27 Mart 2023 Pazartesi

VARTOLULAR

Güllü Erol
Güneş Abla
Ve diğer Vartolular anısına

Çorum Yetiştirme Yurdu’nda en küçüğümüz yedi, en büyüğümüz 18 yaşında hepimiz çocuktuk.

Kimin hangi ilçeden hatta o ilçenin hangi köyünden geldiğini bilirdik.

Kız kardeşlerimiz, ablalarımız da vardı, erkek kardeşlerimiz, abilerimiz de.

 Yakın köylüler birbirlerini geldikleri köyün adını başına koyarak çağırırdı: Üç Köylü, Asarkavaklı, Aşdavullu gibi.

 Çoğumuz, kızlar ve erkekler, Çorum’un ilçelerine bağlı farklı köylerdendik.

Sanki bazılarımız daha farklı yerdenmiş veya sanki kendisi de köylü değilmiş gibi, diğerini çağırırken “Köylü” diye çağırırdı.

İlkokuldan sonra ortaokulda başarılı olamayıp okuyamayan erkek çocuklar bir işe verilirdi.

Onlara genel olarak “İşçiler” derdik. Kız çocuklar okumasalar bile işe verilmezlerdi.

Biz öğrenciler, işe gitmeyenler, okul, etüt, spor gibi etkinliklerde ve akşam koğuşlarda bütün gün bir arada olurduk.

Herkes herkesin anasını, babasını, hikayesini, köyünü de bilirdi.

VARTOLULAR

 Ama yedi yaşımın çocukluğunda kulağıma her gün farklı ve daha önce hiç duymadığım bir kelime, bir ses çarpardı: Vartolular.

Onların ne köyü vardı ne köy isimleri söylenirdi.

Onların hakkında pek bir şey bilen yoktu.

Kızlı erkekli Vartolular genellikle bir arada dururlar, bir arada gezerlerdi.

Vartolu olmayanların söylediği o “Vartolular” sesi kulağıma her çarptığında merakım daha da artardı.

Öğretmenlerimiz, sıhhiyemiz Şuayip Abi, berberimiz Hıdır Abi, gece bekçimiz Süleyman ve bakıcı annelerimiz de bir konu açıldığında onlara öyle seslenirdi: Vartolu-Vartolular

Merakımı yenemeyip onlardan birisine veya onlardan, Vartolu olmayanlardan birisine soramazdım. Vartolu kim, neden onlara Vartolu diyorsunuz? İsimleri yok mu?

Çorum’da Varto diye bir yer mi var? Varsa adı neden bizim köylerimizi gibi değil?

Ayrı duruşları, dillerindeki farklılıkları, Çorum’un bozkırına uyan soluk benizli biz Çorumlu çocukların tenlerinden farklı esmere çalan tenleri, arada bir daha önce hiç duymadığım tutturdukları türküleri merakla dinlerdim.

Hele bazı Yurt Gecelerinde Vartolu kızların Vartolu erkeklerle yan yana veya kızlar ve erkekler ayrı halaya durduklarında sergiledikleri oyun, figürler, halaya eşlik eden ve anlamakta zorlandığım türküleri büyülerdi beni.

İsimleri de bizim Çorum yöresinde yaygın isimlere benzemiyordu.

Güneş Abla vardı, hepimizin, Vartoluların da çoğunun ablasıydı.

Güneş, diye isim mi olurdu? Çok hoşuma giderdi Güneş adı.

Avni Abi vardı, bizim buralarda pek duymadığım bir isim.

Mesela Avni Abi neden hızlı hızlı konuşur, hep bir şeyden kaçar gibi neden hızlı hareket ederdi? 

Kumriye biz yaşlarda olsa gerek, Güneş Ablanın kız kardeşiydi. O çocuk halimde anlamını bilemesem de, “Küçük güvercin” demektir. Güvercin kadar narin ve güzeldi gerçekten de.

Biz de buralarda “Kumru” deriz güvercine.

Pınar Yılmaz, Sabriye Ablanın küçük kız kardeşiydi. İspanyol paça ve ütülü pantolonunun paçaları yurdun ana giriş merdivenlerine değmesin diye, iki elinin parmak uçlarıyla iki pantolon paçasını yukarı doğru çeker, hep uzun Rapunsel saçlarıyla hanım hanım yürürdü

Vartolu Güllü dışında Güllü adında başka bir kız kardeşimiz yoktu.

İki Lütfiye vardı. İkisini ayırt etmek kolaydı. İkisini de isim ve soy isim birlikte söylerdik. Büyük olanı Lütfiye Çeteci, küçük olanı Vartolu Lütfiye Polat.

Soy isimleri de farklı gelirdi bana, anlayamaz, anlam veremez, ama merak içinde kalır, söyledikçe hoşuma giderdi. Andık, Zeynep’in soyadıydı.

DESTANCILAR

Okumaya ve etrafı gözleyen meraklı halimle bir gün Çorum’da kurulan pazar yerinde dolaşırken sağ elinde bir mikrofon, boynunda kumaştan askısıyla göğsüne kadar asılı olan Schaub-Lorenz teyp, omuzuna çapraz asılı “Lufthansa” yazılı mavi renkli suni deriden yapılma el çantasına doldurulmuş kağıtlarla karşı taraftan bana doğru gelen adamı fark ettiğimde adamın bu haline bir anlam verememiştim.

Yaz sıcağında üzerindeki beyaz gömleğin yakasını göğsüne kadar açmış, yaka yeriyle ensesinin arasına beyaz bir mendil koymuş, ter içindeki bu adam da kimdi?

Sağ elindeki mikrofonla arada bir şeyler konuşuyor, sonra da boynunda taşıdığı teybin bir tuşuna basıyor, teypten çıkan yanık sesli bir erkek fonda müzik olmadan bir ağıt söylüyor, pazara gelen kalabalık bir yandan alışverişine devam ediyor, gelip gidiyor, bir yandan da kulağını bu sese vererek ağıtı dinliyordu.

Bu adam pazarda öteberi, meyve sebze satanlardan farklı bir şey mi satıyordu acaba? Öyle olsa alın, gelin alın, diye çığırtkanlık yapardı. Adam sadece sağ elindeki mikrofonla arada bir şeyler konuşuyor, sonra teybin tuşuna basıyor pazara gelenlere bir ağıt dinletiyor, sonra da insanlar adama para uzatıyor ve adam da o Lufthansa yazan çantasından tek bir yaprak kağıt çıkararak insanlara veriyordu.

Adam sabit bir yerde durmuyor, pazar yerinde sürekli geziyor ve artık bıkkınlık veren tekrarıyla hiç durmadan mikrofona bir şeyler söylüyor, teybin tuşuna basıyor, Lufthansa çantasından bir yaprak kağıt çıkararak isteyene para karşılığında veriyor.

Destancının Lufthansa Çantası 
Schaub-Lorenz Teyp

GEDİZ DEPREMİ

O kan ter içinde kalmış, ama ütülü ve kısa kollu beyaz gömleği, arkaya doğru taranmış, kır düşmüş saçlarıyla da dikkat çeken adamın yanına yaklaşarak, ama hiç konuşmadan 10 kuruş vererek bir yaprak kağıt da ben aldım. Kurşun harflerle dizgisi yapılmış bir matbaadan çıktığı belli olan kağıt, arkası ve önü tamamen dolu, dörtlüklerden oluşan bir şiir gibi duruyordu. Hemen ilk dörtlüğe hızlıca bir göz atıp okudum. Adamın teybinden çıkan o yanık sesli adam da aynı dörtlüğü okuyordu.

Destan, deniyormuş bu kağıtta yazanlara. Adama da destancı. Ağıtı kendisi mi okuyor, başka birisinin sesi mi bilemem ki o çocuk halimle.

Destanın tamamını okuyorum. Bir depremi, bir felaketi anlatıyor.

Gediz, diye bir yerden söz ediyor. Evsiz kalanlardan, yetim ve öksüz kalan bebeklerden, ölenlerden söz ediyor.

Gediz Depremi, 28 Mart 1970.

Destanda bu tarih de yazıyor.

İlk defa, bu pazarda, alıp okuduğum destanla fark ediyorum depremin ne olduğunu.

Sonra daha gerilere gittikçe Erzincan Depremini, daha yakına geldikçe içinde bulunduğum, yaşadığım Gölcük Depremini.

VARTO DEPREMİ – KAF KAF

19 Ağustos 1966 tarihinde, saat 12.22’ de, 6.9 büyüklüğünde, 30 saniye süren bir deprem olur Varto’da.

Resmi kayıtlara göre 2.394 kişi hayatını kaybeder.

Başrollerinde Tunç Okan ve Gülsüm Kamu’nun oynadığı, Remzi Jöntürk’ün yönettiği YAŞAMAK HARAM OLDU filmi depremden hemen sonra, 1966 yılında çekilmiştir.

Filmin son çeyrek saati Varto ve deprem görüntüleri gelir gözümüzün önüne.

Varto ile ilgili ilk sahne aşağıdaki Varto’ya giriş sahnesidir. İlçeye girmeden sağdaki levhada ilçe nüfusunun

2.820 olduğu görülür. Ölenlerin sayısı ise 2.394. Varto neredeyse tamamen yok olmuştur.

Yaşamak Haram Oldu filminin bir karesi

Depremden 66 yıl sonra kendisi de Vartolu olan yönetmen Hasan Dağ’ın 2022 yılında çekmiş olduğu belgesel film ile yaptığı saha çalışmasında, yaşlıların deprem anını yaşarken bir yandan kaçtıklarını, bir yandan da “Kaf kaf” diye bağırdıklarını tespit eder ve filmin adını da Kaf Kaf koyar.

Hasan Dağ kendisiyle yapılan bir söyleşide Kaf Kaf kelimesinin “ Mezopotamik iki kelime olduğunu, kötülüğü def edip iyiliği çağırma anlamları olduğunu,” söyler.

Hasan Dağ Kaf Kaf kelimesinin günümüzde kullanılan şeklinin “Bismillah Bismillah” olduğuna vurgu yapar.

Öyle midir? Bilemiyorum. Yaşlılar Kaf Kaf diye bağırmış olabilir, ama ben kelimenin anlamının yönetmenin dediği gibi olduğuna doğrusu katılmıyorum. Yapmış olduğum araştırmalarda buna benzer bir şey bulamadım. Etimolojik olarak ise yörede yaşamış ve halen yaşayan Ermenice, Zazaca, Kırmançi, Arapça ve Türkçe dillerine baktım. Kaf Kaf karşılığını bulamadım.

Hep yanlış yaptığımızı yine yapıyoruz. Ermenice “Gül Nahiyesi”[1] anlamına gelen Varto aslında bir bölgenin adıdır, ilçe merkezinin değil. Tıpkı Tunceli’nin Dersim olmayacağı gibi. Dersim de bir bölge adıdır.

İlçe halkı ise yaşadıkları yere Gım Gım, diyor.

Yönetmen Hasan Dağ Kaf Kaf kelimesinin karşılığının yukarıdaki anlamını nereden bulmuş doğrusu merak ediyorum. Sadece ilgi uyandıran, ama anlamı bilinmeyen, gizemli bir kelime mi filmin adı?

Ama bilinen bir şey var ki Kur’an’da yazılı 50. Sure ve surenin başlangıç harfinin okunuşuyla “Kaf” olarak geçer.

Toplam 45 ayet olan surenin 44. Ayet’ inin mealinde “O gün, yer kendilerinden yarılır, onlar süratle koşarlar: işte o bir haşirdir (toplayan ses yn) ki, ancak bize kolaydır.

Bakınız: İbrahim suresi: 48”[2]

Burada haşir, toplayan ses anlamına geliyor.

İbrahim Suresi 48. Ayet ise: “O gün yeryüzü, başka yeryüzüne çevrilir. Gökler de başkalaşırlar. Ve hepsi (bütün insanlar) o tek ve her şeye üstün olan Allah’ın huzurunda toplanacaklar” mealindedir.

Ayette hem yer yarılmasından hem de “Toplanmadan” söz edilir.

Yer yarılması depremden başka ne olabilir?

Toplanın çağrısı ise günümüzde deprem karşısında yapmamız gereken en önemli davranıştır. Şehirlerin, iş yerlerinin belirlenen alanlarında tehlike, yangın, deprem vb durumlarda toplanma alanları ne için yapılır?

O halde Varto depremi sırasında “Kaf Kaf” diye kaçan Vartolu yaşlılar aslında hem depremi haber verip, “Yer yarıldı,” diyorlar, hem de “Toplanın” tehlikesiz bir yere toplanın çağrısında bulunuyor olmalıydılar. Yaşlılar sadece Kaf Kaf diye bağırarak hem Kur’andaki sureye atıfta bulunarak kelime tasarrufu yapıyor ve çağrıya vurgu yapıyor olmalılar, tıpkı günümüzde S.O.S. çağrısı gibi.

Bölge Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde ve depremselliği çok yüksek bir yerdir. Yönetmenin yaşlılar dediği insanlar 1939 Erzincan ve ardından 1946 Varto-Hınıs Depremini yaşamış ve deprem anında kaçmayı ve bir yerde toplanmayı tecrübe etmiş insanlardı.

MEZARLAR

Savaşlar, volkan patlaması, depremler, seller, tayfunlar, maden kazaları vb bütün büyük felaketlerde ölenlerin mezarlarının çoğunun yeri bilinmez, bulunmaz, yoktur hatta.

1939 Erzincan, 1966 Varto ve 2023 Kahramanmaraş depremlerinde hayatlarını kaybedenlerin de çoğunun mezarı belli değildir.

Bizim sevgili Dostumuz Arif Irgaç’ ın Rus işgali altındaki Trabzon’dan kaçarak Şebinkarahisar- Alişar Köyü’ne gelirken “Kaça kaç” yolunda bütün yakınlarını kaybeden dokuz yaşındaki dedesinin yedi yaşındaki erkek kardeşi Arif’i devlet himayesine alır. Dedesinin kardeşinin adını taşıyan Arif Irgaç Dostumuzun devletin himayesinde okuyup öğretmen olan ve 1939’da görev yaptığı Erzincan’da depremde hayatını kaybeden Arif Dedesinin de mezarı yoktur.

Bazen mezarları bulunur, Samsun- Çarşamba-Göğceli Camisi Mezarlığı
 
 Bazen mezarı olsa da adı yoktur.

Varto’da ölenlerin mezarları 1966
          

Kahramanmaraş Depremlerinde ölenlerin mezarları 2023

ZİYARETLER

İran ziyaretinden dönen Beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Varto’yu depremden bir ay sonra ziyaret eder. 1973 yılında Cumhurbaşkanlığı görev süresi dolan Cevdet Sunay’ın aynı yıl, 1966 yılında benim ve küçük kız kardeşim Şerife’nin de devlet koruması altında bulunduğumuz Konya Çocuk Yuvası’nı ziyareti o günden bu yana hatırımdadır.

Yakın zamanlara kadar Cevdet Sunay’ın Konya Çocuk Yuvası’nı neden ziyaret ettiğini hiç anlayamazdım.

Ziyaretin amacı, Varto’da hayatlarını kaybeden anne ve babaların yetim veya öksüz veya hem yetim hem öksüz kalan 0-6 yaş arasındaki çocuklarının devlet koruması altında çocuk yuvalarına verilen çocukların durumunu Konya örneğinde görmekti.

GÖÇLER

Depremlerden sonra hep kitlesel göçler olur deprem bölgelerinden.

Varto Depremi’nden sonra ilk gelen yabancı yardım ekipleri arasında Almanlar da vardı.

Almanya deprem bölgesine çok büyük yardım malzemesi getirmiş ve arama kurtarma çalışmalarına da katılmıştı.

Yetmedi. Almanya Türkiye ile 31 Ekim 1961 tarihinde karşılıklı olarak imzaladığı  “Türk İşgücü Anlaşması” çerçevesinde Vartolu depremzedelerden isteyenlere öncelik tanıyarak onları da işgücü olarak Almanya’ya götürdü.

Aynı Almanya Kahramanmaraş Depremleri sonrasında “Aile Birleşmesi” için Almanya’ya gidiş vize sırası bekleyenlerden depremzedelere öncelik verdi.

Vartolular göç yolunda

Göçlerin en çok olduğu yerlerden birisi de İzmir’di.

Bugün İzmir’de, Çiğli, Harmandalı’nda yaşayan çok sayıda Vartolu bulundukları mahallelerde adı “Gım Gım” olan işletmelere, kasap, kahvehane, cafe vb sahiptirler. Gım Gım ise Varto ilçe merkezinin Zazaca adından başka bir şey değildir.

VARTOLULAR YENİDEN

Dilleri farklı gibi, tenleri farklı, halayları farklı, isimleri farklı, depremin yıkıcı etkisiyle korku içinde kaçıp gelen ve bizim “Vartolular” dediğimiz o çocukların deprem sonrasında devletin yurdun dört bir yanındaki Çocuk Yuvalarına ve Yetiştirme Yurtlarına dağıttıklarından bizim Çorum Yetiştirme Yurdu’na gelenler olduğunu ancak pazar yerindeki destancıdan aldığım ve Gediz Depremi için yakılan ağıtı okuduktan sonra anlayabiliyordum. Bizim yurda toplam 11 erkek, 12 de kızın gelmiş olduğunu Avni Abi’den öğreniyorum.

Vartolu kardeşlerimiz, ablalarımız kendileri göç etmediler, ama doğdukları topraklardan Çorum’a gelerek birer göçmen oldular.

Sonra kız veya erkek yaşları 18’i dolduranlar Yetiştirme Yurdundan ayrıldılar.

Bazıları yaşları dolmadığı halde aileleri tarafından aranıp, bulunup yurttan alındılar.

Bazıları ortaokuldan sonra yatılı okulları kazanarak oralara gittiler bir daha yurtla irtibatları kalmadı.

Yaşları ileri, yedi yaşından büyük olarak Yetiştirme Yurdu’na verilen Vartolu abilerimiz ve ablalarımız hemen 18 yaşlarına geldikleri için onlarla geçirdiğim zamanın anısı çok azdır bende.

Yıllar sonra öğreniyordum, Güllü Erol ve Güneş Ablanın daha ömürlerinin baharında bu dünyadan göçüp gittiklerini.

 Lütfiye Polat anlatıyor: (1959 doğumlu)

 “Deprem anını çok iyi hatırlıyorum. Varto merkezdeki evimiz yıkıldı. Ben, küçük kardeşim ve sekiz aylık hamile annem göçük altında kaldık.

Babam beni göçük altından çıkardı.

Annem ve küçük kardeşim ilk anda ölmüşler, onları kurtaramadı babam.

Devlet bizi Çorum Yetiştirme Yurdu’na vermiş.

Varto’dan hiç kopmadım. Kardeşimin birisi hala orada yaşar. Babam 90 küsür yaşında yakınlarda vefat etti.

Çoğu Vartolu gibi ben de İzmir’de yaşıyorum.”

Lütfiye Polat ortaokulu bitirdikten sonra Sivas Sağlık Koleji’ni kazandı. Hemşire oldu. Bu meslekten emeklidir.

Güllü Erol – Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar

Ortaokul yıllarındaydık. Yurtta yaş akranlığı değil, sınıf akranlığı vardır. Aynı sınıfa gidenler yaşları birbirlerinden büyük veya küçük olsalar da hep aynı akrandır.

Tıpkı askerlikteki devrelerde olduğu gibidir.

Güllü Erol da bizimle sınıf akranıydı. O başka şubedeydi, ama aynı sınıftaydık.

Devlet okullarına gider, barınma, ders çalışma, etüt için akşamları yurda gelirdik.

Bir akşam etüdünde Güllü Erol’un sesinden ilk defa duyduğum o radyo türküsünü bir daha aynı güzellikte ve hüzünde asla duyamadım.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar

Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler

Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun

Ben annemi özlerim

Hem annemi hem babamı

Ben köyümü özlerim.

Karanlık ve aşağılık güçlerce katledilen Ümit Kaftancıoğlu’nun Edirne yöresinden derlediği ve Nida Tüfekçi’nin notaya aldığı bu türkü aslında tam da o yıllarda radyolarda söylenir olmuştu. Ama ben ilk defa Güllü Erol’un sesinden dinlemiştim bu türküyü.

Türkünün hemen başında geçen “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” sözü ne de yaman bir çelişki gibidir. Varto’da depremde hayatlarını kaybedenlerin evleri “Yüksek yüksek tepelerde” olmadığı için yıkıldı büyük ihtimalle.

Avni Bulut Abi anlatıyor:

“Ben depreme bizim köyün mezrasında bulunan evimizde yakalandım. Bizim köyün adı Köprücük Köyü, eski adı Kasıman’dır. Yıkanmış arpaları sermiş kurutuyorduk. Kargalar arpaya gelmesin, diye ben de elimde bir sopayla boş gazyağı tenekesine vurarak ses çıkarıyor, kargaları kaçırıyordum.

Evimiz derme çatma bir evdi. Üstteki hatılı tutan iki ağaç direk vardı. Ağaç direğin birisi yıkılınca hatıl da yıkıldı ve ev üzerimize göçtü. Bilincim yerindeydi. Ellerimle toprağı itekleyerek göçük altından kendim çıktım. Gidiyordum, bir ses duydum.

Baktım kız kardeşim Suzan sesleniyor ‘Abi ben de buradayım.’ Döndüm onu da göçükten çıkardım.

Ben Çorum Yetiştirme Yurdu’na geldiğimde 12 yaşındaydım. 1954 doğumluyum.

Depremde anne veya babamı kaybetmedim. Babam ben altı aylık bebekken yüksek ateşten, annem de doğuma bağlı komplikasyondan ölmüşler. Annemi hatırlıyorum.

Bize amcam bakıyordu.

Depremde yetim ve öksüz kalan çocukları devlet yuva ve yurtlara yerleştirmeye başlayınca, benim gibi deprem öncesinden yetim ve öksüz kalanlar da yerleştirildi.

Ben ve erkek kardeşim Yusuf Bulut Çorum Yetiştirme Yurdu’na verilirken, kız kardeşimiz Suzan Kayseri Yetiştirme Yurdu’na verilmiş.

Sonra beni 1971 yılında Muş Yetiştirme Yurdu’na gönderdiler, orada ortaokul ve liseyi bitirdim ve 18 yaşını doldurunca yurttan ayrıldım.”

Cevdet Sunay’ın ziyaretini hatırlamayan Avni Abi’ye depremden hiç unutamadığı bir anı soruyorum.

Depremde değil, ama depremden sonrası bir anım var, diyor Avni Abi.

“Uçaklardan yardım malzemesi atıyorlardı. Bir uçak gördüm, tam üzerimden uçuyordu. Uçağa el salladım. Koştum koştum uçağın peşinden. Uçaktan bir şey sarkıyordu dışarı.

Sonra onu attılar. Gidip baktım. Üç tane somun ekmek. Daha önce hiç öyle ekmek görmemişim. Amcama götürdüm. Yarısını o aldı, ben sana Varto’dan yine alırım, dedi.”

Avni Abinin anlatımından devletin çocukları yuva ve yurtlara verirken kardeşleri ayırmamış olduğunu ve mümkünse aynı köylü olan çocukları bir arada tuttuğunu öğreniyorum. Çorum Yetiştirme Yurdu’nda da durum öyleydi.

Kardeşler

Sabriye – Hanım – Yılmaz Pınar

Avni – Yusuf Bulut

Süleyman – Kazım İncesu

Güneş – Kumriye Çelik

Hasan – İsmail Şahin

SON VARTOLU

Kızım Ülke ile bir Tiflis gezisindeyiz. Önceden yer ayırtmış olduğumuz evi arıyoruz. Eski Tiflis mahallelerinden birinde, yola bakan bir yerde evi buluyoruz. Anahtarı nerede, bizi karşılayacak ev sahibi nerede, kimseyi göremiyoruz.

Derken yolun öbür tarafındaki küçük bir bakkaldan esmer yüzlü, karalar içinde yüzünde zoraki gülümsemeyle bir kadın geliyor yanımıza.

İngilizce konuşarak bize evin anahtarını veriyor, “Ev sahibi anahtarı bana bıraktı, sizin geleceğinizi biliyorduk, ama o İngilizce bilmediği için size ben yardımcı olacağım,” diyor.

Son günümüze kadar bize yardımcı olan bu kadının bakkal dükkanına girip bir şeyler aldık. Son gün ise valizlerimizi dükkanına emanet bırakmak istiyoruz. Dükkan kaldırımdan üç basamakla aşağı inilen, karanlık, içeride sürekli ampül yanan, havasız, penceresiz bir yer. Raflarda votka,bira ve sigara dışında doğru dürüst bir şey yok. Ne kazanıyor bu kadın acaba? Üstelik neredeyse 24 saat açık.

Gittiğimizde havalar soğumuştu.

Kadının dükkanda bir ısıtıcısı bile yoktu.

İngilizceyi nereden öğrendiğini soruyorum kadına. “Ben İngilizce öğretmeniyim, diye cevap veriyor.

-Yüzünüz çok hüzünlü ve Gürcü yüzüne benzemiyor.

-Evet, ben Ermeniyim.

-Nere Ermenisi?

-Türkiye.

-Türkiye’de neresi?

-Varto. Atalarım Varto’dan gelmişler 1915’ten sonra.

Dilim tutuluyordu. Hüzün çöküyor. Ağlamak istiyorum. Yapamıyorum kızımın yanında.

Varto’ya ata topraklarınıza gitmek isterseniz işte benim adım ve telefonum, ne zaman ararsanız, sizi alır götürürüm, diyorum kadına.

“Ama burayı bırakamam, kızım tıp tahsili yapıyor, eşim yok, kızımın okul masrafını karşılamak için dükkanı hiç kapatmamam gerekiyor,” diyor kadın.

2019 senesiydi. Vartoluları en son1974 yılında yurtta görmüştüm.

Tiflis’te yaşayan, yüzü hüzün dolu bu Ermeni kadın gördüğüm son Vartoluydu.

SON SÖZ

Varto Depremi’nden sonra yurt içinden ve yurt dışından giysi yardımları da gelir süt tozu yardımları da.

Vartoluların hayatlarında hiç görmedikleri bir giysi de çıkar yardımların içinden: sutyen ve hiç bilmedikleri bir toz: süt tozu

Usta şairimiz Cemal Süreya Varto Depremi’ni anlatır bir sutyen ve süt tozu sentezinde acıları harmanlayarak.

Güneş Ablanın, Güllü Erol’un ve depremlerde kaybettiklerimizin hepsinin ruhları şad olsun.

Anılarını ve fotoğraflarını benimle paylaştıkları için Lütfiye Polat kardeşime, Avni Bulut Abime, irtibatı sağlayan Gülsehan Akpınar kardeşime şükranlarımı sunuyorum.

Afyon Garındaki[3]

Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı'dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sutyeni.

Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sutyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım, gerçekten çocukluk günlerinizde mi?..

Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

Cemal Süreya

 

Recep Babayiğit

Hattuşa, 17 Mart, Cuma 2023

 

Güneş Çelik Abla, solda    

Soldaki Kumriye Çelik, Güneş Ablanın kız kardeşi  

Ortada, saçında kurdela olan Güllü Erol

Varto Depremi’nden sonra Çorum Yetiştirme Yurdu’na gönderilen 11 Vartolu’dan onu.  Avni Abi 11 Vartoluyla yurtta Varto Spor takımı kurduklarını da anlatıyor.

 Avni Bulut Abi, o yıllarda ortaokul öğrencilerinin kasket takması zorunluydu 

Solda Güllü Erol- sağda Lütfiye Polat

Yurdun terzisi Saide annenin kız çocukları için dikmiş olduğu bir örnek elbise. Arka plandaki daha küçük kızların üzerinde de aynı elbise görülüyor. Erkekler için de Yaşar Ustamız dikerdi hep bir örnek gömlekleri.

 


[1] Adını Unutan Ülke Türkiye’de Adı Değiştirilen Yerler Sözlüğü-Sevan Nişanyan-Everest Yayınlar-2010-Birnci Baskı, s.249

[2] Hak Dini Kur’an Dili Meali Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır-Hazırlayanlar: Selahattin Kaya-Dr. Cahid Baltacı-Kerim Aytekin

[3] Güz Bitigi-Cemal Süreya-Can Yayınları-2020-Dördüncü Baskı-s,28




9 yorum:

  1. Kavi kaleminize sağlık hocam...

    YanıtlaSil
  2. Beni yıllar öncesine götürdünüz içim doldu kaleminize sağlık teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Adınız neydi acaba? Ben de size teşekkür ederim.

      Sil
  3. Recep kardeşim ben meliha Tokgöz
    Varto lu kızlardan mine(menşure) ve Zeynep andık kardeşler Fadime yanık ve Hatun kara da vardı Zeynep izmir de yaşıyormuş ablası mine vefat etmiş hatun abla çorum da yaşıyor fadime kısaca fadik abla Varto da ikamet ediyor yanlız çoğu zamanı İstanbul da çocuklarının yanında geçiyor

    YanıtlaSil
  4. bir de oyunları vardı urcu diye
    biri bağırmaya başlardı var mı ur cu oy na yannnnn sonra geleni al mı yoz
    o bir kişi olurdu 10 kişi oynarken mutluluklarına diyecek yoktu
    7 yıl yurtta kaldım urcu nun çorumcasını merak edip öğrenmedim yıllar yıllar sonra lügata baktım Türkçe anlamı tırmanmak mış
    RECEP BABAYİĞİTçok güzel bir anlatı olmuş teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ya arkadaşım yazdıklarımı okurken farkına vardım kızların adlarını yazarken tutma ablamın adını unutmuşum DELAL BALLIKAYA oda izmir de yaşıyor
      ben meliha Tokgöz herkese selam olsun

      Sil
    2. Çok teşekkür ederim Meliha, var ol.

      Sil
    3. Recep paylaştığın fotolardan güneş ablanın yanın da yüzü yarım çıkmış olanın Zeynep andık ın ablası mine(menşure) andık
      başın da kurdele olan güllü Erol un olduğu foto da sol da ki hatun abla soyadı yanlış anımsamıyorsam kara sol tarafta ki ise fadime yanık
      fadime yanık a fadik abla derdik
      güllünün de nüfuz kayıtların da adının hakide olduğunu orta son sınıfa başladığın da öğrendik
      güllü sağlık kolejinden mezun olunca evlenmiş ve çocuğunu doğururken maalesef vefat etmiş onu rahmetle anıyorum ruhu şad olsun

      Sil