20 Ocak 2024 Cumartesi

EMANETLER-III



EMANET TAŞ PLAK

Emanet kelimesini farklı anlamlarda kullanıyoruz.

Güvenilir birisine bırakılan eşya da emanet olabiliyor, bir ustanın yanına bırakılan çırak da.

Büyük sözlerden de hep emanet çıkıyor.

Ünlü Kızılderili sözünü hatırlarız: “Yeryüzü bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.”

Burada ödünç almak, emanet almak ile eş anlamdadır çoğu zaman.

Atatürk Cumhuriyeti gençliğe emanet edip gitmiştir.

Anaların askere gönderdiği gençler de “Asker Ocağına” emanettir.

Malının başında duran esnaf veya evinde iş gören birisi işine kısa bir ara vermek zorunda kaldığında o işi oradan geçen veya çırağına çağırtıp yanına gelen yakın arkadaşına emanet eder ve “Şu işin başında, şu malın başında emaneten duruver,” der.

O arada bir şey almaya gelen olursa, işin veya malın başında duran kişi “Ben burada emanetim, emaneten duruyorum, fiyatları bilmiyorum,” der.

Kamunun emanet işleri vardır.

Muhasebe kayıtlarında emanet hesaplar vardır.

Adli vakalarda savcılığın dava ile ilgili olarak gerek görüp el koyduğu eşyalar adli emanete teslim edilir.

Birisinin üzerine yakışmayan, oturmayan, eğreti duran bir giysi varsa, örneğin bir ceket, dostları bu duruma “Ceket üzerinde emanet gibi duruyor,” diye onu uyarır veya alay ederler.

Arap ve Hint müzikleri makamlarına Türkçe söz yazdık, olmadı, hep eğreti, emanet durdu.

Batı müziği formlarına Türkçe söz yazdık adına Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği, dedik yine emanet durdu. Zaten ömürleri de uzun olmadı.

Kısaca ses ve müziğin uyumu diyebileceğimiz, hep bir prozodi sorunu vardı.

Bütün bunlarda anlatılmak istenen geçici olma, muvakkat olma durumudur.

Muvakkat olarak pek kullanmayız.

Geçici görevlerle, emaneten, muvakkaten tayin oluruz, ama kalıcı olur.

Gelen misafirin kısa sürede kalkıp gitmesine ev sahibi “Hemen n’oldun, emanet mi geldin,” diye sitem eder.

Bizim emanet kelimesinden anladığımız hep bir geçicilik durumudur.

DR. MİCHAEL FRİTSCHE

Dostları ona, Rusların Michael adı için kullandığı diminutifi (küçültme) kullanmayı tercih ederler, Mişa, derler.

Almanya’dan DAAD (Alman Akademik Değişim Kurumu) vasıtasıyla muvakkat olarak beş yıllığına Hacettepe Üniversitesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne geldiğinde, Mişa aslında bize emanet bırakılmıştı.

Yani beş yıllığına “Emaneten” gelmişti bu ülkeye ve üniversiteye.

Daha ilk geldiği günlerden itibaren onunla olan yakınlığımda yurdun birçok yerini gezerek insanlarla tanışmış, dağların zirvelerine çıkmıştık.

Onun ve benim emekliliklerimiz, aradan geçen kırk yıla varan uzun bir zaman, dostluğumuzun “Emanet” değil, kalıcı olduğunu gösteriyordu.

İSTİKLAL MARŞI

Ülkeler milli birliklerini kurduktan sonra veya konjonktüre bağlı olarak milli bir marş yaratmaya/yazmaya ve bestelemeye ihtiyaç duyarlar.

Bilinen en eski milli marşlardan birisi Fransızların Fransız İhtilali’nden hemen sonra ve Avusturya ve Prusya’ya karşı savaş sırasında yazılıp bestelenen marşları “La Marseillaise’dir. (Marseyez-Yürüyün ki…)

Marş kelimesi de anlam olarak bir tempoyla veya müzikle uygun adım yürümek demektir.

İlk meclis açılışından sonra ve Milli Mücadele yıllarındaki iç isyanlar ve işgaller karşısında zamanın koşulları gereği bir Milli Marş yazılması ihtiyacı ortaya çıktığında açılan bir yarışma sonunda Mehmet Akif Ersoy’un yazmış olduğu “İstiklal Marşı” birinci olarak seçilir.

İstiklal Marşı 12 Mart 1921 tarihinde Millet Meclisi kürsüsünden okunarak oylanır ve kabul edilir.

İstiklal Marşı’nın gerek güfte ve gerekse beste sorunlarını burada tartışmayacağız, ancak bazı hususlara kısaca değineceğiz.

Açılan yarışmaya Mehmet Akif dışında Kazım Karabekir, Behçet Kemal Çağlar, Necip Fazıl Kısakürek, Talat Omay ve Aka Gündüz gibi ilk ağızda akla gelen kişiler de katılmışlardır.

VEKİL BAKAN / EMANET BAKAN / EMANET KOMİSYON

İstiklal Marşı için yarışma açılması fikrini ortaya atan dönemin Maarif Nazırı (Henüz adında milli olmayan Milli Eğim Bakanı yn.) Dr. Rıza Nur’dur.

Ödüllü bir güfte ve beste yarışması açan Rıza Nur yarışma neticesini göremeden diplomatik vazife için Moskova’ya gönderilir.

Emaneten Moskova’ya gönderilen Rıza Nur’un yerine “Emaneten” Hamdullah Suphi (Tanrıöver) atanır.

Rıza Nur anılarında hem İstiklal Marşı’nın güftesi hem de kendisine yapılan müdahale hakkında şunları yazar. Yalçın Küçük’ten aktarıyorum:

“Bir milli marşın güfte ve bestesini en iyi yapana beşer yüz lira nakdi mükafaat vereceğimi ilan ettim. Ben orada iken otuz kadar güfte, birkaç beste gelmişti.

Ben Rusya’ya gidince Hamdullah Suphi bunları hiç nazara almayıp, Mehmet Akif’in şiirini, Meclis’te okuyup kabul ettirmiş. Bu yolsuz harekettir.”[1]

Rıza Nur devam ediyor. Vekaletin, emanetin yalancı mevkiye düştüğünden söz ediyor.

“Maatteessüf bizde daima böyledir. Bu tarz ile erbabında gayret kalmaz. Vekalet yalancı mevkiye düşer. Düşünülmemiş, ben ise bunları erbabından mürekkep bir komisyona verip onlara seçtirecektim.”[2]

Rıza Nur burada bir oldu-bittiden, “Emanetin ehline” verilmemiş olmasından söz eder.

Bu sözlerin devamında ise artık bestelenmiş olan marşı da dinlemiş olan Rıza Nur hem güfte hem de beste için çok açıkça şunları yazar.

“Akif’in bu marşının güftesi, aruzlu ve hece adeti çok vezindir. Şiir nizamlı şiirdir. Bu sebeple ağır ve pek monotondur. Halbuki marşın güfteleri serbest şiir olmak lazımdır.

Güfte de yüksek bir şey değildir. Bestesi de iyi değildir.

Maatteessüf Fransız Büyük İnkilabı’nda olduğu gibi bizde de biri çıkıp ta Marseillaise gibi nefis bir eser vücuda getiremedi.”[3]

EMANET BESTE / MUVAKKAT BESTE / GEÇİCİ BESTE

Marşın güftesi bestelenir. Marşın her yerde söylenip söylenmediği konusunda pek bir bilgi olmamakla birlikte tek bir besteden de söz edilemiyor.

Zira Kazım Karabekir Paşa’nın da kendi beste ve güftesini 26 Temmuz 1922 tarihinde Başbakan Rauf Orbay’a göndermiş olduğunu biliyoruz.

1924 yılından itibaren ise daha çok Ali Rifat Bey’in bestesi duyulur olur.

Ali Rifat Bey ise, bizim yakından tanıdığımız, Garip Akımı şiirinde Orhan Veli ile ve daha sonra İkinci Yenicilerle birlikte olan Oktay Rıfat’ın amcasıdır.

Nazım’ın annesi Celile Hanım Ali Rifat’ın teyzesidir.

1930 yılına gelindiğinde güfte aynı kalmak üzere bestede değişiklik yapılır. Çok az bir değişiklikle de olsa bugün halen çalınan beste Osman Zeki Üngör’e aittir.

Burada da bir “Emanetlik” durumu söz konusudur. Sanki Ali Rifat Bey’in bestesi emaneten, geçici olarak kabul edilir.

Güfte seçiminden sonra 1922 yılında açılan beste yarışmasına aralarında Kazım Karabekir’in de bulunduğu 24 besteci katılır. Osman Zeki (Üngör) Bey’in eseri beşinci ilan edilirken Ali Rifat Bey’in bestesi birinci ilan edilir.

1930 yılına kadar seslendirilen Ali Rifat Bey’in bestesi anlaşılan fazlasıyla “Alaturka” bulunmuş olmalı ki, Maarif Vekaleti’nin bir genelgesiyle bu tarihten sonra beşinci seçilen Osman Zeki Bey’in bestesi seslendirilmeye başlamıştır.

Güfte aynı kalıyorsa beste neden değişiyor veya neden yeniden bir beste yarışması açılmıyor?

Osman Zeki Bey’in bestesinin hem başka bir güfte için yazıldığı hem de ithal olduğu da söylenmektedir.

Marşın bestesinde bir prozodi sorunu olduğundan söz edilir.

Bu sorun daha ilk dizede karşımıza çıkar.

Halkımız İstiklal Marşı yerine hala “Korkmaz sönmez” marşı, der ve söylerken de Korkma sönmez yerine “Korkmaz sönmez” diye söyler.

Kazım Karabekir Paşa ise güfte ve bestesi kendisine ait olan eseri ile ilgili olarak 26 Temmuz 1922 tarihinde Sarıkamış’tan Hey’eti Vekile Reisi Rauf Beyefendi Hazretlerine (Bakanlar Kurulu Başkanı) bir telgrafla gönderdiği mesajında Mehmet Akif’in güftesi için çok ciddi eleştiriler getirir. Eleştiri şiirin kendisine değil, güftenin bir milli marşa uygun olmamasınadır. Yine Yalçın Küçük’ten aktarıyorum.

(…)

“’Hüda’, ‘Cüda’ gibi kafiye hatırı sözleri halk söyleyemez, marşın güftesi de bestesi de halkın seviye ve harsına göre olmalı. Bu kısa ve herkesin vicdanından gelebilecek sesler olmak ve bu sesler Türk milletinin terennüm edebileceği bir besteye bürünmek lazımdır.

Medeniyete canavar diyen bir marşın Paris’e gönderilmesi de garibtir. Kelimelerin kuvvetini ve güfte ile beste arasındaki münasebeti ve bunların Türk’ün ruhuna ve yapacağı tesiri, Fransızca’ya tercümesinden okuyacak Fransız musikişinasları nasıl anlar. Onlar, Fransızca güfteye uyacak ve kendi zevk-i millilerine hoş gelecek beste arayacaklardır.

(…)

İstiklal Marşı’nı milletimizin ağzı ve ruhu terennüm etmelidir.

Yoksa anlamadığı, sevmediği bir şey zorla söyletilemez.

(…)

Ansiklopedilere geçecek, her lisana tercüme edilecek bir güfteye, bir de ecnebi gözüyle bakmalı ve en mühim kanunları bile tashih ve tadil ederken bu ilmi hatayı da tashih etmeliyiz.

Karabekir Paşa bestesini Sarıkamış’ta askeri bandoya çaldırır.

(…)

Millet bayramı şerefine bando ile çaldırdım, beste dahi güfte ile münasebetli ve o derecede kuvvetli olduğundan derhal taammüm etmiştir.” [4]

EMANET TAŞ PLAK

2002 yılı Temmuz ayında Mişa ile Marmara Adası’nda onun yazlığında buluşup sohbet ediyoruz. Onu ziyarete sık sık Marmara Adası’na gelirim.

Bu gelişimin de keyifli bir anında Mişa kitaplığından bir şey alıp geliyor.

Alıp getirdiği şeyin bir plak olduğunu anlıyorum. Ancak bu plak bir 45’lik mi yoksa 33’lük mü elime almayınca anlayamıyorum.

Plağın üzerinde yıpranmış ve rengi sararmış zarfının üzerinde ODEON yazısını görüyorum ve plağın bir taş plak olabileceğini düşünüyorum.

Mişa büyük bir incelik göstererek yıllarca önce eline geçmiş olan bu taş plağı adeta “Emaneti sahibine, koruyucusuna” teslim edin ilkesine bağlı kalarak bana hediye ediyor.

Plağı elime alıyorum.

Evet, bu bir taş plak. Ama dışındaki ODEON yazılı zarf ile içindeki plak uyumlu değil.

Zira plak ELECTROLA Plak Şirketi tarafından basılmış.

ODEON zarfı sadece korucuyu amaçla kullanılmış.

Heyecanla taş plağı zarfından çıkararak elime alıyorum.

Plağın Osmanlıca ve onun Fransızca tercümesi olan adına bakıyorum, heyecanım daha da artıyor.

Plağın Fransızca tercümesinden bu plağın İstiklal Marşı kaydı olduğu anlıyorum.

Ancak marşın Fransızca tercümesinde yazılı olan “Marche de L’Independance” tam olarak İstiklal Marşı’nın karşılığı olmuyor.

Zarfı Odeon-içi Electrola

Zira İstiklal Marşı bir Bağımsızlık Savaşı veya mücadelesi sonunda yazılmadı.

Kurtuluş Savaşı başlarında yazılmış olan bu milli marşın adının İstiklal Marşı olması daha doğrudur.

 

Plağın ön yüzü – İstiklal Marşı

Sonraki zamanlarda Fransızca “Marche de L’Independance”, yani Bağımsızlık Marşı olarak yapılan tercümenin hatalı bir tercüme olduğunu, zira Osmanlıca başlığın İstiklal Marşı olduğunu anlıyordum.

Plağın arka yüzünü çeviriyorum. Orada karşıma çıkan marş ise Marche de S.E. Gazi Moustafa Kemal Pacha. S.E. kısaltmasının deşifresi de kolay olmuyor. S.E. kısaltmasının Fransızca’da “Son Excellence” olduğunu öğreniyorum.

Yani “Ekselansları Gazi Mustafa Kemal Paşa Marşı” yani bizim bildiğimiz ve sık sık söylediğimiz İzmir Marşı.

Plağa alınırken bu marş Gazi Mustafa Kemal Paşa Marşı olarak alındığı için öyle biliniyor.

 

Plağın arka yüzü: Ekselansları Gazi Mustafa Kemal Marşı

Marşların Arap harfleriyle yazılmış olduğuna bakarsak, plak 01 Kasım 1928 tarihli Harf İnkilabı’ndan önce basılmış demektir.

Plak şirketi ELECTROLA’nın kuruluş tarihine, 1925 yılına bakarsak, plağın İstiklal Marşı’nın Ali Rifat Bey tarafından yapılan bestesinin kabul tarihi olan 1924 yılından sonra basılmış olduğunu anlarız.

Cumhuriyet 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilir. Bu durumda yeni ve genç bir cumhuriyetin, kendisini var eden, tanıtan, ilan eden milli marşının hızla ülke genelinde yaygınlaştırılması gerekmektedir.

O günün koşullarında müzik okullarının, müzik öğretmenlerinin, bandoların yaygın olmayışı ve gerek Dr. Rıza Nur’un gerekse Kazım Karabekir Paşa’nın beste ile ilgili olarak “Söylenme zorlukları” ile ilgili yazdıkları dikkate alındığında marşın sözsüz olarak taş plakta basılarak vakit geçirmeksizin ülkeye getirtilip, başta okullar ve kamu kuruluşlarında dinletilerek bir ses, kulak aşinalığı ve milli bir heyecan sağlanması istenmiş ve vakit kaybetmeden bastırılmış olduğu düşünülebilir.

Öte yandan Mustafa Kemal’in çok sevilen ve çok bilinen bir kişilik olarak unutulmaması, İstiklal Savaşı-İstiklal Marşı ile birlikte anılmış olması düşünülerek plağın ikinci yüzüne Gazi Mustafa Kemal Paşa Marşı kaydedilmiş olabilir.

Electrola’nın plak lisansını Aralık 1925 tarihinde aldığını düşünürsek, o halde Mişa’nın bana hediye ettiği, emanet ettiği ve bir yüzünde İstiklal Marşı, diğer yüzünde İzmir Marşı kayıtlı olan bu taş plağın en erken Aralık 1925 tarihinde, en geç ise 01 Kasım 1928 tarihinden önce basılmış olduğunu anlarız.

Ne yazık ki plak üzerinde baskı tarihi ile ilgili bir bilgi bulunmuyor.

Plakta yer alan başka önemli bir bilgi ise seslendirmeyi yapan orkestradır.

Orkestranın adı Fransızca tercümede Orchestre du President de La Republique Turque, yani Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Orkestrası yazmaktadır.

Osmanlıcasında ise bu orkestranın Riyaset-i Cumhur Orkestrası olduğu anlaşılmaktadır.

Bu bilgi de bize, bugün adı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olarak bilinen orkestranın 27 Nisan 1924 tarihinde ilk kurulduğunda adının Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti olduğunu göstermektedir. Yani taş plağın baskı yılının 1924 yılından sonra ve Electrola Plak Şirketi’nin kuruluş tarihi olan Aralık 1925 tarihinden sonra olduğu anlaşılmaktadır.

Yani Mişa, Alman vatandaşı Mişa, dostum ve üniversiteden hocam Mişa bana yüz yıl önce basılan ve üzerinde İstiklal Marşı’nın kayıtlı olduğu bir taş plak hediye ediyor, emanet ediyordu.

Mişa’dan taş plağı alırken, bunun, böylesine önemli ve eski bir eserin, hediyenin, emanetin altında ezileceğimi hissediyorum.

Mişa da çok mutlu, emaneti emin bir ele teslim etmiş olmanın mutluluğu içinde.

Kucaklaşıyoruz.

Taş plakta kayıtlı her iki marşı aşağıdaki linklerden dinleyebilirsiniz.

ELECTROLA PLAK ŞİRKETİ

Electrola bir Alman plak şirketi ve Universal Music Group'un yan kuruluşudur.

8 Mayıs 1925'te İngiliz Gramofon Şirketi, Berlin yakınlarındaki Nowawes'te Electrola GmbH'yi kurdu ve plak lisansını Aralık ayında aldı. Mart 1931'de, ana şirketinin Lindström'ün ana şirketi Columbia Gramophone Company ile birleşerek EMI'yi oluşturmasıyla Electrola, böylece birleştirilmiş kuruluşun Alman yan kuruluşu haline geldi. 

MİSAFİR İŞÇİLER / GÖÇMEN İŞÇİLER / EMANET İŞÇİLER

VE TÜRKÜOLA

Türkiye’den ilk yurtdışı işçi göçü 30 Ekim 1961 yılında Almanya’ya olur.

Almanlar Türkiye’den gelen işçilere “Göçmen” işçi yerine “Misafir İşçi”, Almancası ile yazacak olursak “Gastarbeiter” diye seslenir ve öyle kaydederler.

Misafir emanet, demektir, geçici demektir.

N’oldu hemen emanet mi geldin de kalkıp gidiyorsun, diye gelmesiyle kalkması bir olan misafire sitem eden ev sahibinin siteminde gizli olan “Emanet” sözü aslında Türkiye’den giden işçiler için de geçerliydi. Hem Almanlar hem de Türkler bunun bir çeşit misafirlik olduğunu ve kısa süre sonra misafirliğin biteceğine ve geri döneceklerine inanıyorlardı.

Hala öyle mi düşünülüyor, yoksa misafirlik mi biraz uzadı?

TÜRKÜOLA PLAK ŞİRKETİ

30 Ekim 1961 tarihinin üzerinden çok geçmez, Almanya’ya üniversite, Alman Dili ve Edebiyatı-Germanistik- okumaya giden Yılmaz ASÖCAL 1964 yılında Köln’de TÜRKÜOLA plak şirketini kurar.

Yılmaz ASÖCAL çok önemli bir açığı, bir açlığı ve özlemi çok iyi fark ederek kurduğu plak şirketine kimlerin plağını basmaz ki?

Dönenim bütün ünlü seslerinin plağı TÜRKÜOLA’dan çıkar. Almanya’da basılan plakların tamamı yok satar, özlem derindir.

Bu arada Yılmaz ASÖCAL’ın plak şirketinin adı da çok ilginçtir ve sondaki “OLA” hecesi hem Türkler için “Hayır ola,” der gibi Türkü Olsun, Türkü Ola, derken hem de Almanlar’a geçmişlerinin efsane plak şirketi olan ELECTROLA adını anımsatmaktadır. Çok iyi ve semantik bakımdan çok yerinde bir isim/marka adı seçimidir.


GRAMOFON BULUNUR MU?

2016 yılında taş plağı yeniden alıyorum elime. Çalıştığım işyerine götürüyorum.

İşyeri sahibi Ahmet ARKAN Bey’in bir gramofonu var.

Kendisine bende çok eski bir taş plak olduğunu ve bir yüzünde İstiklal Marşı kayıtlı olduğunu söylüyor ve dinleme imkanı olup olmadığını soruyorum.

Ahmet Bey de bu sözleri duyunca heyecanlanıyor. Hemen, diyor.

Ertesi gün taş plağı getiriyorum.

Ahmet Bey’in gramofonu hunili, yani borulu tip bir gramofon.

Plağı çıkarıyorum, Ahmet Bey önce plağa bakıyor, heyecanla nereden bulduğumu soruyor.

Mişa’dan söz ediyorum.

Ahmet Bey de tanıyor Mişa’yı.

2008 tarihinde Almanya’da Hannover’de fuardayken Mişa yanına annesini de alarak fuara beni ziyarete geldiklerinde onu ve annesini Ahmet Bey ile tanıştırmıştım.

Ahmet Bey Mişa adını duyunca daha da heyecanlanıyor.

Taş plak yerine yerleştiriliyor. Kurma kolu ile gramafon kuruluyor. Sonra her iki yüzünü de dinliyoruz.

Ahmet Bey’in İstiklal Marşı çalınırken plağın sonuna kadar ve heyecan içinde hazır ol vaziyetinde olduğunu fark ediyorum.

BAŞKA BİR GRAMOFON VE KAYIT

Ahmet Bey ile dinlediğim taş plağın kaydını yapamamıştım.

Buna üzülüyordum.

Sungurlu’da emekli bir ilkokul öğretmenimiz var. Adı Hüseyin Çelik. Antika merakı olan Hüseyin Hocamda gramofon olabilir.

14 Ocak 2024, Pazar akşamı Hüseyin Hocamı arıyor ve bir tarafında İstiklal Marşı’nın kayıtlı olduğu 1925 baskısı bir taş plaktan söz ediyorum.

Ardından kendisinde çalışır durumda bir gramofon olup olmadığını soruyorum.

Hüseyin Hocam da heyecanlanıyor, çalışır gramofon var, diyor ve ardından, satarsan alırım, demeyi de ihmal etmiyor.

Hayır, Hocam, diyorum, satılık değil.

Sadece dinleyeceğim ve kaydını yapacağım.

Tamam, o halde, diyor Hüseyin Hocam.

15 Ocak 2024, Pazartesi günü Hüseyin Hocamın yanına, Sungurlu’ya gidiyorum.

Gramofon hazır. Kapağı açılıyor.

Hüseyin Hocamın gramofonu hunili olan tipte değil, çanta tipi, her yere taşınabilir bir gramofon ve Sovyet malı.

 

Çanta tipi gramofon

  Kuruluyor

Kurma kolu kuruluyor.

Taş plak gramofona yerleştiriliyor.

Hazır mısın, diyor Hüseyin Hocam.

Evet, diyorum.

Taş plak dönüyor. Kayıt başlıyor. 

SONUÇ 

Güfte ve beste ayrı ayrı veya ikisi birlikte ne kadar eleştirilse de hangi şartlarda ve konjonktürde güftesi yazılmış olsa da, yerlerine yenisi kabul edilip konulana kadar, sonuçta ortada Milli dediğimiz bir marş bulunmaktadır.

Günümüzden 100 yıl kadar önceki bir tarihte kaydedilmiş olan ve 1930 tarihine kadar adeta “Emanet” kabul edilen, daha sonra başka bir bestesi yapılan bu marşın bulunduğu taş plak, geçici bir görevle, emanet olarak beş yıllığına Türkiye’ye, Hacette Üniversitesi’ne gelen bir Alman tarafından bana “Emanet” olarak veriliyor. Onu diğer emanetlerde olduğu gibi, çok iyi bir şekilde koruyacak ve saklayacağım.

Mişa bu emaneti istediği zaman benden geri alabilir.

TEŞEKKÜR

-Taş plağı bana emanet eden Dr. Michael FRİTSCH’ye,

-İlk defa dinleme imkanı yaratan merhum Ahmet ARKAN’a,

-Osmanlıca tercümeyi yapan Dr. Muhterem UYSAL’a,

-Fransızca tercümede geçen S.E. kısaltmasını deşifre eden Jale Reyhan İDEMEN’e,

-Plağı tekrar dinleme imkanı veren ve kayıt için yardımcı olan Hüseyin ÇELİK’e,

teşekkür ediyorum.

AKTARILAN METİNLERİN KAYNAKLARI:

-Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, Frankfurt, 1929-1982, s.538-539

-Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul, 1960, s.1126-1128

MARŞLAR

Kazım Karabekir

İSTİKLAL MARŞI

Ya istiklal ya ölüm

Vatanım, milletim, sancağım, evim

İstiklalsiz yoktur yerim

Zincir vurdurur mu Türkler boynuna

Varlığı fedadır vatan yoluna

Biz tarihin Türk dediği yılmaz milletiz

Hür yaşar hür ölür nurlu milletiz

Güfte ve beste Kazım Karabekir- 26.07.1922

La Marseillaise

MARSEYEZ-YÜRÜYÜN Kİ

İleri kardeşler vatan için ileri!

Şan şeref günü geldi çattı işte!

Karşımıza geçmiş kanlı sancağını

Tiranlık bir kez daha çekiyor göndere

Nasıl bağırıyor duyuyor musunuz uzaktaki

Alanlarda bölük bölük askerler?

Saflarımıza dayandılar öldürmeye gelmişler.

Karılarımızı, çocuklarımızı ve bizleri!

Haydi vatandaşlar sıklaştırın safları silahları kapın!

Yürüyün ki şu alçakların kanlarıyla toprağımız sulansın!

Güfte ve beste: Claude-Joseph Rouget de Lisle-1792



[1] Gizli Tarih-Çöküş-Yalçın Küçük-Mızrak Yayınları-2010-Birinci Baskı, s,47

[2] Y. Küçük, age, s.48

[3] Y.Küçük,age,s.48

[4] Y.Küçük, age, s.66-67