BOK TOPLAYAN KIZLAR
Yaz günü öğle vakti olduğunda sığır kuru ve kavurucu bozkır sıcağında sineklenir yorulur, susar, yayılamaz.
Köyün
sığır çobanları sığırı çayıra getirirler. Çayır dediğim yer en az yirmi futbol
sahası büyüklüğünde sadece ayrık otu biten, nereden vursan bol karasu çıkan bir
alandır.
Çayırın
altı bol su olduğu için çayır hep yeşil kalır.
Bir
zamanlar ekilip biçilen ve tapulu tarlaların olduğu çayır zamanla taban suyunun
toprağı zehirlemesiyle tahıl tarımı yapılamaz topraklar hale gelmiştir. Köylü
bu durumu arı ve duru Türkçesiyle ve iki kelimeyle çok güzel anlatır. “Su
kesti” der köylü, Anadolu’da bu tür sudan dolayı tarla özelliğini kaybetmiş
çayırlık alanlara.
Anadolu’da
bu tür çayırlık alanlar o kadar çoktur ki.
Bir
zamanlar Harran Ovası da böyle olduğundan, yani su kestiğinden çölleşmeye
başlamıştır. Şimdi GAP sulama projesi devrede, ama uzmanlar bilinçsiz sulamadan
dolayı yine aynı şeyin, yani toprakta su kesmesi, taban suyu zehirlenmesi
yaşanabileceğini söylüyorlar.
Eskiden Toprak Su vardı köylere hizmete gelen devletin bir kurumu. Bu tür durumlarda çayırın tam ortasından V şeklinde bir drenaj kanalı açılır ve çayırın suları bu kanala sızar ve kanal küçük bir dere gibi çayırın fazla suyunu atardı.
Proje
doğru belki, ama yeterli değildi.
Zira
benim çok uzun zamandır bildiğim ve hatırladığım çayır da orada duruyor, kanal
da, ama iyileşme yok.
İşte tam o çayıra sığır gelmeye başladığında yaşları 8 ile 11 olan köyün yoksul ailelerinin kız çocukları ellerinde kimi çıkmış dibi yerine tahta çakılmış yamuk yumuk çinko kovalarlar, kimi ortadan ikiye kesilmiş plastik bidonların yarımıyla son hızla çayıra sığırın yanına koşarlardı. Çayıra yakın evleri olan kız çocukları şanslı gibiydi, zira onlar hemen bir solukta çayıra varırlardı.
Ama evleri uzakta olan kız çocukları da hiç aşağı kalmazlardı. Zira onlar sığırın gelişini az çok tahmin ederler ve önceden çayıra gelip bir yerde beklerlerdi Bekledikleri yerler genellikle drenaj toprağının küçük yığınlarının arkası olurdu. Bu yığınlar adeta bir siper gibi görünür, kız çocukları da siperlerin gerisinde beklerlerdi.
Ama
her kızın ayrı yeri olurdu.
Her
kız tek başına olduğu gibi, akraba kızlar bir araya gelip bir tür imece için
grup da oluştururlardı.
Çayıra gelen kızlar yanlarında bir torba dolusu saman getirirlerdi. Saman aslında çok değerlidir, yeri geldiğinde hayvanın insandan daha kıymetli olduğu yoksul Anadolu’da hayvanın ana yiyeceği saman olunca öyle kızlar istediği kadar ve üstelik iyi samanı alıp alıp çayıra götüremezlerdi.
Kızların götürdükleri saman aslında ya geçen yıldan kalan saman veya harman yerinde yazdan kalan işe yaramaz harman artığı taşlı samandı.
Herkesin ayrı yeri olduğundan çayıra getirilen samanlar torbayla oraya bırakılır, artanı geri götürülmezdi.
Sığırın çayıra gelmesi bir işaretti ve o işareti alan yoksul kız çocukları bir kısa mesafe koşucusu gibi çayıra koşarlardı.
Öğlene
kadar yayılan sığır çayıra geldiğinde doğal bir işe başlar, boşaltım sağlar.
Köylülerin
deyişiyle “Sıçar.”
Sığır bunu yatarak veya ayakta yapar. Sonra gider suyunu içer ve sıcağın etkisi gidene kadar çayırda yatar.
Hızla
çayıra koşup gelen kız çocukları için asıl yarış işte o zaman başlar.
Kızlar
ellerinde sığır boku doldurulacak ne varsa kapıp sığırın taze sıcak bokunun
yanına gelir ve kabını bokun yanına koyar ve elleriyle son hızla taze sığır
bokunu o kabın içine doldurur.
Bu
iş kabın tamamen dolmasına kadar oradan oraya, o sığır bokundan diğerine bir
süre devam eder.
Kabı dolan kızlar kaplarını yakın yerlere öbek öbek yığarlar. Daha sonra o küçük öbeklerini götürüp kendi yerlerine boşaltırlar. Orası bir süre sonra bok yığını haline gelir.
Kızlar
çayırdaki sığır bokunu kaplarına doldururlarken bazen o anda bir sığır yeni
sıçıyor olabilir. Kız çocuğu bok ziyan olmasın, diye ellerini bir avuç haline
getirir ve sığırın kıçından yere düşmekte olan boku avuçlarına doldurur onu da
kendi kabının içine boşaltır.
Zira yere düşmüş olan bokun eller ve tırnaklarla çayırın sert ayrık otundan ayırılıp kabın içine konması hem zaman alır hem de bokun bir kısmı çayıra sıvanmış olarak kalır.
Bu işe yaz bitip de sığır artık köylünün damına girene kadar, kışın başına kadar devam edilir.
Sığırın
çayıra her gelişinde tekrarlanan bu iş bir orta çağ görüntüsünü andırır. Zira
kızların birilerinin eskileri olduğu belli olan elbiseleri kendilerine ya çok
küçük veya çok büyük, ama hepsi de kat kat yamalıklı olurdu.
Ayaklarında
genellikle ayakkabı olmayan, olanın ise arkası veya yanı yirik, naylon
ayakkabılar olan kızların nerdeyse hiç birinde çorap olmazdı.
Saçlarına tülbent bağlarlardı, ama tülbentlerin altından görülebilen saçlarının beliklerinden kızların saçlarının uzun zamandır yıkanmamış olduğu anlaşılırdı.
Bir
de istisnasız sığırın her gelişinde kızlar arasında çayırda mutlaka kavga
çıkardı.
Kavganın nedeni ise birbirlerinin o küçük küçük yığdıkları bok öbeklerini çaldıkları iddialarıdır.
Kavga edenlerin elleri zaten bokludur, yüzlerinin ve elbiselerinin ve saçlarının da bok içinde kalacağını tahmin edebilirsiniz.
Ne boktan işler be, demeyin. İşin adı bok zaten.
HAYAT KURTARAN KELİME:
BOK
BİRİNCİ VAKA:
İŞTE ŞİMDİ BOKU YEDİK
Bazen bir kelime, bir işaret, bir ses hiç beklenmedik bir yerde bir kapı açar, bir şans veya şanssızlık getirir. Bazen de hayat kurtarır. Parola/şifre gibidir bazı kelimeler, bazı sesler.
İçinde
“Bok” geçen bir cümlede, bok kelimesinin hayat kurtarmış olduğunu düşünmek
tuhaf ve inandırıcı olmayabilir.
Ancak 2. Dünya Savaşı sonrasında Sovyet işgali altındaki Doğu Berlin’de yaşanmış olduğu iddia edilen bir olayda geçen bir cümledeki “Bok” kelimesinin hayat kurtarmış olduğu söylenir.
Olay iki türlü anlatılır. Olayın birisi Berlin’de, diğer versiyonu Paris’te geçer.
Berlin’de
olayı yaşayan aile Anadolu’dan göçerek Berlin’de halı ticareti yapan
Peştamalcıyan Ailesi olurken, Paris’te olayı yaşayan aile ise yine Anadolu’dan
göçen Yahudi bir ailedir.
Berlin’deki olay Sovyet işgal bölgesinde bir halı mağazasında yaşanırken, Paris’teki olay Nazi işgali altında toplama kamplarına götürülmek üzere bir mahzene doldurulan Yahudiler arasında geçer.
Ancak
her iki olayı da aktardığı iddia edilen ve sözde savaş sonrasında Berlin
ve/veya Paris’i gezerken olayı Ermeni ve/veya Yahudi aileden dinlediğini
söyleyen ve bunun üzerine aşağıdaki ünlü hat örneğini hazırlatmış olduğu iddia
edilen gazetecinin adı hiçbir yerde geçmez.
Bu konuda yazılan muhtelif yazılarda olayın 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’ de “Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı” başlığıyla yayınlanmış olduğu söylense de gazetenin o günkü sayısına ulaşamadım.
Olaylarda bir şehir efsanesi olduğu seziliyorsa da gerçek olan bir şey değişmez. O da bu Celi Sülüs hat örneğini yazan mücellit ve hat sanatçısı Emin BARIN ve hat örneğinin arka fonunu Hatip Ebrusu ile süsleyen Necmeddin OKYAY’ dır.
Emin BARIN ve Necmeddin OKYAY’ın gerçeklikleri hat yazısını da ebru süslemeyi de gerçek kılıyor.
Bu
olay Emin BARIN hayattayken dile getirilmiş olduğuna ve Emin BARIN tarafından
bir itiraz veya yalanlama gelmediğine göre, söz konusu hat örneğinin varlığını
doğru olarak kabul etmek gerekir.
Ancak söz konusu hat örneği gerçekten de yukarıda geçen olayları yerinde dinlediği iddia edilen gazetecinin Üstat Emin BARIN’ dan ricada bulunması üzerine mi yazılmış olduğu bilinmez. Dahası Emin BARIN böyle bir yazıyı neden ve kimin için yazdı ve Necmeddin OKYAY Üstadımız ise bu tabloyu aynı güzellikte neden süsledi? Bilemiyoruz.
Olayın
geçtiği yer ve olayları yaşayan ailelerin etnik kimliği bir yana tutulursa, biz
yine konumuza, yani “Hayat Kurtaran Kelime: Bok” kelimesine dönelim.
Yalan veya uydurma veya şehir efsanesi olsa da dinleyince ilginç bulunan bir hikayedir.
“Aile reisi Türk vatandaşı Ermeni baba veya Türk vatandaşı Yahudi adam kendisine veya aileye yapılacak saldırı sonucunda artık hayatlarının son anlarına geldiğini düşündüğünde ağızlarından gayri ihtiyari şu Türkçe cümle çıkar: “İşte şimdi boku yedik.”
Berlin’de
bu sözü işiten Sovyet ordusundaki Kırgız asker Ermeni ailenin Türk olduğunu,
Paris’te işiten Tatar asker ise Yahudi adamın Türk olduğunu düşünerek onların
hayatlarını kurtarır.”
Celi Sülüs Hat-Hatip Ebrusu ile bezenmiş “İşte şimdi boku yedik” |
Ne boktan işler be!
GEL KEYFİM GEL
Bu keyifsiz konuya kısa bir ara verelim ve biraz “Gel keyfim gel” diyelim.
Yukarıdaki hat örneğine benzer bir örnek olmasa da en az onun kadar ünlü ve ilgi çeken hikayesi olan başka bir örnek daha vardır, üstelik yazanı ve süsleyeni de Üstad Necmeddin OKYAY’ dır.
“Ebru sanatında kullanılan ve
Hindistan’dan geldiği için bulunması zor olan lök boyasının Mısır Çarşısı’nda
bir dükkanda satıldığını duyan Necmeddin Okyay, bu boyayı temin için hemen yola
koyulur. Fakat o tarihler Mondros Mütarekesi’nin olduğu zamanlardır. İngiliz ve
Fransız kuvvetleri gemilerle gelerek İstanbul’u işgale başlamışdır. Necmeddin
Okyay, lök boyasını temin edip sandalla yabancı askerlerin arasından geçerek
Üsküdar’daki evine zorlukla varabilmiştir. Aradan neredeyse beş yıl geçtikten
sonra evinin bahçesinden limanı dürbünle seyrederken düşman gemilerinin
İstanbul’dan gitmiş olduklarını görünce neşelenip hemen evine girmiş. İşgal
günü zorlukla aldığı lök boyasını da bilhassa kullanarak “Gel keyfim gel”
yazısını ebrulu olarak yapmış.
Ebru teknesinden çıkardığı bu eserinin
kurumasını beklerken bir yandan da keyif kahvesini içerek yazıyı seyreden
Necmeddin Okyay o sırada heyecanından kahve fincanını ebrulu yazının üzerine
döküvermiş. Meğer ebrunun üzerinde görülen lekeler bundanmış.”[1]
“Gel keyfim gel” Üstadın İstanbul’un kurtuluş günü hazırladığı yazılı ebrusu. (H.1341 (1923)
Necmeddin Okyay |
Bu örneğin gerçekliği ilk örneğin de gerçek olabileceği fikrini verir. Üstad Emin Barın ve onun üstadı Necmeddin Okyay her iki hat örneğine de sahip çıkmışlardır.
İKİNCİ VAKA:
CEZADAN KURTARAN KELİME: BOK
Yukarıda anlatılan olayın gerçekliği tartışmalı ve olay
bir şehir efsanesi gibi olsa da aynı kelimenin, “Bok” kelimesinin karşılıklı
geçen bir konuşmada trafik cezasından kurtarıcı bir kelime olduğunu söylersem,
bunun yaşanmış bir gerçek hikaye olduğunu da söylemiş olurum.
Çorum’dan Ankara’ya özel aracıyla gitmekte olan
İsmail alkollü olarak araç kullanmaktadır. Ankara girişinde Kayaş’ta İsmail
trafik ekiplerince rutin olarak durdurulur. İsmail’in yanına gelen trafik
polisi İsmail’e alkol metreyi uzatır ve üflemesini söyler.
İsmail alkollüdür ve kesin ceza alacağını düşünür. Üfler. Polis alkol metreye bakar ve ne kadar içtiğini sorar İsmail’e.
Daha sonuç çıkmadan, İsmail ceza alacağından emin bir şekilde ve polise yalvarırcasına bir cümle söyler:
“Abi bokunu yiyim, bırak beni.”
Berlin ve/veya Paris’te yaşandığı söylenen olayda ”İşte şimdi boku yedik” cümlesini duyan Kırgız ve/veya Tatar askerin cümleyi duyar duymaz irkilerek “Ne dedin ne dedin? Sen Türk müsün?” diye aile babasına ve/veya Yahudi vatandaşa sormasında olduğu gibi, İsmail’in söylediği sözü duyan trafik polisi de
“Ne dedin, ne dedin?” diye İsmail’e sorar.
İsmail
yanlış ve hakaret dolu bir cümle söylediğini düşünerek aynı cümleyi söylemekten
kaçınır.
Polis
müdahale eder, biraz önce söylediğinin aynısını yeniden söyle, der İsmail’ e.
İsmail çekinerek ve utanarak aynı cümleyi yeniden söyler:
“Abi bokunu yiyim, bırak beni.”
Bu
sözü yeniden duyan trafik polisi İsmail’e “Nerelisin sen?” diye sorar.
Çorum, der İsmail. Çorum’un neresinden olduğunu sorar trafik polisi. Diyalog uzar ve trafik polisi ile İsmail’in yakın köylerden olduğu ortaya çıkar.
Trafik
polisi İsmail’e ceza yazmaz. Ancak İsmail’in söylediği sözü çok iyi bildiği
için kendisine bir hemşeri bulmanın mutluluğunu yaşar.
Zira bu söz “Bokunu yiyim” sözü Çorum ve Yozgat taraflarında çokça söylenen bir sözdür.
Bu
söz genellikle karşıdaki bir şahıstan af dilemek ve yalvarmak için kullanılır,
bazen de “Boklarını yiyim” şeklinde de kullanılır.
Benim çocukluğumda eşlerinden çok şiddetli dayak yiyen köy kadınları kocalarına “Yapma, vurma, boklarını yiyim” diye yalvarırlardı. Ne acı.
Trafik polisi İsmail’i ceza yazmadan gönderir. Zaten alkol metre düşük alkol seviyesi göstermiştir.
Ne boktan işler be!
BİLİMSEL MERAK OLARAK BOK
Bu söz, “Bokunu yiyim” sözü hepimize iğrenç ve inanılmaz gibi gelebilir. Ancak bilim insanı Celal ŞENGÖR için hiç de öyle değildir.
“Katıldığı
televizyon programlarında yaptığı açıklamalarla sık sık gündeme oturan Celal
Şengör, ‘Kendi dışkınızı hiç yediniz mi?’ sorusuna ‘Yedim. Özellikle insan
dışkısı acıydı’ cevabını verdi.
İsviçre’de doktora yaptığı yerde otlayan ineklerin ve dağ keçilerinin de dışkılarının tadına baktığını söyleyen Şengör, ‘Özellikle insan dışkısı acıydı. Ötekiler de tatlı değildi, ama insanınki kadar acı değildi. Bu bir merak meselesidir, merak eden her şeyi dener’ cevabıyla herkesi şaşırttı.”
Ne merak be!
BOKUNU TEMİZLEME
TAŞ İLE SİLİNME
İnsanlar dışkı yaptıktan sonra ilk defa nasıl ve ne ile temizlenmeye başladı, tam olarak bilemiyoruz. Coğrafi koşullara göre çeşitli malzemelerin, bitki yapraklarının kullanılmış olduğunu düşünebiliriz.
Su
yoksa bitki yaprağı, o da yoksa taş kullanılmıştır.
Su
olduğu halde taş kullananlar da vardır.
Su olduğu halde insanlar neden silinmek/temizlenmek için taş kullanılır acaba?
Suyun
kutsal bir varlık gibi değer verildiği Pagan ve/veya Şaman inancına sahip topluluklarda
dışkının su ile temizlenmesi doğru karşılanmaz. Pertev Naili BORATAV ekibiyle
Torosların dağ köylerinde yapmış oldukları bir halkbilimi araştırmasında köy
okuluna gider.
Sohbetin sonunda köy okulunun öğretmeni okul tuvaletlerinin sık sık tıkandığından ve tıkanıklığı her açtıklarında ise tıkanmaya neden olan şeyin küçük yassı taşların olduğundan söz eder.
Oysa okulun tuvaletlerinde su vardır. Durum araştırılır. Sonuç: Çocuklar ailelerinden duydukları şeyi uygular. Aile ve köy halkı suyun hiçbir şekilde kirletilmemesi gerektiğine inanır ve su ile temizlenme yerine taş ile silinme yaparlar. Bunun sonucunda ise okul tuvaletleri sık sık tıkanır.
Neler öğreniyoruz be!
ÜSTÜBÜ İLE SİLİNME
Haydi
diyelim o köy okulunun çocukları daha sonra silinmeyi öğrendiler. Ya
tamirhanelerde çalışan koca koca adamların tuvalet sonrasında “Üstübü” * ile
silinmeleri neyin nesidir?
Acaba su ve elle silinmekten kaçınan tamirhane çalışanlarının hazırda ve kolayda bolca bulunan üstübünü tercih etmelerinden mi?
İyi, ama üstübü kullanmak da tuvaletleri tıkıyor ve tamirhane yöneticisi bu durum karşısında tuvalet girişlerine uyarı yazısı asmak zorunda kalıyor.
*)i. (< Yun. stouppi) Gemi teknelerinin kalafatlanmasında, atölye, tâmirhâne vb. yerlerde temizlik işlerinde kullanılan, genellikle yoluntu ve artık pamuk ipliği veya didilmiş kenevir.
Öğrenemiyoruz be!
GÜBRE OLARAK (İNSAN) BOK(U)
VE AZİZ NESİN’İN GÜBRE KRALI[2]
Hayvan
boku mevsimine göre çok fazla alanda kullanılır. Kışın kurutulmuş bir şekilde
yakacak olarak kullanılan hayvan boku, baharda ve tarlalar ekildikten sonra ise
gübre olarak kullanılır.
Koyun
ve keçi boku büyük baş hayvan bokundan daha iyi bir gübredir.
Köylerde
eskiden binlerce baş koyundan oluşan davar sürüleri olurdu. Baharla birlikte
davar sürüleri akşamları köye gelmez, yazıda dışarda yatardı. Öyle ki köylü
davar çobanına ricada bulunur ve “Bu akşam davarı götür, benim tarlada yatır”
derdi.
Zira o gece köylünün tarlasında yatan davar tarlanın o seneki gübre ihtiyacını karşılamış olur köylü de tarlasına davar boku,”Kıkak” taşıma zahmetine girmemiş olurdu.
Davar bokuna “Kıkak” derken, büyükbaş hayvan bokuna “Mayıs” diyor benim yaşadığım çevre.
Hayvan
boku hep ezberimizdeki gübredir. Oysa ülkemizde de özellikle Karadeniz’in
yüksek yaylalarında olduğu gibi, insan boku da verimli bir gübre olarak
kullanılmaktadır.
İnsan bokunun gübre olarak kullanılması bilimsel açıdan da incelenmektedir.
“Bir permakültür tasarımında
sistemden çıkan enerjilerden biri olan insan dışkısı aslında en besleyici gübre
ve geri dönüştürülüp kullanılsa gübre maliyetini oldukça düşürecek nitelikte.
Ayrıca sistemin uçlarını kapadığı için daha da sürdürülebilir hale getirmektedir.
İngiltere’nin Toprak Cemiyeti (The Soil Association) 2010 yılında yayınladığı bir raporda insan dışkısının gelecekte gıda yetiştirmek için daha fazla kullanılacağını öngörmüş.” Gürkan YENİÇERİ, 22.08. 2018
Bunu belki de ilk önce Anadolu’dan Amerika’ya
iş aramaya giden Giresun köylerinden bir hemşerimiz fark etmiş olmalı. Aziz
NESİN’ e göre durum tam da öyle.
Hemşerimiz ilk aylar hiç iş bulamaz, zor
durumda kalır. Bir gün Anadolu’dan gitme bir Ermeni ile karşılaşır. Gerisini
köylü hemşerimizin ağzından dinleyelim.
(…)
“İlk gittim, bir sıkıntı
çektim ki sorma hiç… Yol bilmem, yordam bilmem. Dili yabancı, dini yabancı bir
memleket. Bigün parkta otururken, buradan gitme bi Ermeni ile konuştum. Herife
işsizlikten, parasızlıktan dert yandım. Ermeni bana güldü.
-Sen ne aptal herifsin! dedi,
insan burada aç kalır mı?
-Ne yapayım?
-Ne yapacaksın, burası
Amerika. Dünyada başka Amerika yok. Burada b… bile para eder.
-Sahi eder mi?
-Eder ya… Yeter ki sen
satmasını bil; iyi ambalaj yap, kapışırlar…
Denemek de parayla değil ya…
Hemşerilerden bir çadır edindim, parkın içine kurdum. Çadıra girip Ermeninin
dediğini yaptım. Sonra çıktım çadırın kapısına, orada beklemeye başladım. Bir
kişi geldi.
-İçerde ne var? diye sordu.
Ben de doğrusunu söyledim:
-B… var!
Adam inanmadı galiba.
-Giriş kaç kuruş? dedi
-On sent.
On senti verdi, içeri girdi.
Girmesiyle çıkması bir oldu. Bu sefer kapıda bekleyenler ona sordular:
-Ne var içerde?
Adam o kadar kızmıştı ki,
suratını buruşturarak,
-B… var! dedi. Sonra hızla
yürüyüp gitti. Oradakiler hep meraklanmışlardı.
-Sahi mi? diye sordular.
(…)
s.71
Giresun köylüsü hemşerimiz bu işten milyoner
olur. Adı Gübre Kralı’na çıkar.
Bok Kralı demek ayıp ne de olsa.
Köyüne gelir.
Babası Amerika’da ne iş yaptığını, nasıl zengin
olduğunu sorar.
Köylü babasına yaptığı işi anlatır. İşin
patentini bile aldığını söyler.
Babası köylünün yapmış olduğu işi beğenmez ve tepkisini gösterir.
“Babam beğenmedi,
-B..dan iş, dedi. Başka iş
bulamadın mı?”
s.73
Ne boktan işler be!
HER BOKUN ADI TEZEK DEĞİL
Bu
bölümü yazabilmek için yazımızın başında geçen yoksul köy kızlarına dönüyoruz
yeniden.
Köyümüzün yoksul küçük kız çocukları çayırda topladıkları sığır bokunu sığır çayırdan ayrıldıktan sonra yanlarında getirdikleri samanla kararak onu adeta bir hamur bezesi gibi yaparlar, ellerinde bir o yana bir bu yana geçirerek sonra hemen orada çayırın üzerine veya hendek toprağına çarparak yapıştırırlardı.
Anadolu’da
halen önemli bir yakıt malzemesi olan hayvan bokuna genel olarak “Tezek”
diyoruz. Veya çok kibar olanlarımız ise “Gübre” diyor.
Oysa her mesleğin kendi jargonu, literatürü olduğu gibi, hayvan boklarının ve onlardan yapılan yakacakların da hepsinin ayrı ayrı isimleri var. Ama, tezek asla gübre değildir. Bakalım tezek dediklerimiz neymiş?
YAPMA
Köyün küçük kızlarının sığır daha çayırdan ayrılmadan önce bir hamur bezesi gibi ellerinde yaparak çayıra veya hendek toprağına yapıştırdıkları sığır bokuna “Yapma” diyoruz.
Aynı işi çayırda değil de, günlük olarak ahırdan dışarı atılan sığır bokuyla da yaparsanız. O zaman boku yere değil, ahırın veya bahçenin duvarına çalarsınız. Öyle usturuplu çalmalısınız ki, sığır boku kuruyana kadar o duvarda düşmeden kalabilmelidir.
Samanla karılan sığır boku Duvara çalındığında o artık “Yapmadır.”
TEZEK
Sığır
yazıda yabanda yayılırken de dışkılar, sıçar. Onlar zamanla kururlar.
Köyün yoksul ailelerinin küçük kız çocukları sırtlarına attıkları çulu/çuvalı o kırlarda, yazıda/yabanda kurumuş olan sığır boklarıyla doldururlar. Bu işler yağmurlardan önce yapılır. Saçaklığın altı bu kuru bokla dolar kışa kadar. Buna “Tezek veya köylü ağzıyla Tezzek” diyoruz.
KEMRE
Köy
evlerinin ahırı ve samanlığı ayrıdır.
Büyük
baş hayvan ahıra girdiğinde altı yaş olmasın, diye altına kuru saman atılır.
Ertesi
gün hayvan ahırdan çıktıktan sonra ahırdaki sığır boku ahırın penceresinden
bokluğa atılır.
Boklukta
yıl boyu biriken bok harcı, yağmurlardan önce su ve samanla karılarak bok
harmanı yapılır.
Eskiyen
ve artık işe yaramayan eleklerin ortası çıkarılır. Kasnağı bir kalıp haline
getirilir. Bok harmanından alınan bok kasnağın içine dökülür. Genç bir erkek
veya kız kasnağın içindeki boku ayaklarıyla çiğneyerek sıkıştırır, adeta briket
haline getirir.
Kasnak
yavaşça çekilir ve ortaya çıkan sıkıştırılmış bok kurumaya bırakılır.
Biz
buna “Kemre/kemire/kerme” diyoruz.
Kemrelerin
kuruması uzun sürer. Bu nedenle çeşitli kurutma yöntemleri uygulanır.
Tezek
ve yapma kısa sürede tutuşur ve hemen yanıp söner. Kemre ise hem geç tutuşur
hem de uzun süre yanar.
O
nedenle eskiden köy okullarının sobalarında yakmak için köy çocukları her gün
sırayla evlerinden birer kemre getirirlerdi.
Ama
en iyi ve kalorili yanan hayvan boku ise, davarı olan köylülerin bokluğundan
yapılan koyun kemresidir. Koyun kemresi için kasnak/kalıp yapılmaz. Doğal
olarak kuruyan davar bokunun harmanı ucundan başlayarak kemrelenir. Ucu küt ve
keskin bir bel ile kemreler kalıp kalıp kesilir ve kurutmaya bırakılır.
Kasnaktan çıkan kemreler kurumada |
Kuruma kulesi |
Davarın boku kalıp kalıp kesiliyor, kemre yapılıyor |
Daha
yazılacak, söylenecek çok şey var. Sonu gelmez.
Deyimlerimiz
var, atasözlerimiz, taşlamalarımız var içinde “Bok” geçen.
Deveye neden böyle
boynun eğik, demişler,
Deve dudak bükerek, nerem doğru ki, demiş.
Birbirini karşılar her yerde bütün işler,
Bir yerinde bozukluk oldu mu aksar o iş.
Şaşkın kaptana düşer,
dümeni bozuk gemi,
Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi.
Bir araba istersin,
koşumu çözük olur,
Otobüse bakarsın, yastığı bozuk olur,
Otomobil tutarsın, keseye kazık olur,
Hasılı şu yollarda hep bize yazık olur,
Bir komedi zanneder
seyreden bu dramı,
Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi.
İlim, sanat, fazilet
hedef almış geçimi,
Bakın neye benzedi yeni şiirin biçimi,
Daha nasıl açayım bilmem size içimi,
Böyle düşkün sürünün böyle olur seçimi
Senin umduğun şeyler
bilmem bize göre mi?
Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi.
Neye böbürlenirsin bir
pul etmez diyetin,
Elbet sonu kof çıkar püften olan niyetin,
Sakisi böyle olur böyle bir cemiyetin,
Böyle biter cümbüşü böyle bozuk heyetin,
Böyle uyuz Aslı’nın
kambur olur Kerem’i,
Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi.
Ele geçen fırsatı
hemen kavra belinden,
Çalış kütük kapmaya sen zamanın selinden,
Günün türküsü neyse o düşmesin dilinden,
Bahtın sana gülmezse hayr-umma el elinden,
Kendi başına sürer
kelin olsa merhemi
Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi.
Sakın namert aşına
sokma elini yakar,
O tıkınsın, sen yutkun, bu da elbet can sıkar,
Bir iyilik yaparsa bin kere başa kakar,
Böylelerden gelecek iyilikten ne çıkar?
Öylesine hayr-eder bir
soysuzun keremi,
Tezekten terazinin b.ktan olur dirhemi.