Bahar
uzunca oldu, ne yağmurlar bitti ne de fırtınalar.
Halk
takviminde ise günler bir birini kovalıyor.
Bugün,14
Haziran, halk takvimine göre “Kiraz Ayının“, yani, gün dönümü ile birlikte Kuzey
Yarım Kürede yaz ayının başlangıcıdır.
Kiraz
ayı için halkımız güzel bir tekerleme söyler:
Kirazı yedin dağa, üzümü yedin bağa
Siz
öyle bakmayın tekerlemede geçen, “yedin” lafına. Aslında kiraz “yemek ister
misin” demek ister halkımız ve bunu uzun uzun söylemek yerine “yedin” diyerek
ifade eder, söz tasarrufu yapar. Helenler buna lakonik konuşma diyor, başka bir
yazımızın konusu “lakonik
konuşmalar” olsun.
Dağ
ne ola ki burada?
Halkımız
burada da bir ipucu veriyor.
Kiraz
dağda, üzüm bağda olur, demek istiyor.
Gerçekten
de has kiraz 1.000 metrelerde güzel olur. Üzüm ise, bağda, yani düzde.
***//***
Pekala
bugün kullandığımız “haziran“ kelimesi hangi dildedir,
diye soracak olursak, “sıcak“ karşılığını
bularak, Temmuz, Nisan ay isimleri gibi aslının Süryanice bir kelime olduğunu
söyleyebiliriz.
O
halde, batı dillerine girmiş olan ve Haziran karşılığında, yani
altıncı ay
karşılığında
kullanılan “İngilizce-June, Almanca-Juni, Fransızca- Juin“ kelimeleri
ne
anlama geliyor?
Bütün
bu kelimelerin aslı Juno‘
dan, yani Jupiter‘
in eşi Roma
Tanrıçası Juno‘ dan geliyor.
Jupiter
kim?
Öğrendik artık,
Helenlerde Zeus, Hititlerde Teşub, Baş Tanrı, tanrılar tanrısı.
Romalılarda
Jüpiter.
Juno
kim?
Onu
da öğrendik, Hititlerde Hepat, Helenlerde Hera.
***//***
Bakın
Çekler ve Slovaklar ile Lehler, Haziran ayını “kiraz“ ile değil de, “çilek“ ile
anarlar.
Şimdi
durup dururken nereden çıktı kiraz adı, Haziran ayından söz ediyorduk,
diyorsunuz?
Lafı
fazla uzatmayalım, konumuz “Kiraz Ayı“ olduğuna göre, mevsimi
gelince dilimizden düşmeyen, sofralarımızdan eksik olmayan, kızlarımıza adını koyduğumuz,
güzeli betimlerken “kiraz dudaklı, al yanaklı“ dediğimiz, türkülerimize
konuk ettiğimiz “kiraz“ ağacının ve aynı adı taşıyan meyvesinin ana
vatanı neresidir?
***//***
Hepimiz
biliyoruz artık, “Giresun“, diyeceğiz elbette ve aslının Latince “Cerasus” olduğunu söyleyeceğiz.
Doğrudur,
bizim Anadolulu Cerasus Anadolu’ dan çıkmadan önce güzel
bir Karadeniz ilimiz olan Giresun’ a adını vermiş, sonra
Türkçeye “kiraz“ , Fransızcaya “Cerise“, İtalyancaya “Ciregiola“, Almancaya
“Kirsche”,İngilizceye
“Cherry“
olarak girmiş ve ölümsüzleşmiştir.
***//***
Tamam, etimolojik
olarak kirazın anlamı bu, ama kiraz nasıl olup da kendi başına
gitmiş ta Avrupalara?
İşte
bu soylu ağacı Roma‘ ya götüren ise MÖ 68’ de, Anadolu’nun
yerli halkına, Pontuslara, Kral Mithridates’ a yenilen ve kös kös geri giden Romalı general Lucullus‘
dur.
***//***
Yemesi
güzel, adı güzel, rengi güzel kiraz nedense hep hüzün dolu türkülere konuk
olmuştur. Bir ironi mi desek, bir trajedi mi, bir dinmeyen hüzün mü?
Bir
Bolu türküsünde gurbete gideceğini söyler oğlan ve “düş peşime gel” der, adı Halime olan
sevdiğine.
Ne
var bunda, demeyin öyle. Hepimiz gurbetteyiz, demeyin öyle kolayca.
Hiç
gurbet yüzü görmemiş insanlar, köklerinden hiç kopamayan insanlar için
gurbetlik zor zanaattır, acıdır.
O
nedenle Anadolu’nun dağ başlarında koca köyde bir başlarına yaşamaya çalışır
hala köklerinden kopmak istemeyen çok az sayıda hayata tutunan yaşlı insanımız.
***//***
Kiraz
Ayı, yani Haziran ayı köylü için, topraksız köylü, rençber için para kazanmak,
kışlık yeygisi için gurbete çıkma ayıdır.
Havalar
artık ısınmıştır. Gurbette yorgan arasında parklarda, bahçelerde, inşaatlarda
bile yatıp uyuyabilirsiniz. O nedenle yazın, kiraz ayı girince çıkılır gurbete.
Gurbete
giden oğlan bu sefer başlık parası için gitmiyor, çalışmaya gidiyor.
Ama
giderken sevdiğini de yanına alıp gitmek istiyor.
(…)
Kiraz aldım dikmeden
Halime’m dallarını bükmeden
Bir armağan ver bana
Halime’m ben gurbete gitmeden
Tombalacık Halime’m yar başına gel
Ben gidiyorum Bolu’ ya düş peşime gel
(…)
Burada
“dikme” dediğimiz
ağaçtır. Yanlışlıkla “bitmeden” diye okumayın, söylemeyin.
Oğlanın
istediği armağan ise bir çocuktur Halime’den.
Bolulu
oğlan kiraz ayında gurbete gider, ama kışın sılasına geri döner
***//***
Ama
bizim, ya bizim İstanbul’daki adalı komşularımız?
Onlar
belki de ebedi bir gurbete gittiler en son ve topluca 1963 yılında.
O
komşularımız da adalar sahillerinden teknelerle uğurlandılar ebedi
gurbetlerine.
O
komşularımız teknelerin içinde son bir kez daha baktıklarında ada sahillerine
ellerinde beyaz mendiller sallayarak bir İstanbul şarkısını söylüyorlardı ağır
ve hüzünlü bir melodiyle.
(…)
Bir dalda iki kiraz
Biri al biri beyaz
Eğer beni seversen
Mektubunu sıkça yaz
Sallasana sallasan mendilini
Akşam oldu göndersene sevdiğimi
(…)
Sevdiğini
kim gönderecek, adada kalan adalılar komşuları mı, Allah mı? Kim bilir hiç
gelmeyecek belki de sevgili.
Bu
şarkıya hep oynarlar, oysa hep hüzün doludur bu şarkı ve bu şarkıyı en içli
olarak o hüzne tanık olmuş Safiye AYLA söyler.
***//***
Ama
öyle hep hüzünlenmeyin “kiraz” adını duyunca.
Adalardan
söz açılınca Sait FAİK’
ten söz etmeden olur mu?
Şimdi
Sait FAİK ve adaların konumuzla, yani “kiraz” ile ne ilgisi var demeyin bu
güzel adalı insanın aşağıdaki şiirini okumadan.
Bolulu
oğlan için kiraz ayı “gurbete çıkma” zamanı ise, İstanbul’un ada sahillerine
mendil sallayan Rum komşularımız için hüzünlü bir türkü ise, Sait FAİK için
kiraz mevsimi “sevişme
vaktidir.”
Şimdi
“sevişme vakti” der şair.
ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ
Çıplak heykeller yapmalıyım.
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen aksakallı kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım,
Resimlerden...
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dört yüz bin tekliğinden
On kuruş verecek.
Seni satmam çocuğum
Dört yüz bin tekliğe.
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin
Söylemeliyim
Yok
Yok... meydanlarda bağırmalıyım,
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler.
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hala o eski,
o yalancı
O biçimsiz bizans şarkısı.
Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem, nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...
Bir kere duyursam hele güzelliğini,
tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım sustuğum
günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı
çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...
***//***
Geçen
sene, Aralık ayında anısına NALLIHAN ANIT AĞAÇLARI YURT GEZİSİNİ
düzenlediğimiz, değerli bilim insanı, bitki sosyoloğu
Dr. HİKMET BİRAND, çocuklar için
yazdığı, ama biz büyüklerin okuması gereken
“Anadolu Ormanları“
adlı ölümsüz kitabında kiraz ile ilgili neler yazmış bakın?
(…)
1500
metre yükseklerde bir köy bahçesinin yanından geçerken büyük kiraz
ağaçları dikkatimi çekti. Alt basamaklardaki gürgen – fındık ormanlarında
yabanisi çok olan bu ağacın evcil ve soylusu, kıyıda demek ki bu kadar
yükseklere çıkabiliyordu.
-
Kiraz oralı ya. Dünyada
ilk önce orada türedi o…
-
Biliyorum, o
kıyılarda çıktığı için kiraz cinsine Giresun’ un eski adı
(Cerasus)
takılmıştır. Cengaverliğinden çok boğazına düşkünlüğü ile ün salmış olan,
Romalı Lucullus MÖ 68’ de Pontus Kralı Mithridates‘ e yenildikten sonra
Giresun civarından kirazı İtalya’ ya götürmüş ve oradan bütün dünyaya
yayılmış.
(…)
***//***
Yazımızın
başlığında her ne kadar “üzüm” lafı da geçiyor olsa da, üzümü, asmayı, şarabı, Dionysos’u başka
bir yazımıza, “meyve dolu
kentler” yazımıza bırakalım
Ama
şu kadarını söyleyelim bu güzel meyve için, kiraz için kimsenin itirazını
dinlemeden;
Haziran
sonuna kadar Anadolu’nun en iyi kirazı AFYON-SULTANDAĞI-DEREÇİNE kirazıdır.
Haziran
ayından sonra ise, Bolkar Dağları’na çıkanlar bilir, yöre halkının “Darbaz” dediği, NİĞDE-ULUKIŞLA-DAR BOĞAZ
kirazıdır.
***//***
İki
ayrı zamanda, o iki yere de gidin, o iki kirazın da tadına bakın.
Sevin
ve sevişin doyasıya o iki yerdeki dalları basan o iki kiraz ağacının altında.
Mevsimi
gelmeden yemeyin kirazı, ama mevsimsiz bakın sevdiğinizle birbirinizin
gözlerine, mevsimsiz aşık olun, mevsimsiz sevin, mevsimsiz sevişin.
Zamansız
kaçın kiraz ağaçlarının altlarına…
Kirazı
kimin yediği hiç önemli değil.
Aşk illaki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder