KİTAP ADI : DOĞUMUNUN 100. YILINDA ENVER GÖKÇE’YE ARMAĞAN
DERLEYEN :
ALİ EKBER ATAŞ
YAYINLAYAN :
H20 YAYINCILIK
BASKI :
1. BASKI – ARALIK 2020
KAPAK TASARIMI : SEVİM TARLA
Sonda söylemek istediğimi başta söylemek istiyorum.
Enver GÖKÇE için ne yazılsa, onunla ilgili bilinmeyen ne
varsa çıkarılıp aktarılsa, bu işi kim yaparsa yapsın, şiir adına, Eğin adına bir kazançtır.
Armağanı hazırlayanlar, katkı sağlayanlar, emek verenler var olsunlar.
Eleştiriye konu kitap Aralık 2020 tarihinde birinci
baskısını yapan bir armağan kitap olunca tek bir yazar yerine kitaba katkı
sağlayan edebiyat dünyasından, politikadan, bilim dünyasından ve bütün bu
dünyanın dışından başka insanlar da çıkıyor karşımıza.
Bir armağan kitabın eleştirisini yapmanın güçlüğü de burada
başlıyor.
O halde bu eleştirinin muhatabı kitabı derleyen ALİ EKBER
ATAŞ olabilir mi?
İzin verirseniz önce kitabın dış kapağından başlayalım.
DIŞ
KAPAK TASARIM ÖDÜLLERİ VAR MI?
Yayıncı kuruluşlar, vakıflar, dernekler, resmi veya yarı
resmi kuruluşlar tarafından düzenlenen ve neredeyse birbirinin kopyası
anlayışla ödüllerin dağıtıldığı “yarışmalar” hakkında konuşmayacağım.
Taylan KARA Dostumuz o kanalı yeteri kadar verimli
kullanıyor.
İçeriğine bakılmaksızın hangi kitabın sadece dış kapağı
ödüle layık görülmüştür veya grafik dünyası dışında-ki orada da bulunup
bulunmadığını bilmiyorum- edebiyat dünyasında böyle bir kurum var mıdır?
Sinema sanatında ödüller her alanda çalışan, aktör,
yardımcı, ışık, kostüm, senaryo, reji vb dağıtılırken, edebiyat dünyasının
kitap ödülleri verilirken sadece yazar-şair ve onların yazdıkları mı dikkate
alınıyor?
YALÇIN
KÜÇÜK – ERKAL YAVİ – ÖMER ÜLKENCİLER
Yalçın KÜÇÜK tezler ile başlayan kült çalışmalarının akılda
kalıcılığı ve hatta ilk görüşte sizde merak uyandıran okuma isteğinde hocanın
kitaplarının dış kapak tasarımlarını hazırlayan Erkal YAVİ’ nin büyük payı
vardır.
Sinema sanatındaki en iyi “görüntü yönetmeni” gibidir Erkal
YAVİ.
Ömer ÜLKENCİLER adeta bayrağı teslim alır gibi, Yalçın
KÜÇÜK’ ün birbiri ardına gelen kitaplarına aynı çarpıcılıkta ve bir o kadar da
aynı şiirsellikte dış kapak tasarımları yapmıştır.
ENVER GÖKÇE’YE ARMAĞAN KİTABININ KAPAK TASARIMI
Amacımız, en azından benim bugüne kadar duymadığım,
edebiyat dünyasında bir kitaba “DIŞ KAPAK TASARIM ÖDÜLÜ” vermek değil elbette.
Ama dış kapağın görüntü ve kompozisyonu daha ilk bakışta
bütün içeriği olumsuz olarak etkiliyor.
Burada tartışma veya eleştiri konumuz dar anlamda öz-biçim
konusu değildir.
Ancak, biçimin de en az sinema dünyamızda kazandığı prestij
kadar edebiyat dünyamızda da önemli olduğunu, önemli olması gerektiğini düşünüyorum.
ENVER
GÖKÇE Mİ – BESİM TİBUK MU?
Enver GÖKÇE hayatının büyük bir bölümünde, 24 saatlik
günlük yaşantısının büyük bir bölümünde hep o kapkara camlı gözlüklerinin
arkasındadır, ama traşlı yüzü ile hep kederli, hüzünlüdür.
Ama Enver GÖKÇE’ nin hiçbir fotoğrafında onu dış kapakta
gösterildiği gibi “adeta kibirden olacak” ,dudaklarını büzmüş şekilde
göremezsiniz. Onun yüzü sülale lakabından da anlaşılacağı (TATAROĞLU) gibi
tipik bir TATAR yüzüdür, kemikli ve iri bir yüz. En zayıf halinde bile Enver
GÖKÇE gibi iri kıyım bir Tatar’ın yüzü o şekilde küçülüp daralıp, köşe vermez.
Armağan kitabın 186. sayfasındaki siyah beyaz fotoğraf bunu çok iyi yansıtır.
Onunla dava arkadaşı olup daha sonra yolları ayrılan Sevim
BELLİ çok iyi tarif eder şairin yüzünü armağan kitapta:
“Kısa
–orta arası boyu, gür saçları, esmer teni hafif öne çıkık kuvvetli alt çenesi,
kalın çerçeveli gözlükleri ve tıknaz küt yapısıyla bir Anadolu çocuğu.” s.258
Şairi başka fotoğraflarında dudaklarını büzmüş bir halde görseniz
de, bu dudak büzme hali kitap kapağındaki dudak büzme haline, kibirden
kaynaklanan dudak büzme haline, bir zamanlar Liberal Parti’nin genel başkanı
olan Besim TİBUK’ un kibirli haline benzemez.
Enver GÖKÇE’ nin dudakları acıdan büzülmüştür ancak.
Şairin gözlüğünün camları o kadar karadır ki, gözlerini
göremezsiniz. Eğer gözlerinin rengini de bilebilecek kadar Enver GÖKÇE’ yi
tanımıyorsanız, onun o füme gözlük camları ardındaki gözlerini “siyah” olarak
çizemezsiniz, zira gözlerden birisi doktorların taktığı “cam gözdür.”
DIŞ
KAPAK YAZILARI
Dış kapak grafiği bir yana, kapakta yer alan yazılarda
kullanılan yedi farklı renkteki yazı Enver GÖKÇE portresinin önüne geçiyor.
Kapakta tam bir karmaşa hakim. Şairin saç telleri ucundan
kızıl alevlerle isme (Enver Gökçe) bağlanma çabası tamamen kaybolmuş.
Derleyenin adı hacimsel ve yerleşim açısından olmaması gereken bir yerde,
yayınevi iyice göze sokulmuş, “doğumunun 100. yılında” yazısı ile birlikte bir
kuşatma seziliyor.
İÇ
KAPAK DAHA ÇARPICI
Oysa kitabın iç kapağı daha çarpıcıdır ve iç kapak rengi
olarak siyahın kullanılmış olması karşımızda, kara gözlükler dahil olmak üzere
hep karalarla duran Enver GÖKÇE’ yi daha iyi anlatır.
Kısacası, öz-biçim tartışmasında, “biçim” ziyan olmuş.
DERLEYEN
Mİ HAZIRLAYAN MI?
Daha çok müzik ve folklorik eserlerde rastladığımız
“derleyen” adı bir armağan kitap söz konusu olduğunda doğruya en yakını
“hazırlayan” olmalıydı.
ÖZE
DAİR
Armağan kitaplar hazırlamak zordur. Akademi çevresi bunu
sık sık yapardı yetmişli yıllarda ve seksenli yılların ortalarına kadar, sonra
kurudu, verimsiz çorak bir hale dönüştü. Bir BEDRETTİN CÖMERT’[1] e armağan vardır Hacettepe
Üniversitesi’ nin hazırladığı, adeta akademinin o yıllardaki özüdür.
Kimin ne yazdığı kadar yazılmayanı yazmak da esastır adına
armağan yazılan kişi için.
İstatistik tutmadım, ama Enver GÖKÇE’ nin doğum yeri, doğum
tarihi, köyü, okuduğu okul, yaptığı işler farklı yazarlar tarafından o kadar
çok tekrarla yazılmış ki, bu kısa ve değişmez bilgilerde bile hatalar görmek
mümkündür.
Enver GÖKÇE şiiri de üç aşağı beş yukarı, kimi dedikodu
tarzında da olsa defalarca aynı tez ve neredeyse aynı formatta yazılıp çizildi.
Armağan kitapta bunlara da yer verilmesi önemlidir elbette,
ama sadece bir tane olabilir. İlk defa Enver GÖKÇE okumak isteyen birisi onun
ne “müseccel komünist” olmasına ne sürekli tekrarlanan ve melankoliye ramak
kala acı dolu hayatına ne de Ahmet ARİF ile birlikte anılan “dedikodusuna”
takılıp kalmamalıdır.
Enver GÖKÇE’ yi şair yapan şey onun çocuk ruhundaki
coşkunun Çit önlerinden geçen Fırat gibi hep deli akmasıdır.
Einstein’ in akılda en çok kalıcı olan fotoğrafı şaşırmış,
dilini çıkarmış yüz ifadesine benzer bir ifadesinin olduğu fotoğraftır. Şairin
BAĞIŞTAŞ-ÇİT arasında gidip-gelen kamyonun çamurluğunda ayakta durur halde altı
saatlik yolu bir düş dünyası içinde geçirmesinde de aynı ifadeye rastlarız.
Köylüsü anlatır onun bu çocuk ruh halini armağan kitapta.
“Köyümüzün
bir kamyonu vardı. Kamyonun şoför mahalline binmez, çamurluğunda dışarıda
giderdi. Bir eliyle kamyonun aynasına tutunur, diğeriyle de camı açık duran
kapıyı içerden tutardı. Köyden beldeye, Arapgir ’e, Kemaliye’ye hep basamakta
giderdi. Giderken de dönerken de burada yolculuk etmeyi çok severdi. Çok az
mutlu olduğu anlarından biriydi bu anlardaki yolculuğu. Çocuklar gibi
neşelenirdi.” s.79
Şairin şiir dünyasını besleyen onun şekillendiği
coğrafyasıdır. O kamyonun çamurluğunda giden haliyle şairdir.
Enver GÖKÇE’ yi ilk okumaya başlayanların böylesine hülyalı
bir insanı okuyup Fırat boyu ta Eğin’den Çit’ e kadar yolculuk yapması gerekir.
…/…
İlhan BAŞGÖZ ne siyasi ne de şair özelliğini öne çıkarır
arkadaşı Enver GÖKÇE’ nin.
Eğer bir yeniden ve yeniden Enver GÖKÇE okuması yapmak
istiyorsak, yine ve yeniden İlhan BAŞGÖZ Hocanın armağan için yazdıklarını farklı
bir gözle okumalıyız.
“Enver
GÖKÇE halk türkülerini iyi bilirdi. Kısık ama tatlı ve dokunaklı bir sesi de
vardı.” s.19
İlhan BAŞGÖZ söz konusu Enver GÖKÇE olunca onun ne bir
Divan Edebiyatı müptelası olduğunu, ne Kayaş köylüleri ile imece için iyi bir
tırpan sallayan köylü olduğunu, ne bir Dede Korkut anlatıcısı olduğunu
söylemeden geçemez. Şairin besleneceği bütün kaynakları sıralar BAŞGÖZ.
Birbirini tekrarlayan ve/veya yalanlayan şairin siyasi
görüşleri, partisi, şiiri, poetikası hakkında yazılan çoğu zaman kısır bir hal
alan konular, başka kitapların, başka yazarların konusu olmalıdır.
Ali DEMİRSOY coğrafya olarak Şaire en yakın kişidir,
yazmadıkları yazdıklarından daha çok olmalıdır. Daha çok konuşulmalıydı onunla.
Karabey AYDOĞAN yazmamış olsa, Enver GÖKÇE ile Malatya
Divanı arasında ne ilişki olabilir ki, derdim. “Malatya Divanı diye bilinen
bir türküyü korodaki arkadaşlarına öğretir.”s.83
Ama ustalık ister Malatya Divanı, icrası yüz yılların
birikimini gerektirir.
Naçizane onun çok bilinen “Mürettip Hasan” şiirinin
kahramanını Eğin’de aramak ve bağlantıları yakalayabilmek sadece şiire ve şaire
tutkunun bir sonucudur. s.85
Sabri KUŞKONMAZ yazısı hala günceldir, yerindedir. S.145
Aziz NESİN’ in yazısı bir kitap dolusu yazının da, şiirin
de önünde gider. s.247
Onca öfkeye rağmen, onca yol ayrılığına rağmen, Enver GÖKÇE
şiirinin yapısı, tanımı, yine de “ben şair değilim, şiir eleştirmeni de
değilim” diyen Sevim BELLİ tarafından yazılır armağanda.
“Nitekim
Enver’i de Enver yapan bir bakıma, dünyanın kalburüstü şiiriyle tanışmış
olmasıdır. Anadolu yaşamının bütün şiirselliğini, ta en eski destanlardan bu
yana Anadolu kültürünü içine sindirmiş olmasıdır; o kültürün günlük alelade
deyişlerini şiirselliğini kaybettirmeden kendi şiiri içine oturtabilmiş
olmasıdır. Şiir diye küçük Anadolu kasabalarını alt alta sıralamak yürek ister.
Ve sıralamaya ritm ve şiirsellik katabilmek beceri ister. Ama bu dürtüye
bulaşmak da, daha önce sevgi ister, bir birlikte yoğrulmak ister. Ben kendi hesabıma
Enver’de en çok bunu seviyorum. Bu kadar basitte, derini bulmak, öznelde
evrensele ulaşmak, derinlemesine özümsenmiş bir kültür ve doğru kavranmış bir
dünya görüşü gerektirir. Ve de bilimsellik…s262
SON
SÖZ OLARAK ŞİİR ATI
Şiir şairi taşır. Şiir şairi taşıyamazsa yol alamaz.
Şair şiirin adeta süvarisidir, binicisi değil. Bir şiir
yazıp ömür boyu onun üzerine binenler, her yola onu koşanlar, ne süvaridir ne
de şair.
Süvarisiz şiirler ya hiç yol alamaz veya karanlık ve kıran
zamanlarında önlerini görüp gidemezler.
Türk şiirinde süvarisi hiç olmayan, bir ara olup da tepe
taklak düşen, ama bir de hülyalı bozkırda süvarisiyle birlikte rahvan giden,
arada dörtnala koşan şiirler vardır, o şiirlerin de hiç soluksuz koşan dizeleri
vardır, tek bir tane bile olsa şiir atı onu taşır,
“ölüm
adın kalleş olsun” gibi.
Recep Babayiğit, Hattuşa,2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder