20 Aralık 2017 Çarşamba

Erbain & Zemheri


Erbain & Zemheri

Eskiler isim koyarken  çok farklı yollar izlermiş.

Türklerde ve uzak Asya toplumlarında yeni doğan çocuğa isimleri hep bilge kişiler, bilici, geleceği görebilen ve çocuğun ne olacağını nasıl olacağını bilen ulu kişiler verirmiş.

Verilen isimler çok da isabetli olurmuş ki, eskiler ismi ile özdeş, adı gibi sanı olanlara “ismi ile müsemma” derlerdi.

Bugün artık herkes istediği adı çocuğuna hatta, kedisine, köpeğine bile veriyor.

Devrim, diyor mesela çocuğuna, Deniz, diyor. Ama, kendisi bile devrime inanmıyor.

Türklerde isim koyma işine sonra yine geliriz ya da bir sohbetimizde konuşuruz.

Araplarla ilk temastan sonra, kültür ve devlet işlerinden başlayarak, günümüze çocuk isimlerinde de Arap etkisi  görülmeye başladı.

Osmanlı’nın kurucusu aslında bir Türk ve adı Otman ya da Ataman iken, Arapça Osman oldu bu isim.

Kızlarımızın adı hep Elif, diye çağrılır oldu.

Bir, ilk, birinci, demek.

Arap alfabesinin ilk harfidir, bir rakamı olarak da kullanılır.

İlk sırada olduğu için, Allah adı yerine de geçer.

Yunus’taki Elif, Allah adına söylenir.

İncecikten bir kar yağar, tozar elif elif, diye.

Yunus  konusunu da sonra  konuşuruz.

Bizim Şerife’nin halasının kızı Saniye kardeşimiz var. Saniye “ikinci” demektir.

Duyan herkes,  böyle isim olur mu, der, saniyeyi bir zaman kavramı sanır.

Saniye  muhtemelen ailenin ikinci  çocuğudur.

Bizim sosyalizm tarihimizde kara bir gün vardır, 28 Kanun-i Sani, yani ikinci kanun, yani 28 Şubat, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli günüdür.

Nasıl ki Rabia, dördüncü  ve doğan dördüncü  çocuğa dördüncü anlamında “rabia”, deniyorsa.

Murabba da kare demektir.

Rabia, murabba, erbain hep aynı kökten gelir.

Erbain “kırk, kırkıncı” demektir.

Aslında dünya takvimleri  hep birbirinin aynısıdır ve bizim bölgemizin takvim geleneği  ta Sümerlere dayanır.

Halk takviminde 22 Aralık – 31 Ocak zemheri ise, Şii takviminde bu dönem Erbain’dir.

İkisinde de geçen süre  kırk gündür.

22 Aralık, yani, 21 Aralık’ tan sonraya, yani gün dönümünden sonraya gelen günden başlayan kırk gün zemheriyi, soğuk, kara soğukları anlatır.

Erbain, bu toprakların geleneği değildir. 

Ama, ciğerimizi yakar.

Muharrem ayının 10. Günü, yani aşura günü, yani Hüseyin ve yanındakilerin katledilişi ile başlayan ve kırk gün süren yas günlerine Şii dünyası  “ erbain “ , der.

Dünyanın en kalabalık, yas törenleri yapılır.

Milyonlarca insan, dünyanın dört bir yanından Kerbela’ya gelir. İran’ dan gelenler, kırk gün önce yola çıkar, kırkıncı gün Kerbela’da olurlar.

Ben de bir keresinde tesadüfen, erbain günlerinde  Kerbela’da bulunmuştum.

Öte yandan, erbain, yani kırk, tasavvufta ve sufilikte, hatta  bütün dinlerde  çile çekme anlamına da gelir.

Dervişlerin kırk gün çile çekmesi, kırk gün halvete girmesi, insanı kâmil olma yolunda hamlıktan kurtulması için adımlardan birisi olan bu dönem “erbain” olarak adlandırılır.

Ve lakin bir de bizim bir şairimiz  vardır. “Türk şiirinin süvarisi”, olarak adlandırılır.

İsmet Özel, şimdilerde ve uzun yıllardır farklı, islami – şeriatçı, Türkçü, yollara  savrulsa da, 68 kuşağı ve ben 78 kuşağından bazıları, şairi hep “erbain” ile biliriz.

Erbain, şair  İsmet Özel’ in kırk yaşına kadar  yazmış olduğu şiirlerini topladığı  kitabın adıdır.

Bana göre muhteşemdir ve Türk şiirinin süvarisi olmayı  bu şiirleri ile fazlasıyla  hak eder.

Benim hala ezberimdedir, baş ucu kitabım ve kendi sesinden baş ucu kasetimdir.

O halde, onun bu kitapta en bilinen, en ezbere bilinen bir şiirine, “amentü”  ne dersiniz ?

Bir de selam olsun “zemheri ayında gül isteyenlere”.


Muhabbetle,

Recep Babayiğit, Gebze, 21.12.2017



amentü



İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peş peşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam on beşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa her gün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal
haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sanarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

(1974)

İsmet Özel



2 yorum: