17 Şubat 2019 Pazar

DEĞİŞİK HİKAYELER - 1 (Gebze Otobüs Terminali Günlükleri)

 -   Musa ben gidiyorum, Musa.
-     Hayır, olmaz Musa.
-     Bekleyemem Musa.
-     Otobüs 15 dakika içinde gelecek ve ben Kuşadası’na gidiyorum.
-     Hayır, Musa otobüsü kaçırmak istemiyorum.
-     Hayır, Musa, bu benim son şansım. Bekleyemem. Sen 15 dakikaya kadar buraya gelemezsin.

İnce uzun ve soluk benizli yüzü konuştukça, konuşması hiddetlendikçe kızaran, durmadan kızaran genç kız Kamil Koç otobüs yazıhanesinin iki metre önünde bir ileri bir geri gidip geliyor.

Üzerindeki ince etek, akşam rüzgarında uçuşuyor, bir eli sürekli ve hiddetle konuştuğu cep telefonunda, diğeri uçuşan eteğini tutmaya çalışan genç kadının çevredeki kalabalığa aldırış etmeden içinde sürekli “Musa” kelimesi geçen sözler söylemesi herkesin dikkatini çekiyor.

Arada, yazıhanenin içinden çıkan orta yaşlı, kısa boylu, ince dudaklarındaki ruju dağılmış, esmer yüzündeki sert ifade ile sevimsizleşen bir kadın, o sürekli olarak “Musa Musa” diyen kadının yanına geliyor ve elinde tuttuğu cep telefonunun ekranını o “Musa Musa” diyen kadına gösteriyor.

“Musa Musa” diyen kadın da bir yandan telefon kulağında Musa ile konuşuyor, diğer yandan göz ucu ile yazıhaneden çıkan kadının kendisine uzattığı cep telefonunun ekranına bakıyor ve yine göz ucu ile kadına evet, tamam, anladım anlamına gelen işaretler veriyor.

-     Musa bu iş bitti.
-     Musa ben sana kaç kere anlattım, hiç anlamadın.
-     Musa hiç dönüp aradın mı?

Ramiz Kaptan beni Gebze Otobüs Terminali’ ne bıraktığında saat 22.15’i gösteriyor. Kamil Koç firmasının Sungurlu otobüsü saat 23.15’de kalkıyor, daha bir saatim var.

Olsun.

Beklerim.

Dedim ya, otobüs terminalleri hep bir tiyatro, hep bir müsamere sahnesi gibidir benim için.

Otobüs Terminalinde olağan dışı bir kalabalık var. Böyle durumlarda, kalabalığın asker sevkiyatından kaynaklandığı akla gelir hemen. Nitekim etrafta bir çalıp bir susan davul zurna sesinden bu haftanın asker sevkiyatı haftası olduğunu anlıyorum.

Bir de Cuma trafik yoğunluğu.

Yazıhaneye sormuyorum bile otobüsün kaçta geleceğini.

Belli ki bu akşam çok bekleyeceğim.

Yazıhanenin önünde duran ve Konya – Yunaklı orta yaşlardaki beş günlük sakallı bir adam ve yine sonradan Konya – Cihanbeyli’den olduğunu anladığım daha henüz askere gitmemiş genç birisi ile sohbet ediyor.

Onların Konya’ya gidecek otobüsü 21.10 ve hala bekliyorlar.

O halde, diyorum, benim otobüs en erken gece yarısı saat 01.00’ de gelir.

Hiç acelem yok, sinirlenmek de ne oluyor?

Etrafı seyrediyor, etrafı dinliyorum.

-     Musa bu iş bitti.
-     Musa ben sana kaç kere söyledim.

Elinde cep telefonu ve sürekli bir ileri, bir geri gidip gelerek, zaman zaman hiddetlenerek ve “Musa” tonlamaları yaparak konuşan genç kadın, etraftakilerin kendisine baktıklarına aldırış etmeden, bir yandan da uçuşan eteğini tutmaya çalışıyor.

-     Çok fena, Musa’nın durumu zor. Bu iş biter.
-     Abi sorma yahu, kadın “Musa da Musa” diyor, tam bir saattir biz buradayız, kadın bir saattir Musa diyor.
-     Bu iş biter bence.

Beş günlük sakalı ile Konya – Yunaklı adam, Gebze’ de bir treyler imalatında Çalışıyor. Yanındaki Cihanbeylili genç ise onun yanında çalışıyor ve genç adama kız görmeye Konya’ ya gidiyorlar.

-     Abi kızın durumu kötü.

Davul – zurna sesi kesiliyor.

Bir parti asker sevk edildikten sonra kalabalık azalıyor, otobüslerin terminale giriş çıkışları biraz da olsa rahatlıyor. Asker sevkiyatlarında askerin nereye sevk edildiğini görmek için önleri kalabalık olan otobüslere bakmak yeterlidir.

Sevkiyatların çoğu Isparta, Bolu, İzmir, Ankara gibi acemi er eğitim birliklerinin olduğu yerlere yapılır ve terminallerden kalkan otobüsler bu illere hareket ederler. Önleri kalabalık otobüslerin olduğu yerlere gidiyorum. Eğlenenler hep genç ve kenar mahalle delikanlıları. Kimi yaka bağır açık, kimi dövmeli göğüsleri Müslüm Gürses gençliğinin son numuneleri gibi, otobüslerin önünü kesip halay çekiyorlar.

Yetmiyor, otobüsün önündeki kalabalıktan bir genç çıkıyor, başlıyor İstiklal Marşı’na:

Korkmaz sönmez Mustafa

Delikanlıların ateşli kalabalığından uzakta duran ve çoğu başı örtülü genç kızlar ve kadınlar olanı biteni seyrediyor.

Sonra delikanlıların grubunun önüne neredeyse yaka paça getirilen orta yaşlardaki sakallı birisi duaya başlıyor:

Amin, elhamdülillahi rabbil alemin…

-     Musa 15 dakikada buraya yetişmen olanaksız, ben kararımı verdim çoktan, gidiyorum.

Konya – Yunaklı adamla yine göz göze geliyoruz.

-     Abi, kadın çok dertli

-     Öyle vallahi, ama Musa yandı asıl.

Susan davul zurna sesi, yeni bir asker kafilesi ile yeniden canlanıyor. Sağ ayağındaki aksaklık o kadar fazla ki, yürüyünce ancak ayak parmağının uçları ile yere basabilen davulcu her adım attığında en az 20 santim uzayıp, kısalıyor.

Uzaktan davul – zurna çalanları dinliyorum. Oynayan kimse yok.

Yazık.

Oysa Gebze Anadolu’nun her yerinden göç alan bir yer ve davul zurna ile her yöreden oyun havası çalar ve herkes oyuna, halaya durabilir.

Hayır, öyle değil.

İnsanın insana yabancılaştığı bir çağda, bir kentte, insanın kendi halk oyunlarına, kendi halk kültürüne yabancılaşması hiç de açıklanamaz bir durum değil.

Kimse oyun oynamıyor, halay çekmiyor.

Çünkü kimse bilmiyor.

Ama hakkını vermek gerekir, ustalar davul zurnayı çok güzel çalıyorlar.

Dayanamayıp, davul zurna çalan ustaların yanına gidiyorum.

-     Yahu usta siz ne güzel çalıyorsunuz, ama oynayan yok.
-     He abi ne yapak?
-     Peki sizi askere giden ailelerden birisi mi tutuyor?
-     Yok abi.
-     Ya?
-     Biz böyle asker sevkiyatlarını biliriz ve terminale geliriz. Çalarız.
-     Para?
-     Kim ne verirse, bahşiş.
-     Ne aldınız bu saate kadar?
-     Abi, sabah saat 10.00’ dan bu yana çalıyoruz, saat şimdi gece 11.00 aldığımız 20’şer lira.
-     Nasıl yahu?
-     Öyle vallahi.
-     Peki, haddim olmadan, ben de bahşiş versem çalar mısınız?
-     Neden olmasın abi?
-     Ama bir şartım var.
-     Nedir abi, biliyorsak canın sağ olsun.
-     Zahidem’ i çalabilir misiniz?

Kamil Koç yazıhanesine dönüyorum yeniden. Uzaklarda “Zahide Türküsü çalıyor
davul zurna eşliğinde. Neşet Ertaş Usta’nın ruhu şad olsun.

-     Abi Musa geldi.

Konya- Yunaklı adam bana müjde mi veriyor, yoksa o bağırmaktan yüzü kıpkırmızı olan genç kadının zaferini mi duyuruyor?

-     Nasıl?
-     Geldi abi, otobüs gecikince adam kalkıp geldi.
-     Hani, nerede?
-     Musa geldi abi, yazıhanede, bileti iptal ettirmeye çalışıyor.
-     Helal olsun kadına, Musa’yı getirdi.

Genç kadın yazıhanenin dışında ve yüzünde sinsice bir gülüş var. İnce dudaklarından taşan ruj ile suratındaki sevimsiz ifadesi ile duran kadın, dayanışma böyle olur, der gibi duruyor. Aceleyle ve son dakikada üzerine giymiş olduğu anlaşılan eski bir şort ve ayağında terlik ile gelen Musa elinde biletle yazıhanede bankonun ardındaki hanımla hayli uğraşıyor. Pazarlık yapıyor belli ki.

Otobüslerin geç gelmesi her zaman da o kadar kötü olmuyor, bu durum bazen Musa gibilere yarıyor.

Saat 24.00’ e geliyor.

Musa yazıhaneden çıkıyor, elinde iptal ettirdiği otobüs bileti.

Yazıhane çıkışında gözlerindeki sinsice gülümseme hala devam eden, saatlerdir bağırmaktan yüzündeki kızarıklık hala geçmemiş olan genç kadın ve yanındaki o ince dudağına bulaşık bir ruj süren kadın yazıhaneden çıkan Musa’yı karşılıyorlar.

Genç kadın mutlu görünmeye çalışıyor.

Musa elinde biletle yazıhaneden dışarı çıkıyor, kadınlara yanaşıyor, büyük bir zafer kazanmış gibi, elindeki bileti ortadan ikiye yırtıp, yere atıyor.

-     Abi Musa kazandı.
-     Bence tam olarak değil.

Konya otobüsü geliyor. Yunaklı adam ve Cihanbeylili genç ile sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi kucaklaşıp vedalaşıyoruz.

Musa’ ya bakıyorum.

Yüzünde yarım ve yapmacık bir gülümseme, gözlerinde karanlığın içine doğru gömülen, fark edilmesi zor bir nefret, genç kadına karşı içinden geçen sanki: “Şimdilik sen kazandın, ama bunun hesabını sana sorarım.”

Genç kadın, yanında diğer kadın ve uzaklarından gelen Musa terminalden ayrılıyorlar.

05 Ağustos, Cuma 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder