İKİNCİ BÖLÜM
Bugün 01 Temmuz, Çarşamba. 30 Haziran, Salı günü karavanla çıktığım yolda
Hititlerin yol hafızasını izleyerek devam ediyorum.
KÜÇÜK HIRKA KÖYÜ YA DA CANI SAĞ OLASICANIN RAMAZAN
Eski adı ile GICIK, yeni adı ile YÜKSEK YAYLA Köyü’ nü geçtikten sonra Küçük Hırka Köyü’ ne doğru devam ediyorum. Köyün içine girmeyeceğim, köy yukarıda ve yol güzergahı dışında kalıyor, SULUDERE Köyü’ ne devam edeceğim.
Ama yolun ileride ikiye ayrıldığını fark ediyorum. Şansım varmış, tam yol ayrımına gelmeden yolun kenarında tarla sınırında büyükbaş hayvanlarını otlatan bir köylü ile karşılaşıp SULUDERE Köyü yolunu sormak için duruyorum.
KÜÇÜK HIRKA KÖYÜ YA DA CANI SAĞ OLASICANIN RAMAZAN
Eski adı ile GICIK, yeni adı ile YÜKSEK YAYLA Köyü’ nü geçtikten sonra Küçük Hırka Köyü’ ne doğru devam ediyorum. Köyün içine girmeyeceğim, köy yukarıda ve yol güzergahı dışında kalıyor, SULUDERE Köyü’ ne devam edeceğim.
Ama yolun ileride ikiye ayrıldığını fark ediyorum. Şansım varmış, tam yol ayrımına gelmeden yolun kenarında tarla sınırında büyükbaş hayvanlarını otlatan bir köylü ile karşılaşıp SULUDERE Köyü yolunu sormak için duruyorum.
![]() |
Küçük Hırka Köyü |
![]() |
Küçük Hırkalı Canı sağ olasıcanın Ramazan Çavdar Amca |
Köylünün bu yaşta olmasını yüzündeki biraz
da abartılmış, kreme bağlıyorum.
-Burası Küçük Hırka Köyü mü?
-Evet
-Köyün adında neden “hırka” kelimesi var? Burada bir ermişin hırkası mı vardı?
-Orasını bilemem.
Köylü lafı eline alıyor ve başlıyor konuşmaya.
“Bu köyde vaktiyle HIRA BABA, diye bir ermiş yaşarmış. Cuma namazına Büyük Hırka Köyü’ ne gider, namaz bitmeden burada, Küçük Hıra’ da (Küçük Hırka) olurmuş.
Ta şoo gördüğün sivri var ya, onun depesinde bir yatır var, o yatır HIRA BABA’nın yatırıdır.”
-Oraya nasıl çıkılır?
-Araba çıkıyor, yol yaptılar.
Köylü benimle hem sohbet etmek hem de ekinlere dalan hayvanlarını kontrol etmek istiyor ve biraz tedirgin oluyor. Hayvanlar ekinlere dalarsa, tarla sahibi ile sorun çıkar. Köylüyü daha fazla lafa tutmuyor ve yoluma devam etmek istiyorum.
Yola devam etmek için karavanın motorunu çalıştırıyorum ve köylüye veda ediyorum.
Köylü “gene beklerim,” diyor.
-Bana bu köyde “canı sağ olasıcanın Ramazan, derler. Soyadım Çavdar. Ramazan ÇAVDAR.
-Neden öyle derler?
-İşte öyle galan.
Köylünün yüzünün hep güleç olması belki de buna bir işaret olmalıdır.
En kötü durumlarda bile Ramazan Amca “canın sağ olsun,” mu diyordu acaba, bu lakap onun için mi verildi ona, bilemiyoruz, kendisi de bilmiyor. Ama vardır bir nedeni.
Ramazan Amca’nın yüzünün bu kadar bol kremli olması aslında kendince yüzünü “nurlu” gösterme çabası olabilir miydi?
Zira bir yere bir şey sürmek, Arapça “mesh etmek” demektir. Abdest alanlar ayaklarını mesh ederler. İsa bir Mesih’tir. O hastalara elini sürdüğünde, yani onları mesh ettiğinde, hastalar iyileşirdi. O nedenle İsa peygamberin adı İsa Mesih olarak, birlikte söylenir.
Ramazan Amca’nın yüzüne sürmüş olduğu kremin koruma amaçlı güneş kremi olduğunu ve onun ne kadar bilinçli bir köylü olduğunu düşünerek,
-Ramazan Amca, helal olsun sana, güneşten korunmak için yüzüne güneş kremi mi sürdün?
-Yoo, işte evde olan bir krem.
Canı sağ olasıcanın Ramazan Amca’nın yüzüne güneşe karşı koruma amaçlı olmayan bu kremi neden bu kadar bolca mesh ettiğini bilemiyoruz. Belki de nur yüzlü görünmenin en gerçekçi yolu bu olsa gerek.
Ayrılırken Ramazan Amca’nın söylediği son sözler aslında tahmin ettiğim gibi, ipuçları veriyor.
-Ben hep meleklerle konuşurum. Melekler bana hep görünür. Bir işi yaparken, onu yapmadan önce hep meleklere sorarım, meleklerden alacağım cevaba göre o işi yapıp yapmamaya karar veririm.
-Melekler sana nasıl görünüyor Ramazan Amca?
-Bilmem görünüyorlar işte.
-Yemek yemek, su içmek için bile meleklere sorarım, onlar ne derse öyle yaparım.
Küçük Hırka Köyü’nden Canı sağ olasıcanın Ramazan Amca’yı ekin tarlalarına dalan hayvanlarının peşinden koşarken görüyorum ve SULUDERE Köy yolu ayrımına doğru hareket ediyorum.
Aslında köyün adındaki HIRKA kelimesinin gerçekte bir derviş hırkası gibi düşünüldüğünde, hırka ile bir ilgisinin olmadığını, ama köylülerin köyün adını HIRA olarak söylediklerinde bilmeden ve farkında olmadan doğru söylediklerini çıkarıyorum.
Zira tam da köylülerin dedikleri gibi, köyün adı HIRA olmalı. Bu isim Mekke’ de bulunan ve eteklerindeki mağarada Hazreti Muhammed’ e vahiy gelen yalçın bir kayalığın adıdır.
Alparslan TÜRKEŞ tarafından söylendiği söylenen ve bir parti sloganı haline gelen “TANRI DAĞI KADAR TÜRK, HİRA DAĞI KADAR MÜSLÜMAN” sözünde geçen HİRA Türkçe ses uyumundan dolayı HIRA olurken, köyün adı coğrafi kayıtlara neden HIRKA, diye geçer doğrusu anlamak kolay değil.
ORDOĞON KÖY – ORDOĞLU KÖYÜ – SULUDERE KÖYÜ
Ramazan Amca’ya SULUDERE Köyü’ nü sorduğumda, bir an duralayarak bana “ORDOĞON KÖY” dediğinde, ne demek istediğini anlamamıştım.
SULUDERE, diye ısrar etmemle, “oranın eski adı Ordoğon Köy,” diye bana bilmediğim yeni bir köy adını daha öğretmiş oluyordu.
İyi, ama ORDOĞON veya ORDOĞLU ne demek ola ki?
Muhtemelen ORTA – ORTA OĞLU demek olan ilk söyleniş, sonraları ses düşümlerinden dolayı ORDOĞLU olarak söylenmeye başlamış olmalıdır.
Eski Anadolu Türkçesi Sözlüğü’nde ORDU UŞAĞI, karşılığında “ bey çocuğu” yazmaktadır. Buradan köyü kuranın bir bey çocuğu, ORDU OĞLU olduğunu anlayabiliriz.
Ama durum gerek söyleniş gerekse yazılış bakımından öylesine karışık ki, kimse içinden çıkamıyor.
-Evet
-Köyün adında neden “hırka” kelimesi var? Burada bir ermişin hırkası mı vardı?
-Orasını bilemem.
Köylü lafı eline alıyor ve başlıyor konuşmaya.
“Bu köyde vaktiyle HIRA BABA, diye bir ermiş yaşarmış. Cuma namazına Büyük Hırka Köyü’ ne gider, namaz bitmeden burada, Küçük Hıra’ da (Küçük Hırka) olurmuş.
Ta şoo gördüğün sivri var ya, onun depesinde bir yatır var, o yatır HIRA BABA’nın yatırıdır.”
-Oraya nasıl çıkılır?
-Araba çıkıyor, yol yaptılar.
Köylü benimle hem sohbet etmek hem de ekinlere dalan hayvanlarını kontrol etmek istiyor ve biraz tedirgin oluyor. Hayvanlar ekinlere dalarsa, tarla sahibi ile sorun çıkar. Köylüyü daha fazla lafa tutmuyor ve yoluma devam etmek istiyorum.
Yola devam etmek için karavanın motorunu çalıştırıyorum ve köylüye veda ediyorum.
Köylü “gene beklerim,” diyor.
-Bana bu köyde “canı sağ olasıcanın Ramazan, derler. Soyadım Çavdar. Ramazan ÇAVDAR.
-Neden öyle derler?
-İşte öyle galan.
Köylünün yüzünün hep güleç olması belki de buna bir işaret olmalıdır.
En kötü durumlarda bile Ramazan Amca “canın sağ olsun,” mu diyordu acaba, bu lakap onun için mi verildi ona, bilemiyoruz, kendisi de bilmiyor. Ama vardır bir nedeni.
Ramazan Amca’nın yüzünün bu kadar bol kremli olması aslında kendince yüzünü “nurlu” gösterme çabası olabilir miydi?
Zira bir yere bir şey sürmek, Arapça “mesh etmek” demektir. Abdest alanlar ayaklarını mesh ederler. İsa bir Mesih’tir. O hastalara elini sürdüğünde, yani onları mesh ettiğinde, hastalar iyileşirdi. O nedenle İsa peygamberin adı İsa Mesih olarak, birlikte söylenir.
Ramazan Amca’nın yüzüne sürmüş olduğu kremin koruma amaçlı güneş kremi olduğunu ve onun ne kadar bilinçli bir köylü olduğunu düşünerek,
-Ramazan Amca, helal olsun sana, güneşten korunmak için yüzüne güneş kremi mi sürdün?
-Yoo, işte evde olan bir krem.
Canı sağ olasıcanın Ramazan Amca’nın yüzüne güneşe karşı koruma amaçlı olmayan bu kremi neden bu kadar bolca mesh ettiğini bilemiyoruz. Belki de nur yüzlü görünmenin en gerçekçi yolu bu olsa gerek.
Ayrılırken Ramazan Amca’nın söylediği son sözler aslında tahmin ettiğim gibi, ipuçları veriyor.
-Ben hep meleklerle konuşurum. Melekler bana hep görünür. Bir işi yaparken, onu yapmadan önce hep meleklere sorarım, meleklerden alacağım cevaba göre o işi yapıp yapmamaya karar veririm.
-Melekler sana nasıl görünüyor Ramazan Amca?
-Bilmem görünüyorlar işte.
-Yemek yemek, su içmek için bile meleklere sorarım, onlar ne derse öyle yaparım.
Küçük Hırka Köyü’nden Canı sağ olasıcanın Ramazan Amca’yı ekin tarlalarına dalan hayvanlarının peşinden koşarken görüyorum ve SULUDERE Köy yolu ayrımına doğru hareket ediyorum.
Aslında köyün adındaki HIRKA kelimesinin gerçekte bir derviş hırkası gibi düşünüldüğünde, hırka ile bir ilgisinin olmadığını, ama köylülerin köyün adını HIRA olarak söylediklerinde bilmeden ve farkında olmadan doğru söylediklerini çıkarıyorum.
Zira tam da köylülerin dedikleri gibi, köyün adı HIRA olmalı. Bu isim Mekke’ de bulunan ve eteklerindeki mağarada Hazreti Muhammed’ e vahiy gelen yalçın bir kayalığın adıdır.
Alparslan TÜRKEŞ tarafından söylendiği söylenen ve bir parti sloganı haline gelen “TANRI DAĞI KADAR TÜRK, HİRA DAĞI KADAR MÜSLÜMAN” sözünde geçen HİRA Türkçe ses uyumundan dolayı HIRA olurken, köyün adı coğrafi kayıtlara neden HIRKA, diye geçer doğrusu anlamak kolay değil.
ORDOĞON KÖY – ORDOĞLU KÖYÜ – SULUDERE KÖYÜ
Ramazan Amca’ya SULUDERE Köyü’ nü sorduğumda, bir an duralayarak bana “ORDOĞON KÖY” dediğinde, ne demek istediğini anlamamıştım.
SULUDERE, diye ısrar etmemle, “oranın eski adı Ordoğon Köy,” diye bana bilmediğim yeni bir köy adını daha öğretmiş oluyordu.
İyi, ama ORDOĞON veya ORDOĞLU ne demek ola ki?
Muhtemelen ORTA – ORTA OĞLU demek olan ilk söyleniş, sonraları ses düşümlerinden dolayı ORDOĞLU olarak söylenmeye başlamış olmalıdır.
Eski Anadolu Türkçesi Sözlüğü’nde ORDU UŞAĞI, karşılığında “ bey çocuğu” yazmaktadır. Buradan köyü kuranın bir bey çocuğu, ORDU OĞLU olduğunu anlayabiliriz.
Ama durum gerek söyleniş gerekse yazılış bakımından öylesine karışık ki, kimse içinden çıkamıyor.
![]() |
Ordoğon Köy –Ordoğlu Köyü – Suludere Köyü |
Suludere Köyü’ ne giriyorum. Köyün içinden geçerek bir sonraki köy olan
PERÇEM Köyü’ ne gideceğim.
Köyün camisine geldiğimde karavandan, beyaz deveden, Nikkal’ den inerek dere ağzına yapılmış pınarda yüzümü yıkamak istiyorum.
Çok susamama rağmen, zorunlu olmadıkça köy pınarlarından, yol kenarı pınarlarından su içmiyorum.
Köylüler o suları yıllardır içtiği için onların bağırsak floraları ona göre düzenlenmiş olabilir ve sorun yaşamayabilirler, ama benim gibi bu sulara alışık olmayanlar sıkıntı yaşayabilirler.
Bu neden çok istememe rağmen köyün pınarından su içmiyorum, sadece yüzümü yıkıyorum.
Yoluma devam edeceğim. Ama pınarın alınlığında mermer bir plakaya yazılı olan ve pınarı yaptıranın adının adı olduğunu düşündüğüm isim dikkatimi çekiyor.
SABRİ OĞLU KAHRAMAN TASIM
Hata ve yanlışlık yok, TASIM adı yazıyor.
Bir anlam veremiyorum. Sonra tekrar düşünüyorum ve bildiklerimi hatırlıyorum.
Birincisi bir müzik terimi, diğeri ise mantık terimidir, iki önermeden bir gerçeklik çıkarmak.
İyi, ama bu dağ köyünde bu terimleri bilen mi var?
Mutlaka başka bir anlamı olmalıdır.
Yoksa işin aslı su içilen TAS mı ola ki?
Bunu mutlaka köylüye sormalıyım diye düşünüyorum, ama ortada kimseyi göremiyorum.
![]() |
Köy pınarını yaptıranın adındaki TASIM ne ola ki? |
Pınardan ayrılıp köy çıkışında üçe ayrılan yola doğru devam ediyorum.
Yolun işlekliğine göre doğru gitmem gerektiğini düşünüyorum.
Yola giriyorum. Sol tarafta elli metre kadar aşağıda bahçede çalışan kadınlar görüyorum. Onlara sesleniyorum, ama beni duymuyorlar.
Yolda biraz ilerliyorum, ama yol öylesine bozuk ki, toprak köy yolundan bile daha kötü.
Hayır, diyorum, bu yol olamaz.
Geri dönüyorum.
Köy pınarına, camiye doğru giderken namlusu belinden iyice sarkmış, elinde bir dosya olan, kirli sakallı genç birisine rastlıyorum. Bu köyde belinde tabanca, elinde dosya ile dolaşan bir gence pek anlam veremiyorum, ama gencin rahat hareketlerinden onun bu köylü olduğunu düşünüyorum.
Karavandan inmeden gencin yanına yanaşıyor ve PERÇEM KÖYÜ yolunu soruyorum.
Genç yolun benim girdiğim, ama geri döndüğüm yol olduğunu söylüyor.
-İyi ama o yol çok kötü.
-Öyle olduğuna bakmayın, 150 metre sonra yol düzeliyor.
-Eyvallah
-Hayırdır?
-Geziyorum.
Belinden tabancası sarkan kirli sakallı genç kendisinin köyün muhtarı olduğunu söylediğinde, pek de şaşırmıyorum. Elindeki dosya ne, diye sorduğumda, “köyün su saatlerini okuyorum,” diyor.
Anlaşılan köyde su saatlerini okumak muhtarın görevidir.
Muhtar adının ZEKERİYA YAMAN olduğunu söylerken, ben de kendisine köyün adının neden SULUDERE olduğunu, köyün sularının bol olmasından mı olduğunu, soruyorum.
-Ne gezer abi
-Nasıl yani?
-Abi köy susuzluktan kırılıyor.
İşte tam bir ironi.
Köyün adı SULUDERE, ama köyde su sıkıntısı var.
-Neden köyün adı SULUDERE o halde?
-Abi köyün asıl adı ORDOĞON Köy, ORDOĞLU da derler, SULUDERE sonradan verildi.
Muhtara bir şey diyemiyorum. Bu memlekette buna benzer o kadar çok ironik coğrafi isimler var ki.
Yolumdan geri dönerek daha önce ayrılıp döndüğüm yola tekrar girmek için yoluma devam ediyorum.
Yoldan geçerken son anda gördüğüm, ama fotoğrafını çekemediğim bir duvar yazısını bu sefer çekmek için karavandan iniyorum ve çekiyorum.
Muhtar yazının askere giden köyün gençleri tarafından yazıldığını söylüyor.
![]() |
Suludere Köyü Duvar Yazısı |
SULUDERE Köyü’nden çıkıyorum,
yol gerçekten de stabilize ve güzel bir yola dönüşüyor ve PERÇEM KÖYÜ’ ne doğru
yoluma devam ediyorum.
PERÇEM KÖYÜ
Perçem Köyü’nün içine girmeden yola devam etmem gerekiyor.
Ama aklıma köyün adının neden PERÇEM olduğu takılıyor. Köyün içine girmediğim için PERÇEM adının nereden geldiğini kimseye soramıyorum. Bana göre bozulma bir kelime olabilir. Köye bir sonraki gelişimde bu konuyu sormayı düşünüyorum.
Ama gerek köyün girişine kurulan tak, gerekse köyün temiz tutulması için yol kenarına konmuş olan uyarı levhası köyün adının anlamı hakkında ipucu veriyor.
Eğer saçınız bakımlı, temiz olmazsa, PERÇEMİNİZ belli olmaz.
Köy çıkışında durup köyün uzaktan bir fotoğrafını çekiyorum, gerçekten
güzel bir konumu olan ve çok bakımlı bir Anadolu köyü.
![]() | |
|
Köyün çıkışına yolun kenarına konulan uyarı levhası ise uyarı konusunda
büyük şehirlerde bile görülmeyen bir yaklaşımı yansıtıyor.
![]() | |
|
Perçem Köyü’nden sonrası artık verimli ve bereketli Alaca Ovası,
görünüyor.
Eskiyapar Köyü’ ne yani Hitit Yol Hafızası’ na göre üçgenin tam ortasına varmadan son köy EREN KÖY ve DEDEPINAR KÖY olacak.
EREN KÖY’ e giderken yolun sağında aşağıda dere içinde küçük bir gölet görüyorum.
Köye girmek için yoldan sağa içeri giriyorum.
EREN KÖY ile DEDEPINAR KÖY aslında bitişik. İlk önce bu durumu anlayamıyorsunuz. EREN KÖY meydanındaki genç birisine rastlamasam bu durumu ben de fark edemeyeceğim.
Gence ESKİYAPAR yolunu soruyorum.
Gence sormasam, yoluma devam edip, yolu uzatarak varacağım ESKİYAPAR'a.
Genç köye hiç girmememi, geri dönmemi, yol ayrımına varınca sağa dönerek doğruca gittiğimde Alaca – Zile asfaltını keserek Eskiyapar Köyü’ ne ulaşabileceğimi söylüyor.
Gencin dediği gibi yapıyor ve yol ayrımına varınca sağa dönüyor ve NİKKAL Eskiyapar’ a doğru yola koyuluyor.
Kısa bir yol gittikten sonra yolun solunda tarlaların içinde gölgelik niyetine çekilmiş brandaları ve yanında 63 plakalı bir minibüsü görünce o gölgeliğin ve minibüsün çalışmak üzere gelen mevsimlik tarım işçileri olduğunu anlıyorum.
Az daha gidince yine yolun solunda, koca bir soğan tarlasında tek başına soğan otu almakta olan bir köylüye rastlıyorum.
Karavandan inmeden soğan otu alan köylüye selam veriyorum.
-Hayırdır hemşerim, koca soğan tarlasının otunu bir başına mı alıyorsun?
-Heee, ne var ki?
-Yahu koca tarla, tek başına nasıl baş edeceksin?
-Aha bitti bilem.
Adının Hamza olduğunu söyleyen köylü iki lafının arasında bir ağzına geleni söylüyor kendilerine bir soğanı çok görenlere ve kendilerini soğan teröristi olarak görenlere.
Köylüye katılmamak elde değil.
Onca öfkesine ve yakıcı güneşin altında bir başına koca tarlasında ot almasına rağmen beni de kendini de gülümsetiyor.
Benim gülümsemem fazla sürmüyor lakin.
-Hemşerim arabanın altından yağ mı damlıyor ne?
-Ne diyorsun yahu?
Endişeleniyorum. Karavandan inip aracın altına bakıyorum, gerçekten de alt taraftan yağ sızıntısı geliyor.
-Ya hemşerim bunu kötü dedin, amma.
-Ne deyim hemşerim, o zaman lafımı geri alayım.
-Yok, onu demek istemedim.
Köylü onca bunalmış haline rağmen aracın altındaki yağ sızıntısını fark edebiliyorsa, bunun için köylüyü takdir etmeliyim. Helal olsun ona.
-Telaşlanma hemşerim, Alaca bir adım, sanayiye gider bakıtırsın.
Köylünün dediği doğru, ama ille de şu DEDEPINAR KÖYÜ’ ne adını veren pınarı merak ediyorum. Öyle ya bu isim boşuna verilmemiş olmalıdır.
-Hamza Abi dedikleri gibi bu DEDEPINAR diye gerçekten bir pınar mı?
-Evet
-Nerede, nasıl giderim?
-Perçem tarafından gelirken sağ tarafta bir su gördün ya.
-Evet
-İşte o su aslında küçük bir gölet ve o göledin başındaki pınar DEDE PINAR.
-Yani arkada kaldı.
-Evet
-Pınar o kadar büyük mü de gölet yapıyor?
-Büyük, suyu kayanın altından kaynıyor ve yaz kış hiç kurumaz suyu.
DEDE PINAR’ ı merak ediyorum ve aracın yağ sızıntısına rağmen, Perçem Köyü yönüne dönerek göledi görene kadar yola devam ediyorum.
Nihayet göledi görüyorum ve o noktada karavanı güvenli bir şekilde park ederek tamamı ayçiçeği ekili tarlalardan kah boyumu aşarak, kah içinde kaybolarak, doğu yönünde ilerleyerek gölede doğru yürüyorum.
Nihayet Ayçiçek tarlaları bitiyor ve gölet ortaya çıkıyor.
Göledin üzerine düşen beyaz bulutların yansımasından ziyade kayaların içinde süzülerek çıkan o kristal berraklığındaki buz gibi su beni cezbediyor.
Suya ayaklarımı sokmak istiyorum, ama buna vaktim yok. NİKKAL hastalanmış, onu doktora, tamirciye götürmem gerekiyor.
Eskiyapar Köyü’ ne yani Hitit Yol Hafızası’ na göre üçgenin tam ortasına varmadan son köy EREN KÖY ve DEDEPINAR KÖY olacak.
EREN KÖY’ e giderken yolun sağında aşağıda dere içinde küçük bir gölet görüyorum.
Köye girmek için yoldan sağa içeri giriyorum.
EREN KÖY ile DEDEPINAR KÖY aslında bitişik. İlk önce bu durumu anlayamıyorsunuz. EREN KÖY meydanındaki genç birisine rastlamasam bu durumu ben de fark edemeyeceğim.
Gence ESKİYAPAR yolunu soruyorum.
Gence sormasam, yoluma devam edip, yolu uzatarak varacağım ESKİYAPAR'a.
Genç köye hiç girmememi, geri dönmemi, yol ayrımına varınca sağa dönerek doğruca gittiğimde Alaca – Zile asfaltını keserek Eskiyapar Köyü’ ne ulaşabileceğimi söylüyor.
Gencin dediği gibi yapıyor ve yol ayrımına varınca sağa dönüyor ve NİKKAL Eskiyapar’ a doğru yola koyuluyor.
Kısa bir yol gittikten sonra yolun solunda tarlaların içinde gölgelik niyetine çekilmiş brandaları ve yanında 63 plakalı bir minibüsü görünce o gölgeliğin ve minibüsün çalışmak üzere gelen mevsimlik tarım işçileri olduğunu anlıyorum.
Az daha gidince yine yolun solunda, koca bir soğan tarlasında tek başına soğan otu almakta olan bir köylüye rastlıyorum.
Karavandan inmeden soğan otu alan köylüye selam veriyorum.
-Hayırdır hemşerim, koca soğan tarlasının otunu bir başına mı alıyorsun?
-Heee, ne var ki?
-Yahu koca tarla, tek başına nasıl baş edeceksin?
-Aha bitti bilem.
Adının Hamza olduğunu söyleyen köylü iki lafının arasında bir ağzına geleni söylüyor kendilerine bir soğanı çok görenlere ve kendilerini soğan teröristi olarak görenlere.
Köylüye katılmamak elde değil.
Onca öfkesine ve yakıcı güneşin altında bir başına koca tarlasında ot almasına rağmen beni de kendini de gülümsetiyor.
Benim gülümsemem fazla sürmüyor lakin.
-Hemşerim arabanın altından yağ mı damlıyor ne?
-Ne diyorsun yahu?
Endişeleniyorum. Karavandan inip aracın altına bakıyorum, gerçekten de alt taraftan yağ sızıntısı geliyor.
-Ya hemşerim bunu kötü dedin, amma.
-Ne deyim hemşerim, o zaman lafımı geri alayım.
-Yok, onu demek istemedim.
Köylü onca bunalmış haline rağmen aracın altındaki yağ sızıntısını fark edebiliyorsa, bunun için köylüyü takdir etmeliyim. Helal olsun ona.
-Telaşlanma hemşerim, Alaca bir adım, sanayiye gider bakıtırsın.
Köylünün dediği doğru, ama ille de şu DEDEPINAR KÖYÜ’ ne adını veren pınarı merak ediyorum. Öyle ya bu isim boşuna verilmemiş olmalıdır.
-Hamza Abi dedikleri gibi bu DEDEPINAR diye gerçekten bir pınar mı?
-Evet
-Nerede, nasıl giderim?
-Perçem tarafından gelirken sağ tarafta bir su gördün ya.
-Evet
-İşte o su aslında küçük bir gölet ve o göledin başındaki pınar DEDE PINAR.
-Yani arkada kaldı.
-Evet
-Pınar o kadar büyük mü de gölet yapıyor?
-Büyük, suyu kayanın altından kaynıyor ve yaz kış hiç kurumaz suyu.
DEDE PINAR’ ı merak ediyorum ve aracın yağ sızıntısına rağmen, Perçem Köyü yönüne dönerek göledi görene kadar yola devam ediyorum.
Nihayet göledi görüyorum ve o noktada karavanı güvenli bir şekilde park ederek tamamı ayçiçeği ekili tarlalardan kah boyumu aşarak, kah içinde kaybolarak, doğu yönünde ilerleyerek gölede doğru yürüyorum.
Nihayet Ayçiçek tarlaları bitiyor ve gölet ortaya çıkıyor.
Göledin üzerine düşen beyaz bulutların yansımasından ziyade kayaların içinde süzülerek çıkan o kristal berraklığındaki buz gibi su beni cezbediyor.
Suya ayaklarımı sokmak istiyorum, ama buna vaktim yok. NİKKAL hastalanmış, onu doktora, tamirciye götürmem gerekiyor.
Dedepınar’
ın Göleti ve Gözesi
|
ESKİYAPAR KÖYÜ
Tarihi Hattuşa’ dan da eski, Alacahöyük tarihi ile aynı tarihe denk gelen ESKİYAPAR ile ilgili fazla bir şey konuşmak yerine, halen devam eden kazıların resmi sitesinden alınan yazıyı koymak daha yerinde olur, diye düşünüyorum.
Zira Eskiyapar Köyü’ne geldiğimde ören yerine girmek istedim, ama ören yeri tamamen tel örgü ile kapatılmıştı ve giremedim.
Oldukça büyük bir köy yerleşimi olan Eskiyapar Köyü girişindeki pınarın alınlığına konan mermer kitabe ilgimi çekiyor.
Eskiyapar ovadan yüksekliği fazla olmayan tipik bir Orta Anadolu höyüğüdür. En yüksek noktasının kot değeri 960m olup yoldan yüksekliği ise 12 m’dir. Doğu-Batı yönünde 280m, Kuzey-Güney yönünde ise 320 m’dir. Ankara ve Çorum Müzeleri tarafından sürdürülen kazılar sırasında höyüğün stratigrafisi genel hatlarıyla belirlenmiştir. Ancak bu çalışmalar höyüğün üzerindeki köy yerleşimi nedeniyle kısıtlı alanlarda sürdürülebilmiştir. Söz konusu çalışmalarda Eski Tunç Çağı’ndan itibaren günümüze kadar kesintisiz yerleşim sıralaması belirlenmiştir. W.Orthmann 1964 yılında höyükte bulduğu bir parçaya dayanarak Kalkolitik Çağ’ın varlığını vurgulamıştır. Kazılar sırasında Eski Tunç Çağı, Hitit’in tüm safhaları, Demir Çağı tabakaları tespit edilmiştir. 2014 kazısı itibariyle KD sektöründe 7 seviye netleşmiştir. Bunlardan en alttaki 7 seviye Eski Tunç Çağı’nın son safhasına; 6. seviye MÖII. bin yıla geçiş ve ilk aşamalarına; 5, 4 ve 3, Eski Hitit Çağı’na; 2. seviye Orta Hitit Çağı’na; 1. seviye ise Demir Çağı’na aittir. Bu kesimde Hitit İmparatorluk Çağı seviyesi büyük ölçüde tahrip olmuş durumdadır. Bu sıralama höyüğün her yerinde aynı değildir. Devam eden kazıların sonuçlarına göre genel ve kalıcı bir stratigrafi açıklanacaktır.
Tarihi Hattuşa’ dan da eski, Alacahöyük tarihi ile aynı tarihe denk gelen ESKİYAPAR ile ilgili fazla bir şey konuşmak yerine, halen devam eden kazıların resmi sitesinden alınan yazıyı koymak daha yerinde olur, diye düşünüyorum.
Zira Eskiyapar Köyü’ne geldiğimde ören yerine girmek istedim, ama ören yeri tamamen tel örgü ile kapatılmıştı ve giremedim.
Oldukça büyük bir köy yerleşimi olan Eskiyapar Köyü girişindeki pınarın alınlığına konan mermer kitabe ilgimi çekiyor.
Eskiyapar ovadan yüksekliği fazla olmayan tipik bir Orta Anadolu höyüğüdür. En yüksek noktasının kot değeri 960m olup yoldan yüksekliği ise 12 m’dir. Doğu-Batı yönünde 280m, Kuzey-Güney yönünde ise 320 m’dir. Ankara ve Çorum Müzeleri tarafından sürdürülen kazılar sırasında höyüğün stratigrafisi genel hatlarıyla belirlenmiştir. Ancak bu çalışmalar höyüğün üzerindeki köy yerleşimi nedeniyle kısıtlı alanlarda sürdürülebilmiştir. Söz konusu çalışmalarda Eski Tunç Çağı’ndan itibaren günümüze kadar kesintisiz yerleşim sıralaması belirlenmiştir. W.Orthmann 1964 yılında höyükte bulduğu bir parçaya dayanarak Kalkolitik Çağ’ın varlığını vurgulamıştır. Kazılar sırasında Eski Tunç Çağı, Hitit’in tüm safhaları, Demir Çağı tabakaları tespit edilmiştir. 2014 kazısı itibariyle KD sektöründe 7 seviye netleşmiştir. Bunlardan en alttaki 7 seviye Eski Tunç Çağı’nın son safhasına; 6. seviye MÖII. bin yıla geçiş ve ilk aşamalarına; 5, 4 ve 3, Eski Hitit Çağı’na; 2. seviye Orta Hitit Çağı’na; 1. seviye ise Demir Çağı’na aittir. Bu kesimde Hitit İmparatorluk Çağı seviyesi büyük ölçüde tahrip olmuş durumdadır. Bu sıralama höyüğün her yerinde aynı değildir. Devam eden kazıların sonuçlarına göre genel ve kalıcı bir stratigrafi açıklanacaktır.
![]() |
Eskiyapar Köyü girişindeki pınarın alınlığı |
ALACA-ÇORUM-NİKKAL’İN TEDAVİSİ VE BİR TEKERLEME
Biliyoruz, tesadüf diye bir şey yok.
Eren Köyü’ ne geldiğimde köy meydanında gördüğüm genç beni yolumdan döndürüp daha kestirme ve rahat bir yola yönlendirmeseydi ve ben yolda soğan tarlasında ot alan Hamza Abi’yi görüp durmasaydım ve Hamza Abi arabanın altından yağ sızdığını söylemeseydi bu durumu belki de hiç fark etmeyecek ve araç tamamen yağsız kalacak ve daha büyük bir sorunla karşılaşacaktım.
HİTİT YOL HAFIZASI’ na göre Eskiyapar’ dan sonra Alacahöyük’ e gitmem gerekirken, karavanın yağ sızıntısı sorunun çözmek, hastalanan NİKKAL’ i tedavi ettirmek için önce Alaca’ ya yöneliyorum.
Öğle vaktini geçmişiz.
Alaca’ da sanayide bir tamircinin önünde durup durumu anlatıyorum. Usta aracın altına eğilip bakıyor ve tamirin hemen olamayacağını söylüyor.
Yapacak tek bir şey kalıyor, karavanı aldığım yere, Çorum’ a gitmek.
Çorum hem daha büyük ve olanaklar daha fazla hem de daha önce götürdüğüm gibi, karavanı aynı ustaya Fatih Usta’ ya götürmem daha iyi olur, diye düşünüyorum.
Çorum’ a Küçük Sanayi sitesindeki Fatih Usta’ ya varıyorum.
Usta artık beni tanıyor.
Durumu anlatıyorum ve usta hemen elindeki işi bırakıp sızıntının nedeni araştırıyor.
Motor kaputunu kaldırınca sızıntının nedeni ortaya çıkıyor.
Motor üst kapağı ile motor bloğu arasındaki conta zamana bağlı olarak aşınmış ve yağ sızıntısı buradan oluyor.
Usta hemen motor kapağını söküyor ve eski conta yerine bir mantar conta kestirmek için başka bir ustaya gidiyor.
Oğlu ve yeğeni ile birlikte aynı tamirhanede çalışan Fatih Usta’ nın gelmesi gecikiyor.
O arada tamirhaneye gelen ve adının Recep COŞKUN olduğunu söyleyen, Çorum merkez Sarı Şeyh Köyü’nden sohbeti hoş bir dost insan Fatih Usta’nın oğluna bir tekerleme söyleyeceğini ve onu takılmadan tekrar edebilirse ona bir hediye vereceğini söylüyor ve benim de ilk defa duyduğum tekerlemeyi söylüyor.
Recep COŞKUN’ a bu tekerlemeyi ses olarak kaydedebilir miyim, diye soruyorum. Evet, diyor ve hemen telefonun ses kaydını açıyorum.
şu değirmeni indirmeli
bindirmeli
pergele vurup döndermeli
indiremezsen
bindiremezsen
ver ustana
indirsin
bindirsin
pergele vurup döndersin
Recep COŞKUN’ a çok teşekkür ederken, tekerlemede adı geçen pergelin bizim bildiğimiz anlamından başka ne olduğunu soruyorum.
Recep Bey pergelin meşe ağacından yapılma ve değirmen taşının üstüne gelen bir kola bağlanan ve taş döndükçe çıkardığı sesten unun iri mi, ince mi öğütüldüğünü anlamaya yarayan ve değirmen taşına sürttükçe “tır tır tır tır” diye ses çıkaran bir parça olduğunu söylüyor.
HİTİT YOL HAFIZAMA bir de değirmen ve tekerleme eklemiş oluyorum.
Fatih Usta bu kadar geç geldiğine göre mantar contayı yapan usta çok uğraşmış olmalıdır.
Nihayet mantar conta yerine takılıyor. Ben sızıntıyı test etmek için motor açık halde sanayinin içinde uzun bir tur atıyorum.
Sonuç başarılı ve en ufak bir sızıntı bile yok.
Hasta NİKKAL şimdilik tedavi edildi.
Biliyoruz, tesadüf diye bir şey yok.
Eren Köyü’ ne geldiğimde köy meydanında gördüğüm genç beni yolumdan döndürüp daha kestirme ve rahat bir yola yönlendirmeseydi ve ben yolda soğan tarlasında ot alan Hamza Abi’yi görüp durmasaydım ve Hamza Abi arabanın altından yağ sızdığını söylemeseydi bu durumu belki de hiç fark etmeyecek ve araç tamamen yağsız kalacak ve daha büyük bir sorunla karşılaşacaktım.
HİTİT YOL HAFIZASI’ na göre Eskiyapar’ dan sonra Alacahöyük’ e gitmem gerekirken, karavanın yağ sızıntısı sorunun çözmek, hastalanan NİKKAL’ i tedavi ettirmek için önce Alaca’ ya yöneliyorum.
Öğle vaktini geçmişiz.
Alaca’ da sanayide bir tamircinin önünde durup durumu anlatıyorum. Usta aracın altına eğilip bakıyor ve tamirin hemen olamayacağını söylüyor.
Yapacak tek bir şey kalıyor, karavanı aldığım yere, Çorum’ a gitmek.
Çorum hem daha büyük ve olanaklar daha fazla hem de daha önce götürdüğüm gibi, karavanı aynı ustaya Fatih Usta’ ya götürmem daha iyi olur, diye düşünüyorum.
Çorum’ a Küçük Sanayi sitesindeki Fatih Usta’ ya varıyorum.
Usta artık beni tanıyor.
Durumu anlatıyorum ve usta hemen elindeki işi bırakıp sızıntının nedeni araştırıyor.
Motor kaputunu kaldırınca sızıntının nedeni ortaya çıkıyor.
Motor üst kapağı ile motor bloğu arasındaki conta zamana bağlı olarak aşınmış ve yağ sızıntısı buradan oluyor.
Usta hemen motor kapağını söküyor ve eski conta yerine bir mantar conta kestirmek için başka bir ustaya gidiyor.
Oğlu ve yeğeni ile birlikte aynı tamirhanede çalışan Fatih Usta’ nın gelmesi gecikiyor.
O arada tamirhaneye gelen ve adının Recep COŞKUN olduğunu söyleyen, Çorum merkez Sarı Şeyh Köyü’nden sohbeti hoş bir dost insan Fatih Usta’nın oğluna bir tekerleme söyleyeceğini ve onu takılmadan tekrar edebilirse ona bir hediye vereceğini söylüyor ve benim de ilk defa duyduğum tekerlemeyi söylüyor.
Recep COŞKUN’ a bu tekerlemeyi ses olarak kaydedebilir miyim, diye soruyorum. Evet, diyor ve hemen telefonun ses kaydını açıyorum.
şu değirmeni indirmeli
bindirmeli
pergele vurup döndermeli
indiremezsen
bindiremezsen
ver ustana
indirsin
bindirsin
pergele vurup döndersin
Recep COŞKUN’ a çok teşekkür ederken, tekerlemede adı geçen pergelin bizim bildiğimiz anlamından başka ne olduğunu soruyorum.
Recep Bey pergelin meşe ağacından yapılma ve değirmen taşının üstüne gelen bir kola bağlanan ve taş döndükçe çıkardığı sesten unun iri mi, ince mi öğütüldüğünü anlamaya yarayan ve değirmen taşına sürttükçe “tır tır tır tır” diye ses çıkaran bir parça olduğunu söylüyor.
HİTİT YOL HAFIZAMA bir de değirmen ve tekerleme eklemiş oluyorum.
Fatih Usta bu kadar geç geldiğine göre mantar contayı yapan usta çok uğraşmış olmalıdır.
Nihayet mantar conta yerine takılıyor. Ben sızıntıyı test etmek için motor açık halde sanayinin içinde uzun bir tur atıyorum.
Sonuç başarılı ve en ufak bir sızıntı bile yok.
Hasta NİKKAL şimdilik tedavi edildi.
![]() |
Değirmen taşı ve ona sürtündükçe tır tır eden pergel |
YOL HAFIZASI KALDIĞI YERDEN
ÇEVRELİ (ALAMASLI) KÖYÜ – KALINKAYA KÖYÜ – ALACA HÖYÜK
Nikkal tedavi oldu, yakıtımızı da aldık ve hafızamızı yitirmeden, kaldığımız yerden devam etmek üzere yeniden yola çıkıyorum.
Çorum’ dan Alaca – Yozgat – Kayseri yoluna güneye dönüyorum.
Alaca’ ya varmadan ana yoldan sağa ayrılarak bugünkü adı ÇEVRELİ, eski adı ALAMASLI olan köye doğru yol alıyorum.
Çevreli Köyü’nün içinden geçerek Kalınkaya Köyü’ ne gideceğim.
Ama önce köyün eski adının nereden geldiğini bulmam gerekir.
ÇEVRELİ (ALAMASLI) KÖYÜ – KALINKAYA KÖYÜ – ALACA HÖYÜK
Nikkal tedavi oldu, yakıtımızı da aldık ve hafızamızı yitirmeden, kaldığımız yerden devam etmek üzere yeniden yola çıkıyorum.
Çorum’ dan Alaca – Yozgat – Kayseri yoluna güneye dönüyorum.
Alaca’ ya varmadan ana yoldan sağa ayrılarak bugünkü adı ÇEVRELİ, eski adı ALAMASLI olan köye doğru yol alıyorum.
Çevreli Köyü’nün içinden geçerek Kalınkaya Köyü’ ne gideceğim.
Ama önce köyün eski adının nereden geldiğini bulmam gerekir.
![]() |
Çevreli – Alamaslı Köyü |
Kafamı kurcalayan ALAMASLI kelimesinin karşılığının ELMASLI olabileceğini
düşünüyorum.
Zira Anadolu halk ağzında elmas kelimesi asla elmas olarak söylenmez, ALMAS şeklinde söylenir.
Buradaki ALMAS ise maden / mücevher olan bir ALMAS’ tan ziyade adı ELMAS / ALMAS olan bir kadından geliyor olmalıdır.
Çevreli Köyü’nün içinden geçerek Alacahöyük’ e doğru giderken köyün çıkışında ana yoldan bir de sağa doğru yol ayrıldığını fark ediyorum ve aslında amacımın Alacahöyük’ e varmadan son köy olan KALINKAYA Köyü’ ne gitmek olduğunu hatırlıyorum.
Sağa ayrılan yolu kaçırıyorum, 50 metre ileriden sola ayrılan ve yol kenarında duran lokantanın önünden tekrar geri dönüyorum.
Lokantaya vardığımda çölde bir vaha gibi duran ve ıssız Anadolu yollarında yemek ve içmek için ne ararsan bulabileceğin, yanı başında kocaman avlusu ile iki katlı büyük bir evin olduğubir yeri hiç hayal bile edememiştim.
Ne güzel.
Karavanı tamir için Çorum’ a götürmek, gelmek derken karnım o kadar acıkmış ki.
Lokantanın önünde duruyorum.
Dışarıda dolaşan ve lokantanın ve evin sahibi olduğunu düşündüğüm köylüye selam veriyorum.
Adının Hasan olduğunu söyleyen köylüyle sıkı bir sohbete dalıyoruz. İyi de vakit akşama geliyor ve hava kararmadan Alacahöyük’ e gelmeden kendime kamp yapabileceğim bir yer bulmalıyım, üstelik daha KALINKAYA Köyü’ ne gitmem gerekiyor.
Hasan Abi ile sohbet ederken eşi de geliyor, sonra oğlu ve kızı da.
Karavanı ince ince süzüyorlar.
Acıktığımı söyleyince, yiyecek bir şey olmadığını söylüyor Hasan Abi.
Haşlanmış yumurta, peynir benzer şey de mi yok, diyorum.
Peynir yerine çökelek geliyor, yanında ekmek ve yeşil soğan.
İtiraz etmeye hakkım var mı? Aldıklarımın karşılığını ödüyorum.
Akşam yemeği için yolluğumu alarak yola çıkmadan önce KALINKAYA Köyü’ nü soruyorum Hasan Abiye.
Yine hep o bildik defineci muhabbeti.
Niye gidiyorum, ne var orada, kimsin, ne yapacaksın, nereden biliyorsun Kalınkaya’ yı?
Sonunda Hasan Abi pes ediyor ve sağa ayrılan yolun doğruca Kalınkaya Köyü’ ne gittiğini söylüyor.
Orada blok halinde kayalar varmış, Alacahöyük’ te ören yeri girişindeki sfenksler o taşlardan yapılmış, oradan getirmişler, diyorum.
Hasan Abi daha da şaşırıyor, bunu hiç düşünmemiş bile.
Hasan Abi o aradığım kaya bloğunun adının SEKİLİ KAYA olduğunu ve köye varınca öyle sorup gitmemi söylüyor.
Kalınkaya Köyü’ ne doğru yola çıkıyorum.Hemen az sonra Kalınkaya Köyü’ ne giriyorum.
Aslında KALINKAYA Köyü haritalarda yer almıyor, buna o köylü Hasan Abi de şaşırıyor.
Çünkü KALINKAYA Köyü şimdi ÇEVRELİ yani ALAMASLI Köyü’ nün bir mahallesi olarak geçiyor ve zaten köye girişte de köy yerine mahalle yazıyor.
Zira Anadolu halk ağzında elmas kelimesi asla elmas olarak söylenmez, ALMAS şeklinde söylenir.
Buradaki ALMAS ise maden / mücevher olan bir ALMAS’ tan ziyade adı ELMAS / ALMAS olan bir kadından geliyor olmalıdır.
Çevreli Köyü’nün içinden geçerek Alacahöyük’ e doğru giderken köyün çıkışında ana yoldan bir de sağa doğru yol ayrıldığını fark ediyorum ve aslında amacımın Alacahöyük’ e varmadan son köy olan KALINKAYA Köyü’ ne gitmek olduğunu hatırlıyorum.
Sağa ayrılan yolu kaçırıyorum, 50 metre ileriden sola ayrılan ve yol kenarında duran lokantanın önünden tekrar geri dönüyorum.
Lokantaya vardığımda çölde bir vaha gibi duran ve ıssız Anadolu yollarında yemek ve içmek için ne ararsan bulabileceğin, yanı başında kocaman avlusu ile iki katlı büyük bir evin olduğubir yeri hiç hayal bile edememiştim.
Ne güzel.
Karavanı tamir için Çorum’ a götürmek, gelmek derken karnım o kadar acıkmış ki.
Lokantanın önünde duruyorum.
Dışarıda dolaşan ve lokantanın ve evin sahibi olduğunu düşündüğüm köylüye selam veriyorum.
Adının Hasan olduğunu söyleyen köylüyle sıkı bir sohbete dalıyoruz. İyi de vakit akşama geliyor ve hava kararmadan Alacahöyük’ e gelmeden kendime kamp yapabileceğim bir yer bulmalıyım, üstelik daha KALINKAYA Köyü’ ne gitmem gerekiyor.
Hasan Abi ile sohbet ederken eşi de geliyor, sonra oğlu ve kızı da.
Karavanı ince ince süzüyorlar.
Acıktığımı söyleyince, yiyecek bir şey olmadığını söylüyor Hasan Abi.
Haşlanmış yumurta, peynir benzer şey de mi yok, diyorum.
Peynir yerine çökelek geliyor, yanında ekmek ve yeşil soğan.
İtiraz etmeye hakkım var mı? Aldıklarımın karşılığını ödüyorum.
Akşam yemeği için yolluğumu alarak yola çıkmadan önce KALINKAYA Köyü’ nü soruyorum Hasan Abiye.
Yine hep o bildik defineci muhabbeti.
Niye gidiyorum, ne var orada, kimsin, ne yapacaksın, nereden biliyorsun Kalınkaya’ yı?
Sonunda Hasan Abi pes ediyor ve sağa ayrılan yolun doğruca Kalınkaya Köyü’ ne gittiğini söylüyor.
Orada blok halinde kayalar varmış, Alacahöyük’ te ören yeri girişindeki sfenksler o taşlardan yapılmış, oradan getirmişler, diyorum.
Hasan Abi daha da şaşırıyor, bunu hiç düşünmemiş bile.
Hasan Abi o aradığım kaya bloğunun adının SEKİLİ KAYA olduğunu ve köye varınca öyle sorup gitmemi söylüyor.
Kalınkaya Köyü’ ne doğru yola çıkıyorum.Hemen az sonra Kalınkaya Köyü’ ne giriyorum.
Aslında KALINKAYA Köyü haritalarda yer almıyor, buna o köylü Hasan Abi de şaşırıyor.
Çünkü KALINKAYA Köyü şimdi ÇEVRELİ yani ALAMASLI Köyü’ nün bir mahallesi olarak geçiyor ve zaten köye girişte de köy yerine mahalle yazıyor.
![]() |
Kalınkayalı Yılmaz Abi ve torunları Devran ile Kaan |
Köyün içine doğru giderken
köyden çıkmış, üzerinde küçük çocuklar da olan traktörle bana doğru gelmekte
olan köylüyü durdurup SEKİLİ KAYA’ yı soruyorum.
Köylü traktörü durduruyor ve motoru kapatıyor bana kayalığın yerini tarif ediyor.
Ama Kalınkaya Mahallesi yazılı levhanın önünde bir fotoğraf için rica ediyorum ve Yılmaz Abi torunları Devran ve Kaan ile bana poz veriyorlar.
Traktörün arkasına aslında ilaçlama için kullanılan fiber su tankı bağlı.
-Nereye böyle Yılmaz Abi?
-Sorma, su getirmeye gidiyorum.
-Köyde su yok mu?
-Yok ya, sudan bek sıkıntıdayız.
Derken Yılmaz Abi de bana katılmak ve geldiği yolu geri giderek beni SEKİLİ KAYA’ ya götürmek istediğini söylüyor.
Bunun için çok teşekkür ediyorum. Hele SEKİLİ KAYA’ yı bulduktan sonra bir kere daha teşekkür ediyorum Yılmaz Abiye, zira burayı kendi başıma asla bulamazdım.
Köylü traktörü durduruyor ve motoru kapatıyor bana kayalığın yerini tarif ediyor.
Ama Kalınkaya Mahallesi yazılı levhanın önünde bir fotoğraf için rica ediyorum ve Yılmaz Abi torunları Devran ve Kaan ile bana poz veriyorlar.
Traktörün arkasına aslında ilaçlama için kullanılan fiber su tankı bağlı.
-Nereye böyle Yılmaz Abi?
-Sorma, su getirmeye gidiyorum.
-Köyde su yok mu?
-Yok ya, sudan bek sıkıntıdayız.
Derken Yılmaz Abi de bana katılmak ve geldiği yolu geri giderek beni SEKİLİ KAYA’ ya götürmek istediğini söylüyor.
Bunun için çok teşekkür ediyorum. Hele SEKİLİ KAYA’ yı bulduktan sonra bir kere daha teşekkür ediyorum Yılmaz Abiye, zira burayı kendi başıma asla bulamazdım.
Sekili Kaya blok hali ve keski
izleri
Kaya blokları burada sekiler
halinde kesilip alındığı için adını SEKİLİ KAYA koymuş köylüler. Ama buranın
Hititler dönemindeki adı neydi acaba?
Orasını belki başka bir kaynaktan öğrenebiliriz, ama daha ilk bakışta taşların ANDEZİT olduğunu ve Alacahöyük ören yerinin girişinde bulunan sfenkslerin buradan, KALINKAYA – SEKİLİ KAYA’ dan alınan taşlardan yapıldığını veya heykellerin ve rölyeflerin doğrudan burada yapılmış olduğunu anlıyorum.
İşte bir bilgi daha, Anadolu’ da bulunan Hititlere ait heykel okullarına bir yenisi daha eklendi.
GAZİANTEP –İSLAHİYE – YESEMEK
YOZGAT – SORGUN – KARAKIZ
ÇORUM – ALACA – KALINKAYA
Muhteşem. Sırada gidip görülmesi gereken YESEMEK var.
Orasını belki başka bir kaynaktan öğrenebiliriz, ama daha ilk bakışta taşların ANDEZİT olduğunu ve Alacahöyük ören yerinin girişinde bulunan sfenkslerin buradan, KALINKAYA – SEKİLİ KAYA’ dan alınan taşlardan yapıldığını veya heykellerin ve rölyeflerin doğrudan burada yapılmış olduğunu anlıyorum.
İşte bir bilgi daha, Anadolu’ da bulunan Hititlere ait heykel okullarına bir yenisi daha eklendi.
GAZİANTEP –İSLAHİYE – YESEMEK
YOZGAT – SORGUN – KARAKIZ
ÇORUM – ALACA – KALINKAYA
Muhteşem. Sırada gidip görülmesi gereken YESEMEK var.
![]() | |
|
YOL HAFIZASININ AKŞAMI
ALACAHÖYÜK – GÜN BATIMI – KARAVAN KAMP
Bugünkü programda bir sapma olsa da, HİTİT YOL HAFIZAMIZ hiç sapma olmaksızın yerinde duruyor ve geç de olsa ALACAHÖYÜK’ e doğru yola koyuluyorum.
Kalınkaya – Alacahöyük arası çok yakın.
Alacahöyük’ e eski mezarlık tarafından giriyorum.
Köy merkezine doğru giderken yolun solunda bir evin sokak başında yekpare bir kaya bloğunun üzerine kondurulmuş Atatürk büstü dikkatimi çekiyor ve karavandan inmeden bu durumu fotoğraflıyorum.
Müzenin önünde park ederek kendime yiyecek sıcak bir şeyler bakıyorum ve Yurt Gezilerinden dostluğumuz olan Hasan Abinin kafesine bakıyorum.
Kapalı.
Diğer kafelere bakıyorum, onlar da kapalı. Demek ki vakit bir hayli geç olmuş ve esnaf kapatıp evine gitmiş.
Ama bakkal Haydar Abi hala açık ve ondan sadece soğuk bir şey alıyorum ve daha fazla vakit kaybetmeden Hitit Barajı’ nın olduğu KARAMAHMUT Köyü yoluna doğru hareket ediyorum.
ALACAHÖYÜK – GÜN BATIMI – KARAVAN KAMP
Bugünkü programda bir sapma olsa da, HİTİT YOL HAFIZAMIZ hiç sapma olmaksızın yerinde duruyor ve geç de olsa ALACAHÖYÜK’ e doğru yola koyuluyorum.
Kalınkaya – Alacahöyük arası çok yakın.
Alacahöyük’ e eski mezarlık tarafından giriyorum.
Köy merkezine doğru giderken yolun solunda bir evin sokak başında yekpare bir kaya bloğunun üzerine kondurulmuş Atatürk büstü dikkatimi çekiyor ve karavandan inmeden bu durumu fotoğraflıyorum.
Müzenin önünde park ederek kendime yiyecek sıcak bir şeyler bakıyorum ve Yurt Gezilerinden dostluğumuz olan Hasan Abinin kafesine bakıyorum.
Kapalı.
Diğer kafelere bakıyorum, onlar da kapalı. Demek ki vakit bir hayli geç olmuş ve esnaf kapatıp evine gitmiş.
Ama bakkal Haydar Abi hala açık ve ondan sadece soğuk bir şey alıyorum ve daha fazla vakit kaybetmeden Hitit Barajı’ nın olduğu KARAMAHMUT Köyü yoluna doğru hareket ediyorum.
![]() |
Yekpare kaya bloğu üzerine konan Atatürk büstü |
Karamahmut Köyü’ ne doğru
giderken yolu kesen menfezin döküm ızgaralarının olmadığını ve yola döşeli
granit taşların ise yerlerinden söküldüğünü fark ediyorum ve daha fazla yola
devam etmeden, hemen orada bulunan ve çalışmayan bir trafo binasının önünde
park ediyorum.
Yanıma Hasan Abi’ nin verdiği çökelek, ekmek ve yeşil soğanı, Haydar Abi’ den aldığım soğuk içeceği alarak, Karamahmut Köyü’ ne doğru en yüksek noktaya yürüyorum.
Hem kendime yemeğimi yiyecek bir yer aramak hem de gün batımını izlemek istiyorum.
Önce kendime yemek için bir set buluyorum ve hemen batmakta olan güneşe dönüyor, gün batımını izlemeye başlıyorum.
Ne Hattiler ne de onların ardılı Hititler öyle rast gele yerlere yerleşmediler. Bunun böyle olmadığını Hititlerin başkentinde gün doğumu ve gün batımlarını izledikten sonra görüp anlayabiliyorsunuz.
Alacahöyük’ te Hattilerin ve Hititlerin kült merkezinde gün batımını izlemek sizi bu topraklara bir kere daha bağlıyor.
Gün battıktan sonra geceyi geçirmek üzere karavana, BEYAZ DEVEYE, NİKKAL’ e gidiyorum.
Yanıma Hasan Abi’ nin verdiği çökelek, ekmek ve yeşil soğanı, Haydar Abi’ den aldığım soğuk içeceği alarak, Karamahmut Köyü’ ne doğru en yüksek noktaya yürüyorum.
Hem kendime yemeğimi yiyecek bir yer aramak hem de gün batımını izlemek istiyorum.
Önce kendime yemek için bir set buluyorum ve hemen batmakta olan güneşe dönüyor, gün batımını izlemeye başlıyorum.
Ne Hattiler ne de onların ardılı Hititler öyle rast gele yerlere yerleşmediler. Bunun böyle olmadığını Hititlerin başkentinde gün doğumu ve gün batımlarını izledikten sonra görüp anlayabiliyorsunuz.
Alacahöyük’ te Hattilerin ve Hititlerin kült merkezinde gün batımını izlemek sizi bu topraklara bir kere daha bağlıyor.
Gün battıktan sonra geceyi geçirmek üzere karavana, BEYAZ DEVEYE, NİKKAL’ e gidiyorum.
Alacahöyük’ te gün
batımı
Anadolu göğünün bütün yıldızları sanki üzerinize yağmış gibi, karavanın
açılabilir cam tavanından yıldızları izlerken uyuyakalmak nasıl bir ferahlık ve
huzur, yaşamak gerek.
YARIN
HAFIZANIN DIŞI
ALACAHÖYÜK-CAMİLİ – DEĞİRMENÖNÜ GERDEKKAYA KRAL MEZARI – GERDEKKAYA KÖYÜ GÖKTAŞI – ÇEKEREK – BAHADIN – ALİŞAR – ÇALATLI – YOZGAT - HATTUŞA
YARIN
HAFIZANIN DIŞI
ALACAHÖYÜK-CAMİLİ – DEĞİRMENÖNÜ GERDEKKAYA KRAL MEZARI – GERDEKKAYA KÖYÜ GÖKTAŞI – ÇEKEREK – BAHADIN – ALİŞAR – ÇALATLI – YOZGAT - HATTUŞA
Muhabbetle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder