6 Şubat 2018 Salı

SILVAN – SYLVIE – SELVİ


Önce bir anı.

Ağustos, 2016
Ulu insanlar vardır, ulu ozanlar.
Ulu dağlar vardır, ulu ırmaklar.
Bazı inançlar, bazı dinler bu ulu nesnelere ruh, can ve anlam yükler.

Gün doğarken, gün batarken, gün dönümlerinde, bahar gelirken, felaket anlarında, bereketli mevsimlerde, çocuk doğduğunda, boya veya klana yeni bir can geldiğinde, aklına gelen her olayda bu ulu nesneler de klanın, boyun bireyleri gibi ortak olurlar  sevince ve hüzne.
Varıp düştük  Zonguldak / Alaplı / Gümeli Beldesi’ ne.

Hendek üzerinden gidiyoruz, Selman’ ın hiç bilmediği bir güzergah.

Güzel ve sakin bir dağ yolu.

Selman Dede Türbesi var, yolun solunda bir yerde.

Akçakoca ‘ ya çıkıyor  yol.

Akçakoca’ da kalmıyoruz, ama yolda gördüğümüz, dere kenarına kurulu bir çardakta oturuyoruz.

Bir kadın işletiyor. Hep acılar, kadındaki acılar burkuyor bizi.

Devam edip, Alaplı ‘ ya varıyoruz.
Alaplı’ da durmadan Ereğli’ ye, Herakles’in kentine devam edelim,  bir daha buraya gelemeyiz , sonra geri Alaplı’ ya dönelim, diyorum Selman’ a.

İtiraz etmiyor.

Orada sana “Cehennem  Ağzı Mağaraları’ nı” anlatırım,  Herakles ve Orpheos – Eurodike mitolojik öykülerini.

Tamam, der gibi Selman.
 Alaplı çıkışında oto stop yapan İsviçreli bir genci alıyoruz.  Ereğli’ ye kadar , diyoruz.

Tamam, diyor.

İsviçreli genç,  Ereğli – Herakles – Herküles , diyoruz.
Tamam, diyor.

Ereğli’ ye varıyoruz, Alaplı – Ereğli arası çok kısa.
Cehennem Ağzı Mağaraları’ na varıyoruz.

Mağaraya, Herakles’ in 12. görevini yapmak için indiği mağaraya iniyoruz.
Heraklesi, üç başlı köpek Kerberos’ u, Akheron Vadisi’ ni , Stykes Nehri’ ni, o nehirde sandalıyla ölüleri bekleyen ihtiyar Kharon’ u, ölülerin çenelerinin arasında getirmeleri gereken    “obulus” , paradan, yer altı tanrısı ve aynı zamanda yer altı / ölüler diyarı anlamına Hades’ ten söz ediyorum.

İsviçreli genç gözleri büyüyerek dinliyor. Mağara içinde birikmiş kristal berraklığındaki su ve sessizlik, anlatılan mitolojik öykü onu çok etkiliyor.
Sonra, Orpheus – Eurodike aşkı ve yine yer altında geçen hazin mitolojik öyküyü anlatıyorum.

Büsbütün mutlu olup şaşırıyor İsviçreli genç.
Bu öyküler hep burada mı yaşandı, diye soruyor.

Ereğli’ ye dönüyoruz.
Meşhur Ereğli Pidesinden  yiyoruz.

Genç de yiyor.
Biz artanlarımızı paket yaptırıp gence veriyoruz. 

Onu  Zonguldak yol ayrımına bırakıyoruz.
Yolda, “Cideros’ a, İnce Burun ve Hamsilos’ a mutlaka uğra” diyorum.

Alaplı’ ya dönüyoruz.
Gümeli Beldesi’ ni buluyoruz.

Gümeli Beldesi tamamı  Ordu – Gürgentepe’ den  gelmiş Çepniler ve Gümüşhane / Kürtün / Taşlıca Köyü merkezli Güvenç Abdal Ocağı’na bağlılar.
Sora sora anıt ağacı arıyoruz, ulu ağacı.

Herkes, en küçüğünden, en büyüğüne anıt ağaçları biliyor ve sahip çıkıyorlar.
Muhteşem gürgen ve meşe ormanları bizi bir yutuyor vadilere çekiyor, bir dışa atıyor, dağların doruklarına çıkarıyor.

Fındık Ağılı Mahallesi’ ne Halil Bey yardımcı oluyor bize. Elimdeki kitaptan mahallerinin hatta evlerinin resimlerini gösteriyorum, şaşırıyor, ama güven duyuyor.
Vara vara geliyoruz, Karapınar Yaylası’ na.

Ulu ağacı bulamıyoruz.
Burası, Karapınar Yaylası son durak.

Bir ev var.
Kimse yok mu, diye sesleniyorum.

Bir süre sonra, temiz yüzlü, güzel bakışlı, çakır gözlü bir kadın çıkıyor, orta yaşına rağmen, fidan gibi. Elmas Abla.
Elmas Abla, bize yardımcı oluyor.

Siz de Gürgentepe’ den mi geldiniz, diyorum. Güvenç Abdal Ocaklı mısınız?
Gülümsüyor, yabancılamayı ve ürkekliği atıyor üstünden.

Ulu ağacın nerede olduğunu yere  adeta bir topoğrafya haritası çizerek anlatıyor  bize.
Levha yok mu?

Hayır, Mili Parklar levhayı söktü, ulu ağaca zarar vermesinler, diye.
Elmas Abla’nın haritasına göre  gidiyoruz.

Tarifler doğru.
Her yer sık orman.

Gözden kaçırdığımız işaretler olmalı besbelli.
Ulu ağaca giden orman içi  patikayı bulamıyoruz.

Selman sıkılmış, terlemiş.
Şort ve sandalet giyiyor.

Cangılın ve ısırganların içindeyiz.
Bir saat  yürüdük.

Ulu ağaç yok.
Ama, bacaklarımız ısırgan, “dalagan” çürüğü neredeyse, ben pantolonlu olmama rağmen.

Yok, Elmas Abla’ ya tekrar gidelim ve soralım.
Yok, gece burada kamp yapalım, yarın aramaya devam ederiz.

Olmaz, hava gece çok sertleşecek.
O halde, ulu ağacı  aramaya devam.

Saat 17:30, ulu ağaca çıkan orman içi patikayı buluyoruz.
Elmas Abla, her yeri, her işareti doğru çizmiş, biz atlamışız.

Hızlı bir çıkışla, yarım saatlik yürüyüşle ulu ağaç ile kucaklaşıyoruz.
Selman ağaca sarılıp öpüyor, niyaz ediyor ağaca, Alevi inancının aktarımıyla.

Porsuk Ağacı, iğne yapraklılardan.
Tam, 4.112 yaşında.

Buzul çağından hemen sonraya gelen bir tarih.
Çevre uzunluğu 10 m, boyu  100 metre  gelir.

Ulu ağaca sarılıyoruz, etrafında üç kere dönüyoruz.
Önünde niyaz ediyoruz.

Bir saatten fazla ağaç ile hasbi hal ediyoruz.
Hava bozuyor.

Gece yaylada kalmaktan vaz geçiyoruz.
Hızla sahile iniyoruz.

Selman  yolda araçtan inmeden, dalları  yola sarkan fındık ağaçlarından fındık topluyor, göz hakkı için.
Yayla olmazsa, sahilde kamp yapalım, demiştik.

Hava çok sert.
Otelde kalıyoruz.
Bir güne neler neler sığıyor.

Dönüşte Selman’ ı yine farklı bir yola, Alaplı – Yığılca yoluna sokuyorum.
Akşam hava durumu haberleri çok kötü.
İsviçreli genci düşünüyoruz, çadırda kalıyor.
Hemen zamansız kaçış - acil bir gezi planlıyorum ulu ağaca.

Gürgen ve meşenin alev alev yanıp, yapraklarını  kızardığı, sarardığı bir zamana
30 Ekim ya da , 13 Kasım.

***//***

SİLVAN – SYLVIE - SELVİ

İsviçreli gencin adı SİLVAN.
Mağaraların birinde yanımıza yanaşan ama  oralı, Ereğlili  olmadığı her halinden belli olan gence soruyorum. 

-          Nerelisin? 

-          Diyarbakırlıyım abi. 

-          Neresinden? 

-          SİLVAN-lıyım abi 

İsviçreli gence, Silvan’ a sesleniyorum. Gelip Silvan-lı genç ile tanışıyor.
Hiçbir şey tesadüf değildir.

Tesadüf olmayan başka o kadar çok şey var ki.
Aşağıdaki isimlerden hangisini  alırsanız alın, hepsi  SİLVAN ile ilgili, hepsi o kelimeden türemiştir.

Hepsinin, yani  SİLVAN’ın,  yani  SELVİ  ormanın ana yurdu  bu  topraklardır, yani Suriye ve Lübnan’ı da içine alan Anadolu  topraklarıdır.
SİLVAN : İbranice’ deki anlamı “orman”.

SILVIE – SELVA – SİLVA ve Türkçe’ de SELVİ, aynı anlama gelen SİLVAN’ın feminen  halidir.
SELVİ : Yapraklarını dökmeyen uzun boylu kozalaklı bir ağaç türüdür.

TRAN-SİLVAN-YA: Bugünkü Romanya’da ormanlık bir bölge
PEN-SİLVAN-YA     : ABD’ de orman bakımından zengin bir eyalet

***//***
İsviçreli  genç  SİLVAN ile  Diyarbakır’dan gelen SİLVAN-LI  genç Zonduldak – Ereğli’de Cehennem  Ağzı Mağaraları’nda  nasıl  karşılaşıyor ?

***//***
Bir de, bu topraklarda yaşamış PİR SİLVANUS   vardır.

Kimi kaynaklar PİR SULTAN ABDAL’ın aslında PİR SİLVANUS olduğundan söz eder. Konuyu  Alevi tarih yazıcılarına bırakalım.
PİR SİLVANUS bir aziz değildir, o, yedinci yüz yılda yaşamış bir halk ozanıdır ve Bizans’ın baskıcı ve yok edici  Ortodoks zulmüne karşı bu topraklarda, kökleri Sümerlere, Hititlere kadar giden  bin yıllardır yaşayan  Anadolu inancını savunmaktadır.

Pir Sultan ABDAL gibi, taşlanarak öldürülür, gelenek devam eder.
O halde bir soru:

Neden sadece bu topraklarda olmak üzere mezarlıklara hep SELVİ – SERVİ AĞACI dikilir?
SELVİ ağacı dikilir, çünkü bilinmeyen nedenin altında yatan “sır” her dikilen SELVİ AĞACI, PİR SİLVANUS – PİR SULTAN ABDAL  anısı yaşasın diyedir.

Her SELVİ – SERVİ ağacı dirençtir ve göğü delen başları ile en az 2000 yıl yaşarlar.
Uzaklardan bakıldığında PİR SİLVANUS’un nöbete  durmuş CANLARINI andırırlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder