10 Ekim 2021 Pazar

CUMHURİYET’İN BEŞERİ MİMARİSİNDE BİR ÖRNEK: DOĞAN KUBAN

Cumhuriyet, güzel sanatlardan edebiyata, mimariden mühendisliğe, tıptan spora her alanda yeni insanlar yetiştirdi. Cumhuriyet’i görkemli bir mimari olarak düşünürsek bu alanlarda yetişen ilk kuşak insanlar estetiğiyle, zarafetiyle, perspektifiyle bir bütün halinde Cumhuriyet’in “beşeri mimarisini” oluşturdular.

Beşeri mimariye omuz verenler, başka bir ifadeyle Cumhuriyet’e mimari alanda kanat gerenler arasında Osmanlı’dan devraldıkları mirası Cumhuriyet’e de taşıyan mimarlar Mimar Kemalettin ve Mimar Vedat Tek ve diğer ustalar olurken, onların mirasını günümüze kadar neredeyse bir yüz yıl taşıyan ve 22 Eylül 2021 tarihinde kaybettiğimiz Prof. Dr. Doğan KUBAN’ ı belki de bu çatının en yükseğine koymamız gerekiyor.

Doğan KUBAN sadece mimar yönüyle değil, hayatının son zamanlarına kadar bir meşale olmak fikriyle de bu toplumu aydınlatma görevini sürdürmüş ve ölümünden önce de insanları “Anadolu’ya davet”[1] etmiştir.

 

O kadar çok farklı alanlarda ve geniş yelpazede eser verdi ve o kadar eseri ele alıp yüceltti ki, örneğin Selimiye’yi anlatsak Süleymaniye öksüz kalır, Süleymaniye’yi anlatsak Kalenderhane Camisi.

Yazarlar, sanatçılar, şairler, mimarlar ne kadar çok eser verseler de hep “şah eser” dediğimiz tek bir eserle bilinir ve tanınırlar.

Farklı başlıklar taşısa da mimar olmasının yanında bir Mimarlık Tarihçisi, bir Sanat Tarihçisi olarak Doğan KUBAN farklı başlıklar taşısa da her ikisi de Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi üzerine olan eserlerinde sadece Anadolu insanına değil, bütün dünyaya o mucize eseri ve onun mimarı, Ahlatlı Mimar Hürremşah’ı tanıtıyordu.

Hürremşah’ın “şah eseri” Divriği Ulu Camisi ve Şifahanesi ise, Doğan KUBAN’ın “şah eseri” de bu cami ve şifahanenin cennetin kapıları yerine koyduğu bu iki basılı eseridir. 

Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi’ni bir mucize olarak tanımlayan Doğan KUBAN o mütevazi haliyle Mimar Hürremşah’ı yüceltirken aslında bu büyük mimarı ve eserini yeniden anlatırken Cumhuriyet’in Beşeri Mimarisi’ni de yeniden temellendiriyordu. 

“Mengücek Emiri Ahmet Şah ve eşi Turan Melik’in yaptırdıkları Ulucami ve Şifahane'nin mimarı olan Ahlatlı Hürremşah’ın tasarladığı, bezemelerinin çoğunu eliyle yonttuğu taç kapılar Türk çağının en önde gelen başyapıtlarıdır.

Kıble kapısındaki yontu (heykel), tasarımı ve işçiliği ile İslam ve Yakındoğu’da yoktur. İkonografik olarak dünya sanat tarihinin hiç bir döneminde, büyük bir heykel uygulaması olarak, bu nitelikte bir ‘Cennet Kapısı’ imgesi yaratılmamıştır.

Hürremşah’ın tasarladığı ve olağanüstü yaratıcılığı ile kendi eliyle yonttuğu bu taç kapı dünya sanat çevrelerinin artık farkında olduğu bir yapıttır. Divriği Ulu Cami ‘korunması gereken en önemli evrensel sanat miraslarından biri’ olarak, UNESCO’nun tarihi yapılar listesindedir. Anadolu Türk kültürünün kimliğini oluşturan en önemli tarih mirasıdır. Anadolu-Türk varlığının dokunulmazıdır.”[2]

  

 Divriği Ulucamii Kuzey Taç Kapı detayları

Söz konusu olan aslında ne Mengücek Emiri Ahmet Şah ve eşi Turan Melik ne de Ahlatlı Mimar Hürremşah’tır Doğan KUBAN’ın anlatmak istediğinde.
Onun demek istediği Hürremşah’ın eserinin Mona Lisa’dan daha zengin olduğu ve Kuzey Taç Kapı’nın Louvre’da sergilenmiş olması halinde sanatseverlerin ağzından düşmeyeceğidir.

“Bir taç kapıyı simgesel çiçek ve yapraklar kullanarak sonsuza uzanan bir cennet kapısı olarak hayal etmek Hürremşah’ın bize kültürel hediyesidir. Dünyada başka eşi olmayan ve Anadolu-Türk kültürünün ayrıcalığını vurgulayan bu yapıt, Mona Lisa’nın portresi yanında, çok daha zengin bir sanat yapıtıdır. Hürremşah’ı Leonardo ile karşılaştırmak söz konusu değil. Ama bu kapı Louvre’da sergilenseydi, sanatseverlerin ağzından düşmezdi. Ulu Cami’nin kıble kapısı büyük bir sanatçının hayalini süsleyen bir imge olarak, olağanüstü bir işçilikle taşa oyulmuştur.”[3]

 Kuzey Taç Kapı detayları

Vurgu aslında hep aynıdır: Anadolu-Türk Kültürü.

“Biz ulusu geriye dönüp bakarak oluşturmadık. Ulusu; dile, kültüre dayalı olarak yeniden tanımladık. ‘Hititler de, Sümerler de bizdendir’ dedik; Anadolu’nun geçmişine sahip çıktık. Ulusu, Anadolu’nun sahipliği içinde tanımlamaya çalıştık. Daha eski Türk tarihini de yadsımadık. Biz Hitit değiliz, öte yandan Hitit, Fransız değil. Eğer Hitit’ten bir şey kaldıysa burada kaldı; biz de onun vârisiyiz. Anadolu’da ne varsa onun sahibiyiz; onlar bizim içimizde; yani biz onların torunlarıyız. Türk olmak, bugün Uygur ya da Kırgız olmak da değil; fakat olmamak da değil.”[4]

Yukarıdaki paragrafta Doğan KUBAN bir Anadolu sentezi yaparken aslında yine mütevaziliği elden bırakmıyor ve kendi “Çerkes” kimliğinin belirleyici özelliğini bu senteze dahil etmiyor.

-21 Mayıs, 1864 Büyük Çerkes Göçü

-08 Nisan 1926 doğumlu Doğan Kuban’ın babası bir Şapsığ olan Mehmet Bahattin Bey büyük sürgünle gelen anne babanın çocuğu olsa gerek ve Osmanlı eğitimi ile Harbiye’den mezun olmuş bir kurmay subaydır.

Soru şudur:

Nasıl oluyor da birinci kuşak bir sürgün ailenin çocuğu Osmanlı’nın en iyi okullarından birinde, Harbiye’de okuma başarısı gösterebiliyor?

Nasıl oluyor da ikinci kuşak Şapsığ Doğan KUBAN da Cumhuriyet’in en iyi okullarına girme konusunda aynı başarıyı gösterebiliyor?

Bu soruları bizden önce soranlar da vardı kuşkusuz. Elbruz AKSOY yol gösteriyor.

“Ah Çerkesler ah! Ne oluyorsa bunlara, daha iki kelime Türkçe bilmiyorlar, ama vatanı sanki bunlar kurtaracak! Elli senede zapt ettiler koca Devlet-i Osman’ ı. Hangi hududa, hangi cepheye gitsen kabus gibi bunlar karşına çıkardı! diye söylenmişti Bosnalı.”[5]

Bunun açıklaması Hatti yurdu olan Anadolu’da Kafkaslar’dan geldiğini düşündüğümüz Hititlerin kendilerine hızlıca ve köklü yeni bir yurt, yeni bir vatan kurma ve yaşatma içgüdüsüdür. 

Ne Doğan KUBAN ne de babası Mehmet Bahattin Bey kabus gibi çıkmadı Cumhuriyet’in Beşeri Mimarisi’ nin karşısına, ama kısa sürede o mimarinin omurgasını oluşturdular neredeyse, kökleri ta eski Anadolu uygarlıkları Hititlere kadar dayanan.

Doğan KUBAN Hocamızın Anadolu-Türk Kültürü sentezinde kendi etnik boyu Şapsığları ayrı tutmasını onun mütevaziliğine bağlasak da babası Mehmet Bahattin Bey’in Sarıkamış’taki görevinden dönerken yanında getirdiği Zühre kızın onun yetişmesinde, onun masalsı tatlı anlatımında, mimari anlamda hayal gücünün gelişiminde nasıl bir rol oynadığını tahmin edebiliyoruz.

“Doğan Kuban’ın yaşamında önemli rolü olan kişilerden biri; o doğmadan önce annesi, babası tarafından Sarıkamış’ta evlat edinilen Zühre’dir. Zühre, annesi ve babası Ermeniler tarafından katledilmiş bir Azeri ya da Kürt kızıdır. Doğan ve kardeşi Yıldırım Kuban’ı, Azerbaycan-Kafkas masalları anlatan Zühre büyütüyor. Doğan Kuban onu sevgi ve minnetle anıyor.”[6]

Başka bir Yurt Gezimizde “Demir Dağı’na Yolculuk” yapmış ve Cumhuriyet’in anıtsal eseri kendi kaderine terk edilmiş Divriği’ye sadece on km uzaklıkta bulunan “Cürek İşçi Kampüsü’nü” ziyaret etmiştik.

Cürek İşçi Kampüsü zamanının çok ötesinde bir mimariye ve sosyal planlamaya sahip bir yapıdır. Yapının mimarları arasında Cumhuriyet’in “şah eserlerinden” birisi olan DTCF’ nin mimarı ve dünya sosyal konut-toplu konut mimarlığının öncüsü Alman sosyalist Bruno TAUT da bulunmaktadır.

Bruno TAUT öldüğünde Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmesini vasiyet edecek kadar bu topraklardandır ve vasiyeti yerine getirilmiştir.

İşte Doğan KUBAN Hocamızın anlatmaya çalıştığı Anadolu-Türk Kültürü sentezine dahil edeceğimiz bir yıldız daha.

O Yurt Gezimizde 30 Yurt Gezgini Kuzey Taç Kapı, Cennetin Kapısı önünde dizilerek Yurt Gezgini Dostumuz Hülya RODOPLU’nun sunumunda Selçuklu Ahlatlı Mimar Hürremşah’ tan Cumhuriyet çocuğu Doğan KUBAN’a uzanan beşeri mimarlığın sırlarını çözmeye çalışmıştık.

Üçü de birer “şah eseri” olan mimarlar Hürremşah, Bruno TAUT ve Doğan KUBAN Divriği-Cürek hattında nasıl da bir araya geliyorlar, tesadüf diyebilir miyiz?

Ruhları şad olsun, 

 

Doğan KUBAN, soldan ikinci, bir mimarlık gezisinden



[1] Doğan Kuban-Herkese Bilim Teknoloji-127. Sayı

[2] Doğan Kuban-Herkese Bilim Teknoloji Dergisi-12 Haziran 2017

[3] Age

[4] Fevziye Özberk Facebook sayfası-Doğan Kuban: Atatürkçü Bir Bilge-26 Eylül 2021

[5] Elbruz Aksoy-Benim Adım 1864 Çerkes Hikayeleri-İletişim Yayınları

[6] Fevziye Özberk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder