Neşet Usta ölmeden vasiyetini söyler,
“beni babamın ayağının ucuna gömün”, der. Tıpkı bir şeyh - mürit, hoca – talebe
ilişkisi gibi, saygısı ölünce de devam eder, ayakucuna gömülmek en büyük saygıdır
Muharrem Usta’ ya.
Neşet Ertaş’ ı nasıl anlatmalıdır, çok
zordur söze başlamak. Öyle ki, bir türküsünde geçen tek bir satır, tek bir söz
dizimi bile felsefe tartışmasının konusu olacak denli yüklüdür.
Daha küçük yaşlarda babası Muharrem Usta ile
birlikte köy düğünleri kovalamaya çıkarlar, o düğün senin, bu düğün benim. O
yaşlarda köçeklik yapar Neşet Ertaş, ritim öğrenir.
Sonra anası eline bir tokaç tutuşturur,
üstüne at kılı gerdiği. Görenler durumu Muharrem Usta’ ya müjdeler adeta,
“oğlun da senin gibi sazcı oldu” derler. Neşet Ertaş o günden sonra sazı
elinden bırakmaz. Bırakmaz, ama asla babasının karşısında saz çalmaz.
Sonra, köyler ve Kırşehir Neşet Ertaş’ a
dar gelir, daha 15 yaşında alır başını gider İstanbul’a. Akşama kadar çalıp
söylemesi karşılığında otobüs çığırtkanı onu en arka yerde bedavaya İstanbul’ a
bindirir.
Günlerce iş arar sokaklarda, parası
yoktur, aç kalır. Nihayet bir gün “Şençalar Plak“ diye bir yere girer.
Ne aradığını sorarlar, türkü söylediğini söyler. Bir türkü çalar, içinde garip
sözü geçer. Kendi anlatımıyla, ne karnın aç mı, diye soran olur, ne de kalacak
yerin, var mı, diye. Akşam olur, plak şirketinin sahibi Kadri Şençalar gelir,
kardeşi durumu anlatır. Kadri Bey bir de kendisi dinlemek ister Neşet Ertaş’ ı.
Dinler, oturur ağlar. Karnın aç mı, yatacak yerin var mı, diye sorar.
İşte Neşet Ertaş’a asıl dokunan bu olur,
insan kıymeti bileni bulur.
Neşet ERTAŞ bu insan kıymeti bilmeyi ta
DENEK Dağı’ndan bilmektedir, ondan öğrenmiştir. Kadri ŞENÇALAR Bey Neşet
ERTAŞ’ a gölge olmuştur, Denek Dağı gibi.
Neşet Ertaş’ a bir mahlas gerekir, Kadri
Şençalar sorar, bir adın var mı, diye o da
“bize garip derler”, der. Ondan
sonra Neşet Ertaş bir garip olur, elinden sazı, dilinden türküleri, yüreğinden
aşkı eksik etmez.
Zaten bunca türkü, bunca çığlık, bunca
avaz, yanmış bir yürek, ancak aşkla çalıp söyler. Aşk olmadan söz sadece
laftır, ona hava vermek gerekir, onun için aşk olması gerekir.
Öyle türküler söyler ki, herkesin diline
düşer, Zahidem olur, koca Zeki Müren kafasını duvarlara çalar
dinlerken. Öyle türküler söyler ki, mapus yatan yattığı yılları unutur “mapushanelere
güneş doğmuyor” türküsünü dinlerken.
Öyle türküler söyler ki, “yazını
kışa çevirenleri” anlatır. Aşkla açıklar bunları. Gönülden gönüle gizli
bir yol olduğunu ondan öğreniriz, ama arar arar bulamayız, sırrına ermeye
çalışırız sadece.
Mülksüzdür Neşet Ertaş, müzikten onca para
kazansa da. Mülksüzdür, diğer abdallar gibi. Kazandığını kendisinden daha kötü
durumda olan garibanlara aktarır. Mülksüzdür, “bir ekmeğim varsa, onu bu akşam
yer bitiririm, yarına bir torba unum kalırsa, benden hesabı sorulur”,
inancındadır. Zira o bir torba un o gün aç olan başka birisinin rızkıdır.
Mülksüzdür, emekle sahip olduğu saz evini,
benden dolayı kötü durumlara düşmesinler, diye tanımadığı birisine bırakır.
Köyde saatlerce birbirlerinin gözlerine
baktıklarını, oysa şehirli insanların bunu hiç yapmadıklarından söz eder. Göz
göze bakmanın ruhun derinliğine inmek olduğunu söyler.
Kimseyi kırmaz, babası Muharrem Usta gibi,
engin gönüllüdür. “Öyle lafı uzatıp kısaltmaya gerek yok, birisi öldükten sonra
imamın verdiği talkının da hiçbir faydası yoktur, bu dünyada birisinin kalbini
kırdıysanız, varın hemen bugün özür dileyin” der.
Güzeli öyle bir tarif eder ki, “Acem Kızı”
türküsüne sonradan yazılan son bir dörtlüğe konu olur o güzel. Almanya’ da
bardan içeri giren ve herkesin bakışlarını kendine çeviren İranlı genç kadını
“içeriye şah gibi bir güzel girdi” diye tarif eder.
Yıllarca unutulmuştur, gurbet ellerde
geçim derdindedir. Öyle ki, TRT radyo ve televizyonlarında bile “rahmetli Neşet
Ertaş’ tan alınan bir türkü” diye anonslar yapılır olur.
Mülksüzdür, ama en çok kızdığı şey, kendi
türküleri okunurken doğru okunmadığı ve adının anılmadığıdır.
Ne Neşet Ertaş’ ı ne de Denek Dağı’nı anlatmaya
yerimiz var, ne de bırakmaya. En iyisi, diyoruz, üstadı en güzel türkülerinden
birisiyle analım istiyoruz.
Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özünden sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar yar oy yol gizli gizli
Zaten türkünün adında gizli olan güçlü
imgeyi anlatabilen varsa, beri gelsin. Bir dağ ki adı “gönül” ya da üstadın gönlü
dağ gibi. Bu dağ, Denek Dağı olsa gerektir.
Alçak gönüllü olmak, onun için bir özellik
sayılmaz, doğuştan getirdiğidir. Abdal kültürünün yansımasıdır. Konserinde “ceketini”
çıkarırken bile, seyirciden izin ister. Konserin sonunda gelen alkışlara
“ayağınızın türabıyım” diye karşılık verir.
Ayağınızın altındaki toprağım, turabım
der.
Muharrem Usta, son nefesinde “sazımın
emaneti Neşet’tir” der.
Devlet sanatçılığı payesini kabul etmeyen
Neşet Ertaş, babası Muharrem Usta’nın evini, boş evini ziyarete geldiğinde, Neşet
Ertaş’ın mahalle arkadaşlarının, akranlarının, abdal uşakların çocukları,
torunları onu “ah yalan dünya” türküsüyle karşılar.
Ah
Yalan Dünya
Hep
sen mi ağladın hep sen mi yandın
Bende gülmedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlumu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Sen ağladın canım ben ise yandım
Bende gülmedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlumu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı
gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
Rengi gönlümde solan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Boş yere aldandım boş yere kandım
Rengi gönlümde solan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Bilirim sevdiğim kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek
bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Yaşları gözüme dolan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Bu türkü anlatır ölümü, yalandır geriye kalan her şey.
***//***
Zaman, vakitsiz biriktirdiklerimizdir.
Geçip gidiyor. Biriktirmeden yaşayın.
Ertelemeden yaşayın.
Zamanı ve yerini beklemeden yaşayın.
***//***
Bir yere aitseniz, bir kültüre aitseniz,
bir aidiyetlik duygunuz var ise, DENEK Dağı misali “gölgeniz de” var demektir.
Gölgenizde saklayabileceğiniz, muhabbet
edebileceğiniz dostlarınız olsun, sevgiliniz olsun.
Bir dağ olmanız gerekmiyor, “dağ gibi”
olun, gölge verin.
Kendi dağ kültürünüzü yaratın, aşk ile
yaratın, aşk ile besleyin.
Aşktan beslenin.Aşk illaki