Aşağıdaki bazı önemli örnekler için etimoloji sözlükleri kelimelerin kökeni olarak Grekçe’ yi gösterirler.
ARAPÇA FRANSIZCA TÜRKÇE
Al KİMİYA CHIMIE KİMYA
AL CABR ALGEBRE CEBİR
AL KUHL ALCOOL ALKOL
SUKKER SUCRE ŞEKER
ŞİFR CHIFFRE SIFIR
Bu örnek kelimelerin tamamı köken olarak Arapça’ dan devşirilmiştir.
Bizim konumuz olan “cerrahlık” da batı dillerine Arapça’ dan devşirilmiştir aslında.
CERH CHIRURGIE CERRAHİYE
…/…
Ama bu yazıda bizim konumuz tıpta henüz bilinmeyen “Manyetik Cerrahi” olacak.
…/…
Karavan, beyaz deve, Nikkal çamurlara girip çıkarken, dere tepe gezerken, kısa uzun Yurt Gezileri yaparken, tozlanıyor, kirleniyor.
Arada Sungurlu’ ya sanayiye geliyor ve karavanı, beyaz deveyi, Nikkal’i temiz pak yıkatıyorum.
Benim pek sevdiğim yıkamacı Hilmi kardeşim işini öyle güzel yapıyor ki, o işini yaparken ben de dükkandan içeri girip bir köşede masanın kenarına oturuyorum.
İşte yine böyle bir günde, Hilmi kardeşim beyaz deveyi temiz pak yıkarken, ben de yıkama yapılan yerin kapalı kısmına geçiyorum.
Kapalı kısımda bir traktör dikkatimi çekiyor.
Traktörün önce Hilmi’ ye ait olduğunu, satmak üzere buraya getirmiş olduğunu, düşünüyorum.
-Hilmi kardeş traktör de mi satıyorsunuz?
-Yok abi, o taraf traktör tamir bölümü.
-Nasıl yani, burada traktör tamiri de mi yapıyorsunuz?
-Evet abi, bizim, yani aslında babamın, asıl işimiz traktör tamiridir.
-Peki sen de anlıyor musun traktör tamirinden?
-Yok abi ben ancak tamire gelen traktörün bazı parçalarını söküp takabiliyorum, tamir işini babam yapıyor.
-Baba nerede?
-Babam karşı kaldırımda yerde oturuyor abi.
Hilmi’ nin babası olduğunu uzaktan gördüğüm adam biraz sonra kaldırımdan kalkarak tamir için bırakılan traktörün bulunduğu kapalı alana geliyor.
Selam veriyor bana, “aleykümselam,” diyerek ustanın selamını alıyorum.
Dükkandaki yaldız çerçeve içinde asılı ve üzerinde askerlik döneminde bir gençlik fotoğrafı bulunan ustalık belgelerinden adının Hasan olduğunu okuyup öğrendiğim orta boyda, güçlü kuvvetli adam önce park halinde duran ve tamir için kapalı alana çekilmiş traktöre şöyle bir bakıyor.
Ben hala traktöre, duvarın en yüksek yerine, adeta boynum kırılarak okuyabileceğin yüksek bir yere yaldız çerçeveler içinde asılı ustalık, kalfalık belgelerine, tamir için sağdan soldan toplanmış, kimini kendileri yapmış, uydurmuş tamir setlerine, tornavida ve daha önce hiç görmediğim başka aletlere bakıyorum.
Bu arada Hasan Usta sanki çok yorulmuş gibi, kapalı alanda bulunan masanın başına gelip oturuyor.
![]() |
Hasan
Usta sağ elinin işaret parmağı üzerindeki ince uzun tel ile “denge oyunu” oynamıyor. |
Üzeri ve etrafındaki dört sandalyenin motor yağı lekeleriyle dolu masanın başına oturan Hasan Usta’yı sargı bezi ile sarılı olan sağ elinin işaret parmağının üzerine koymuş olduğu ucunda kaynaklı küçük bir parça bulunan uzun tel parçası ile masanın başında görünce “ustanın canı sıkılıyor galiba, tel parçasını almış, bizim çocukken yaptığımız gibi parmak üzerinde denge oyunu oynuyor” zannediyorum.
Hasan Usta uzun tel parçasını, hastanede sarılmış olduğu belli olan sargılı sağ elinin işaret parmağı üzerinde, bir ucunu diğer tarafa ağdırmadan oldukça dengeli bir şekilde tutuyor.
Hasan Usta’nın yapılı halini her biri abartmasız 5 cm çapında olan el parmaklarını daha yakından görünce bir kere daha fark ediyorum.
Traktör ve tamir takımlarına, duvarda asılı yaldızlı çerçeveler içinde duran kalfalık ve ustalık belgelerine baktıktan sonra, yapacak başka bir şey olmadığı için ben de Hasan Usta’nın oturduğu üzeri motor yağı lekeleriyle kaplı masanın bir köşesine oturuyorum.
-Ustam nerelisiniz?
-Eşşekli Köyü’nden, daha şoorda.
-Anladım, yeni adı Cevheri.
-He iyi bildin.
Hasan Usta bir yandan benimle konuşuyor, ama asıl dikkati sağ elinin sargılı işaret parmağı üzerindeki ince uzun tel parçasında. Bunu fark ediyorum.
Ama Hasan Usta sağ elinin işaret parmağı üzerinde dengede tutmaya çalıştığı ince uzun tel parçası ile “bir denge oyunu” oynamıyor. Çünkü öyle olsa, yani söz konusu olan bir denge oyunu olsa Hasan Usta gözünü sağ elinin sargılı olan işaret parmağından hiç ayırmaz.
Oysa Hasan Usta bir yandan benimle konuşurken gözünü ince uzun telin ucuna kaynakla tutturulmuş ve sol elinin işaret parmağına değen küçük parçadan bir an bile ayırmıyor.
![]() |
Sol
el işaret parmağına değen küçük parça |
Bir süre Hasan Usta’yı izliyorum.
Hasan Usta sabırla ve ustalıkla sağ elinin sargılı işaret parmağı üzerinde duran ince uzun telin ucundaki küçük parçayı son elinin işaret parmağının yan tarafına değdirmeye, küçük parçayı milimetrik olarak oynatmaya, ama bu arada teli de dengede tutmaya çalışıyor.
Hasan Usta’nın ne yaptığını çok merak ediyorum.
Dayanamayıp soruyorum.
-Hayırdır ustam, bu ince tel ile ne yapıyorsun?
-Aha şu parmağıma metal çapağı saplandı da onu bulmaya çalışıyorum.
-Nasıl buluyorsun?
-Aha bu telin ucundaki parça ile.
-Bu telin ucundaki küçük parça mıknatıs mı?
-Evet, LPG tanklarında kullanılan çok güçlü bir mıknatıs.
-Vay be, ilk defa böyle bir şey görüyorum. Her mıknatıs da olmaz yani.
Hasan Usta sol işaret parmağına saplanmış ve derinin içine girmiş olan metal çapağın yerini tam olarak tespit etmek istiyor.
-Ustam, diyelim çapağın yerini tam tespit ettin, çapağı nasıl çıkaracaksın?
-Metal çapak bizim işte parmaklarımıza, kolumuza çok sıçrar ve saplanır. Bazılarının gözüne bile saplanır. Çapak öyle bir hızla gelir ki, mermi gibi saplanır etimize.
-Sonra, parmağınıza saplanan metal çapağın yerini tespit edince ne yapıyorsunuz?
-Eğer metal çapak parmağın içinde, etin içinde yürümemişse, hemen parmağı yarıp çıkarırız.
-Nasıl yani, metal çapak etin içinde yürüyor mu?
-Evet ya, yürür. Bazen çapağın yerini bulamayız, bazen işlerin çokluğundan, bazen aha şu tel ile bakıp bulmayı ihmal ettiğimizden, çapak etin içinde yürür gider.
-O zaman ne yapıyorsunuz?
-O zaman parmağı yardırmak ve çapağı aldırmak için hastaneye, doktora gidiyoruz.
Hasan Usta bütün bunları bana tane tane ve sabırla anlatırken, aynı sabırla sol el işaret parmağının ikinci boğumuna yakın bir yere saplanan metal çapağın yerini tam olarak tespit etmeye çalışıyor.
-Ustam o halde bu sargılı olan sağ el işaret parmağınıza çapak mı saplanmıştı?
-Evet. Çapak saplanmıştı, biz de işlerin yoğunluğundan çapağın yerini tam olarak tespit edip de parmağı yarıp çapağı çıkarmayı ihmal ettik.
-O zaman çapak elin içinde yürüdü.
-Evet, tam da öyle oldu.
-Sonra doktora mı gittiniz?
-Evet, hastaneye doktora gittim. Doktor baktı, çapağın yerini bulamıyor. Doktora “hocam çapağın yeri tam şurada,” diyorum, ama doktor beni dinlemiyor.
-Sonra?
-Sonra doktor başladı ucundan parmağımı yarmaya. Yara yara neredeyse parmağın ikinci boğumuna kadar geldi.
Doktor sonunda parmağıma saplanan ve yürüyen metal parçasını buldu, ama parmağımı da baya yarmış oldu.
Doktora, “hocam ben size demedim mi, çapağın yeri aha şurası,” diye çıkıştım. Çünkü ben aha bu telin ucundaki güçlü mıknatıs ile manyetik olarak ve nokta atışı gibi parmağıma saplanan metal çapağın yerini tespit edebiliyorum. Üstelik ben bunu daha bugün yapmıyorum ki, senelerdir bu işi yaparım. Bir ben değil, bütün sanayi bu usulü bilir ve parmaklarına, kollarına saplanan metal çapaklarının yerini bu şekilde tespit eder. Bunu doktora da aynı bu şekilde anlattım, ama adam beni dinlemiyor ki.
-Helal olsun size ustam ya. Sen öyle doktora çıkışınca doktor sana ne dedi?
-Ustam vallahi siz bu işi çözmüşsünüz, bizi aşmışsınız, dedi doktor.
Güldü tabi ki, ama bizi de ciddiye almaya başladı.
Hasan Usta hayatımda görmediğim, duymadığım bir yöntemi, bir cerrahi yönetimini benim adına “manyetik cerrahi” yöntemi diyeceğim yöntemi bana sabırla anlatırken, bu yöntemin tıp fakültelerinde “halk hekimliği” konusu anlatılırken ele alınıp alınmayacağını merak ediyorum.
Hasan Usta’dan son bir istekte bulunuyorum, “Ustam parmaklarının resmini çekebilir miyim, yüzünü almayacağım”, elbette, diyor bu emekçi ve cerrah Usta.
Büyük Usta Nazım Hikmet’ in Türk köylüsü için yaptığı tanımı gösteren o ölümsüz dizeler geliyor hemen aklıma:
Türk Köylüsü
Topraktan öğrenip
kitapsız
bilendir,
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu
Zihni gibi gülendir.
Ferhad' dır,
Kerem'dir,
ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser.
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, "Yunusu biçâredir,
baştan ayağa yâredir,"
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmesin önlerine
ve bir kerre vakterişip :
"-Gayrık,
yeter!.."
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi:
"İsrafil surunu urur
mahlukat yerinden durur",
toprağın nabzı başlar
onun
nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur
ne
düşmanı kayırır,
"Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa..."
…/…
Beyaz deve yıkandı, ak pak oldu. Hilmi kardeşim her zamanki güler yüzü ile anahtarı bana verdi. Hilmi’ ye hak ettiği ücreti veriyorum.
Ama aslında bu işten ben daha çok kazançlı çıkıyorum. Hilmi kardeşimin babası Hasan Usta’ dan yeni ve başka hiçbir yerde görüp öğrenemeyeceğim bir konuyu, “Manyetik Cerrahi” konusunu öğrenmiş oluyorum.
Hayat hep öğrenmedir, hep bu ilke ile çıkmıyor muyuz yollara?
Hep öğreniyoruz, hep birbirimizden öğreniyor, hep birbirimize öğretiyoruz.
En güzeli de öğrendiklerimizi paylaşıyoruz.
Paylaşmak güzeldir.
Rahmetli Hasan Dedem rençberlik zordur rençber olan her işini sorununu kendi görmesini bilecek derdi.Bir cerrah gibi fındık tarlasında eline batan kıymıkları İğne ile çakısı ile çıkarırdı.Recep bey beni anılara yolculuk ettirdiniz çok da güzel bir anlatımla.Teşekkürler
YanıtlaSilMerhaba Hacer Hanım,
YanıtlaSilRenc-ber kelime anlamı olarak sıkıntı-çeken demektir. Biz dilimize bu kelimeyi genel anlamda çiftçi olarak aldık. Ama doğrudur, bütün Anadolu çiftçisi renc-berdir, sıkıntı çeker.
Hayatın özü de aslında sıkıntılardan kurtulmaya çalışmak değil midir. Mutlu olmak.
Mutlulukla,
Muhabbetle,