EMANET AYAKKABI
İnsanların
kendince çok değerli bildiği bir şeyi başkalarına, hiç tanımadıklarına, hatta
çok yakından tanıdıklarına bile emanet etmeleri zordur.
Bazen
değerli bir şeyi, birisine emanet bırakırsınız.
Bazen sevdiğiniz birisini bir başka sevdiğinize emanet bırakırsınız. Giderken de “Çocuğum, oğlum, kızım, annem, babam vb. uzatabilirsiniz” size emanet deriz.
…/…
Aşık
Mahzuni Şerif askere giderken eşi Sovina/Suna’yı en yakın arkadaşına emanet
eder belki de.
Ama bilen bilir hikayeyi, İtalyan asıllı Sovina Mahzuni’nin arkadaşıyla kaçar. Emanete hıyanet vardır.
…/…
Muharrem
Usta bu dünyadan göçmeden önce sazını oğlu Neşet Ertaş Usta’ya emanet eder.
“Sazımın emanetidir,” der ona.
Burada Muharrem Usta’nın emanet ettiği sadece ağaç ve telden ibaret bir saz değildir, Muharrem Usta’nın emaneti bin yüzyılların ötesinden gelen koskoca bir “Abdal Müziği” geleneğidir.
…/…
Ortalık
yerde konuşulamayan ve adı hep “Emanet” olarak geçen şeyler vardır bir de.
Genellikle
silahtır bunlar.
En büyük ve en değerli emaneti Nazım verir Arhaveli İsmail’e.
(…)
Arheveli İsmail
kendi kendine sordu:
“Emanetimizle varabilecek miyiz?”
Kendine cevap verdi:
“Varmamış olmaz.”
Gece, Tophane
rıhtımında
Kamacı ustası Bekir Usta ona:
“Evlâdım İsmail,” dedi,
“hiç kimseye değil,” dedi,
“bu, sana emanettir.”
Ve Kerempe
Fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
İsmail, reisinden izin isteyip,
“Şaban Reis,” deyip,
“emaneti yerine götürmeliyiz,” deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.
“Allah büyük
ama kayık küçük” demiş Yahudi.
İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
peşinden üç-kardeşler.
Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
alabora olacaktı.
Rüzgâr tam kerte
yıldıza dönüyor.
Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor:
Sıvastopol'a giden bir geminin
sancak feneri.
Elleri kanayarak
çekiyor İsmail kürekleri.
İsmail rahattır.
Kavgadan
ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
İsmail unsurunun içinde.
Emanet:
bir ağır makinalı
tüfektir.
Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini
ta Ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.
Rüzgâr bocalıyor.
Belki karayel gösterecek.
En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
Fakat İsmail
ellerine güvenir.
O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.
Rüzgâr karayel
göstermedi.
Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.
İsmail
beklemiyordu bunu.
Dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah
durdu.
İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
Bir ürperme geldi İsmail'in içine.
Ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz
şeklinde gördü yalnızlığı.
Ve birdenbire
öyle
kahrolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.
Sular tekneyi
açığa sürüklüyor.
Artık hiçbir şey mümkün değil.
Kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan elleri ve emanetiyle İsmail.
İlkönce küfretti.
Sonra, “elham” okumak geldi içinden.
Sonra, güldü,
eğilip okşadı
mübarek emaneti.
Sonra...
Sonra, malûm olmadı insanlara
Arhaveli İsmail'in âkıbeti...[1]
…/…
Burada
emanet ayrı, söylenen söz ayrı değerde ve önemdedir.
Emanet bırakılan kişi, yani emaneti alan kişi çoğu zaman büyük sorumluluk altındadır. Emanete sahip çıkması gerekir. Emanete hıyanet edilmez sözünü şimdilerde pek duyamasak da hala ağırlığı olan bir sözdür kültürümüzde.
Bazen
de çok değerli bir eşya, bir mal bir başkasına emanet edilir.
Böylesi
emaneti alan kimse o eşyaya gözü gibi bakar ve onu en iyi şekilde korur.
Emaneti alırken de emaneti verene şu lafı söyler: “Aman emanetin bağrı yuka (yufka) olur, derler” sen hiç merak etme, nasıl teslim ettiysen öyle alırsın.
Emanetin bağrı gerçekten yuka/yufkadır, yeterince özen gösterip saklamazsan çabucak kırılır.
Uzakta
birisine bir dostunuzla selam gönderirken de aslında o selam o dostunuza bir
emanettir.
O dostunuz vefalı ve emanete saygılı birisi ise selam gönderdiğiniz kişiyle karşılaştığında lafa şöyle başlar “Önce falancanın üzerimdeki sana olan emanet selamını söylemiş olayım.”Selamı alan kişi de sonraki zamanda o selamı göndereni gördüğünde Gevheri’nin aşağıdaki deyişinde anlatmaya çalıştığı gibi “Emanet ettiğin selamın geldi, aldım,” der.
Burada derin bir anlam yüklü emanet sözü ise bize genç yaşta kaybettiğimiz Abuzer Karakoç’un icrasında bir Alvar deyişinde çıkar karşımıza. Deyiş Gevheri’den alınmadır.
Emanet
etmişsin geldi selâmın
Sevgilü
sultanım, aleyküm selâm.
Aldı tazim
ile bu ben gülâmın
Ey şahı
hubanım, aleyküm selâm.
Umarım
efendim, mürüvvet senden
Uğrunda
geçmişim can ile tenden
Demişsin
gedama selam et benden
Sevgilü
sultanım, aleyküm selâm.
Geçmeden
boynuma aşkın kemendi
Nice bir
ararsın bu derdi mendi
Kuluna
selam etmiş, efendim kendi
Sevgilü
sultanım, aleyküm selâm.
Lütfedip
hatırım ele almışsın
Sana hasret
olduğumu bilmişsin
İşittim
merhamet kâni olmuşsun
Derdimin
dermanı, aleyküm selâm.
Müyesser
olur mu, rüyunu görmek
Acep olur
mu ki, vaslına ermek
Gahi gahi
böyle selâm göndermek
Keremdir
sultanım, aleyküm selâm.
Hasta idim,
beni getirdin cana
İhtiyaç
kalmadı, gayri Lokmana
Selâmın
şifadır, bu hasta cana
Sevgilü
sultanım aleyküm selâm.
1991 BEYAZIT TEK ŞEKERLİ ÇINARALTI
O
yıllarda Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası‘nda çalışıyorum. Bazı yaz
günlerinde iş çıkışlarında Üsküdar’a kadar geliyor, karşıya geçiyor, Beyazıt
Sahaflar Çarşısı’nı geziyorum.
Sonra
da “Tek Şekerli Çınaraltı’nda” üzerindeki uzun paltosuyla, parmaklarında türlü
türlü ve çok sayıda gümüş yüzüklerle, saçları Kaf Dağı’nı dolaşacak kadar
uzunlukta eski zaman ikonları gibi sürekli ayakta duran Hüseyin Avni Dede ile
sohbet ediyorum.
Kış günlerinde ise ancak hafta sonlarında görebiliyorum Dede’yi.
Bir
gün Dede’nin kulağına eğilerek “Dede ben Sümerbank-Beykoz’da çalışıyorum, sana
bir çift ayakkabı getirsem, giyer misin acaba, galiba 42 numara giyersin?” diye
soruyorum.
Dede’nin
gözlerindeki sevinci görebiliyorum, gayet olgun, sen de kim oluyorsun, demiyor.
“Gayet tabi ki giyerim,” diyor.
25 OCAK 2020 BEYAZIT
TEK ŞEKERLİ ÇINARALTI
YURT GEZGİNLERİ ESKİ
İSTANBULLU AĞAÇLAR
ŞEHİR GEZİSİ BAŞLANGIÇ NOKTASI
Yazar Dostumuz Volkan Yalazay’ın ESKİ İSTANBULLU AĞAÇLAR-İstanbul’un Anıtsal Ağaçları kitabının rehberliğinde 25 ve 26 Ocak 2020 tarihlerinde iki gün üst üste ve iki ayrı grupla yapmış olduğumuz ESKİ İSTANBULLU AĞAÇLAR Şehir Gezimize kitabın “ÇINAR HAZRETLERİ” bölümünde uzun uzun anlatılan ve adı Beyazıt Camisinin yanındaki çınar ile anılan, çoğumuzun yakından tanıdığı bir zamanlar bu meydanda tezgah açan esnafın posta adresi olmuş olan TEK ŞEKERLİ ÇINAR ALTI ile başlıyoruz.
DEDE
artık o canlı çınar altına seyrek geliyor.
Üç
gün önce gittiğimde DEDE’yi göremeyince, sahafta çalışan Mehmet DUMAN kardeşim ilgileniyor
ve DEDE’ye iletilmek üzere ona telefonumu bırakıyorum.
Doğrusu
pek ümitli olmamakla birlikte 25 Ocak, Cumartesi için DEDE ile çınar altında
buluşmayı
düşünüyorum.
DEDE bize kim bilir neler anlatacak?
Derken bir gün önceden Mehmet DUMAN kardeşim beni arıyor ve DEDE’in yanında olduğunu söylüyor.
DEDE’ye hürmetlerimi ileterek başlıyorum konuşmaya ve 25 Ocak, Cumartesi, sabah saat 08.30’da TEK ŞEKERLİ ÇINAR ALTI’nda buluşmak üzere sözleşiyoruz.
25 Ocak, Cumartesi, saat 08.30
Gezi
için isim yazdıran ve mazereti olan birkaç arkadaşımız dışında sabahın ayazına
ve karanlığına rağmen, sıcak yataklarından kalkıp gelen 22 Yurt Gezgini ile buluşuyoruz TEK ŞEKERLİ ÇINAR ALTI’nda ve yanımızda çınarın onsuz adı telaffuz
edilmeyecek manevi koruyucusu Hüseyin AVNİ DEDE ile.
DEDE gruba kitaplarını imzalıyor.
Derken
Mehmet DUMAN çay söylüyor herkese.
Çınardan
ve Ahmet Hamdi’den söz ediyoruz.
Farsça
olan çınar kelimesi dilimize öylesine yerleşmiş ki, “Çınar kelimesi” dışında
çınar
için söylenecek başka her kelime bize farklı şeyler anlatıyor, farklı şeyleri
işaret
ediyor sanki.
BİR ROMAN BİR EFE: KERİMOĞLU Yurt Gezimizde Muğla-Pisi’de bizi gezdiren KERİMOĞLU kitabının yazarı, dostumuz Hüseyin İlker Altınsoy Efe’nin çınarları göstererek her seferinde onlara “Kavak” demesiyle şaşırmalarımız bu şehir gezimizde son buluyor.
Volkan
YALAZAY çınarın Anadolu’nun farklı yerlerinde halkın çınar için “Kavlak-
kavlağan-kavak”
dediğini yazıyor.
O
halde uzun kavak nedir, ona ne demeli?
Kırgızistan
gezilerimizden biliyoruz ve gruba soruyorum.
Unutmamış
kimse, Kırgızlar bizim bildiğimiz uzun kavak için “Gök dal” diyorlar.
DEDE
bize bir şiirini okuyor ezberinden.
Biz de DEDE’ye armağan olsun, diye ona bir Diyarbakır türküsü okuyoruz.
Bahçada yeşil çınar
Boyun boyuma uyar
Ben seni gizli sevdim
Bilmedim alem duyar
DEDE
çok mutlu oluyor.
Cezmi
ERSÖZ’ ün TEK ŞEKERLİ ÇINAR ALTI için yazdıklarını Volkan YALAZAY’ın
aktarması
ile okuyoruz.
Her
gezimizde olduğu gibi, bu gezimizde de çam sakızı çoban armağanı bir
hediyemiz
oluyor. Bir paket çifte kavrulmuş ALİ MUHİDDİN HACI BEKİR lokumu hediye
ediyoruz DEDE’ye.
Afiyetle yesin.
O sırada yanımda getirmiş olduğum Volkan Yalazay kitabının ilgili sayfasını açarak Dede’ye imzalatıyorum.
EMANET AYAKKABI YERİNİ BULUYOR
Grup
biraz uzaklaşıp ayrılıyor.
DEDE ile baş başa kalıyorum. Biraz mahcup, çokça utanarak, ona tam otuz yıl öncesinden verdiğim bir sözü artık yerine getirmek için elimde taşıdığım paketi Dede’ye vermeye hazırlanıyorum.
Aslında
30 yıldır bende bekleyen bir “Emanetini” veriyorum Dede’ye.
Bu
paketin içinde ona 1991 yılında söz vermiş olduğum, ama bir türlü getirip
veremediğim, 42 numara bir çift iskarpin var. Ama iskarpinler Sümerbank-Beykoz
ürünü değil.
Olsun.
Dede sanki bu bir çift iskarpini benden 30 yıl önce almış da “Şimdilik sende emanet kalsın, sonra getirirsin” dercesine bana geri vermiş gibiydi.
Dede’ye
paketi veriyor ve 1991 yılında aramızda geçen o konuşmadan söz ediyorum.
Çok duygulanıyor Dede.
![]() |
Bizi koruyan Dede mi, çınar mı? 25 Ocak, 2020 |
EMANET KİTAP
Pandemi
sonrası Dede’ye sık sık uğruyorum.
Dede
bana bir keresinde “Hani bana kitap imzalatmıştın, o kitaptan arıyorum,
bulamıyorum,” diyor.
“Ben sana bulurum, Dede,” diyorum.
Dede
kulağıma eğiliyor ve usulca “ Ayakkabı işine dönmesin, ben bir 30 yıl daha
bekleyemem” deyince ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum.
İlk emanetin bu kadar geç teslim edilmesinden dolayı zaten çok utanıyordum, unutulmamış o hikaye yeniden karşıma çıkınca yine utanıyorum.
Dede
iyi niyetli, alınmıyorum.
Sevindiğim şey ise Dede’nin bunca yıl sonra emaneti unutmamış olması oluyor.
Kitabın yayıncısı benim de üyesi bulunduğun Ankara merkezli KIRSAL ÇEVRE VE ORMANCILIK SORUNLARI ARAŞTIRMA DERNEĞİ’nin Genel Kurulu’na gittiğimde son kalan kitabı almış oluyorum.
Kitap
artık bende çok kıymetli bir emanet gibi, hiç zarar ziyan görmeden sahibine
ulaşmalı.
Bu sene, Nisan ayında kitabı, emaneti Dede’ye teslim ediyorum.
25 Ocak, 2020 tarihinden bu yana üzerimden koca bir 30 yılın yükü kalkmış oluyor.
MEKANIN SESİ-HÜSEYİN AVNİ DEDE
12
Ekim, 2023 tarihinde İBB tarafından düzenlenen Mekanın Sesi etkinliğinin konuğu
bu kez Hüseyin Avni Dede oluyor.
Etkinlik
saat 18.00’de başlayacak.
Öncesinde
Dede ile sohbet ediyorum ayaküstü.
Onu
ilk defa üzerinde o uzun paltosu olmadan, renkli ve üstelik bir ceket ile
görüyorum.
Bu
anı kaçırmamalıyım. Dede ile bir fotoğraf çektiriyorum.
Bu
fotoğraf da benden sonrakilere emanet kalır belki de.
Dede kendi hikayesini anlatıyor çınarın altında.
Konu
Tek Şekerli Çınaraltı adresine geliyor.
O
zamanlar Anadolu’dan İstanbul’a gelen, Çınaraltı’nda tezgah açarak hayatlarını
kazanmaya çalışan insanların çoğunun belirli bir adresi bile yoktu. Çoğu
Süleymaniye’nin metruk evlerinde kalıyordu belki de.
Ancak onlar memleketleriyle bağlarını koparmamışlar, oraya mektup, para, paket vb. gönderiyorlar, memleketten de onlara geliyordu.
İstanbul’dan göndermek kolay da, memleketten gelecek mektup, paket vb. için hangi adresi verecekler ki bu yersiz, yurtsuz ve adressiz insanlar?
Çözüm
yine o Çınar Hazretleri’nden geliyor.
Dede
anlatıyor, “1988 yılında buraya, çınarın gövdesine bir levha çaktılar. Levhada
buranın adresinin PK. 34450 Çınaraltı-Beyazıt olduğu yazıyordu. Memleketten
gelen mektuplar, paketler buraya, Çınaraltı’na geliyor ve buradan dağılıyordu.”
![]() |
Dede şiirlerini okuyor |
![]() |
PK 34450 sol üstte çınara çakılı |
Dede
hayatından önemli kesitleri bir film şeridi gibi anlatmaya devam ediyor.
-1973’te Şairler
Üzülmesin,
-1968 yılına kadar
bu meydanda kurulan bitpazarında yer parası 25 Kuruş,
-O vakitler tam
karşımızdaki İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü halka açıktı, halk buraya her
gün gelir, gezer, piknik yapardı,
-Altında
durduğumuz bu çınarın yaşı aslın 540, ama gövde çürüdüğü ve oyulduğu için yeni
ölçülen yaşı 375 çıkıyor,
-Şu an İBB’nin
yeniden açtığı Küllük çay ocağı yeşillikler içindeydi ve bu nedenle eski
fotoğraflarda görünmez,
-Küllük ellilerde
yıkılır,
-Meydanda Haydar
Bey Havuzu diye bilinen bir havuz vardı,
-Küllük’ün yanında ise Emin Mahir Bey Lokantası vardı,
Dede
eski para koleksiyonu da yaptığını ve bu işe ilk defa ne zaman başladığını
anlatıyor.
“Çocuktum, bir gün
çınar altında bozuk para satan birisiyle karşılaştım. Paraların ışıltısı beni
büyülemiş olmalı, paraları adamdan almak istedim.
Adam paralar için
10.00 TL istedi, bende ise son param, 2,50 TL var.
Adama söyledim.
Adam razı oldu.
Bozuk paraları alıp eve gittim.
Sonradan öğrendim,
paraların Yunan ve Romen paraları olduğunu ve hiçbir değerinin olmadığını.
Paraların ışıltısına kapılmıştım.”
Dede daha fazlasını ve İstanbul’a, Beyazıt-Çınaraltı’na yolu düşen herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği anıları ŞAİRLER ÜZÜLMESİN & YAĞMA YOK şiir külliyatında yayınlıyor.[2]
Dede
aşağıdaki Tek Şekerli Çınaraltı şiirini okuyor etkinlik sona ermeden.
Çok
da içten okuyor.
Sanki bize de bir mesaj verir gibi, yalnızlık geçen dizede.
“Bilirim bir ölüm suskunluğudur yalnızlığımız”
Yine aynı kitapta “Son Çare” adlı şiirinde ise ayağında papuçlarının, üzerinde paltosunun olmadığını anlatarak başlar dizelere.
Ayağımda
papuçlarım;
Üzerimde paltom
yoksa,
Bir eskiciye satmışımdır,
Dede’ye
1991 yılında söz vermiş olduğum o bir çift ayakkabının da eskiciye satılacağını
bilseydim, “Emaneti” çok daha önceden getirirdim Dede’ye.
Zira bilirim ki şairler boş yere satmazlar ayaklarındaki papuçlarını, üzerlerindeki paltolarını.
Kimsede emanetiniz kalmasın, size emanet edilen bir şey varsa ona sahip çıkın. Ölüm suskunluğunda yalnız olsanız bile, bir gün gelir o emanetin sahibi her şeyi hatırlar.
Aşk-ı
muhabbetle,
TAVSİYE DİLEN DİNLEME:
ABUZER KARAKOÇ-ALVAR
DEYİŞLERİ-EMANET ETMİŞSİN