14 Şubat 2018 Çarşamba

AİŞE – AYŞE – ANŞA – HANŞA - ANAŞA


Sevgili Orhan Hocam,
Bilim şaşırmakla, sıra dışını görmek ve onu  açığa  çıkarmakla  gelişiyor.
Sizin kitaplarınız hep şaşırtıyor.

Sünni inançlı birisi olarak Alevileri yazmanızın ötesinde, hala sır dolu “Sıraçları / Anşa Bacılıları” yazmanız sıra dışı bir şeydir.
Türkiye Komünist Partisinin ilk ve son köylü Merkez Komite üyesi Halil Yalçınkaya’yı yazmanız ise, şaşırmanın da ötesinde bir çabadır.

Mihri Belli, Rasih Nuri ne kadar şaşırsalar azdır.
Ama, beni en çok şaşırtan ise, bu kadar anlı şanlı eski tüfek ve bu eski tüfeklerin rantını yiyen bu kadar eski tüfek yayınevleri varken, neden böyle bir kitabı basmazlar ve neden basılan bu kitaptan haberleri dahi olmaz.

Hepsi,  ama hepsi  çok güzel  ve öz verili  çalışmalardır,  sizin bu çalışmalarınız.
***//***
Daha ilk okulda iken, “Aişe” adının dilimize Ayşe olarak geçtiğini öğrendiğimizde, Arap kültürünün bizi nasıl da etkilemiş olduğunu bilemeden, Aişe’nin karşılığının Ayşe olduğuna şaşırmıştık.

Biraz da  Türklüğümüzü   öne çıkarma çabasıyla,  Aişe  yerine, hep Ayşe  demeye çalışırdık.
Oysa, bilemezdik Ayşe’nin de aslında Arabi olduğunu.

Sonra, biraz büyüdüğümde, kendi memleket çevremde ve civar illerde kadınların “Ayşe” yerine “Anşa” dediklerini duydukça “tamam, aslında tam Türkçesi bu işte” derdim, hele Tokat’a, Hubyar Ocağı’na gittikçe.
***//***

Aleviliğin, halife Ali ile, Ehlibeyt ile ilgili olmadığına inananlardanım.
***//***

Sizin de  araştırmalarınızda  karşınıza  çıkmıştır.
Anadolu Alevileri 16. yüz yıl sonlarına kadar sarayın kayıtlarında “ışık taifesi”, diye geçer.

Anadolu Alevilerinin Ali taraftarı olduğunu kabul etsek bile, bizim Türkçe kurallarımıza göre,  o zaman Alevilere Alevi değil,  şimdilerde  arada dile  getirildiği gibi “  Alici” derdik.
Alev-i,  derken de, benzeşme sıfatını  hep atlarız.

Bizim Çorumlu bir güzel Alevi ozanımız vardır: Aşık Gülabi.
Burada aşığın adı Gül – Abi, yani “gül gibi abi” gibi düşünülür.

Oysa, bu mahlas boş yere alınmamıştır. Söylenmek istenen “Gül–Ab–i”, yani “gül ve ab = su”, gül suyu gibi olduğudur.
Alev ışık, aydınlatan ise, Alev-i, yani   alev gibidir, aleve benzer, ışık gibi anlamına gelmelidir

Şeri düzen katı hükmünü sürdürmeye başlayınca, “ışık taifesi” birden Alevi olmuştur, Ali adına benzeşme ve “alev-i” derken ve Halife Ali’yi anarken, Ehlibeyti zikretme çabası ile.
Bunun aslında  Alevi  ulularınca bulunmuş  zekice bir  örtme, gizleme olduğunu  biliyoruz.

Bütün dinlerde,  bütün inançlarda  bu tür  örtme ve gizlemeler  vardır. Ocak ve ocakların Ehlibeyt’e dayanması gerektiği konusuna hiç girmeyelim.
***//***

Sıraçların öz Türk olduklarına hiç şüphe yok. Hala endogam yaşadıklarından, uzun süre bu yapı  bozulmayacak da demektir.
Kadının Sıraçlarda,  Anşa Bacılı  olarak da olsa, bu kadar  öne çıkması  sadece Anşa Bacılı Ocağı’nın postunda oturan Veli  Baba’nın erkenden  göçmesi ile  açıklanabilir mi?

Bölgede geçmişi ta bin yıllara varan Anahit Tapınımı nereye konacak o halde?
***//***

Alevi uluları nasıl Ali’ye benzeşen Alev-i kelimesini bulduysa, Sıraçlar da kendilerine Aişe – Anşa  adını  buldular.
***//***

O halde,  şaşırma sırası bana geliyor.

Her sene Kırgız  yurduna gidiyorum.  Benim dördüncü, kızımın üçüncü  gidişi olacak.
Elimdeki kitapta  “Kırgız  Masal  ve Efsanelerini”  okudukça, en çok da  dip notlara ve kelime açıklamalarına şaşırıyorum.

Hanşa, kelimesinin, Han-şa, olduğunu, yani “Hanın- Kağanın” eşi anlamına geldiğini öğrendiğimde, hemen Sıraçlara, Anca Bacılılara gitti zihnim.

Hanşa, Han-Şa bizim Orta Asya topraklarından getirmiş olduğumuz bir isimdir. Aişe veya Türkçesi olduğunu sandığımız Ayşe ile hiç mi hiç ilgisi yoktur.
Alevi uluları Anşa Bacılıların kadın başlarına bu kadar tepki almamaları için elbette “Hanın eşi” anlamını da içine alan ve Muhammet Peygamberin annesinin adına benzeşen Ayşe – Anşa – Hanşa adını kullanmakla akıllıca bir çözüm bulmuşlardır.

Veli Baba’dan sonra posta oturan kadının adı gerçekten Anşa mıydı acaba? Öyle olsa bile, posta oturan kadının adı mesela, Hatice olsaydı, Hatice veya başka bir isimde zikredilen   kadını posta asla oturtmayacaklarını düşünüyorum.
Yani adı farklı da olsa, posta oturan kadının adı yine “Anşa Bacı” olurdu. Zira, Alevi  uluları bunu  hesaba katmış,  düşünmüş  olmalılar.

Kimse Anşa Bacılılara farklı gözle bakamaz, Hazreti Ayşe Validemizin adı söz konusu olduğunda.
Aslında, Hanşa, günümüzde postta oturan “Ece’ye – Eci’ye” tam karşılık  değil midir?  Anşa  adı  burada  Hazreti  Ayşe’yi  zikrederek onu  ululamaktan ziyade  Türk soylu  bir geleneği “Ece – Eci – Han-şa” geleneğini, saygıyı, töreyi ululamaktır.  

***//***
Kitabı  okumaya  devam ediyorum, şaşkınlığım  bitmiyor.

İlerleyen sayfalarda dip not olarak karşıma “anaşa” kelimesi çıkıyor.
Anaşa karşılığında ise “afyon” yazıyor.

***//***
Bilirsiniz, bütün dinlerde, inançlarda ilerleyen zamanda saf hiçbir şey kalmaz.  İnançlardan ayrılmalar tarikatla açıklanır. Bütün tarikatların ise zikirleri ve ritüelleri vardır.

Tarikat dervişleri  esrime ve   dönme ile  trans  haline  geçerler.  Bunun için bazen en masumundan olmak üzere “enfiyeden, afyona” kadar ot veya koku çekerler, içerler.
Anaşa, yani afyon bu anlamda, tarik olmuş bütün inançlarda   saygı duyulan, özel yeri olan efsunlu bir maddedir.

Rakının aslında “dem” diye Alevi – Bektaşilerde bu kadar öne çıkarılması, afyonun kalıcı ve toplumu zehirleyici, uyuşturucu halini gören Alevi ululalarınca afyon yerine bulunmuş “ehveni şer” bir çözümün sonucudur.
Anaşa’ya saygı, bilinmezlik ile dolu efsunlu maddeye saygıdandır ve aslında Anşa’ya saygıdır.

Rakıyı, demi “yeter artık, içme”, diye yere dökmek hala büyük hakarettir Alevilere.
Rakı muhabbettir, “didar ile muhabbete doyulmaz / muhabbetten kaçan insan sayılmaz” der, pir.


Muhabbetle,
Aşk illa ki

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder