YAZILIKAYA
YAZILI OLMAYAN KAYA
Hititlerin başkenti Hattuşa’da bulunan panteon, Yazılıkaya hakkında yazmak için daha baştan iki başlık atıp, “YAZILIKAYA ve YAZILI OLMAYAN KAYA” , diye not alıyor akabinde ise yazılı kaya varsa, yazılı olmayan kaya neden olmasın, diye bir soru sorarak işe başlamak istiyorum.
Burada sorulan soru şu değerlendirmeyi içeriyor
kuşkusuz:
Yazılı tarih-sözlü tarih
Maddi olan kültür-maddi olmayan kültür
Biz bu yazımızda Hattuşa panteonu Yazılıkaya’yı yazmaktan çok, onunla ilgili “yazılı olmayanı” yazmak istiyoruz ve o nedenle bir analoji yaparak yazımızın başlığını bu şekilde atmayı uygun buluyoruz. Zira bildiğimiz, panteon-Yazılıkaya hakkında o kadar çok şey yazıldı ki bugüne kadar, bizim yazılmış olanı yazarak yapacağımız da klasik bir ifadeyle Amerika’yı yeniden keşfetmekten başka bir şey olmayacaktı.
Hemen söze girecek olursak, Stenografi Profesörü CARL FAULMANN’ın1878 yılında yayınladığı ve artık alanında bir kült eser olarak bilinen YAZI KİTABI (DasBuch der SchriftenthaltenddieSchriftzeichenundAlphabeteallerZeitenundallerVölkerdesErdkreises) eserinin Türkçe çevirisi için “Kitaba Dair…” yazısı yazan Şirin TUFAN’ dan aldığımız aşağıdaki paragrafı aktarmak istiyorum.
“Eski bir Latin deyimi olan “Verbavolantscribamanent” (Söz uçar, yazı kalır) sözlü iletilerin görsel olarak kaydedilme gereğinin vurgulayıcısıdır hiç şüphesiz. Gösterge dizgesi olarak saptanan söz, teslimiyetini yaşar yazı karşısında. Yazı eylemi ise adeta kendini bir serüven içerisinde bulur.”[2]
YAZILIKAYA
Yazıyı Sümerlerle birlikte anarız, bilinen ilkyazının Sümerce olmasından dolayı.
Sümerlere gelene kadar geçen sürede, yani
konuşulan bir dilin alfabetik ve gramer açısından bir sisteme bağlanan sembol
ve işaretlerle yazılan bir dile dönüşmesinden önce de insanlar konuştuklarını
unutmamak veya başkalarına da göstermek, aktarmak için yazıya benzer şeyler kullandılar.
Yani, bütün icatlar, buluşlar gibi, yazı da
öyle birden bire ortaya çıkmadı.
İnsanlar konuştuklarını, gördüklerini
başkalarına da aktarmak, göstermek ve belki de bir miras olarak bırakmak için,
ölümsüzleştirmek için onları ifade eden şekiller yaptılar.
Biz bu şekillere, daha doğrusu içinde bir ifade
barındıran şekil yazılara piktogram diyoruz.
Piktogramların en kalıcı olarak sergileneceği, herkes
tarafından görülebileceği yerler kuşkusuz taş veya kaya yüzeyleri, hava
şartlarının hep sabit olduğu mağaralar olmuştur.
Kaya resimleri, petroglifler ve mağara
resimleri şimdilik gördüğümüz, bildiğimiz en eski piktogramlar,dar anlamda ise
ilk yazılardır.
Kaya resimleri kadar çok sayıda örneği olmasa
da, onlardan çok daha iyi bilinen ve yazı için kayaların kullanıldığı mekanlar
vardır bir de Anadolu’da.
İşte biz bu kayalara “Yazılıkaya”, diyoruz.
Bilinen ve arkeoloji literatürüne girmiş olan
iki Yazılıkaya’dan söz edebiliyoruz.
YAZILIKAYA-HATTUŞA-BOĞAZKÖY[3]
YAZILIKAYA-MİDAS ANITI[4]
Ova-yazı/ovalı-yazılı karşılığı dışında adında “yazılı”
kelimesi geçen bu iki anıt dışında kayalara yazılmış/kazınmış ve hepsine birer
“yazılıkaya-yazılı taş-yazılı tepe” diyeceğimiz o kadar çok anıt var ki
Anadolu’da. Uzağa gitmeden hemen Hattuşa’ nın yanı başında duran Yozgat’ın
Sorgun ve Akdağmadeni ilçelerine bağlı aynı adla, YAZILITAŞ adı ile bilinen iki
ayrı köy bulunmaktadır örneğin.
Hititlerle ilgili olarak yazacağımız sonraki yazılarımızda daha uzun söz etmeyi düşündüğümüz konulara şimdilik girmiyoruz, Yazılıkaya’ya dönüyoruz.
Henüz Hattuşa bulunmamış, tam 3000 yıldır derin uykuda olan Hititlerin varlığı bilinmiyor ve Hititçe çözülmemiş.
1834 yılında Fransa’dan yola çıkan arkeolog, mimar ve gezgin Charles-Felix-Marie TEXIER Anadolu’daki günlüğüne şunları yazıyor:
“Her ne kadar derlediğim bilgilerin
hepsi eksik şeyler idiyse de, ben, yine kervanımı 28 Temmuz 1834’te harekete
geçirdim. Kuzeye gidiyorduk.”[5]
TEXIER ne kuzeye gelip tek başına atıyla dolaşırken gördüğü harabelerin Hattuşa olduğunu ne de köylülerin onu harabelerden iki saat uzaklıkta bin bir güçlükle götürdükleri yerin Yazılıkaya olduğunu bilmiyordu.
Ama yine de zamanın bütün araştırmacılarının ve
filologlarının Heredot tarihinden Strabon’ dan okuyup etkilendiklerine göre
TEXIER de görmüş olduğu bu harabelerin Hattuşa’ya hiç de uzakta olmayan önce
TAVIUM[6] ve daha sonra ise PTERIA[7] olduğunu tahmin etti.
“Yalçın bir kaya kitlesi dimdik göğe yükseliyordu. Geniş bir yarık açılmış ve yarıktan bakıldığında kabaca düzeltilmiş yontma taşlar üstünde garip resimler göze çarpmaktaydı. TEXIER bu duvarların üstünde tören alayı halinde yürürken taşlaşmış tanrılar gördü; sivri külahları vardı, elbiselerinin belleri kemerliydi.” [8]
TEXIER gördüğü bu taştan garip geçit alayından
afallamış bir halde çıkış yerini aradı. O zaman sol yanda dar bir aralığın,
daha dar bir kaya yarığına açıldığını fark etti. Giriş yerinde olduğu gibi
mıhlanıp kaldı, geçitte sağlı sollu taşlara oyulmuş kanatlı iki dev vardı.
İnsanüstü bu iki varlık, girişin bekçiliğini yapıyor gibiydiler.
TEXIER anlatmaya devam eder anılarında. Ama buraya
gelirken at sırtında gördüğü harabelerin, Hattuşa’ nın, bilinen ilk gravürünü
yapmış olduğu gibi Yazılıkaya’nın da ilk gravürünü yapar. Fransa dönüşü gezi
raporunu üç cilt halinde ve “DESCRIPTION DE L’ASIE MINEURE-Küçük Asya Üzerine
adı ile 1839 yılında Paris’te yayınlar.
![]() |
Texier’in gördüğü ve gravür olarak çizdiği Yazılıkaya |
![]() |
Texier’in gördüğü ve gravür olarak çizdiği garip geçit alayından |
Aradan geçen sürede 1915 yılında Hititçe çözüldükten sonra çivi yazısı okumaları, tapınaktaki hiyeroglif okumaları ile Yazılıkaya’nın aslında bir Hitit panteonu olduğu ortaya çıkar.
Kendilerini “Bin Tanrılı Halk” diye tanımlayan
Hititlerin tanrılar için böyle bir anıtsal kült merkezi yapmış olmaları bizi
şaşırtmıyor.
Hititler gelip kondukları Hatti yurdunda onların ve
Hurri, Babil, Asur ve diğer ülkelerin ve şehir devletlerinin tanrılarını ve
tanrıçalarını da kabul etmekle kalmayıp kendi tanrı ve tanrıçalarının
isimlerini de onlarınki ile söyler ve konuşur olmuştur.
Burada dikkat çeken durum ise bütün günlük yazışmalar
çivi yazısı ile yapılırken, Yazılıkaya, Nişantaşı gibi herkesin görebileceği kaya
üzerine yazılan yazıların hiyeroglif ile yazılmış olmasıdır.
Hitit panteonunda sergilenen bütün tanrı ve
tanrıçaların isimlerini yazmak, onları anlatmak yerine sonraki yüzyıllarda
sırasıyla Frigleri, Grekleri, Romalıları da etkilemiş olan tanrı ve tanrıça
isimlerini vererek kökeni Sümer’e dayanmış olsa da Hititlerin batı uygarlığını
nasıl etkilemiş olduğunu görürüz.
“Hitit tanrılarının isimleri
Hattice, Hurrice, Sümerce olmasına karşın söz konusu tanrının işlevi ve
niteliği değişmez. Örneğin, Hitit panteonun baş tanrısı olan Fırtına
Tanrısı’nın Hattice adı Taru, Hurrice adı Teşup’tur. Hattili Fırtına Tanrısı’nın
eşi Wuruşema’dır. Hurrili Fırtına Tanrısı Teşup’un eşi ise, Hepat’tır.”[9]
Burada, panteondaki figürler için yapılan genel yorumlara göre A odasının solundan yani odanın batısından yürüyenlerin, iki figür hariç, tanrı, sağından yürüyenlerin, yani odanın batısından yürüyenlerin ise tanrıçalar olduğu, her iki grubun bir geçit alayı ile odanın kuzeyinde anlatılan ana sahnede buluştukları söylenir.
Hiyerogliflerden anlaşıldığına göre bütün tanrı ve
tanrıçaların isimleri Hurrilerden aldıkları gibi Hurricedir.
Ana sahnede, A odasının kuzey duvarında resmedilenler yüzleri profilden birbirine dönük olanlardan soldaki Hititlerin Fırtına Tanrısı, Baş Tanrı, Tanrılar Tanrısı Teşup, onun karşısındaki ise Teşup’ un eşi, Arinna’ nın[10] Güneş Tanrısı, Hepat’ tır. Hepat’ ın arkasında çiftin oğulları Şarumma, onun arkasında eşin kızları Alanzu ve en arkada ise eşin torunları Kunzisalli gelmektedir.
Panteonda bulunan diğer figürleri ve B odasını bu
yazıda anlatmıyoruz.
YAZILI OLMAYAN KAYA
Buraya kadar olanları“yazılı” olanlar, yani genel geçer yorumlar olarak, buradan sonrakileri de YAZILI OLMAYAN, yani genel geçer olmayanlar olarak söyleyeceğiz.
EKREM AKURGAL YORUMLARI
Ekrem AKURGAL, A odasındaki tanrı ve tanrıçaların
sağdan ve soldan yürüyüş alayı oldukları şeklinde yapılan yorumlarına karşı
çıkar, bunun yanlış olduğunu söyler. “Çünkü buradaki 64
tanrı aslında yan yana durmaktadır.
Ancak Hitit sanatında kabartmalarda önden tasvir bilinmediği için, onlar
burada yandan görülmektedir.”[11]
Akurgal yazılı olanın dışına çıkarak adeta yazılı
olmayanı yazmaya devam ediyor.
“Bu ise ilginç bir sonuç
vermektedir Çünkü bu tanrı ile birlikte orta sahne baba, anne ve oğuldan oluşan
bir tanrı ailesine dönüşmektedir. Bir başka deyimle bu sahnede, tarihin en eski
“teslis” ini, yani Hristiyanlıkta’ taki Tanrı, İsa ve Meryem üçlüsünü anımsatan
bir tablo görmekteyiz.”[12]
Nitekim tapınağı yaptıran kral III. Hattuşili’ nin
kudretli eşi ve onunla aynı anlaşmalara birlikte imza atabilecek kadar yetkili olan
Puduhepa’ nın adında saklı “hepat” kelimesi onun bir Hurri olduğunu hemen ele
verir.
“Bu nedenle tanrı üçlüsünün aynı
zamanda Hattuşili (III.)-Puduhepa-IV.Tuthaliya üçlüsünü de tasvir ettiği
izlenimi uyanmaktadır “[13]
Ana sahneden devam edersek AKURGAL bu sahnedeki sağdaki erkek/tanrı ile soldaki kadın/tanrıça konumlarının, etkisi Roma Çağı sonuna kadar görülen ve günümüzdeki uygulaması halen devam eden bir “protokole” işaret ettiğini söyler.
Bugün bütün dünyada yapılan devlet törenlerinden en
küçük askeri birlik törenlerine, en üst düzey devlet yazışmalarından en alttaki
bürokratik yazışmalara kadar, törenlerde makam olarak en kıdemlinin en büyüğün mutlaka
sağ başta ondan sonra gelen kıdemlinin ise onun solunda olması, yazışmalarda
ise en yetkilinin imzasının solda, ondan bir alt derecede yetkilinin imzasının
ise onun solunda olması gerektiği ve bütün bu protokolün 13. yüzyılda yapılmış
olan Hitit panteonundaki bu sahneden alındığı gerçeği bize AKURGAL yorumunun
doğruluğunu gösterir.
EBERHARD ZANGGER – RİTA GAUTSCHY YORUMU
Arkeoloji bilimi klasik anlamından çıkalı çok uzun yıllar oldu aslında. Bugün arkeolojinin birçok alt disiplini bulunmaktadır. Bir kazının tek başına bir arkeolog tarafından yürütülmesi çok zordur artık.LuwianStudies Vakfı adına çalışmalar yürüten Eberhard ZANGGER bir Jeoarkeolog ve Rita GAUTSCHY ise bir Astroarkeologdur.
Arkeolojik Haber Dergisi’nde yayınlanan 19 Haziran
2019 tarihli bir makalede ZANGGER ve GAUTSCHY Yazılıkaya Hitit Panteonunda A ve
B odasında kaya yüzeylerde sergilenen figürlerin aslında halen çalışmakta olan
bir takvimi yansıttığını iddia etmektedirler.
“Hititler, Yazılıkaya Açıkhava
Tapınağını önemli astronomik tarihleri şaşmaz doğrulukla gösteren bir açık hava
takvimi ve saati gibi kullanmışlar. Ve aynı takvim bugün bile şaşmaksızın
çalışıyor.
A Odasındaki rölyefler kameri ayların, günlerin ve yılların takibinde kullanılan bir takip sistemi içeriyor.”[14]
YALÇIN KÜÇÜK TEZLERİ
Hititler neden bu kadar hoşgörülüydü ve neden yendiği
veya üzerine konduğu devletlerin dinlerini de yaşatıyor, onların kutsallarını
kabul ediyordu? Bunun nedeni aslında uluslaşma/devletleşme sürecinde olan
halklar için evrensel bir yasadır.
“Profesör Beaune, Jeanne’ nin (Jeanne D’ARC yazanın notu) bir sınır çocuğu olduğunu vurguluyor, en frontiere, se multiplientlesheretiquescommelessorcies, sınırlarda sapkınlık ve büyücüler çokturlar. Sınırlarda, uc’ larda, la marge, iğretilik vardır ve insanlar birbirine hoşgörüye mahkumdurlar, her itikat yaşayabiliyor ve her “peygamber” arkasında, kendisini sürdürebilecek kadar takipçisini bulabilmektedir. Uclar, iğretidirler ve ancak doğal koruyuculukları var. Uclarda eğrelti otları büyüyorlar.”[15]
Hattilerin ardılı olan Hititlerin bir Asur karumu ve
aynı zamanda Hititlerin Anadolu’da kurdukları ilk kent olan Kayseri’ nin 24 km
kuzeydoğusundaki Kültepe-Kaniş’ ten kalkıp Kayseri’ye 140 km uzaktaki “en uc”
karuma, Kral Anitta’nın yakıp yıktıktan sonra yabani otlar/eğrelti otları
ektiği Hattuşa’ ya gelmeleri ve burayı başkent olarak seçip uzun süre burada
kalmaları Hititlerin hoşgörüye mahkum olduğunu gösteriyor olmalı.
Yalçın KÜÇÜK’ ten aktarmaya devam ediyoruz,
“fethedenlerin fethedilişi” ara başlığı altında yazdıklarında ise Hitit
panteonunda A odasının kuzey duvarında, ana sahnede adı geçen Teşup ile Hepat’
ın kızları Alanzu’ yu Alan-goa olarak görmek doğrusu yazılı olmayan kaya
anlatımını güçlendiriyor ve beni de heyecanlandırıyor.
“Moğolların büyük-anası, Reşidettin “hepsinin ceddialası Alan-goa’dır” yollu yazıyor, Alangoya, babasız doğmuş çocuklara sahipti, saklamıyordu.”[16]
Ortada Alanzu-Alangoya arasında tesadüfi bir ses
benzerliği yoksa Hitit panteonunun
en yüksek derecedeki tanrı ve tanrıçasının kızının
adının Alanzu, Moğolların ceddialasının ise Alan-goa olması nasıl
açıklanabilir?
Devlet bu tablo yapıldıktan sonra kısa sürede
yıkılmasaydı belki de tabloda resmedilen Alanzu belki de gelecek Hitit
kuşaklarının anası olacaktı.
Hititler, ellerindeki her biri üç savaşçı taşıyan
üstün nitelikli savaş arabaları sayesinde Moğollardan daha hızlı, yıldırım
hızıyla fethettikleri ülkelerin din, dil ve kültürleri tarafından aynı hızla
fethedildiler.
Bin Tanrılı Halk olmak böyle bir şeydi.
ON İKİ SAYISININ DİNSEL YORUMLARI
Panteonun gerek A odasındaki 12 tanrının, gerekse B
odasında tanrının bir tören alayı dizilişi halinde resmedilmelerine bakarak
astronomi ve kozmoloji dışında,12 sayılarından dini mesajlar çıkarmak, zorlama
ile konuyu Hristiyanlık ve Aleviliğe getirmek yorum kabul etmeyecek derecede
zayıftır. Buna benzer, kırklar-yediler-üçler-birler uzayıp giden bu sayılar
Hurufiliğin, Cifrin konusu olabilir.
Kozmolojik olarak 12 sayısının ay takvimindeki ayları
ifade ettiğini açıkça kabul edebiliriz.
Bundan başka, 12 havari, 12 imam, Kudüs’ün 12
kapısının bulunması, Grek mitolojisinde 12 tanrının bulunması, İsrail
Oğulları’nın 12 kabileden oluşması, Yahudilerde dini yükümlülüğün başlangıç
yaşının 12 olması hepsi en eski yazılı uygarlık olan Sümerlere dayanmaktadır.
Ama yine de Hititlerde 12 sayısının geçtiği bir
öyküden söz edelim.
“Diğer Bir Kamrusepa Öyküsü
Güneş Tanrısı ve Kamrusepa koyunları tarıyorlar. Onlar birbiri ile çekişti ve birbirini çileden çıkardı. Kamrusepa demir bir taht tesis etti ve onun üzerine demirden bir yün tarağı yerleştirdi. Onlar temiz dişi bir kuzuyu taradı. Onlar onu ovdu, onlar onu yıkadı, onlar onu silip kuruladı ve onlar onu bir ritüel kutlaması (ve) bir ölümlü için hazır bulundurdu. Ve onlar ölümlünün vücudunun on iki parçasını tedavi ediyor.”[17]
HASAN LATİF SARIYÜCE’NİN AKTARDIKLARI[18]
Yazılıkaya bugün bir panteon değildir. Anadolu’da ve
Hattuşa’ da yaşayanlar da kendilerini Hititliyim, diye ifade etmiyor artık.
Ama başkent Hattuşa ve hemen yakın çevresinde tam da Yazılıkaya
panteonunda kayalara resmedilen uzun külahlı tanrılara benzer insanların
yaşadığı yakın tanıklıkla yazılıyor.
“Dinler değişti. Uluslar değişti. Diller değişti. Ne var ki insan hayatında gene de değişmeyen çok şeyler kaldı. Aygar Dağı’nın[19] yüksek belleri üstünde bir Sarıfatma Köyü vardı. Üç beş yıl öncesine kadar yol iz çıkmazdı. Geçmiş yüzyıllarda oradan nasıl olduysa bir atlı geçmiş. Sarıfatmalılar o günden sonra “Bunun burası Sarıfatma, bıldır[20] da geçti bir atlı” diye övünür olmuşlar. Çocukluğumda Sarıfatma’ dan evimize yaşlı bir kadıncağız gelip giderdi. Uzun, külah biçimindeki sivri başlığı, entarisi, Yazılıkaya kabartmalarında gördüğümüz Hitit başlıklarının, kıyafetlerinin aynısıydı.”[21]
C.W CERAM’IN GÖRDÜKLERİ
Öğretmen yazar Hasan Latif SARIYÜCE belki de hiçbir
zaman buharlaşıp ortadan kalkmamış olan Hititlerin son soylarını gördü.
Tanrıların Vatanı Anadolu kitabının yazarı C.W. CERAM
ise Yazılıkaya’ da gördüğü Boğazköy köylüsü karşısında hiç şaşırmaz.
“Kuzeyde çay yetiştirilir, güneybatıda
pamuk ve turunçgiller. Adana’da bir köylü gördüm; Antikçağ’ dan kalma bir
duvarı rüzgar siperi yapmış, küçük bahçesinde limon yetiştiriyordu.
Yazılıkaya’ da, Hititler’ in Boğazköy’ündeki bu kutsal yerinde bir bekçi vardır; tapınağın avlusunda tanrı kabartmalarının dibinde özenle yetiştirdiği acı soğanları toplar, karısına götürürdü.”[22]
PANTEONA SUİKAST VE YAZILAMAYANLAR
Yazılıkaya panteonu yaklaşık 3200 yıldır ayakta
duruyor. Doğal şartların etkisiyle silinen birkaç küçük boyutlu hiyeroglif yazı
dışında ana figürler, ana tema günümüze kadar olduğu gibi korunagelmiştir.
Ancak günün birinde birisi çıkar da bu Dünya Mirası
yapıya suikast benzeri bir şey yapar da kaya üzerindeki rölyeflere zarar
verirse “keşke dersiniz, C.W.CERAM’ ın gördüğü Boğazköylü o adam tapınağın
bahçesinde acı soğan ekmeye devam mı etseydi?
Yazılıkaya’da 1976 yıllarında çalışmalara başlayan Fransız arkeoloğu Emilia
MASSON, daha sonra araştırmalarını, “Yazılıkaya Panteonu” adı altında
yayınlandı. Kitap yayınlandıktan sonra büyük ilgi gördü.
Ancak MASSON çalışmalarını tamamlayıp, Fransa’ya döndükten sonra
Yazılıkaya’daki kabartma ve yazılar üzerinde bazı tahribatın oluştuğu öğrenildi
ve tapınağı koruyan görevliler hakkında soruşturma açıldı.
Bu konu ile ilgili olarak 28 Aralık 1982 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan haber kupürü aşağıda verilmiştir.
Konu 1986 yılında çıkan Skylife Dergisi’nin 1986/03 sayısında aşağıdaki
şekilde yer almıştır.
Olan olmuştur artık, ama konu ile ilgili olarak sadece bir müze koruma
görevlisi suçlu bulunmuştur.
Ortada suçlu aramak başka bir şey, ama garip olan ne Türk ne de başka
milletlerden arkeologlardan ciddi bir eleştiri gelmediği gibi, Yazılıkaya
hakkında yazı yazan arkeolog, akademisyen, araştırmacı, gazeteci vb hiç kimsenin
Hitit panteonundaki bu hasara, bu suikasta neden olan MASSON’ un adını
vermemeleri, vermek istememeleridir.
“En ciddi eleştiriler Chicago Üniversitesi
Profesörlerinden H.G.GÜTERBOCK’dan geldi. Prof. GÜTERBOCK[23],
Masson’un çalışma metotlarını kınayarak, kaya eserlerinin uğramış olduğu
hasarı, çektiği fotoğraflarla kanıtladı. Bu eleştiriyi Londra ve Oxford
Üniversiteleri Hititoloji uzmanlarından Prof. O.Gurney ve Prof. J.D.Hawkins’in
eleştirileri izledi.
Kasıtlı ve kasıtsız yapılmış olsa da, günümüzde
insanlık tarihinin en eski eserlerinden olan ve Türkiye’nin önemli bir turistik
merkezini oluşturan Yazılıkaya’nın Masson tarafından hasara uğratıldığı
bilinmesine karşın, şimdiye kadar hiçbir onarım çaresine başvurulmadığı gibi,
Masson’un bağlı olduğu Fransız Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden de resmi bir
açıklama istenmedi.
Ancak, 1 Mayıs 1985 tarihinde, dönemin Milli Eğitim
Gençlik ve Spor Bakanı Vehbi Dinçerler, Türk Tarih Kurumu’na yazdığı bir
mektupla konuyu gündeme getirmiş, bunu izleyen günlerde Türk Bilim Adamları ve
arkeologları 25 Mayıs tarihli ve 17 imzayı içeren mektupları ile Alman
Arkeoloji Enstitüsü’ne başvurmuşlardı. Yazılıkaya halen Masson’un yol açtığı
hasarlarla birlikte Boğazköy’de yalnızlığını yaşamaktadır.
Konu ile ilgili Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne başvuru
mektubuna imza atan bilim adamlarından İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi’nden Doç.Dr.Ali DİNÇOL THA muhabirine yaptığı açıklamada şunları
söyledi;
“Yazılıkaya’da kültür varlıklarımızdan birinin büyük
zarara uğramış olması söz konusudur. Masson estampaj yapmak için kayalarda
latex kullanarak, kaya üzerine yüzyılların oluşturduğu patina tabakasının
sökülmesine ve bu tarihi yazıların yeniden hava koşullarının etkilerine açık
hale gelmesine yol açmıştır. Latexle estampaj, bizim çok kullandığımız, ancak
kapalı yerlerdeki çalışmalarda kullanılan bir yöntemdir. Böyle büyük bir
hatanın yapılmaması gerekirdi. Bu konuda yetkililerin çok duyarlı davranması
zorunludur. Bu kültür hâzinelerinin sorumsuzca davranışlara maruz kalmalarına
göz yumulamaz. Yazılıkaya’dan ders alınarak, kültür hâzineleri dikkate
alınmalıdır.”
Uzman Belkıs Dinçol da, Yazılıkaya’da büyük bir ihmal
ve sorumsuzluk örneğinin yattığı, kaybolan ve zarara uğrayan kültür hâzinemiz
için önlem alınmasının zorunlu olduğunu vurguladı.”
…/…
Aziz NESİN ise kendisini hep dünyanın en borçlu insanı hisseder. Ülkesine, halkına, insanlığa karşı hep borçlu hisseder kendisini. Onu hep mizah ustası olarak biliriz, ama bence onun en temel eserlerinin başında çocuklar için yazdığı, ama en çok da yetişkinlerin okuması gereken şu kitaplar gelir.
BU YURDU BİZE VERENLER
BORÇLU OLDUKLARIMIZ
Aziz NESİN 1959-60 yıllarında çalıştığı gazete adına YURT GEZİLERİ yapar. Gittiği
her yerden yazılar gönderir gazeteye, öyle ki yurdun dört bir yanından insanlar
Aziz NESİN’ in kendi yörelerine de uğramasını, sorunlarını dile getirmesini
isterler.
Aziz NESİN’ in yolu 18 Kasım 1959 tarihinde Çorum-Boğazkale-Hattuşa’ ya düşer.
Hattuşa’ ya gelen Aziz NESİN Yazılıkaya’ya da uğrar. Aşağıdaki fotoğraf B
odasında henüz tahrip olmamış 12 tanrı rölyefi önünde duran Aziz NESİN’ i ve yandaki
fotoğraf ise tahribattan sonraki durumu gösteriyor.
Tahribattan önce B odası 12 tanrı önünde Aziz NESİN Latex ile tahribata uğramış B odası 12 tanrı rölyefi
Aslında Aziz NESİN gazete adına geliyor, ancak sorumlu, kendisini hep
borçlu hissediyor ya, Yazılıkaya’da gördüklerini anlatmakla da kendisini borçlu
görüyor ve sadece 48 km ötede yaşayan Çorumlu aydınların buraya neden gelmediklerine
sitem ederek adeta onlar adına da kendini sorumlu görüyor..
“Tapınaklara giriyoruz. Birazcık duralım. Tapınaklara
girmeden önce soyunma yerleri var. Burada soyunup arınılacak, ondan sonra tapınağa
girilecek.
Biz her yerde ne kadar tarihsel yapıt varsa hiç durmadan yıkmışız, bozmuşuz. Kayalara oyulmuş, kabartma yapılmış Hitit tanrılarının da bilgisizliğin elinden çekmediği kalmamış. Koca Hitit tanrılarının burunları taşla vurula vurula ezilmiş, elleri koparılmış, yüzleri kazınmış. Bu zaman aşındırması değil, kara bilgisizliğin yok etmesi. Ama yine de bişeyler kalmış.”[24]
YAZANIN YAZILMAYANI
Bunca yazılan, yazılamayan, yorum ve tezden sonra
kendi görüşlerime gelmek istiyorum.
Anadolu’yu geziyorum. Kuş uçmaz kervan geçmez yerlere
gidiyorum.
Bazen önümü bir köylü kesiyor, beni defineci veya
araştırmacı sanarak.
Daha ilk cümleden sonra “abi şurada bir kaya var,
üzerinde anlamadığımız yazılar ” diyor ve anlatmaya başlıyor.
Kayanın yanına gidiyoruz. Kayanın yüzeyine, her
tarafına bakıyorum, ne bir yazı, işaret ne de bir sembol göremiyorum. Adam
iddialı, abi nasıl göremiyorsun, bak işte şurada bir adam kafası, bu da eli,
elinde bir mızrak.
Eeeee?
Abi anla işte mızrak doğuyu gösteriyor.
Bu ve buna benzer o kadar çok durumla karşılaşırsınız
ki Anadolu’da, hepsi de define peşinde olan insanların fantezilerini süsleyen
bu kayalar ve yazılardır, yani YAZILIKAYALAR.
…/…
Yazılıkaya henüz panteon olarak tasarlanmadan önce de
tapınak işlevi görüyor muydu, bunu şimdilik bilemiyoruz. Yazılıkaya
panteonundaki bütün kaya rölyefleri, bütün sahnelerin yapımına III. Hattuşili
ve eşi Puduhepa döneminde, daha çok Puduhepa’ nın gayretleri ile başlanmıştır.
III. Hattuşili’ nin krallık yaptığı dönem MÖ 1275-1250
olarak düşünüldüğünde, Yazılıkaya panteonunun da yaklaşık MÖ 1250 yıllarında
yapıldığını görürüz.
Panteonda ana sahnede Teşup ve Hepat olarak resmedilen
iki figürün Ekrem AKURGAL’ ın da dediği gibi III. Hattuşili ve eşi Puduhepa
olduğunu kolaylıkla anlarız.
Puduhepa’ nın arkasında duran ise, Şarumma’dır.
Şarumma ise bu tabloda III. Hattuşili ve eşi Puduhepa’ nın oğulları IV.
Tuthaliya’ dır.
III. Hattuşili öldükten sonra eşi Puduhepa devleti
oğulları IV. Tuthaliya ile birlikte yönetmeye devam etmiştir.
IV. Tuthaliya’ nın krallık dönemi ise MÖ 1250-1220
tarihleri olarak belirlenir.
A odasında ana sahnenin karşısında tek başına ve odadaki
en büyük figür olarak duran, elinin üzerindeki hiyerogliften de anlaşılan IV.
Tuthaliya, yani III.Hattuşili ile Puduhepa’ nın oğullarıdır. Başka bir ifadeyle
ana sahnede resmedilen ölümsüz Göğün Fırtına Tanrısı Teşup ile ölümsüz
Arinna’nın Güneş Tanrısı Hepat’ ın oğullarıdır.
A odasında IV. Tuthaliya rölyefi
Hititlerde bir kral ancak öldükten sonra tanrılaşır,
tanrı katına yücelir. Oysa burada, A odasının kuzey duvarının yani tam buluşma
sahnesinin karşısında güney duvarda tek başına resmedilen henüz hayatta olan
büyük kral IV. Tuthaliya’ dır.
O zaman ya IV. Tuthaliya Hitit yasalarını ve dinini hiçe sayıyor ve kendini tanrı katına yüceltiyor veya burada bir sorun var demektir.
Hitit devletinin MÖ 1190’ lara doğru yıkılmış olduğu
ve Hattuşa’ nın terk edilmiş olduğunu düşünürsek, yıkılış ile IV. Tuthaliya
iktidarı arasında sadece 20 veya 30 yıl var demektir.
IV. Tuthaliya’ dan sonra yıkılışa kadar sadece iki
kral daha gelir devletin başına.
Bu durumda IV.Tuthaliya’ nın çöküşü görmüş olması,
yıkılışı görmüş olması ve önlemeye çalıştığını, ama önleyemeyeceğini düşünmek
zorundayız.
İktidarının hemen ilk yıllarında başlayan şehir devletlerin saldırıları, uzun yıllar süren kuraklığa bağlı kıtlık,Truva’ nın düşmesi, Arzawa’ nın elden çıkması, kral sülalesi arasındaki acımasız taht kavgaları ve nihayet Tarhutaşa şehir devleti kralı Kurunta ile yapılan ve birçok tavizleri içeren anlaşma[25] IV. Tuthaliya döneminden başlayarak çöküşün,yıkılışın, terk edilişin hızla gelmekte olduğunu göstermektedir.
IV.Tuthaliya’ nın yapmak istediği son hamle, devleti ve halkı görkemli ve etkileyici bir mimari atmosfer altında, Yazılıkaya gibi bir açık hava tapınağında toplayarak devlet büyükleri ve şehir devleti yöneticileri üzerinde etki uyandırmak, etnik ve/veya dine bağlı birliği sağlamak ve son çare olarak da her çöken ulusun yaptığı gibi hep tanrılardan yardım dilemek. Bu son hamle bütün çökmekte olan büyük devletlerin, krallıklarının, koskoca imparatorlukların da yaptıkları değil midir? İşte Roma, işte Doğu Roma, işte Rusya ve Osmanlı.
Bunun içinTuthaliya sağlığında kendini tanrı katına yükselterek bütün tanrısal ve idari yetkileri kendi üzerinde toplayıp tanrılara, baş tanrılara başkentin en önemli ve güzel, en etkileyici ve en gizemli yerini ayırır, Yazılıkaya.
Hattuşa-Yazılıkaya bize miras kaldı.
Bize miras Yazılıkaya ve Hattuşa hala konuşuyor,
yazılı olsa da olmasa da.
Bize düşen görev bu mirasa sahip çıkmaktır.
Hattuşa üzerinden doğan güneşe ve aya bakarak karşılayın
hayatı.
[1] Hep borç
alıyoruz, hep borç ödüyoruz. Yazı başlıklarımı hep ödünç alıyorum. Bu başlığı
da Dostoyevski’den, onun YERALTINDAN NOTLAR romanının başlığından ödünç
alıyorum.
[2] CARL FAULMANN-YAZI
KİTABI-İŞBANKASI KÜLTÜR YAYINLARI-ÇEVİREN: ITIR ARDA
[3]
Arkeoloji literatüründe kazılan yerin adı literatüre ilk girdiği adı ile anılır
ve yayınlar ona göre yapılır. Hattuşa ilk kazılmaya başlandığında ören yerinin
bulunduğu köyün adı Boğazköy olduğu için Hattuşa kazıları Boğazköy kazıları
olarak bilinir. Boğazköy’ün şimdiki adı Boğazkale olup, Çorum’a bağlı bir
ilçedir.
[4] Bu anıt
Eskişehir’e bağlı Han ilçesi’ nin Yazılıkaya Köyü sınırları içinde bulunan ve
Midas Anıtı diye bilinenanıttır ve anıtın bulunduğu ve kazıların yapıldığı yer
literatürde Midas Kenti/Midas City kazıları olarak geçer.
[5]
C.W.CERAM-Tanrıların Vatanı Anadolu-Çeviren: Esat Mermi ERENDOR-Remzi Kitabevi
[6]Tavium,
Yozgat merkeze bağlı bugünkü Büyük Nefes Köyü sınırları içinde antik kent.
[7]
PTERIA-Bugün Yozgat-Sorgun-Şah Muratlı Köyü sınırları içinde kalan ve Kerkenes
Harabeleri olarak da bilinen ören yeri.
[8]C.W.CERAM
[9]Meltem
Doğan Alparslan-Hitit İnanç Sistemi-Tarih Öncesinden Demir Çağı’na Anadolu’nun
Arkeoloji Atlası-2011/01
[10]Arinna
bugünkü Alacahöyük olarak tahmin edilen Hatti yerleşimi.
[11] Ekrem
AKURGAL-Anadolu Uygarlıkları-Net Yayınları
[12]AKURGAL
[13] AKURGAL
[14]
Arkeolojik Haber-19 Haziran 2019
[15] Yalçın
KÜÇÜK-ATAMANOĞLU FATİH-Mızrak Yayınları
[16] KÜÇÜK
[17]
Güngör KARAUĞUZ-HİTİT MİTOLOJİSİ-Çizgi
Yayınevi
[18]1929
doğumlu öğretmen yazar, Çorum milletvekili, Hattuşa’ ya sadece 8 km uzaklıkta
Evci Köyü doğumlu.
[19]Aygar
Dağı 1629 metrelik Nöbeti Baba Zirvesi ile Hattuşa-Sungurlu dahil bölgenin en
yüksek dağıdır.
[20] Geçen
yıl
[21] Hasan
Latif SARIYÜCE-AYGAR DAĞI MEKTUPLAR-Yaba Yayınları
[22]
C.W.CERAM
[23]Hattuşa
kazılarında yer alan ilk filolog.
[24] Aziz
NESİN-YURT GEZİLERİ GEZİ YAZILARI-Nesin Vakfı Yayınları
[25]Hattuşa
kazılarında bulunan bu anlaşmanın yazılı olduğu bronz tabletin aslı Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.
En kısa sürede Hattuşa üzerinden doğan güneşe ve aya bakarak hayatı karşılama dileğimle kaleminize sağlık, çok teşekkür ederim.
YanıtlaSil