyla Musta Bey (Mustafa) kavaf: yani, yemenici ustaların yaptıkları ağaç çivili ve dikişli köylü işi yemenileri (ayakkabı) satan esnaf.”[4]
Hisarlı’nın ağabeyi
Murat’ın oğlu Hüseyin de dede ve baba mesleği olan dikişli ve çivili olarak
imal edilen bağlı veya makosen tabir edilen ayakkabı ustasıdır.
Yani mesleki ahenk ailede eksik olmuyor.
Hisarlı eline bağlamayı ilk kez aldıktan sonra etrafında meşk edecek insanların tamamı aralarında bir kunduracının da olduğu birer meslek erbabıdır. Onların mesleki ahenginden çıkan müziğin sesi de çarpar Hisarlı’nın kulağına.
“Türkü söyleyen, şarkı okuyan ya da herhangi bir müzik aleti çalan kişi ‘sanatçı’ sıfatı ile adlandırılıyor ve normal insani davranışları hemen hemen göz ardı ediliyor. ‘Dülgerlerin Hüseyin A’, ‘Arabacı İbrahim A’, Terzi Sadık A’, ‘Nuri Çavuş’, Şoför Aşık Ömer’, ‘Kunduracı Sadık’, ‘Camcı Veli’, ‘Paytoncu Fındık Hüseyin’ ve daha niceleri.”[5]
Gomidas
aydınlık bir sabaha uyanmak için kalıplardan çıkması gerektiğini biliyordu.
Hisarlı
Ahmet de öyle.
Vartabed
yani kilise papazı Gomidas kilise müziğinin sahnelere de icra edileceğini
gösterdiğinde, bunun bir aydınlanma çabası olduğunu biliyordu.
“Gomidas Vartabed, bir plak kaydı için Armenag Şah-Muradyan’ın söylediği Ermenice halk ve kilise şarkılarına piyano ve orgda eşlik edecek, bazı muganniler bu durumu, Ruhani Meclis’e şikayet edecekler, Gomidas, Ermeni kilisesine ait şarkıları satışa çıkarmakla ve dini duyguları zedeleyecek ortamlarda çalınmalarına yol açmakla suçlanacaktı.”[6]
Hisarlı ise namazında niyazında birisidir. Müezzinlik sınavında ondan sazı-sözü bırakması istenir.
“Babam namazında, niyazında idi. Zaman zaman yakın camilerde ezan okur veya sala verirdi. Hatta bir ara müezzin olmak için sınava girdiğini, kazandığını ancak imtihan heyetinin ‘Ahmet A, artık sazı sözü bırak’ dediklerinde ‘Ben Allah’a sazımla sizden daha yakınım. Siz kendinize bakın’ diyerek kapıyı hızla çarptığını, kızarak ve üzülerek anlatırdı.”[7]
Her iki kunduracı oğlu da, Gomidas ve Hisarlı Ahmet, kalıplarından çıkmayı bildikleri için bize bugünlere kadar gelen bir miras bıraktılar.
YÜCEL PAŞMAKÇI
Yücel
BAŞMAKÇI vardır, türkülerimizin usta icracısı ve derlemecisidir.
Soyadında
taşıdığı kelimenin onun icrasında, onun türkü deryasında ona atasından gelen
bir miras olduğunun farkındadır usta.
“Beş yüz sene önce Bursa’dan başlıyor hikayemiz. Dedem ayakkabı
tamircisiymiş. Orada da Paşmakçı deniyormuş kendisine.
(…)
Paşmak türkülerdeki gibi ayakkabı demek. Mesela bir Azeri türkü vardır ‘Ayağına paşmak yaraşır’ diye. Sonra birtakım araştırmalara göre paşmakçı dini toplantılarda ayakkabıları bekleyen kişiye deniliyormuş.”[8]
![]() |
Yücel Paşmakçı |
Hisarlı’dan ilk derlemeleri ve en çok derlemeyi Yücel Paşmakçı yapar.
“İlk derleme çalışmasını yapmak üzere 1964 yılında Kütahya’ya gittim. Hisarlı Ahmet’ten epey bir türkü derledim. Onların tamamına yakınını yazdım. Sonra Şarköy’de Selanik muhacirlerinden yaptığım derlemeler vardır. Bunların da çoğunu yazmışımdır. İstanbul ve Ankara radyolarında çalışırken mahalli sanatçılar gelirdi bize. Onlara çok değer verirdik biz.”[9]
Mesleki ahenkte kesinti olmuyor, ayakkabı/başmak ahengi müziğe dönüşüyor, notaya alınıp ölümsüzleşiyor.
KAZANCI / TENEKECİ – BAKIRCI / KALAYCI AHENGİ
Buradan diğer meslek gruplarına geçelim. Ülkemizde müziğe en yatkın meslek grubu belki de kazancı, bakırcı- kalaycı, demirci, tenekeci gibi metali döverek iş yapanlar olsa gerek.
Kazancı Bedih bakıra şekil vererek onu kazana çevirirken her bir kazan için bakıra kaç milyon ritmik vuruş yapmış olabilir acaba? Bu milyon kere aynı noktaya vuruş, müzik söz konusu olunca milyon kere aynı notaya basmak, gazel olunca milyon kere aynı gırtlağı titretmek olmalıdır Kazancı Bedih’in mesleki ahenginden gelen zenginlikte.
KAZANCI BEDİH
Ama Kazancı Bedih,
Bedih Yoluk, “Kazancı” olmadan önce de ona mesleki ahengi kazandıran başka bir
işte çalıştı uzun süre. Baba mesleği “Çulhacılıktı” Kazancı Bedih’in.
Çulhacılık bir tür dokuma işidir. Enver Gökçe halı dokuyanların mesleki ahengini “Kirtim kirt” diye adeta notaya alırken, Kazancı Bedih’in kulağına yerleşen ilk mesleki ahengin çulha dokuma tezgahının ritmik seslerinin ne olduğu biliyor muydu acaba?
Çulha dokuma tezgahından bakır tezgahına geçen Kazancı Bedih aslında mesleki ahengin müzikal makamları arasında da bir geçiş yapmış sayılır.
Kazancı Bedih mesleki ahengin zenginliğiyle ne kadar gönlü geniş olsa da yaptığı işin dejenere olması karşısında o kadar çaresizdi.
Üstelik ne devlet, ne
başka kurumlar ona sağlığında sahip çıktılar. Katalitik soba ile ısınmak
zorunda bırakılan bu çaresiz insan, eşi ile birlikte sobadan sızan gazdan
zehirlenerek hayatlarını kaybettiler.
Bizim kuşaktan herkes Anadolu’da bütün şehirlerde bir bakırcılar çarşısı olduğunu hatırlar. Çocukluğumun Çorum’unda başıboş gezerken en çok da Bakırcılar Arastası’ndan geçmek isterdim. Arastadan her geçişte kulağıma gelen o her notadan çekiç sesi ve çekicin döğdüğü bakırdan gelen karşı ses beni büyülerdi.
Demirciler çarsısından
da gelirdi o ses, çıkrıkçılar çarşısından da.
Bakırcılar tek tük de olsa, ama artık turistik amaçlı olarak bakırı dövmeye devam ediyorlar.
Demirciler Çarşısı, Yaşar Kemal’in romanına isim oluyor (Demirciler Çarşısı Cinayeti), demir ağır tonajlı preslerde dövülmeye başlayalı demirciler çarşısından da ses gelmiyor artık.
Çıkrıkçılar ise
Ankara’nın bilinen en uzun yokuşu olarak geçmişin yorgunluğunu taşırken, ne bir
çıkrık çalışıyor ne de hallaç var ortada.
Hisarlı ve Gomidas Kütahyalı ise, Kazancı Bedih ve ustası Tenekeci Mahmut da Urfalıdır, Kel Hamza, Mukim Tahir ve Bekçi Bakır da. Gazellerin, sazın, sözün en temiz, en saf, en aşk dolu olarak icra edildiği yerden, Urfa’dandırlar.
Kazancı asıl icrasını, zor gazelleri o kendine has ve taklit edilemez ses ve yorumuyla okuyarak gerçekleştir ve Urfa’nın o bir zamanlar ağır başlı, popüler kültüre yenilmemiş Sıra Geceleri’nde hep aranan gazelhan olur.
TENEKECİ MAHMUT
Bakırı kazana
dönüştüren Kazancı Bedih ise, sıradan bir tenekeyi çeşitli alet edevat ve
eşyaya dönüştüren de Tenekeci Mahmut’tur.
Neler yapılmazdı ki o
yıllarda tenekeden?
İdare lambaları, huniler, güğümler, maşrapalar, sıvı kapları vb.
Tenekeye şekil vermek
bakıra şekil vermekten daha zordur. Zira bakır hafızası olan bir malzemedir ve
hatayı çabuk telafi edebilirsiniz. Çekiç darbelerine dayanıklıdır bakır,
yumuşar, ama kopmaz. Ama teneke öyle değildir, bir vuruşta veya bir bükmede
hata yaparsanız, o malzeme hurda veya gösterişsiz olur. Çok fazla çekiçlerseniz
yırtılır.
Tenekeci Mahmut, Mahmut Güzelgöz bunu bilir. Tenekeyi bu aşkla alır eline.
Tesadüf müdür bilinmez, Tenekeci Mahmut da bir süre kunduracı Osman Usta’nın yanında çalıştı.Ustası vefat edince Tenekeci Süleyman Usta’nın yanında uzun süre çalışan Tenekeci Mahmut, Urfa sıra gecelerinin bilinen en son temsilcilerindendir.
Kültür Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği Koro Şefi Mehmet Özbek Kalan Müzik’ten çıkan Tenekeci Mahmut Güzelgöz CD’sinin tanıtım yazısında şunları söyler:
“Davudi sese sahip olmasına karşılık, ince seslerin çıkabileceği perdelere rahatlıkla çıkabilen bir ses genişliğine sahipti Mahmut Usta. Üst ve alt perdelerde sesinin gürlüğünü koruyabilir ve en kıvrak motifleri rahatlıkla geçerdi. Özellikle makam okurken sesinin üst sınırına geldiğini zannettiğimiz anda, sanki ilahi bir kudretle ezgiyi tizlere doğru genişletir, dinleyenleri hayrete düşürerek büyük heyecan uyandırırdı.”[10]
En üst perdeden en alta kadar aynı makamda kolaylıkla geçiş
yapabilen Ustanın bu mucizevi haline onun mesleki ahengi ne kadar ve nasıl etki
etmiş olabilir ki?
Bakır veya tenekeden bir kap yaparken boyun ve emzik kısmında daha hassas, müzik tabiriyle en tiz, gövde ve dip tarafında daha tok, müzik tabiriyle bas vuruşlar mesleki ahengin müziğin tınısına yansıması değil midir?
VE DİĞERLERİ
HAYRİ DEV
Unesco tarafından 2008 yılında Yaşayan İnsan Hazinesi olarak
değerlendirilmiş olan Hayri Dev Çameli yaylalarında çobanlık yapan bir köylüydü.
Dağlarda, derin vadilerde çamların esintisi onun kulağına
dolan yegane müzikal sesti.
Hayri Dev’e Yaşayan İnsan Hazinesi payesi kazandıran şey ise
onun başka bir eşi benzeri olmayan ve adına “Çam Düdüğü” dediği müzik aletidir.
Çobanlık yıllarında koca çamlarla hasbihal ederken ince sürgün çamlardan yapmış
olduğu bu müzik aleti Koca Usta’nın dilinde bir sanata dönüşür.
Koca Usta Hayri Dev’in üflediği de aslında ormanın uğultusudur, ormanın ardıdır, bizim göremediğimiz.
![]() |
Hayri Dev |
FETHİYELİ RAMAZAN GÜNGÖR
Üç telli bağlamanın son temsilcisi Fethiyeli Ramazan Güngör günümüz şelpe ustalarının piri, onların feyz aldıkları usta olmasına rağmen ne adı anılır ne de bilinir.
Bir gün çatıdan düşüp ayakları sakat kalınca adı yörede Topal
Ramazan olarak anılmaya başlar.
Marangozdur Topal Ramazan. Daha kimler mi marangozdur?
Hazreti Adem marangozların piri olarak kabul edilir?
Herkesin eline bir parça odun ve alet verilmez. En gizli
yerleri en açıkta, en açıkta olması gereken yerleri ise en gizlide ve maharetle
yapabilmektir marangozluk sanatı.
Topal Ramazan marangozlukta kazandığı o has ve hassas işçiliği daha sonra bağlama ailesinden her türden müzik aleti, ama en çok da kendisiyle özdeş “Üç telli bağlama” yaparak sürdürmüş ve hayatını böyle kazanmıştır.
BİZE KALAN MİRAS
Yücel Paşmakçı dışında bu yazıda sözünü ettiklerimiz bu dünyadan
çekip gittiler.
Giderken bize çok büyük bir hazine ve derinliği ölçülemez bir ses bıraktılar.
Bu toprakların yetiştirdiği Hampartsum LİMONCİYAN olmasaydı
ve o güzelim Dede Efendi şarkılarını zamanında “Khaz” adı verilen Ermeni nota sistemi
ile notaya almamış olsaydı, belki de bize hiçbir Dede Efendi eseri miras
kalmayacaktı.
Gomidas kendi mirasını anne ve babasından almış olsa da asıl
mirası onun öncüsü LİMONCİYAN’ dan almıştır.
Gomidas sadece bize değil, bütün dünyaya sayıları binlerle
ifade edilebilen Türkçe, Ermenice, Kürtçe, Farsça, Arapça derleme ezgiler
bıraktı.
Hisarlı Ahmet de kendi mirasını
ayakkabıcı, başmakçı babasından almış olsa da, onun asıl devraldığı miras
hemşerisi Gomidas’ tan aldığı mirastır.
Bugün icra edilen birçok Ege –
Kütahya türküsü onun imzasını taşır, onun sesinde akar ummana, ama kimse bilmez
Hisarlı’yı. Bilenler de adını zikretmez icralarda.
Kütahya’nın Pınarları
A İstanbul Sen Bir Han Mısın?
Yağmur Yağar Her Dereler Sel Alır
Elif Dedim Be Dedim
Ve daha nice rafine türküdür bize kalan.
Kazancı Bedih’in kendi adını taşıyan torunu Bedih’e bıraktığı en büyük miras bizim için de miras sayılır.
"Torunum Bedih, Dersine iyi çalış. İşine, kârına
dikkat et. Benim gönlüm Allah ve müzik aşkına açık oldu. Tez evlendiğim için
gönül gözümü, çocuklarımın anasına açtım. Bir kuru kaya parçası gibi oldu
gönlüm. Aşkları, en güzel aşkları gazel söylerken, cümbüş çalarken yaşadım. Torunum,
sana tavsiye etmiyorum. Sen kır çiçekleri aç, şakşako (gelincik) gibi ol." [11]
Kazancı Bedih’in okumuş olduğu şiirleri ve gazelleri hangi müzik dağarımıza sığdırabiliriz?
“Türkiye'nin ilk Sosyalist Şairi Nezihe Hanım'ın "Mecnun İsen Sana Leyla mı Bulunmaz’ (gibi) Nezihe Hanım'ın zorlu yaşantısını anlattığı şiirlerini de okumuştur. Özellikle ‘Mecnun İsen Sana Leyla mı Bulunmaz’, ‘Sabret Gönül Eyyamı Sefa’ eserlerini de okumuştur. Fuzuli'nin ‘Öyle Ser-Mestim ki İdrâk Etmezem Dünyâ Nedir’, Şair Rıf'at'tan ‘Tükendi Nakti Ömrüm’ , Geç Gelen Şöhret: Züğürt Ağa ve Eşkıya. 1996 yılında Türk sinemasının yükseliş filmlerinden olan Eşkıya filminde okuduğu ve Urfalı divan şairi Lütfi'ye ait ‘Nice bu hasret-i dildar ile giryan olayım." [12]
Topal Ramazan üç telli bağlamadan çıkabilecek her türlü tınıyı, Hayri Dev Çam Düdüğü ile ormanlarının ardındaki sesi, Urfalı Kel Hamza (Hamza Şenses) “Kışlalar Doldu Bugün” Beşiri hoyratını, Mukim Tahir (Tahir Oturan) “Kapuyu Çalan Kimdir” türküsünü gönülleri hoş bir şekilde bize miras bıraktılar.
Mirasın ne olduğu, nereye kadar uzandığı, neleri ve kimleri kucakladığı konusunda yine Kazancı Bedih’e dönerek yazar İsmail Güleç’in yazısı ile yazımızı sonlandıralım.
“Fuzuli, Şem’i, Kazancı Bedih ve Muzaffer Ozak Nerede Buluşur?
Sabah sabah bir arkadaşımız Kazancı Bedih’in okuduğu
Ben beni bilmem neyim dünya nedir ukba nedir
Söyleyen kim söyleten kim aşk nedir sevda nedir
Sözleriyle başlayan türküyü paylaştı. Birkaç kez
dinledikten sonra durup düşündüm. Urfalı Kazancı Bedih’in söylediği türkü,
Konyalı bir saz şairi olan Şem’i’ nin Bağdat Hileli Fuzuli’nin bir gazeline
yazdığı bir divani idi. Genellikle halk müziği sanatçıları tarafından okunan bu
türkü aynı zamanda Cerrahi Asitanesi postnişinlerinden Muzaffer Ozak Efendi
tarafından da İstanbul’da Fatih Karagümrük’te 20 Nisan 1982 tarihindeki zikir
meclisinde okunmuştu.
Düşünün, 16. asırda, Bağdat yakınlarındaki bir kasabada Klasik
Türk Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden biri kabul edilen Fuzuli bir gazel
yazıyor. 19. asırda Konya’da yaşamış bir saz şairi, bir aşık oturup bu gazele
bir nazire yazıyor. 20. yüzyılda Urfa’da bilge bir halk sanatçısı sıra
gecelerinde bu divaniyi okuyor. Aynı asırda İstanbul’un göbeğinde bir tekkede
de aynı şiir bu sefer bir şeyh efendi tarafından zikir esnasında okunuyor.
(…)
Kazancı Bedih’i anlamak demek koca bir kültür ve medeniyeti inşa eden dili anlamak demektir. Dolayısıyla Kazancı Bedih sadece Kazancı Bedih değildir.
Kazancı Bedih’i dinleyip anlamayan nesle nasıl aşina olacağız, bilmiyorum.”[13]
Buradan bizim payımıza düşen aralarında yüzyıllar olan üç ayrı Usta’nın edebi ve musiki mirasıdır.
SONUÇ
Mesleki ahengin müziğin
yaratılmasında önemi, etkisi ve kaynağı nedir bilemeyiz.
İkisinin arasında bir
nedensellik bağı olup olmadığını da kesin olarak söyleyemeyiz.
Ama söylemeye çalıştığımız şey mesleki ahengin o mesleği icra edenlerin müzikal dünyasında önemli ve doğal bir kaynak oluşturuyor olmasıdır. Müzisyen kendi mesleki ahenginden besleniyor. Sonunda, icra edilen müzik mi yoksa meslek mi, hangisi zirveye çıkıyor, hangisi bastırılıyor ve hatta bazen Usta’nın dünyasından terk ediliyor, onu da bilemiyoruz.
Bize güzel tınıları bırakan, bizi musiki mirasına ortak eden ustaların ruhu şad olsun.
Aşkı-ı muhabbetle,
Hattuşa, 17 Nisan, 2023
[1]
Deliliğin Arkeolojisi Gomidas Bir Ermeni İkonunun Portresi-Rita Soulahian
Kuyumjian-Çeviri: Aysu Oğuz-Bir Zamanlar Yayıncılık-2010 Birinci Baskı, s.24
[2] Enver
Gökçe- Yaşamı ve Bütün Şiirleri-Belge Uluslararası Yayıncılık-1981-Birinci
Baskı
[3]
Kuyumjian, age, s29
[4] Hisarlı
Ailesi “Mustafa Hisarlı ile Hisarlı Ahmet ve Kütahya Türküleri”-Uğur
Türkmen-Kütahya Belediyesi Kültür Yayınları-2013-s.31
[5] Türkmen,
age, s.316
[6] Kalbim O
Viran Evlere Benzer Gomidas Vartabed’in Müzik Mirası-Melissa Bilal-Burcu
Yıldız-Bir Zamanlar Yayıncılık-2019 Birinci Baskı-s.179
[7] Türkmen,
age, s.48
[8] Aydınlık
TV Emine Sağlam Akfırat söyleşi-03.05.2020
[9] Türk
Müziği Portalı söyleşi-12.06.2006
[10]
Tenekeci Mahmut Güzelgöz Arşiv Serisi-Kalan Müzik Yapım-CD-1997
[11]
Oggito-İbrahim Tekpınar-24.06.2017
[12]
Tekpınar, age
[13]
Fikriyat-Nisan 10, 2023-İsmail Güleç