Vaktizamanında “Vakitler” de belliydi “Zaman da” vardı her şeye.
Irgatlık
vaktiydi, ama gökte yıldızları seyretmeye de zaman vardı.
Harman
vaktiydi, ama köyün davar sürüsünü gedikten aşırıp getiren Satılmış’ın
kavalını dinlemeye de zaman vardı.
YÜZBAŞI FAZIL BEY’İN ZAMANI
Harp vaktiydi, ama Hava Pilot Yüzbaşı Fazıl Bey’in Fransızca Temps Gazetesi okumaya zamanı vardı.
“Yunanlıların
yirmi bir uçağı vardı. Bizim bir uçağımız vardı, onun da benzini eksik, makinesi
bozuk. O günlerdeki Türk havacılarının cesaretini anlatacak güçte değilim.
Onların sadece getirdikleri haberler değil, Yunan uçaklarına ve ulaşım
kanallarına yaptıkları saldırılar da son derece önemliydi. Bunların arasında,
dünyanın muhayyilesini şaşırtacak bir tanesi Yüzbaşı Fazıl’dı. Bir havacıyla
Fazıl’a ne gönderelim diye sorduğum zaman ‘Fransızca Temps gazetesini yollayın,
Fazıl yalnız onu istiyor’ demişti. Fazıl’a Temps gazetesini yolladık.”[1]
MISIR’DA VAKİT
“Nitekim
bilinen en eski güneş saati, sonraki örneklerinden çok farklı olmakla birlikte,
MÖ 1500 yıllarında III. Tutmosis zamanında yapılan bir Mısır saati olup halen
Berlin Müzesi’nde sergilenmektedir.”[2]
Mısır ile Hitit’in savaş vaktiydi, ama III. Tutmosis’in
Karnak Tapınağı’nın önüne diktirdiği gölgeyi tam vermesi için tepe noktası
düzgün prizma olarak yaptırılmayan dikilitaş aynı zamanda güneş saati olarak da
çalışıyor ve Mısırlılar tapınağa kadar gidecek zaman buluyor ve saati
öğreniyordu
Tepe Noktası Düzgün Prizma Olmayan III. Tutmosis Dikilitaşı- Sultan Ahmet Meydanı |
ATMEYDANI’NDA ZAMAN
III.
Tutmosis Dikilitaş’ı MS 390 yılında Konstantinapol’e getirilip dikilir.
Harp
vaktiydi, Kırım Harbi, 1854-56 yılları, kimsenin, Osmanlı ahalisinden kimsenin
o zamanki adıyla At Meydanı’na gidip dikilitaşları görmeye zamanı yoktu.
Ama Osmanlı müttefiki İngilizlerin ordusunda bulunan mühendis subaylar meydana bugünkü görünümünü verecek çalışmayı yürütme zamanı buluyordu.
CAMİLERİMİZİN GÜNEŞ SAATLERİ
Vaktizamanında
saat henüz icat olunmamış veya Osmanlı’ya gelmemişti. Ama Payitahttaki büyük ve
önemli camilerin hepsinin duvarında, uygun yerinde, bazılarında iki adet olmak
üzere, çalışan birer güneş saati vardı.
Lakin
okuma yazması olmayan halkımız güneş saatindeki rakamları ve saati okuyamadığı
için zamanını yine ezan vaktine göre ayarlardı.
Şimdi
ise doğru çalışması bir yana, çalışan bir güneş saati bulmak bile imkansız
neredeyse.
Erzurum Şeyhler Camisi Güneş Saati
Üsküdar Mihrimah Sultan Camisi Çalışan Güneş Saati |
MUVAKKİTHANLERDE ZAMAN
Vaktizamanında
muvakkithaneler ve muvakkitler vardı payitahtın dört bir yanında.
Şimdi
ne muvakkitler kaldı ne de muvakkithaneler. Şurası “Vaktiyle muvakkithaneymiş”
deseler, orasının muvakkithane olduğunu gösteren ne bir levha ne de bir tarih
var.
Muvakkitleri
ve muvakkithanelerin nerelerde olduğunu merak etmeyen okur Ahmet Hamdi TANPINAR’ın
o kült eseri SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ romanını okumaya zaman ayırabilir
mi, ayırsa da ne olur?
Muvakkithanelerde hayli zamandır en güzel vakti belki de bir zaman sevdalısı, saat sevdalısı Şule GÜRBÜZ Hanım geçiriyor olsa gerek.
Ayasofya Muvakkithanesi
ÇAN SAATİ Mİ SAAT KULESİ Mİ?
Vaktiyle saat icat oldu. Ama önce sarayların köşklerin duvarlarını süsledi. Saatin kent meydanlarına inmesiyle batı dillerinden tercüme edilmiş haliyle kent meydanlarını “Saat kuleleri” doldurmaya başladı.
19.
yüzyılın sonlarına doğru saat kuleleri neredeyse devlet / padişah emriyle zorla
yapılır hale geldi.
Bu
emirlerde İtalyan saat kulesi yapımcılarının rolü ne kadardır bilinmez.
Vaktizamanında Anadolu’nun hemen her vilayetinde mevcut olan kiliseler ve bu kiliselerden duyulan çan sesleri halkın kulağına aşınaydı. Kiliselerden farklı olarak saat kulelerinden de benzer çan sesleri gelmeye başlayınca halkımız batı dillerinden tercüme edilen “Saat kulesi” lafı yerine kendi kelimesini buldu hemen “Çan saati.”
II.
Abdülhamit’in tahta çıkışının 25.yılına yetiştirilme gayreti içinde birbiri
ardına yapılan çan saatlerinden biri olan Yozgat Saat Kulesi henüz vakti
göstermeye başlamamış, çan saati henüz çan vurmaya başlamamıştı.
Hamal
Kör Musa’nın zamanı boldu.
“Zemin katındaki saatçi dükkanının sahibi olan ve yapının saatiyle de ilgilenen Niyazi TAFLIOĞLU’nun çeşitli kaynaklarda verdiği bilgiye göre Yozgat Saat Kulesi’nin 200 küsur kiloluk çanı, “İki kırmızı lira” karşılığında hamal Kör Musa tarafından yukarıya çıkarılmıştır.”[3]
Halkımız
çok sonraları alıp koluna takmaya başladığı saatlerinin ayarını çan saatlerinin
vuruşuna göre yapardı, bunun için çan saatin yanına gitmeye gerek yoktu, çan
vuruşlarını dinleyecek kadar herkesin zamanı vardı.
SAAT İHTİYACI
Köşkleri ve sarayları, sonra evleri, sonra ibadethaneleri süsleyen saatler ne kadar ihtiyaçtı veya zorunlu ihtiyaç mıydı, bilemiyoruz. Ama saatin, yani vakti gösteren bir cihazın küçülerek kola takılır hale gelmesi ve kolda taşınması 19. Yüzyıl sonlarına doğru ve hele Birinci Dünya Savaşı yılları boyunca özellikle subaylar için zorunlu bir ihtiyaçtı.
SS- SUBAY VE SAAT
SS
kısaltması size hemen Hitler’i ve faşizmi çağrıştırmasın.
İhtiyaç
duyan: subay
İhtiyacı duyulan: kimseye sormadan ve bir işaret almadan vakti öğrenmek.
Vakti
zamanında kara orduları taarruza geçerken, hücum emriyle veya boru sesiyle veya
bir işaret fişeği veya havaya sıkılan bir mermiyle hareket ederlerdi.
İyi
ama bütün bunlar sesle iletilen işaret ve komutlar değil mi ve bütün bu işaret
ve sesler düşman hatlarından da duyulmaz mı?
Subay ve komutan taarruz saatini biliyorsa ve bunu kolunda tik tak sesi çıkaran küçücük bir nesneden öğrenebiliyor ve birliğine hücum emri verebiliyorsa subay ve saat ayrılmaz bir ikilidir artık bütün savaş meydanlarında
Yani başlangıçta hanımların bir takı olarak kollarında taşıyabilmesi için yapılmış olan kol saatleri asıl anlamını ve önemini subayların kolunda kazanıyordu.
1885 yılında Anglo-Burma Savaşı’nda subayların kol saati kullandığı bilinmektedir. Bu gelişmelerden sonra Mappin & Webb şirketi asker saatleri üreterek satmaya devam eder.
19. yüzyıl bir subay kol saati
MUSTAFA
KEMAL’İN KIRBAÇ SALLAYARAK HÜCUM EMRİ VERMESİ
Ruşen Eşref, sohbetin 10 Ağustos 1915 Conkbayırı
Muharebeleri kısmını şöyle anlatmıştır:
“Mustafa
Kemal Bey, derhal oradaki kumandanlarla beraber hücum saflarının önüne geçmiş.
Askere düşmanın kaçmaya hazırlandığını fakat buna müsaade etmeyeceğimizi
söylemiş. ‘Bunun için benim ileriden kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzerine
hepiniz düşmana atılacaksınız’ demiş. Beş on adım ileriye yürüdükten sonra
işaretini verince zabitan ve efradın tereddütsüz bir aslan savletiyle düşmana
saldırdıklarını görmüş. Bu hücumun karşısında düşmanın kâmilen ezildiğini, hiç
silah kullanma fırsatına vakit bulamamış olduğunu anlamış.“[4]
HARBİYELİ
VE SAAT
Mustafa
Kemal ne Harbiye’den ne de askeri idadiden birincilikle mezun olmamıştır.
Ne
zamandır böyle bir gelenek var, bilmiyorum, ama askeri lise ve harp
okullarından birincilikle mezun olanlara ödül olarak saat verilmesi bir Silahlı
Kuvvetler geleneği haline gelmiştir.
Harbiyeliye
altın kol saat armağan edilir.
Harbiyeli
değil, ama bir yedek zabit namzedi Hakkı Bey’e seferberlikte tabur sandığından
verilen bir altının nasıl harcaması gerektiği de söylenir ardından.
“Bir gün bölük
kumandanı çağırdı. Bir altın verdi, bunu tabur sandığından verdiklerini, çar
çur etmeyip kendime lazım olan şeyleri (Saat vs. gibi) almamı söyledi.”[5]
Hakkı Efendi’ye ilk önce bir kol saati alması tavsiye edilir, emir niteliğindedir. Zira kısa zamanda bölük Çanakkale Muharebelerine katılmak üzere Gelibolu’ya intikal eder.
Altının anlamı zamanda saklıdır “Zaman altın değerindedir” denilmek istenmektedir.
Saat hediye edilmesi ise 19. Yüz yıldan beri subay ve saatin ayrılmaz bir ikili olmasındandır.
Ama subay en çok Mustafa Kemal’dir Kocatepe’de ve Kocatepe en güzel dizedir Nazım’ın dilinde.
G GÜNÜ, S SAATİ
Subay
bilir, Mustafa Kemal bilir, Büyük Taarruz gününü, G GÜNÜNÜ ve taarruz saatini, S
SAATİNİ.
O gün, taarruzdan önce yanındaki paşalara saati sorar.
(…)
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle
ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı
adam
nasıl ve ne zaman
geleceğini bilmeden
güzel, rahat
günlere inanıyordu
ve gülen
bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş
adım sağında onu gördü.
Paşalar onun
arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: “Üç,”
dediler.
(…)
Yüzbaşı sordu:
-Saat kaç?
-Beş.
-Yarım saat sonra
demek…
(…)
Nurettin Eşfak
baktı saatına:
-Beş otuz…
Ve başladı top
ateşiyle
Ve fecirle
birlikte büyük taarruz…[6]
(…)
Mustafa Kemal Kocatepe’de S Saati öncesinde
G GÜNÜ: 26 Ağustos, S SAATİ: 05.30’du.
Vakit geldiğinde Kurtuluş orduları taarruza geçtiler, işgal ordularının toparlanmaya zamanları yoktu, bozuldular.
Nazım ise destanı bitirmek için zamanla yarışır.
ANADOLU’DA VAKİTSİZ ZAMANLAR
Vaktizamanında
Anadolu’da bütün zamanlar alaturka vakitlere ayarlıydı.
Şair de bilmez saatlerin neden alaturka vakitlere ayarlı olduğunu.
(…)
gençken
peşpeşe kaç gece
yıllarca
acıyan, yumuşak
yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı
saatler
alaturka vakitlere
ayarlı
neden karpuz
sergilerinde lüküs yanar[7]
(…)
Saat
yoktur, saat kulesi de.
Ezan
vakti vardı. Kimi zaman asar, kimi zaman eser, bazen de kale veya kala
dedikleri gölgesi uzayan yükseltiler vardır kaya veya topraktan vakti bildiren
zamanlar.
Harman
zamanıdır vakti bildiren.
Irgatlık.
Kuşların
göç zamanı.
Kıtlık
kıran zamanıdır vakitlerden.
Sulama
mevsiminin vakti zamanı vardır.
Seferberlik zamanıdır, vakitlerden ölüm.
Gidenlerin
ölüsü de gelmez.
Saat
vardır, ama kimde, subayımızın saati çöl tozundan dolayı çalışır mı acaba
Yemen’de?
Ama Yemen’de kalk borusu vardır, alaturka saatlere ayarlı, ağıt olur vakti geldiğinde söylenir.
Gitme Yemen'e Yemen'e
Yemen sıcak dayanaman
Tan borusu çalınınca
Sen küçüksün uyanaman
Anadolu’da vakitsiz zamanları dört yazar ve dört örnek kitaptan aktaralım.
1-MAHMUT MAKAL’DA ALATURKA VAKİTLER
Mahmut
MAKAL “Bizim Köy” romanının “Köyün Saati” bölümünde vakitsiz zamanlardan söz
eder.
“Köylülerin birçok
pratik ölçüleri vardır. Soyunup yere oturarak toprağın tavını anlamak, keçinin
kuyruğuna bakarak, havanın iyi ya da kötü olacağını kestirmek gibi…
Bizim köyün saati
bile böyle pratiktir… Gerçi, Keleş Hoca’nın külüstür bir saati yok değil; ama
ona başvurmak kimsenin aklından geçmez. Caminin kapısı batıyadır. Kapının
eşiğinde bir bel (işaret) vardır. Öğle namazına biriken halk, oraya bakar
durur. Sonra güneş o “Bel”e geldi mi, ezan okunur…
Akşam, güneş batıp
da, battığı yerden kızarırken.
Yatsı
kestirmecedir: Sabaha kadar yolu var. “Ne kadar geç kılınırsa, o kadar iyidir”
derler.
Sabaha gelince;
onu da tanyerine göre ayarlayıp, ezanı okuyor hoca.
Diyeceksiniz ki:
“Kışın güneş buluta girdiği günlerde nasıl biliyorlar?...”
Ondan kolay ne var: Erek, hocaya uymak değil mi? Halk hocaya uyduktan sonra sorun kalmaz. Namaz vakitleri dışında ise, zaman kavramı kimseyi ilgilendirmez…”[8]
2-MARK SYKES ANLATIYOR
Birinci
Dünya Savaşı ardından ünlü Sykes-Picot görüşmelerinden sonra Ortadoğu’yu
şekillendiren İngiltere temsilcisi Mark Sykes Darül İslam adını verdiği
kitabında Anadolu’da/Hama’da alaturka zamanı da gözlemler ve notlarına alır.
“Aşçı: Beni ne
zaman uyandıracağını nereden bileceksin? Saatin var mı?
Zaptiye: Aslında
saatim yok ama şu Murik denilen yerde saatleri bilen ve saat dört, altı ve on
birde öten horozların şahı olan bir horoz var, biz ona Murik’in saati diyoruz.
Aşçı: Maşallah!
İbiğinde saati var mı peki?
Zaptiye: Hayır ama zamanı altın ya da gümüş bütün saatlerden daha iyi bilir.”[9]
3- ALİ DEMİRSOY ANLATIYOR-ÇIRBAN SİSTEMİ
Özet
olarak KEMALİYE SU YÖNETİM SİSTEMİ, diye tanımlıyor bu sistemi Ali DEMİRSOY.
Vaktizamanında
saat yoktu Eğin’de.
Ama
göğe baksan sadece kayalarla çevrili bir açıklığı görebilirsin hala.
Ve
kayaların yıl boyu uzayan, kısalan gölgeleri var.
Dutluklar
var, Eğin ekonomisinin can damarı.
Kırkgöze’den
gelen sularla sulanır dutluklar.
Lakin
sulama için bir sistem gereklidir.
Çırban,
der Eğinliler, ama aslı çur-ban olup, Türkçede su anlamına gelen Ermenice
“Çur”, yine Türkçede bakıcı anlamına gelen Farsça “ban” ile birleşerek, çur-ban,
yani su bekçisi, düzgün bir tanımlamayla ise “ Suyabakan” demektir.
Yani
bütün dutlukların sulama işini bir çırban-suyabakan yönetir.
Kimse
kendi bildiği gibi ve istediği saatte suyu kullanamaz.
Eğinli Ermeniler uzun yılların deneyimiyle ortaya çıkarmıştır bu sistemi ve sistem Ali DEMİRSOY’un tanımıyla BİR ASTRONOMİ-MÜHENDİSLİK VE KADASTRO HARİKASIDIR.
Her husus en ince ayrıntısına kadar deftere kaydedilmiştir ve bu defterin adı “Su Sehim Defteridir” ve defterin aslının Erivan Müzesi’nde olduğu söylenmektedir.
Vaktizamanında
ne harikalar yaratmış bu topraklar, ama saatler hala büyük oranda alaturka vakitlere
ayarlıdır.
Ali
DEMİRSOY Eğin Su Sehim Defterinin Ermeniceden yapılan tercümesinden aktarıyor:
“Bu planı ihtiva eden su sehim defterinin orijinali Ermenicedir. Bu defterin orijinalinin Erivan Müzesinde olduğu söylenmektedir. Ermenice olan bu defter, Toybelen Köyü’nde Mahmut Ustanın evinde, Yuva Köyü’nden Hüseyin Tümer öncülüğünde, Ermeni kökenli ayakkabıcı Sahab, Toybelen’li Ermeni kökenli Büyük Kirkor, Toybelenli Ağababa lakabıyla bilinen Mahmut Uslu (Ermeni su defterinin geçerli olduğu uzun yıllar çırbanlık yapmış; Ermenice ve Fransızca bildiği söylenen), Toybelen Köyünden Ömer Pekçoşkun, bir de Kemaliye kaymakamlığından bir memur, zaman zaman Toybelen Köyü imamı Bekir Tuncay (Hafız Bekir) ve zaman zaman Yuva Köyünden toplantıya katıla Mehmet Sadık Demirsoy tarafından 1958 yıllarında Türkçeye çevrilmiştir. Bu kişiler çeviriyi daktilo ile çoğaltıp bahçe sahiplerine dağıtmıştır. Bu çeviride, örneğin Toybelen Köyünde (Gemürgap), şöyle tanımları görmek mümkündür: Ariki’ye giden yoldaki İri Taşı’nın (Davul Taşı) gölgesi yola düşünceye kadar su filanca bağa akacaktır; gölge Hamza Tutluğu’nda (dutluğundan), belirli bir yerden filan yere düşünceye kadar da filanca bağa akacaktır. Geceleri, Ülger Yıldızı’na Partikavar’da (bir su bölüştürme noktası) bakıldığında Çatal Taş’tan çıktığında; güneş doğup Zoppiğin taşından bir arşın aşağı indiğinde suyu kes ya da bağla.”[10]
3-AHMET ULUÇAY’IN TRENLERİNDE SAKLI ALATURKA VAKİTLER
Çok
erken kaybettiğimiz bir sinema dehası Ahmet ULUÇAY Kütahya-Tavşanlı-Tepecik
Köyü’ndendir, orada doğar, orada yaşar ve vefatından sonra oraya defnedilir.
Onun için alaturka vakitler hep Tavşanlı Tren İstasyonu’na gelen ve istasyondan geçen tren saatlerine bağlıdır.
Vakitsiz
zamanlardır o tren saatleri Ahmet ULUÇAY için.
KÜLLER ve KEMİKLER anı kitabında düşler ve gerçekler hep yer değiştirir.
“Yakup kıkır kıkır
gülüyor. Yürüyoruz demiryolu boyunca.
-Köyle demiryolu
arasında kocaman bir harman yerimiz vardı. Ne zaman bir tren düdüğü duyulsa
genç, ihtiyar herkes işini bırakır, ağrıyan belini şöyle bir doğrultur, geçip
giden trene bakardı.
Bir de motorlu
tren vardı Yakup. Kırmızı ve beyaz boyalıydı. Bir ağız armonikasına
üfleniyormuş gibi öterdi düdüğü. Albenisinden ötürü “kız treni” derlerdi ona.
Her gün öğleyin saat tam on ikide geçerdi. O günlerde trenler hiç mi rötar
yapmazdı bilmem. Motorlu trenin düdüğünü duyan harmancılar, saatlerine bakmaya
gerek duymadan işi bırakır, yemek paydosu yaparlardı. Atlar, öküzler serbest
bırakılırdı onun sesiyle. Biz çocuklar can atardık motorlu tren gelsin diye.
Temmuz, ağustos güneşi altında döğenlerin üstünde dönmekten anamız ağlardı
öğleye kadar. İşte Yakup, hiç binemeyeceğimiz trenlerin yolunu gözlerdik biz.
Hepimiz sıcaktan burunlarının derisi yüzülmüş, yüzünde çiller çıkmış çapar
çocuklardık…”
(…)
-İşte böyle Yakup, diyorum. İşte böyle yüreğim… Binemeyeceğimiz trenlerin yollarını gözlerdik biz. Sahip olamayacağımız oyuncakların düşlerini kurardık. Hiçbir gerçek, bizim çocuk düşlerimizin önüne geçemedi.”[11]
19. Yüzyıl sonlarında Tavşanlı Tren Garı |
Ahmet ULUÇAY’ın sözleri doğruydu ve hepimiz için ve hep güncel, “hiçbir gerçek” düşlerimizin önüne geçmemelidir.
[1] HALİDE
EDİP ADIVAR-TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI-CAN YAYINLARI
[2] NUSRET
ÇAM-OSMANLI GÜNEŞ SAATLERİ-KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI
[3] MELTEM
CANSEVER-TÜRKİYE’NİN KÜLTÜR MİRASI 100 SAAT KULESİ-NTV YAYINLARI
[4] MEVLÜT
ÇELEBİ-CONBAYIRI’NDA ATATÜRK’ÜN HAYATINI KURTARAN SAAT-BELGİ SAYI 16
[5] İ.HAKKI
SUNATA-GELİBOLU’DAN KAFKASLARA I.DÜNYA SAVAŞI ANILARIM-İŞ BANKASI KÜLTÜR
YAYINLARI
[6] NAZIM
HÜKMET-BÜTÜN ŞİİRLERİ-KUVAYİ MİLLİYE-YAPI KREDİ YAYINLARI
[7] İSMET
ÖZEL-AMENTU-ERBAİN KIRK YILIN ŞİİRLERİ-TİYO YAYINLARI
[8] MAHMUT
MAKAL-BİZİM KÖY-LİTERATÜR YAYINLARI
[9] MARK
SYKES-DARÜL İSLAM OSMANLI’NIN ŞARK BÖLGESİNDE SEYAHAT-ÇEVİRİ:HİKMET
İLHAN-AVESTA YAYINLARI
[10] ALİ
DEMİRSOY-ACTA TURCICA-ÇEVRİMİÇİ TEMATİK TÜRKOLOJİ DERGİSİ-YIL V, SAYI 1, OCAK
2013
[11] AHMET
ULUÇAY-KÜLLER VE KEMİKLER-KÜRE YAYINLARI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder