8 Kasım 2017 Çarşamba

PASTIRMA YAZI


Pastırma kimin ya da hangi kentin adına yazılır veya ilerde tescil edilir bilinmez ama, önce bilinmeyen ya da yanlış bilinen bir deyimi açıklayalım :

 “Pastırma Yazı”

Şimdilerde içinde bulunduğumuz aylarda güneş arada bir , birkaç günlüğüne yüzünü gösterdiğinde, hemen çok bilmişçesine başlarız “daha önümüzde pastırma yazı var”, havalar biraz daha böyle gider, demeye.

Oysa, “pastırma yazı”, değildir, söylenen, doğrusu “ pastırma ayazıdır”. Anadolu insanı ses kaynaşması ile konuşur, sonra ağzından çıkan ses yazıya aktarıldığında başka bir yanlışa neden olur.

Tıpkı, örnekleri çok daha fazla olan;

-        Arada hala dilimizden düşmeyen o ünlü Bodrum türküsü “Çökertme” de “geçen” burası da aspat değil Halilim “dizesindeki” Aspat’ın “nedense ve hiç sorgu sual etmeden, hem aydınlar hem de o ünlü ses sanatçıları tarafından hep ama hep “asfalt” olarak seslendirilmiş olmasıdır. Oysa, türkünün geçtiği yıllarda değil Bodrum’ da Türkiye’ de bile asfalt yol yoktu.

        -      Beylerin, paşaların şehirlerin dışında at ahırları olurdu. Buralara “emir-i ahur” denirdi.            Oralarda çalışan köylü bunu ses kaynaşması ile telaffuz eder ve oralara “imrahor”,                derdi. Bugün, Ankara’nın en eski mahallelerinden “İmrahor”un, adının ne demek                     olduğunu kimse bilmez, merak da etmez.

-       Çok tekrarlanan bir söz vardır “eski camlar bardak oldu”. Oysa, doğrusu “eski çamlar bardak oldu”, şeklindedir.

Pek bilinmez, ama bilen bilir, eskiyen, yaşlı çamlar kesildiğinde, orman köylüsü, geçimini ormandan sağlayan “ağaç eri, tahtacı, kimi yerde "çıtak" dediğimiz, halkımız, onlarda su kabı, yani bir tür damacana yapar.Küçüğüne “bardak”, büyüğüne “senek” der.  

***//***

Anadolu’ da değil sadece, insanın yaşadığı her yerde gıdaların saklanma ve koruma yöntemleri aşağı yukarı hep bir birine benzer. Sadece koşullar değiştiğinde, refah ve sanayileşme ile birlikte ilkel saklama koşulları terk edilmeye başlanmıştır.

Yani, atlı asker bütün ülkelerin ordularında vardı, yani bütün orduların atlı askerleri artan eti şımarıkça atmıyor, bırakmıyor ya da vahşi hayvanlara vermiyordu, zaten az bulunan eti yanında taşıyordu, elbette taşıma yöntemini bilerek.

Yani, bu yöntem ne Hunlulara ne Türklere ne de Germenlere mahsus olamaz.
Pastırmanın adından hareketle, pastırmanın bir  Türk yiyeceği olduğu iddia edilemez.

***//***  

Benim çocukluğumda ve hatta gençliğimde de kurban bayramlarında kesilen etlerin saklanması için tek yöntem, elektrik ve buz dolabı olmadığı için, onları tuza bulayıp, kedinin uzanamayacağı ipe asmaktı.

Tuz burada zaten pişirici bir faktördür, hele mevsim kış ya da kışa yakın ayazlı günler ise, et havanın ayazı ile hiçbir kokma, bozulma olmadan adeta pişer ve saklanmış olurdu.

Şimdi aynı ya da benzer işi, derin dondurucular yapıyor. Köyden gelen halkımız ise ne yazık ki büyük bir görgüsüzlük ve aç gözlülükle evlerinin bir köşesine kocaman derin dondurucular alıp koyuyorlar.

Et böyle saklanırken, o ünlü ve dillere destan Kars Kazı farklı mı saklanırdı?

Hayır elbette.

Kars Kazı, iyice yağlanmadan kesilmez. Kışın bastırmasına kadar yeterince yağlanan  kaz kesilir  ve  tuza bulanarak, ipe serilip, kurutulur.

***

Eti ve kazı saklayan, koruyan aslında tuzdan ziyade “ayazdır”.

Biz de ayazda uzun süre dışarıda kaldığımızda ya da tedbirsiz karda dolaştığımızda, önce hemen kızarır, ertesi gün ise kap kara olur, güneşte yanmaktan beter oluruz.

Aslında olan şey, yüz derimizin adeta  pişmesi, donmasıdır.

***

Yeniden “pastırma yazına”  dönecek olursak, bu aylarda , yani kışa giriş aylarında,  güneşli havaların sabahları getirdiği ayazı yemeyen et  pastırma olmaz, adının Kayseri’ ye ya da Kastamonu’  ya yazılması hiç önemli değil.

Önemli olan, bilgileri, kelimeleri, gelenekleri, şimdiki ve gelecek kuşaklara doğru aktarmaktır: Pastırma yazı değil, pastırma ayazı ...

Recep Babayiğit,
8.11.2017 İstanbul 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder