Sevgili Orhan Hocam,
Bilim şaşırmakla, sıra dışını
görmek ve onu açığa çıkarmakla gelişiyor.Sizin kitaplarınız hep şaşırtıyor.
Sünni inançlı birisi olarak
Alevileri yazmanızın ötesinde, hala sır dolu “Sıraçları / Anşa
Bacılıları” yazmanız sıra dışı bir şeydir.
Türkiye Komünist Partisinin
ilk ve son köylü Merkez Komite üyesi Halil Yalçınkaya’yı yazmanız
ise, şaşırmanın da ötesinde bir çabadır.
Mihri Belli, Rasih Nuri
ne kadar şaşırsalar azdır.
Ama, beni en çok
şaşırtan ise, bu kadar anlı şanlı eski tüfek ve bu eski
tüfeklerin rantını yiyen bu kadar eski tüfek yayınevleri varken,
neden böyle bir kitabı basmazlar ve neden basılan bu kitaptan
haberleri dahi olmaz.
Hepsi, ama hepsi
çok güzel ve öz verili çalışmalardır, sizin bu
çalışmalarınız.
***//***Daha ilk okulda iken, “Aişe” adının dilimize Ayşe olarak geçtiğini öğrendiğimizde, Arap kültürünün bizi nasıl da etkilemiş olduğunu bilemeden, Aişe’nin karşılığının Ayşe olduğuna şaşırmıştık.
Biraz da
Türklüğümüzü öne çıkarma çabasıyla, Aişe yerine, hep
Ayşe demeye çalışırdık.
Oysa, bilemezdik Ayşe’nin
de aslında Arabi olduğunu.
Sonra, biraz büyüdüğümde, kendi memleket çevremde ve
civar illerde kadınların “Ayşe” yerine “Anşa” dediklerini duydukça
“tamam, aslında tam Türkçesi bu işte” derdim, hele Tokat’a,
Hubyar Ocağı’na gittikçe.
***//***
Aleviliğin, halife Ali ile,
Ehlibeyt ile ilgili olmadığına inananlardanım.
***//***
Sizin de
araştırmalarınızda karşınıza çıkmıştır.
Anadolu Alevileri 16. yüz
yıl sonlarına kadar sarayın kayıtlarında “ışık taifesi”, diye geçer.
Anadolu Alevilerinin Ali
taraftarı olduğunu kabul etsek bile, bizim Türkçe kurallarımıza göre,
o zaman Alevilere Alevi değil, şimdilerde arada dile
getirildiği gibi “ Alici” derdik.
Alev-i, derken de,
benzeşme sıfatını hep atlarız.
Bizim Çorumlu bir güzel Alevi ozanımız
vardır: Aşık Gülabi.
Burada aşığın adı Gül
– Abi, yani “gül gibi abi” gibi düşünülür.
Oysa, bu mahlas boş yere
alınmamıştır. Söylenmek istenen “Gül–Ab–i”, yani “gül ve ab
= su”, gül suyu gibi olduğudur.
Alev ışık, aydınlatan
ise, Alev-i, yani alev gibidir, aleve benzer, ışık gibi
anlamına gelmelidir
Şeri düzen katı hükmünü sürdürmeye başlayınca, “ışık
taifesi” birden Alevi olmuştur, Ali adına benzeşme ve “alev-i”
derken ve Halife Ali’yi anarken, Ehlibeyti zikretme çabası ile.
Bunun aslında
Alevi ulularınca bulunmuş zekice bir örtme, gizleme
olduğunu biliyoruz.
Bütün dinlerde, bütün
inançlarda bu tür örtme ve gizlemeler vardır. Ocak ve ocakların Ehlibeyt’e
dayanması gerektiği konusuna hiç girmeyelim.
***//***
Sıraçların öz Türk olduklarına
hiç şüphe yok. Hala endogam yaşadıklarından, uzun süre bu yapı
bozulmayacak da demektir.
Kadının Sıraçlarda, Anşa Bacılı olarak da olsa, bu
kadar öne çıkması sadece Anşa Bacılı Ocağı’nın postunda oturan Veli
Baba’nın erkenden göçmesi ile açıklanabilir mi?
Bölgede geçmişi ta bin
yıllara varan Anahit Tapınımı nereye konacak o halde?
***//***
Alevi uluları nasıl Ali’ye benzeşen
Alev-i kelimesini bulduysa, Sıraçlar da kendilerine Aişe –
Anşa adını buldular.
***//***O halde, şaşırma sırası bana geliyor.
Her sene Kırgız yurduna
gidiyorum. Benim dördüncü, kızımın üçüncü gidişi olacak.
Elimdeki kitapta “Kırgız
Masal ve Efsanelerini” okudukça, en çok da dip notlara ve
kelime açıklamalarına şaşırıyorum.
Hanşa, kelimesinin, Han-şa, olduğunu,
yani “Hanın- Kağanın” eşi anlamına geldiğini öğrendiğimde,
hemen Sıraçlara, Anca Bacılılara gitti zihnim.
Hanşa, Han-Şa bizim Orta Asya
topraklarından getirmiş olduğumuz bir isimdir. Aişe veya Türkçesi olduğunu sandığımız Ayşe
ile hiç mi hiç ilgisi yoktur.
Alevi uluları Anşa
Bacılıların kadın başlarına bu kadar tepki almamaları için elbette “Hanın
eşi” anlamını da içine alan ve Muhammet Peygamberin annesinin adına
benzeşen Ayşe – Anşa – Hanşa adını kullanmakla akıllıca bir çözüm
bulmuşlardır.
Veli Baba’dan sonra
posta oturan kadının adı gerçekten Anşa mıydı acaba? Öyle olsa bile,
posta oturan kadının adı mesela, Hatice olsaydı, Hatice veya başka
bir isimde zikredilen kadını posta asla oturtmayacaklarını
düşünüyorum.
Yani adı farklı da olsa, posta
oturan kadının adı yine “Anşa Bacı” olurdu. Zira, Alevi uluları
bunu hesaba katmış, düşünmüş olmalılar.
Kimse Anşa Bacılılara
farklı gözle bakamaz, Hazreti Ayşe Validemizin adı söz konusu olduğunda.
Aslında, Hanşa,
günümüzde postta oturan “Ece’ye – Eci’ye” tam karşılık değil
midir? Anşa adı burada Hazreti Ayşe’yi
zikrederek onu ululamaktan ziyade Türk soylu bir geleneği “Ece
– Eci – Han-şa” geleneğini, saygıyı, töreyi ululamaktır.
***//***
Kitabı okumaya
devam ediyorum, şaşkınlığım bitmiyor.
İlerleyen sayfalarda dip
not olarak karşıma “anaşa” kelimesi çıkıyor.
Anaşa karşılığında
ise “afyon” yazıyor.
***//***
Bilirsiniz, bütün dinlerde, inançlarda ilerleyen
zamanda saf hiçbir şey kalmaz. İnançlardan ayrılmalar tarikatla açıklanır.
Bütün tarikatların ise zikirleri ve ritüelleri vardır.
Tarikat dervişleri
esrime ve dönme ile trans haline geçerler. Bunun
için bazen en masumundan olmak üzere “enfiyeden, afyona” kadar ot
veya koku çekerler, içerler.
Anaşa, yani afyon bu
anlamda, tarik olmuş bütün inançlarda saygı duyulan,
özel yeri olan efsunlu bir maddedir.
Rakının aslında “dem”
diye Alevi – Bektaşilerde bu kadar öne çıkarılması, afyonun kalıcı ve
toplumu zehirleyici, uyuşturucu halini gören Alevi ululalarınca
afyon yerine bulunmuş “ehveni şer” bir çözümün sonucudur.
Anaşa’ya saygı,
bilinmezlik ile dolu efsunlu maddeye saygıdandır ve aslında Anşa’ya saygıdır.
Rakıyı, demi “yeter artık,
içme”, diye yere dökmek hala büyük hakarettir Alevilere.
Rakı muhabbettir, “didar
ile muhabbete doyulmaz / muhabbetten kaçan insan sayılmaz” der,
pir.
Muhabbetle,
Aşk illa ki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder