KÜLTÜR
YARATAN DAĞLAR – 1
DİNEK DAĞI
(İkinci
Bölüm)
Denek Dağı
yarattığı kültürü Keskin’ e yansıtır, Keskin’ e taşır.
Keskin demek, halay
demek, Keskin demek, türkü demek, Hacı Taşan demektir.
***//***
Anadolu’nun en
zengin ve canlı müzik kültürüne sahip olan Keskin’ de bu damarı canlı tutan
kanalların başında ritim zenginliği sunan Keskin – Bala halayları, Denek Dağı
eteklerinde kurulu Cerit ve Afşar Obaları’ nın göç ve mecburi iskan öyküleri, Abdal
Kültürü gelmektedir.
“Allı Turnam” türküsü her yerde söylenir, ama Keskin’
de başka türlü söylenir. Hacı Taşan – Neşet Ertaş’ın demesiyle “Hacı Emmi” –
daha başka söyler. Allı Turna avazıyla, Hacı Taşan’ ın sazındaki tele eşlik
eder adeta.
Neşet Ertaş,
Hacı Taşan’ ı anlatırken şunları söyler.
“Babam Muharrem
Ertaş ay dost deyince yeri göğü inletirdi. Hacı Taşan da Hacı Taşan dı emme
canım.“
Neşet Ertaş, ta
küçük yaşlarından itibaren babasının yanında, karşısına asla çalıp
söylememiştir. Onun ustası aslında Hacı Emmim dediği, Hacı Taşan’ dır.
“Billur Piyale” türküsü Erzurum’da da söylenir. Büyük
edebiyatçımız Ahmet Hamdi Tanpınar Billur Piyale’yi “mahalli bir klasik“
olarak tanımlar.
Erzurum’ da
söylenen Billur Piyale ile Keskin’ de söylenen Billur Piyale’ yi ancak Tanpınar
gibi büyük bir usta sentezleyebilir.
Ama Keskin’ de
söylenen Billur Piyale daha başka bir lezzet bırakır ruhumuzda. Hacı Taşan,
billur piyaleli gülüm
burya mı geldin
aslın Keskinli mi gardaş
sen sefa geldin
derken, hem
Keskin’ i anlatır, hem de kolları narin, sevgiliyi.
Billur Piyale,
kristal kadeh, kristal bardak, demektir.
Kristal kadehe
benzetilen yardır, sevgilidir. Sevgili hem narindir hem zariftir kristal bardak
gibi. Ama kristal gibidir aynı zamanda sevgili, bir tarafından bakınca, öbür
tarafını görürsün, ruhunda hile ve karışım yoktur, saftır kristal gibi.
Hacı Emmi,
billur piyale, dedikçe, karşınızda salınan ince belli bir sevgili durur sanki
masada.
Hacı Taşan
demek “Hacıeli Obası” demektir, ayağına fotini giyince zengin
olduğunu sananlar, Hacı Emmi’ nin türküsünde yer bulamaz kendine.
Yöre ağzı ile
söylemek gerekirse “Hacel Obası”, aynı zamanda Muharrem Ertaş‘ın evlendiği köydür,
abdal köyüdür. Hacı Emmi’ nin köyüdür Hacıeli Obası, Hacı Emmi’ nin bütün
türkülerinin sentezi bu türküde saklıdır.
Haceli Obası’ nı engin mi
sandın
Ayağında fotini var zengin
mi sandınHer oluru olmazı dengin mi sandın,
Ay da doğdu göremedim yar seni.
Türkü üstatları
der ki, “türkü Yozgat’ ta doğar, Kırşehir’ de oyun havası olur,
Keskin’ de elenir.
Bu toprakların
insanı, her birisi, sıradan bir abdal, sıradan bir köylü, müzik konusunda birer
“kitapsız
bilendir“. Hangi sesin yanlış olduğunu, hangi sesin hangi sesle bir
arada olması gerektiğini, hangi ritmin nereye uyduğunu bilir. Uymayan,
yakışmayan sesleri dinlemez.
Yozgat’ tan
Keskin’ e kadar gelebilen türkü, en son Keskin’ de ince elekten geçer, süzülür,
adeta rafine olur. İsimsiz virtüözlerin, isimsiz armoni ustalarının elinde ve
dilinde billura, kristale dönen sesler bize bozlak olur, semah olur, oyun
havası olur, maya olur.
Ya da,1960‘lı
yıllarda radyoların en çok çalınan ağıt türküsü nasıl unutulur? Şifa bulmak
için Ankara’ ya giden fidan gibi kız, ölümüne bile sevinir neredeyse, Keskin’ e
gelince, “künyemi Keskin’ den sildirmeyin“ der.
Ankara’ da yedim taze
meyvayı
Boşa çığnamışım yalan
dünyayıKeskin’ den de sildirmeyin künyayı
Söyleyin anama, anam ağlasın
Anamın oğlu var, beni neylesin
Künye sildirmek
ne demektir, bilir misiniz?
Künyeyi sildirmek yersiz yurtsuz kalmak gibidir, asla silinmez.
Hatta künyesini
başka yerden doğduğu ata topraklarına aldıranlar da olmuştur hasretlikten.
Künyeyi
sildirmek kendini “aidiyetsiz” hissetmek, öyle kalmak demektir.
***//***
Keskin aynı
zamanda farklı inançtan insanları da barış içinde bir arada tutar. Denek Dağı
bu anlamda barış dağıdır da.
Keskin ve
civarında, önemli bir Ortodoks Türk vatandaşı yaşamaktadır.1921 -22 yıllarıdır.
Keskinli Ortodokslar Mustafa Kemal’ den yana tavır almıştır Milli Mücadele’ de.
Olası Rum-Türk
çatışması, huzursuzluğu bu bölgede hiç yaşanmamıştır.
Milli Mücadele’
de yaşanan Türk – Sovyet işbirliği çerçevesinde, Kızıl Ordu’nun kurucusu efsane
komutanlarından Kırgız M.V. Frunze Aralık 1921 – Ocak 1922 tarihleri arasında
Türkiye’ yi ziyaret eder.
Karadeniz’ den
giriş yapan Frunze, Ankara yolu üzerinde Türk Ortodoks
Patrikhanesi’ni
ve patrikhane kurucusu Papa Eftim‘ i de ziyaret eder.
Dönenim Adliye
Vekili Refik Şevket Bey, Türk Ortodoks Kilisesi’nin kuruluş amacını şöyle
açıklar.
“Hıristiyanlığı
kabul etmiş olan Türk Ortodoksları Rumların devamlı tecavüzleriyle milliyetlerini
kaybetmek üzeredirler. Bunlar ana dilleri olan Türkçeden başka bir dil bilmeyen
ve ( ... ) milliyetleri olan Türk ahlak ve adetlerini taşıyan bu zavallılar,
Rum Kilisesi ve Rumlar tarafından Karamanlı diye hor görülmektedirler .( ... )
Kilisenin adı
“Karıştıran Kilise“ , kırmızı taştan yapı malzemesinden dolayı ise yöre halkı
tarafında “Kızıl Kilise” olarak bilinir.
Keskin’in
dışında, bağların olduğu bölgede, yamaca kurulu kiliseden bugün geriye sadece
yıkık duvarlar kalmış yazık ki.
Koskoca
patrikhaneden hiçbir şey kalmamış geriye.
Yazık.
Denek Dağı’nın
barış dolu dağ yelleri buraya kadar gelmemiş anlaşılan.
Denek Dağı bu
kiliseye gölge olamamış demek ki.
***//***
Siz Kırşehir,
Yozgat, Keskin, Çorum, Ankara yörelerinde çalan, çalıp söyleyen abdallara
sadece çaldığı müzik aletlerine göre, sazcı, kemancı, davulcu vb derseniz, ya o
abdallara bilmeden hakaret ediyorsunuz, ya da sanattan anlamıyorsunuz demektir.
Neredeyse hepsi
“usta malı“ eserler çalıp söyleyebilen bu insanların hepsi birer
“ustadır.“ Ancak,
ustalık payesi alabilmek bir akademik unvan almaktan daha zordur. Dahası,
ustalığı sürdürmek, geliştirerek sürdürmek daha da zordur. Bunun için sürekli
çalacaksınız, sürekli söyleyeceksiniz.
Ancak, bu
insanlar, “abdallar“, abdal ustaların tek geçim kaynakları düğünde dernekte
çalıp söylemek, yörenin demesiyle, “düğün kovalamaktır.“
Zorunlu olarak
düğün kovalamaya ara verdiklerinde, ustalar ellerine sazı alamaz, avazları
çıkmaz olur. Ama asla yaptıkları işlere küsmezler.
Muharrem Ertaş Usta’nın
ustaları babası Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Ustadır.
Bulduk Usta’nın öyle bir sesi vardır ki, düğünlerde
söyleyince komşu köyden duyulurmuş.
Hatta Seferberlik’
te asker kaçaklarını yakalamakta zorlanan jandarma,
Bulduk Usta’yı
yanında götürür, türkü söyletir, türkünün sesine gelen asker kaçaklarını
yakalarmış.
Neşet ERTAŞ Usta’nın
babası için söylediği “ay dost deyince yeri göğü inleten Muharrem Usta“ sözü
Muharrem Usta‘ ya dayısı Bulduk Usta’dan miras kalmış olmalı.
O yıllarda,
elektriğin olmadığı, ses düzeninin olmadığı düşünüldüğünde, çıplak sesle düğün
çalmak, düğün savmak, sesini komşu köye duyurmak kolay iş değildir.
İşte Abdal
ustalar böyle bir gelenekle yetişiyor ve içlerindeki ateşi böyle bir avazla dışarı
atıyorlar.
***//***
Neşet Ertaş, babasının yanında saz çalıp
söyleyemezdi, ama daha çok küçük yaşlarda onun yanında köçek olarak düğünlere
giderdi. Çünkü düğünlerde kadınların erkeklerin önünde şimdiki gibi oynamaları
görülmüş şey değildi. Kadınlar ancak kendi aralarında uzakta, kapalı yerde
oynarlardı.
Çalan oyun havasına erkekler de kalkmazdı.
Oynayanlar hep köçekti. Köçekler genellikle çocuklardan seçilirdi. Bunun en
büyük nedeni, ustalığa yatkın çocuğa daha o yaşta ritim duygusunu vermekti. Eğer
çocuk iyi bir köçekse, ritim yönünden sorun yaşamıyorsa, ustalıkta yol
alabilirdi.
Köçekliğin olmadığı, ayıp olduğu
zamanlarda ve yerlerde, halaylardır ritmi kazandıran. Halayı bozan zaten
dışarıda kalır. Sazın ve sözün ustaları olduğu gibi, halayın da ustaları vardı.
Bala, Kaman, Kırşehir, Keskin yörelerinde halaya kalkanlar, aynı zamanda sazda
ve seste de ustadırlar.
***//***Abdallar, Alevi – Bektaşi inancına sahip, o kültürün içinde mayalanmış müziğin avazını dile getirirler. Daha yakın zamanlara kadar, kış gecelerinde köy odalarında düzenlenen sohbetlerde, görgü cemlerinde, zakir meydan sazı çalar, nefesler söylenir, semah dönülürdü.
Şimdi ne kış geceleri, ne görgü cemleri,
ne de semahlar kaldı. Ama sözleri Pir Sultan Abdal’ a ait “Keskin Semahı” hala söyleniyor.
Keskin Semahı, diğer semahlara göre icrası çok zor ve özellik isteyen bir
türküdür. Ama söz konusu icracı Hacı Taşan olunca, bu durum daha bir özel olur.
Keskin Semahı, Hacı Taşan külliyatında özel bir yer tutar, nadiren söylenen bir
türküdür, sadece meraklı olanlar dinler. Keskin Semahı çalarken, canların
dönüşünü, pervane oluşlarını, kıvrılıp eğilişlerini, pir’e selamlarını
sezersiniz.
***//***
Dağlar ne kadar yüce olsa da, yarattığı kültürün
içinde şekillenen insanlar o kadar alçak gönüllü, engin gönüllü olurlar, kibir
nedir bilmezler, böbürlenmezler.
Kırşehir’ de heykeltıraş Tankut ÖKTEM Hoca’nın yapmış
olduğu bir heykel Muharrem ERTAŞ’ ı konu alır.
Neşet Ertaş, anılarında çok yoksul olduklarını,
yediklerinin, onu da bulabilirlerse, sadece ekmek ve bulgur olduğunu, babası
Muharrem Usta’nın düğünlerden sonra verilen tavuğu getirip pişirip yemelerinin
onlar için ziyafet olduğunu anlatır.
Hemen bütün abdallar gibi, Muharrem Ertaş da
mülksüzdür. Yine, Neşet Ertaş’ın anlatımıyla, sahip oldukları tek şey, babasına
ait olan bir eşektir. Bu topraklarda insana olan saygı kadar hayvana olan saygı
da yücedir. O nedenle eşeğin adını anarken bile karşınızda bulunan insanlara
hareket ediyor anlamı çıkmasın diye, “sözüm ayağının altına“
diye başlanır ve eşekten hayvan diye söz edilir.
Eşek Muharrem Usta’nın mülkiyet anlamında tek varlığıdır.
Yine Neşet Ertaş’ın anlatımıyla Muharrem Usta eşeğini köyden köye düğün
kovalarken üzerine binmek için kullanır. Muharrem Usta, eşeği ve küçük Neşet
ayrılmaz üçlüdür, ayrılmaz dost.
Tankut Hoca heykeli yapmadan önce tasarımı oğul Neşet
Ertaş’ a gösterir.
Gerisini biz söylemeyelim, gerisini A DEVRİM KARACA –
Kaxumabuk söylesin aşağıdaki harika yazısında.
Recep Babayiğit, 20.07.2018Elindeki tokmakla inceden inceye oyuyordu yeni bir heykel için, murcun keskin ucuyla betonu. Bir yandan da hayal ediyordu elindeki tasarıma bağlı kalarak, nasıl yol alacağını. Nasıl bir ifadeyle buluşturup, yansıtacağını ve ona güzelliği, estetiği, çarpıcılığı hangi ruhla katacağını. Her şey başından sonuna kadar kafasında iyice oturmuştu.
Heykel tasarıma göre; bozkırda, yine yola düşmüş baba ve oğul aşıklar bir eşek ve sazlarından ibaret olacaktı. Çocuk yerde, baba elindeki sazla eşeğin üzerinde canlandırılacaktı. Böylece gayet hoş olacak, yaptıranlar da gönül borçlarını ödeyeceklerdi. Tasarım hemen oğul üstada da gösterildi.
Heykeltıraş üstadın isteğiyle gelen bu yeni değişikliği öğrenince bozulmuştu biraz.
Demek ki heykeltıraş bu heykeli; dünyanın en güzel, en çarpıcı, en estetik heykeli olarak çıkarmış olsaydı bile, Üstad Neşet Ertaş için yine de çirkin olacaktı. Çünkü ona göre, can üzerinde can olamazdı. Can üzerine başka bir can çıkamazdı. Bir can, başka bir canı tepesinde taşımamalıydı.
Şimdi anlıyoruz ki yalan dünya ile gerçek dünya arasındaki fark işte böyle oluşuyormuş. Üstadın gönlünü huzursuz ediyordu bu yüzden. Biz öylesine alışmışız ki; belki, ham gönlümüz sezmeyecekti bile yalan dünya ve yalın dünya arasında hem de apaçık duran bu ince farkı. Can üstünde can olamaz, farkı. Aşık Abdal Neşet Ertaş gönlümüzdür. Saygıyla.
Üç can da ayrı birey olarak gösterilmiş anıtın son hali yıllardır Kırşehir'i daha da zenginleştirerek.
Not: Bahsi geçen heykeltıraşımız Prof. Tankut Öktem birçok önemli heykele imzasını atmış önemli yontu ustalarımızdandır ve 2007 yılında trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. bkz:tankutoktem.com
Kaxumabuk
***//***
Tam
da böyledir işte. Neşet Ertaş heykel bile olsa “can üstünde can taşıyan bir
cana“ kıyamıyor, itiraz ediyor. Bu bakış açısı, bu görüş, bu hayata bakış koca
bir abdal kültürünü, DENEK Dağı kültürünü açıklamaya yetiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder