9 Aralık 2019 Pazartesi

ADA’NIN TAŞLARI




Öyle bir ada ki kuzeyinden çıkan mermer, ta Roma’ dan bu yana yakın uzak bütün coğrafyanın tapınaklarını, okullarını, resmi binalarını, villalarını, giderek camilerini, sebillerini, çeşmelerini süslemiş, adında saklı “marmor” kelimesi de koca bir denize adını vermiştir; Marmara Denizi.

Yapıları bir yana Marmara Mermeri’ nden  yapılan heykeller bugün müzelerin en seçkin eserleri arasında yer almaktadır.

Adanın güneyinden çıkan granit, yapılarda o kadar fazla kullanılmasa da sanki adayı doğal bir kale gibi kuşatmıştır.

Batıda yakın zamanlarda çıkarılmaya başlayan dolomit ise adanın başka bir zenginliğini yansıtıyor.

Adanın antik dönemdeki adının “Prokinnessos” olduğunu, yani “Geyik Adası” olduğunu düşünürsek, adada artık hiç bulunmayan varlığın hiç bulunmayan zenginliğin “geyik” olduğunu anlıyoruz.

Lodosun yaman olduğu Kasım ayının son günlerinden birinde gidiyorum Marmara Adası’na.Erdek’ ten kalkan feribot Avşa Adası’ na zor yanaşıyor.

Küçük bir oğlan çocuğu güvertede merakla izliyor dev dalgaların feribotla kavgasını.

Meraklı çocuk ışığın altındasın

Adaya çıkışta sola dönüp ada merkezine, buralıların demesiyle Marmara’ ya doğru yürürseniz adanın ayakta kalan en eski yapısını, bir dönem kaymakamlık binası olarak kullanılmış, şimdi kendi halinde terk edilmiş olan, 1906 yılında yapılmış Rum İlkokulunu görüyorsunuz.

Marmara Kaymakamlık Binası
Taş denince aklımıza belki de ilk olarak mezar taşları geliyor nedense.
Ben de öyle yapıyorum.
Adanın mermerinden yapılmış mezarların taşları ilgimi çekiyor.
Destur, deyip giriyorum adanın mezarlığına.



Oktay YURDAKULER mezar
Hemen sağda mezar taşı ada mermerine uymayan ve üzerinde Oktay YURDAKULER yazılı mezar taşı soyadından dolayı dikkatimi çekiyor.

Hakan YURDAKULER geliyor aklıma, 1976 yılında karanlık güçler tarafından öldürülen 23 yaşındaki Ankara SBF öğrencisi ve benim adada komşum Ceylan’ın amcası, Nigarin’ in kayın biraderidir.

Hakan YURDAKULER Oktay YURDAKULER’ in kardeşiydi.

Hakan YURDAKULER, Albay Muzaffer YURDAKULER’ in oğluydu.

Albay Muzaffer YURDAKULER,  27 Mayıs’ ı gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi üyesi subaylardandı.

Hakan’ ın seçilmesi hiç de tesadüf olamaz.

Kimler yok ki adanın bu küçücük mezarlığında yatan.

…/…




Orhan TUNCEL Abi oğlu Yavuz ile koyun koyuna yatıyor

Adadan bir ev almaya karar verdiğimde, alacağım evin 2010 yılında oğlunun hasreti ile hayatını kaybeden ünlü TRT yönetmeni, su altı belgesel yapımcısı Orhan TUNCEL’e ait olduğunu nereden bilecektim.

Oğlu Yavuz’ un ise daha on dokuzunda adanın denizinde vurgun yiyerek hayatını kaybetmiş olduğunu hiç bilemezdim.

Yine geliyoruz 27 Mayıs’a. 27 Mayıs sonrasında kurulan hükümette kısa bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan Unesco Türkiye temsilcisi, DTCF dekanı, Fransız Dili ve Edebiyatı bölüm başkanı, Dimitri KANTEMİR’ i en derli toplu yazan Prof. Dr Bedrettin TUNCEL hocanın ise Orhan TUNCEL’in babası olduğunu evi aldıktan sonra bana kalan koliler dolusu evraktan, hocanın eşi Nimet Hanım ile yazışmalarından anlayabiliyordum.

…/…

Siz bakmayın öyle takım taraftarlarının fanatik hallerine.

Belki de hiçbir Fenerbahçeli bilmez takımın efsane doktor futbolcusu Memduh EREN’i.

Kurmay Yarbay Talat TURHAN ile adı “Bomba Davası’na” karışır Fenerbahçeli Dr Memduh EREN’in.

Muayene ettiği hastalarının yüzde doksanından muayene ücreti almaz.

Kaleye gol ortası yapacağı sırada durur, bir türlü yapamaz ve gol kaçar.

Sorarlar, neden orta yapmadın?

“Ya ne yapayım, tam o anda bir tutam papatya geldi önüme, orta yaparak papatyalara zarar vermek istemedim.”

Böyle bir insandır Dr Memduh EREN.

Ama bu iyiliklerin elbet bir karşılığı olacaktır.
Fenerbahçeli futbolcu Dr Memduh EREN yaptığı iyiliklerin karşılığında gördüğü ağır işkenceler neticesinde böbrek yetmezliğinden hayatını kaybeder.

Fenerbehçeli Futbolcu Dr Memduh EREN
Ada mezarlığında gezmeye devam ediyorum.

Çok ilginç mezar taşları çıkıyor karşıma.
Beni çeken hem mezar taşlarına yazılan sözler, hem mezarda yatanların isimleri hem de mezar taşlarına yapılan resimler oluyor.

…/…

Prof Dr Mustafa ASLIER Mezarı

Siz yine bakmayın Mustafa Hoca’nın mezar taşında Profesör kısaltmasının hatalı yazılmış olduğuna.

Mustafa Hocam Türkiye’ de hiç el atılmayan 19. yüzyıldan sonra öldüğü düşünülen gravür sanatının, taş baskı sanatının son örneğiydi.
Adadaki harika evi, sadece taş baskı konusunda değil taş baskı aletleri koleksiyonu açısından da bir müze gibiydi adeta.
Mustafa ASLIER taş baskı çalışması
…/…
Devam ederken kimler çıkıyor karşıma.

İşte KIR OSMAN, nam-ı diğer KARA OSMAN veya hepimizin Osman Abisi.

Babası mübadele ile gelen Girit’ li ailelerdendir Osman Abi.

Yaşar KEMAL adaya geldiğinde onda kalırdı. O kadar çok hikayesi vardı ki Osman Abi’nin.

Ama o sevimli ve hepimizi gülümseten palavralarını artık dinleyemiyoruz.

Bir palavra mı?

Adanın yaylasında çok aç kalır, baldırından bir parça et keser, pirzola yapıp yer.


Kara OSMAN
…/…


Marmara Adası Sevdalısı Engin SAVAŞÇI’ nın Mahir ÇAYAN’ın kayın biraderi Yüzbaşı Orhan SAVAŞÇI ile ne bağı var, bilemiyorum, ama adaya sevdası kesin.
Engin SAVAŞÇI
…/…


Ada deyince deniz ve denizciler gelir hep akla.

Meslekten denizci olmanız gerekmez. Dr Tunç SEYREK gibi amatör de olsanız, bir yanınız denize sevdalıdır hep ve mezar taşınıza hep bir yelkenli işlenir sizi nereye götürdüğü bilinmez.



Hep denizci olmaz, arada soyadı elmalı olan kişiler de olur. 
Ada mermerine her türlü resim işlenebilir. Ama birisi “bey baba” olur.

Kimdi acaba bu Bey Baba?


Ya bu Bulancaklı Kaptan kim ola ki? Bulancak kelimesinden sonra iki nokta üst üste neden kondu acaba? Bir anlamı mı var bu iki nokta üst üstenin?

…/…

TILSIM bebek. Annesinin onun yaşaması için yapmış olduğu tılsım tutmadı mı acaba?



Tılsım Bebek için ayak ucuna bağlanan oyalı yazma öbür dünya için mi acaba?

…/…
Mustafa Bey bu “KASKET” lakabını Kılık Kıyafet İnkilabı savunucusu olduğu için mi aldı, yoksa başından hiç çıkarmadığı belki de bir BASK kasketinden mi?


…/…
Hayat hep bir özlem, hep bir bekleyiş değil midir?

Mustafa TOKGÖZ hep güneşin doğmasını bekledi ve güneş sonunda doğdu, ama çok geç.

Mustafa TOKGÖZ’ ün doğmasını beklediği güneş neyi anlatıyordu?

…/…

Kutsal kitaplarda vardır ya hep “cehennem zebanileri.”

Mitolojiden biliriz Hades’ i, yani yer altının bekçisi İhtiyar Xaron’u.
Peki bu ada mermerinden yapılmış sandalyede kim oturuyor el ayak çekilince  bu mezarın başında?

…/…

Kim beklenir bilinmez, bekleyen kim, o da bilinmez.

Ama kaptanların bazıları sanki Barbaros gibi “denizleri yara yara geliyor olmalı, soyadına yazdırmış denizleri nasıl yardığını.


…/…

Bu aile neden “KIRIK” soyadını aldı acaba?
Bir şeye, bir kimseye mi kırıldı? Veya Girit’ten mübadil olarak geldiklerinde bütün aile,  sülale kırıldığı için mi alındı bu soyadı, kim bilir?

…/…
İnsan sert olabilir, hayat onu öyle yapmış olabilir, ama birisinin en sert olması nasıl bir şeydir, acaba? Bir ifade, bir mesaj mıdır bu ENSERT soyadı?

Ya KAYKAF nedir?
…/…

Ama Girit’te hatırı sayılır Arap köleler de vardı.

Varlıklı Giritliler mübadele ile Anadolu’ ya geldiklerinde kimileri kölelerini de yanlarında getirdi.

Ayvalık ve İzmir civarı bu kölelerin aileleri ile doludur ve onlar artık AFRO-Türk olarak bilinir.

Hanım MERSİN BEDEVAKİ kızıdır.

BEDEVAKİ ise, BEDEVİ gibi demektir ve muhtemelen Mersin Hanım BEDEVİ bir köle olarak gelmiştir Marmara Adası’na.

…/…

Askeri rütbeler içinde “kaymakam’’ da vardı Osmanlı’da ve bugünkü karşılığı yarbay idi. Gemilerde REİS de var ve hala var. Ama BEY REİS ne ola ki?


…/…


Ve herkes gitti.

Roma’ dan bu yana yapılan mezar taşları onlardan sonra gelen uygarlıklar tarafından sökülüp bir kenara kondu ve ölülerini aynı mekana gömdüler.

Sonra Bizans, sonra Selçuklu, sonra Osmanlı ve Cumhuriyet geldi.

Osmanlı mezar taşları artık sanki “sizin de miadınız doldu” denircesine bir kenara atımlı halde duruyor.

Bakalım bunca anlatmaya çalıştığımız mezar taşları ne zaman bir kenara yığılacak?


…/…


Ama belki de o kadar kötümser olmamalı.

Adada sadece mezar taşları yok adaya tarih katan.

Adanın her yerine serpiştirilmiş güzel ve görselliği olan ve ada mermerinden yontulmuş mermer objeler de var.

Bu objeler kimi zaman bir heykel, kimi zaman bir terminal binası olarak çıkıyor karşımıza.




Adanın deniz ulaşım terminal binası dış yüzeyi tamamen Marmara mermeri ile kaplı.

…/…

Bu başarılı yontuda saklı olan bir geminin burnu olan genç bir kadın.

…/…


Özlem hep uzaklara ve uzaklar hep engin denizler.
Engin denizlere gidiş mermerden de olsa yelkenlilerle yapılacak elbette.
.


…/…
Ertesi gün adanın kuzeyine, yani mermerin ta Roma’ dan bugüne çıkarıldığı Saraylar Köyü’ ne gidiyorum.

Roma bütün imparatorluk bölgesine sayısız mermer göndermiş buradan.

Giden mermerlerin kimi sütun, kimi sütun başlığı, kimi heykel şeklinde olmuş.

Ama kimi işler ise yarım kalmış.

Kimi işler beğenilmeden bırakılmış, kimisinin parası ödenmediği için, kimisi ise belki de savaş nedeniyle yarım kalmış.

Metrelerce kalınlığında mermer molozu içinde bu tür mermer objeler aramak adeta “samanlıkta iğne aramaktır” ve bunu ancak Dr Nuşin ASGARİ Hanım yapabilmiştir olanca özverisi  ile.

Bugün kıymeti bilinmese de Saraylar Köyü’nde yani Marmara Adası’ nda dünyada bir eşi daha olmayan Mermer İşçiliği Müzesi bulunmaktadır.


…/…


Bu henüz bitmemiş veya parası ödenmediği için ocakta kalmış bir stadyum basamağı kim bilir neresi için yapılmıştı? AIZANOI olabilir mi?


…/…


Ya bu bitmemiş Korint tarzı mermer sütun başlığı hangi tapınak için yapılıyordu?

…/…


Bu sütunlar oldukça büyük çaptalar, nasıl işlenecek ve taşınacaktı?




…/…


Ama bu lahit tarzı Roma mezarlarının uzunlamasına güney cephelerindeki yazıların başlığı ortak bir kelimeyi içeriyor: İPOMNİMA
Yani, “tebliğ” demek İPOMNİMA. Yani mezarın önünden gelen geçen için yazılmış yazıyı okumak isteyenlere “al oku, ibret al, ben” der gibi.




Veya ölen kişi sanki öbür dünyada gördüklerini anlatmak istiyor ve bunu “tebliğ” olarak duyuruyor fanilere.



…/…

Saraylar Köyü’nde uzun zamandır yapılan Uluslar arası Mermer Heykel Sempozyumu çalışmaları adanın ve Saraylar’ ın çeşitli yerlerinde sergileniyor.

İşte sanki dünyaya tek bir pencereden bakan bir gözlük örneği.

…/…


İşte başka bir güzel örnek, modern bir güneş saati çalışması.


    

Modern güneş saati


























İşte başarılı bir figütarif çalışma

…/…

Peki bunca yıldır, bin yıllardır işletilen mermer ocakları nasıl işletiliyor?
Mermerlerin bir peynir kalıbı gibi kesilmesi de aslında birer yontu gibi değil mi?




…/…
Ada mermerinin ocakları artık deniz seviyesine inmiş durumda. Bu da mermeri çıkarma maliyetini artırıyor.

Bir de duran inşaat sektörü ve ihracat mermer ocaklarının kapanmasına neden olmuş ve Saraylar Köyü’ nün ekonomisini çok etkilemiş.

Mermer ocaklarının görüntüleri insanı ürkütüyor.

Fotoğraf çekebilmek için izin almak yetmiyor.

Mermeri kesen testereden fırlayan “soket” dedikleri 11 mm çapındaki kesici parça bir mermiden daha hızlı ve sessizce çok kişinin yaralanmasına veya ölmesine neden olmuş.

Hangi ocakta kopar bu testere, nerede gelir hiç belli olmazmış.

…/…


Ama mermeri kesen havalı testere ne kadar tehlikeli olsa da testerenin mermer blok üzerinde bıraktığı dairesel izler bir gizemi anlatıyor sanki.
 




…/…

Ama en güzeli de Saraylar Köyü’ ne yerleşmiş Sinop Ayancıklı birisinden kestane alıp yemek olmalı.

Kestaneyi yerken bir şarkı dolanıyor dilime:

Ada yolu kestane

Aman dökülür dane dane...




…/…

Mermer de olsa, granit de olsa bir taş asla basit bir taş değildir.

Bütün bu taşlara kurumsal anlamda ilk sahip çıkan ise Erdek’ in efsane kaymakamı Reşit Mazhar ERTÜZÜN oluyor, ruhu şad olsun.

Sabahattin ALİ’ in dayısının oğlu ERTÜZÜN ve çevredeki bütün eserlere sahip çıkıyor.

O gelene kadar kireç olmaktan kurtulamayan canım mermer heykelleri yakan kireç ocağı sahibi bir köylü bakın ne diyor yaktığı heykeller için.

“Günün birinde bu heykellere sahip çıkacak bir kaymakamın geleceğini nereden bilebilirdim. Kireç ocağında yaktığım kadın heykellerinin ocağa atılırken bana baktıkları yüz ifadelerini hala unutamam.”

Biz de unutmayacağız.

12-14 Haziran tarihlerinde

ANADOLU’ YA  AÇILAN KAPILAR – 1

GRANİKOS SAVAŞI ile bölgeye bir yolculuk yapacağız.

Unutsak da taşın hafızası çok güçlü ve asla unutmuyor.

Muhabbetle,

Recep Babayiğit

Aralık 2019












17 Ekim 2019 Perşembe

GOMİDAS: AYDINLIK SABAHIN SESİ




Eskiler çocuk isimlerini verirken çocuğun taşıdığı isimle, kişiliğinin benzer, aynı olmasına dikkat ederlerdi.

Bu şekilde kişiliğine oturan isim taşıma haline eskiler “ismiyle müsemma,” derlerdi.

Bazı meslekler de öyledir.

Bazıları sanki doğuştan o mesleğin erbabıdır, bazıları ise o mesleğin bir reformcusu, bir devrimcisidir.

Eskiler bu tür meslek erbabına o mesleğin “piri” derlerdi.

Bazı meslekler ise baba mesleği olmasına rağmen, çocukları bunun pek farkında olmasalar da o babanın soyundan gelen çocukların kişiliğinde, sanat hayatlarında çok belirleyici olur.

Ayakkabıcı ustası olmak çok zor bir uğraştır. Mesele sadece bir deri parçasını saya haline getirip kalıba geçirmek değildir.

Ayağa giyilecek derinin şekillenmesi, renk uyumu, modeli ustanın elinde hayat bulur.

O nedenle ayakkabıcı denmez bu işin erbabına, yapılan işin adını taşır ustalar: Başmakçı, Yemenici, Çarıkçı

…/…



Gomidas’ ın babası işin ehli, çekirdekten yetişme bir ayakkabıcıydı, yöre diliyle söylemek gerekirse, başmakçıydı.

Gomidas’ ın ince ve narin elleri ve hep üşüyen, öksüz bedeni babasının mesleğini icra etmesine izin vermedi belki, ama babasının o ince eleklerden süzülmüş bakışı ile yapmış olduğu “başmaklar” Gomidas’ın gözünden kaçmamış olmalı.

Müziğe yatkın bir anne babanın çocuğu olmak yetmez yirminci yüz yılı ve günümüzü müzikle doldurmak, günümüze aydınlık bir sabah bırakmak için.

…/…

Hemşerisi Hisarlı Ahmet Gomidas’ın çağdaşı değildi, ama doğduğu topraklarda, Kütahya’ da Gomidas diye birinin doğup 12 yaşına kadar yaşadığından mutlaka haberdardı.

Gomidas ve Hisarlı Ahmet aynı damardan beslenip, aynı nehre akıp, aynı denize denize kavuştular. Birisi Ermeni, diğeri Türk olarak aktılar ırmağa.

Gomidas gibi, Hisarlı Ahmet’ in de babası ayakkabıcıydı, ince elekten geçirilmesi gereken bir meslek.

…/…

Şöyle deriyi eline alıp zarif bir dokunuşla o deriden nasıl ve kime, kadın, çocuk, erkek, bir çift ayakkabı çıkacağını anlayan ustalardır bu işin ustaları.

Avuç içi kadar dört ayaklı tahta bir tezgahın üzerine eğilerek iki büklüm çalışan usta, başmakçı, yemenici, tezgaha her eğilişinde tezgahın altında içinde mey dolu zuladaki toprak testisini de yoklardı arada.

Usta burada dükkanında kendini bir derviş, dükkanını da bir dergah gibi görürdü.

Ustanın yaratıcılığı tahta tezgahın altındaki mey dolu toprak testiyi her ağzına götürüşte mi ortaya çıkardı? Yoksa bir başına bu dergah kabul ettiği dükkanda çile çeken dervişlerin erbainden sonra o huzura ermiş halleri gibi kendi imalatı, kendi yarattığı başmaklara, yemenilere bakarken bakarken kendinden geçmesi miydi?

…/…

İstanbul’da Gedikpaşa’ da bu mesleği icra edenlere kız değil, kiralık ev bile vermediklerini yakın zamanların tanığı sayılırım.

Bu mesleği, ayakkabıcılığı icra edenlerin, dervişler misali hep bir esrime halinde olduğunu bilirdi halk ve İstanbul ahalisi.

Ne ilginçtir ki veya tesadüf müdür ki, ustayı serhoş eden, bir hoş eden o küçük ve alçak tahta tezgahın altında içi mey dolu toprak testi zamanla tezgahların altından kaybolduğunda, ustayı başka bir şekilde ser-hoş eden sentetik yapıştırıcılar çıktı ortaya.

Ustalar bu sentetik yapıştırıcıdan yeteri kadar ser-hoş olamadan, ahalinin ve o kız annelerinin kanayan bir yarası haline gelen “balici çocuklar” doldurdu karanlık ve yetim sokakları.

…/…

Yücel BAŞMAKÇI vardır, türkülerimizin usta icracısıdır.

Soyadında taşıdığı kelimenin onun icrasında, onun türkü deryasında ona atasından gelen bir miras olduğunun farkındadır usta.

…/…

Gomidas aydınlık bir sabaha uyanmak için kalıplardan çıkması gerektiğini biliyordu.

Hisarlı Ahmet de öyle.

Vartabed yani kilise papazı Gomidas kilise müziğinin sahnelere de icra edileceğini gösterdiğinde, bunun bir aydınlanma çabası olduğunu biliyordu.

Gomidas, kilise korolarına kadınları da dahil ettiğinde aldığı şikayetler veya duyduğu dedikodular bu işin “bir din adamına yakışmayacağına dair” olmalıydı.

Hisarlı Ahmet arada müezzinlik yaptığı camiden evine her döndüğünde sazını alır eline.

Hac dönüşü artık sazı sözü bırakacağını uman ve serzenişte bulunan dostlarına “ben Allah’a sazımla sizden daha yakınım,” diyordu.

İki ustanın tavrı da devrimci bir tavırdır.

…/…

Binlerce Türkçe, Ermenice, Kürtçe, Farsça türküyü, şarkıyı, sözü, sesi derleyip insanlık tarihine bir miras gibi devreden Gomidas dünyanın gelmiş geçmiş en büyük etno-müzikologlarındandır.

Ama üzülüyoruz, ne icracılar ne araştırmacılar ve derleyiciler ve ne de dinleyenler, dinledikleri o şarkıların, türkülerin, ağıtların birer Gomida derlemesi olduğunu bilmemeleri ve belki de en üzücü olanı da bunları inkar etmeleri, görmezden gelmeleridir.

Bu toprakların yetiştirdiği Hampartsum LİMONCİYAN olmasaydı, o güzelim Dede Efendi şarkılarını zamanında “khaz” adı verilen Ermeni nota sistemi ile notaya almamış olsaydı, belki de bize hiçbir Dede Efendi eseri miras kalmayacaktı.

Gomidas keni mirasını anne ve babasından almış olsa da asıl mirası onun öncüsü LİMONCİYYAN’ yan almıştır.

Hisarlı Ahmet de kendi mirasını ayakkabıcı, başmakçı babasından almış olsa da, onun asıl devraldığı miras hemşerisi Gomidas’ tan aldığı mirastır.

Bugün icra edilen birçok Ege – Kütahya türküsü onun imzasını taşır, onun sesinde akar ummana, ama kimse bilmez Hisarlı’ yı. Bilenler de adını zikretmez icralarda.

…/…

07 Ekim 2019 Gomidas’ ın 150. Doğum yılıydı ve biz bir grup Yurt Gezgini bu yıl dönümü onuruna düzenlenen muhteşem konsere katıldık.





Ayrım yapmaksızın bütün sanatçıların yüreği hep Gomidas için atıyordu.

Ama Ara DİNKJIAN’ ın udu bir başka ses veriyordu bu topraklar üzerindeki gök kubbeye.

Ara Dinkjian ve UDU
…/…

Okullarda verilen edebiyat ödevlerinden birisi “roman özeti çıkarmaktır.”

Yurt Gezginleri’ nin bunca yıldır yapmakta olduğu yurt gezilerinden çıkardığı birçok özetten birisidir GOMİDAS’ ı tanımış olmak.

Dede Efendilerin, Limonciyanların, Gomidasların, Hisarlı Ahmetlerin ruhu şad olsun.

Onların mirası var oldukça, aydınlık sabahlara uyanacağız.
Muhabbetle,