11 Mayıs 2018 Cuma

RÜZGAR NEREDEN ESER


Anadolu coğrafyasının neredeyse tamamı rüzgârı eksik olmayan plato ya da yaylarla bezelidir.


Argonatlar Efsanesi’ asırlardır rüzgarları en iyi denizcilerin bildiğini fısıldar.

Belki de en iyi Nuh Tufanı anlatır bu topraklarda rüzgarın gücünü.

Ama bu topraklar aynı zamanda yerleşik hayata ve tarıma geçişin de ilk izlerini taşır.


Tarım, bu topraklarda öncelikle “tahıl” tarımıdır.


Tahıl ise esasen arpadır, buğdaydır.


***//***

Rüzgarlarla yarışan atlar da bu topraklara hastır.


Bakmayın siz öyle “Arap Atı – İngiliz Atı” laflarına.

Hititler, dünya savaş tarihine damgasını vuran “Hitit Savaş Arabalarında”  Anadolu ırkı rüzgar kanatlı atları kullanmışlardır.

Kapadokya, akın akın Anadolu içlerine gelen Perslerin “güzel atlar ülkesi” olarak bölgeye verdikleri isimdir. Atlar hep rüzgarı çağrıştırır.

***//***

Rüzgarın hangi yönden estiğini denizciler ve kıyı insanı kendi dillerinde söyler, kıyı insanı olmayan iç kesimlerde yaşayan Anadolu halkı ise kendi dilinde.

Yılın her mevsiminde esen rüzgarların hepsinin yönleri aynı olsa da mevsime ve güne göre değişen isimleri hep farklıdır.

KEŞİŞLEME

Denizciler için güney doğudan esen rüzgarın adı KEŞİŞLEME, kıyıdan içerilerde yaşayan Anadolu insanı için ise SAM YELİ olur.

Antik dönemin Olimposlarından birisi de Bursa’daki Uludağ’dır. Hıristiyanlıktan beri KEŞİŞ DAĞI olarak da bilinen bu ulu dağın adı, 1925 tarihinde “ULUDAĞ” olarak değiştirilir.

Bursa İstanbul’ a göre konum olarak güney doğuda kaldığı için, güney doğu yönünden İstanbul’a doğru esen rüzgar hep KEŞİŞLEME olarak bilinir.

KEŞİŞLEME adı, Uludağ’dan, yani KEŞİŞ DAĞI’ dan esen rüzgarla gelir.

SAM YELİ – SAN VURDU

Arap Yarımadası’ndan esen kuru ve sıcak rüzgarlar bazen tam hasat öncesi her şeyi yakıp kavurur. Ne var ki hükümetler “sam yeli” felaketini sel, don, kar gibi diğer doğal afetler kapsamına almaz ve köylünün boynu hep kırılır.

Aslında söylenen  “sangh”, yani sondaki “n“ harfi nazal bir “n“ harfidir, ama yazarken bunu “san“ diye yazarız.

“San“, kelimesi ise, bize çok iyi bildiğimiz İngilizce bir kelimeyi çağrıştırır hemen “sun.”

“Sun” ve okunuşu “san“ olan ve halkımızın diline aynen geçmiş olan bu kelimenin Türkçe karşılığının “güneş"  olduğunu hepimiz biliriz.

Sıcak ve kuru esen Afrika çöl sıcaklarının kaynağının güneş olduğunu söylemeye gerek var mı?

***//***

Ama aslında etimolojik olarak “sam yeli“  nereden geliyor, diye merak edersek, karşımıza “Arap, Süryani, İbrani” halklarına verilen bir üst etnik grup adı çıkar. Bütün dünya bu halklara “Sami Halkları”, der.

“Sam Yelinin“, literaturdaki karşılıklarından birisi de “samiel” olarak geçer. Yani,        “samilere özgü, samilerden“ anlamında gibi düşünebiliriz. “Samiel“ kelimesinin okunuşuna bakarsak, karşımıza bizi yine gülümsetecek bir ses çıkar ve bu kelimeyi tam da bizim halkımızın bu sıcaklara verdiği isim gibi, yani “sam yeli” gibi okuruz.

Sam yellerinin estiği böyle günler, türkülerimize, hikayelerimize konu olmuştur.

Belki de bizi en çok etkileyen türkü, aradan geçen yüz yıldan daha uzun bir zamana rağmen, hala yüreğimizi dağlayan, burnumuz hala sızlatan, “Yemen Türkülerinde“ geçer.

(…)

Kışlanın önünde bir kırık testi
Askerin üstüne sam yerli esti

(…)

Askerin üstüne esen bu “sam yeli“ bir “kırımı, bir felaketi” anlatır, Yemen çöllerinde kırılan vatan evlatlarının kırımını.

DELİ POYRAZ & MİHRİCAN & FİLİZKIRAN

POYRAZ – ZALIM POYRAZ

Tahıl tarımı ilk bu topraklarda yapıldı, ama tahılı elde etmek hiç de öyle kolay değildir.

Tahılın, tohum olarak toprağa atılmasından ambarlara taşınmasına kadar geçen aşamada belki de en önemli aşama buğday başaklarının harman yerine getirilip dövülmesiydi.

Çatalhöyük insanı buğday başaklarını “döverek” ayırmıştır taneyi kapçığından.

O nedenle yüz yıllar boyu harman yerlerinde taneyi kapçığından ayırmak için harman sürülürken hep Çatalhöyüklülerin dövmeleri gibi “döven” kullanıldı.

Modern tarındaki “biçer-döver” adı da ta Çatalhöyük insanının buğday başağını döverek taneyi ayırmasına dayanır.

Ama iş buğday başağını döverek taneyi kapçığından ayırmakla bitmez.

Tane ile karışık samanı yığarsın, konik şekilde yapılan yığına “tınaz” deriz.

İş bununla da bitmez.

İşte burada konumuz olan “rüzgar” girer işin içine.

İş harmanı, tınazı savurmaya gelir.

Eğer, poyraz esmezse, tınazı savuramaz, buğdayı samandan ayıramaz, ambara dolduramazsınız.

Hasat zamanı harman yerlerinde hep “poyrazın” esmesi beklenirdi.

Bir türlü esmezdi poyraz. Bazen de deli eserdi “poyraz” ve bütün tınaz dağılırdı.

Ya bir de dağda, bir geçitte kalmışsanız, o zaman “deli poyrazı” bir yerseniz, hiç iflah olmazsınız.

Bir Emirdağ Türküsü anlatır belki de “zalım poyrazı.”

Zalım poyraz gıcım gıcım gıcılar

Yüreğime düştü koygun acılar

MİHRİCAN FIRTINASI

Kürdi ve Farsi halklar son bahar ekinoksunda esen rüzgarlara “Mihrican Fırtınası” der. Bu söylem güneşe tapınma zamanlarından gelir, inancın izleri taşır. Nitekim “mihr”, güneş demektir

Denizcileri bilmem, ama iç kesimlerde yaşayanlar fırtınaları, rüzgarları hep türkülerine, şarkılarına misafir etmişlerdir.

Bir Yozgat Türküsü vardır, Bayram Bilge TOKEL çok güzel söyler.

Mihrican mı değdi gülün mü soldu

Gel ağlama garip bülbül ağlama

FİLİZKIRAN FIRTINASI

Hasan Hüseyin KORKMAZGİL’ den başka kim anlatabilir bu fırtınayı?

Filizkıran Fırtınası

gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası


ayvalar çiçekteydi
güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
düğünçiçekleri şenlikli


gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
bahardan kışa düştüm


acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim


severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası´nı
kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü


1978

***//***
Rüzgar ne yönden, nereden eserse essin, kapılmayın, dik durun.

Harmanınızı savurmak, yelkeninizi şişirmek için hep kendi rüzgarınızı yaradın.
***//***
Siz hep kendi “bahtınızı” kendiniz yaradın.

Siz hep ve sadece kendi “bahtınızın rüzgarına” kapılın.


Aşk illa ki,
Recep Babayiğit

11.05.2018

***//***

Akşam misafiri
Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına
Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına
Ayrılık görünmüşken yar tutmuyor elimden
Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına


Güfte      : Ömer Bedrettin UŞAKLI
Beste      : Kaptanzade Ali Rıza Bey

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder