20 Nisan 2021 Salı

KİTAP ELEŞTİRİSİ-1

KİTAP ADI                : DOĞUMUNUN 100. YILINDA ENVER GÖKÇE’YE ARMAĞAN

DERLEYEN             : ALİ EKBER ATAŞ

YAYINLAYAN           : H20 YAYINCILIK

BASKI                      : 1. BASKI – ARALIK 2020

KAPAK TASARIMI   : SEVİM TARLA

Sonda söylemek istediğimi başta söylemek istiyorum.

Enver GÖKÇE için ne yazılsa, onunla ilgili bilinmeyen ne varsa çıkarılıp aktarılsa, bu işi kim yaparsa yapsın,  şiir adına, Eğin adına bir kazançtır. Armağanı hazırlayanlar, katkı sağlayanlar, emek verenler var olsunlar.

Eleştiriye konu kitap Aralık 2020 tarihinde birinci baskısını yapan bir armağan kitap olunca tek bir yazar yerine kitaba katkı sağlayan edebiyat dünyasından, politikadan, bilim dünyasından ve bütün bu dünyanın dışından başka insanlar da çıkıyor karşımıza.

Bir armağan kitabın eleştirisini yapmanın güçlüğü de burada başlıyor.

O halde bu eleştirinin muhatabı kitabı derleyen ALİ EKBER ATAŞ olabilir mi?

İzin verirseniz önce kitabın dış kapağından başlayalım.

DIŞ KAPAK TASARIM ÖDÜLLERİ VAR MI?

Yayıncı kuruluşlar, vakıflar, dernekler, resmi veya yarı resmi kuruluşlar tarafından düzenlenen ve neredeyse birbirinin kopyası anlayışla ödüllerin dağıtıldığı “yarışmalar” hakkında konuşmayacağım.

Taylan KARA Dostumuz o kanalı yeteri kadar verimli kullanıyor.

İçeriğine bakılmaksızın hangi kitabın sadece dış kapağı ödüle layık görülmüştür veya grafik dünyası dışında-ki orada da bulunup bulunmadığını bilmiyorum- edebiyat dünyasında böyle bir kurum var mıdır?

Sinema sanatında ödüller her alanda çalışan, aktör, yardımcı, ışık, kostüm, senaryo, reji vb dağıtılırken, edebiyat dünyasının kitap ödülleri verilirken sadece yazar-şair ve onların yazdıkları mı dikkate alınıyor?

YALÇIN KÜÇÜK – ERKAL YAVİ – ÖMER ÜLKENCİLER

Yalçın KÜÇÜK tezler ile başlayan kült çalışmalarının akılda kalıcılığı ve hatta ilk görüşte sizde merak uyandıran okuma isteğinde hocanın kitaplarının dış kapak tasarımlarını hazırlayan Erkal YAVİ’ nin büyük payı vardır.

Sinema sanatındaki en iyi “görüntü yönetmeni” gibidir Erkal YAVİ.

Ömer ÜLKENCİLER adeta bayrağı teslim alır gibi, Yalçın KÜÇÜK’ ün birbiri ardına gelen kitaplarına aynı çarpıcılıkta ve bir o kadar da aynı şiirsellikte dış kapak tasarımları yapmıştır.

ENVER GÖKÇE’YE ARMAĞAN KİTABININ KAPAK TASARIMI

Dış kapak   

 İç kapak
    

Amacımız, en azından benim bugüne kadar duymadığım, edebiyat dünyasında bir kitaba “DIŞ KAPAK TASARIM ÖDÜLÜ” vermek değil elbette.

Ama dış kapağın görüntü ve kompozisyonu daha ilk bakışta bütün içeriği olumsuz olarak etkiliyor.

Burada tartışma veya eleştiri konumuz dar anlamda öz-biçim konusu değildir.

Ancak, biçimin de en az sinema dünyamızda kazandığı prestij kadar edebiyat dünyamızda da önemli olduğunu, önemli olması gerektiğini düşünüyorum.

ENVER GÖKÇE Mİ – BESİM TİBUK MU?

Enver GÖKÇE hayatının büyük bir bölümünde, 24 saatlik günlük yaşantısının büyük bir bölümünde hep o kapkara camlı gözlüklerinin arkasındadır, ama traşlı yüzü ile hep kederli, hüzünlüdür.

Ama Enver GÖKÇE’ nin hiçbir fotoğrafında onu dış kapakta gösterildiği gibi “adeta kibirden olacak” ,dudaklarını büzmüş şekilde göremezsiniz. Onun yüzü sülale lakabından da anlaşılacağı (TATAROĞLU) gibi tipik bir TATAR yüzüdür, kemikli ve iri bir yüz. En zayıf halinde bile Enver GÖKÇE gibi iri kıyım bir Tatar’ın yüzü o şekilde küçülüp daralıp, köşe vermez. Armağan kitabın 186. sayfasındaki siyah beyaz fotoğraf bunu çok iyi yansıtır.

Onunla dava arkadaşı olup daha sonra yolları ayrılan Sevim BELLİ çok iyi tarif eder şairin yüzünü armağan kitapta:

“Kısa –orta arası boyu, gür saçları, esmer teni hafif öne çıkık kuvvetli alt çenesi, kalın çerçeveli gözlükleri ve tıknaz küt yapısıyla bir Anadolu çocuğu.” s.258

Şairi başka fotoğraflarında dudaklarını büzmüş bir halde görseniz de, bu dudak büzme hali kitap kapağındaki dudak büzme haline, kibirden kaynaklanan dudak büzme haline, bir zamanlar Liberal Parti’nin genel başkanı olan Besim TİBUK’ un kibirli haline benzemez.

Enver GÖKÇE’ nin dudakları acıdan büzülmüştür ancak.

Şairin gözlüğünün camları o kadar karadır ki, gözlerini göremezsiniz. Eğer gözlerinin rengini de bilebilecek kadar Enver GÖKÇE’ yi tanımıyorsanız, onun o füme gözlük camları ardındaki gözlerini “siyah” olarak çizemezsiniz, zira gözlerden birisi doktorların taktığı “cam gözdür.”

DIŞ KAPAK YAZILARI

Dış kapak grafiği bir yana, kapakta yer alan yazılarda kullanılan yedi farklı renkteki yazı Enver GÖKÇE portresinin önüne geçiyor.  

Kapakta tam bir karmaşa hakim. Şairin saç telleri ucundan kızıl alevlerle isme (Enver Gökçe) bağlanma çabası tamamen kaybolmuş. Derleyenin adı hacimsel ve yerleşim açısından olmaması gereken bir yerde, yayınevi iyice göze sokulmuş, “doğumunun 100. yılında” yazısı ile birlikte bir kuşatma seziliyor.

İÇ KAPAK DAHA ÇARPICI

Oysa kitabın iç kapağı daha çarpıcıdır ve iç kapak rengi olarak siyahın kullanılmış olması karşımızda, kara gözlükler dahil olmak üzere hep karalarla duran Enver GÖKÇE’ yi daha iyi anlatır.

Kısacası, öz-biçim tartışmasında, “biçim” ziyan olmuş.

DERLEYEN Mİ HAZIRLAYAN MI?

Daha çok müzik ve folklorik eserlerde rastladığımız “derleyen” adı bir armağan kitap söz konusu olduğunda doğruya en yakını “hazırlayan” olmalıydı.

ÖZE DAİR

Armağan kitaplar hazırlamak zordur. Akademi çevresi bunu sık sık yapardı yetmişli yıllarda ve seksenli yılların ortalarına kadar, sonra kurudu, verimsiz çorak bir hale dönüştü. Bir BEDRETTİN CÖMERT’[1] e armağan vardır Hacettepe Üniversitesi’ nin hazırladığı, adeta akademinin o yıllardaki özüdür.

Kimin ne yazdığı kadar yazılmayanı yazmak da esastır adına armağan yazılan kişi için.

İstatistik tutmadım, ama Enver GÖKÇE’ nin doğum yeri, doğum tarihi, köyü, okuduğu okul, yaptığı işler farklı yazarlar tarafından o kadar çok tekrarla yazılmış ki, bu kısa ve değişmez bilgilerde bile hatalar görmek mümkündür.

Enver GÖKÇE şiiri de üç aşağı beş yukarı, kimi dedikodu tarzında da olsa defalarca aynı tez ve neredeyse aynı formatta yazılıp çizildi.

Armağan kitapta bunlara da yer verilmesi önemlidir elbette, ama sadece bir tane olabilir. İlk defa Enver GÖKÇE okumak isteyen birisi onun ne “müseccel komünist” olmasına ne sürekli tekrarlanan ve melankoliye ramak kala acı dolu hayatına ne de Ahmet ARİF ile birlikte anılan “dedikodusuna” takılıp kalmamalıdır.

Enver GÖKÇE’ yi şair yapan şey onun çocuk ruhundaki coşkunun Çit önlerinden geçen Fırat gibi hep deli akmasıdır.

Einstein’ in akılda en çok kalıcı olan fotoğrafı şaşırmış, dilini çıkarmış yüz ifadesine benzer bir ifadesinin olduğu fotoğraftır. Şairin BAĞIŞTAŞ-ÇİT arasında gidip-gelen kamyonun çamurluğunda ayakta durur halde altı saatlik yolu bir düş dünyası içinde geçirmesinde de aynı ifadeye rastlarız.

Köylüsü anlatır onun bu çocuk ruh halini armağan kitapta.

“Köyümüzün bir kamyonu vardı. Kamyonun şoför mahalline binmez, çamurluğunda dışarıda giderdi. Bir eliyle kamyonun aynasına tutunur, diğeriyle de camı açık duran kapıyı içerden tutardı. Köyden beldeye, Arapgir ’e, Kemaliye’ye hep basamakta giderdi. Giderken de dönerken de burada yolculuk etmeyi çok severdi. Çok az mutlu olduğu anlarından biriydi bu anlardaki yolculuğu. Çocuklar gibi neşelenirdi.” s.79

Şairin şiir dünyasını besleyen onun şekillendiği coğrafyasıdır. O kamyonun çamurluğunda giden haliyle şairdir.

Enver GÖKÇE’ yi ilk okumaya başlayanların böylesine hülyalı bir insanı okuyup Fırat boyu ta Eğin’den Çit’ e kadar yolculuk yapması gerekir.

…/…

İlhan BAŞGÖZ ne siyasi ne de şair özelliğini öne çıkarır arkadaşı Enver GÖKÇE’ nin.

Eğer bir yeniden ve yeniden Enver GÖKÇE okuması yapmak istiyorsak, yine ve yeniden İlhan BAŞGÖZ Hocanın armağan için yazdıklarını farklı bir gözle okumalıyız.

“Enver GÖKÇE halk türkülerini iyi bilirdi. Kısık ama tatlı ve dokunaklı bir sesi de vardı.” s.19

İlhan BAŞGÖZ söz konusu Enver GÖKÇE olunca onun ne bir Divan Edebiyatı müptelası olduğunu, ne Kayaş köylüleri ile imece için iyi bir tırpan sallayan köylü olduğunu, ne bir Dede Korkut anlatıcısı olduğunu söylemeden geçemez. Şairin besleneceği bütün kaynakları sıralar BAŞGÖZ.

Birbirini tekrarlayan ve/veya yalanlayan şairin siyasi görüşleri, partisi, şiiri, poetikası hakkında yazılan çoğu zaman kısır bir hal alan konular, başka kitapların, başka yazarların konusu olmalıdır.

Ali DEMİRSOY coğrafya olarak Şaire en yakın kişidir, yazmadıkları yazdıklarından daha çok olmalıdır. Daha çok konuşulmalıydı onunla.

Karabey AYDOĞAN yazmamış olsa, Enver GÖKÇE ile Malatya Divanı arasında ne ilişki olabilir ki, derdim. “Malatya Divanı diye bilinen bir türküyü korodaki arkadaşlarına öğretir.”s.83

Ama ustalık ister Malatya Divanı, icrası yüz yılların birikimini gerektirir.

Naçizane onun çok bilinen “Mürettip Hasan” şiirinin kahramanını Eğin’de aramak ve bağlantıları yakalayabilmek sadece şiire ve şaire tutkunun bir sonucudur. s.85

Sabri KUŞKONMAZ yazısı hala günceldir, yerindedir. S.145

Aziz NESİN’ in yazısı bir kitap dolusu yazının da, şiirin de önünde gider. s.247

Onca öfkeye rağmen, onca yol ayrılığına rağmen, Enver GÖKÇE şiirinin yapısı, tanımı, yine de “ben şair değilim, şiir eleştirmeni de değilim” diyen Sevim BELLİ tarafından yazılır armağanda.

“Nitekim Enver’i de Enver yapan bir bakıma, dünyanın kalburüstü şiiriyle tanışmış olmasıdır. Anadolu yaşamının bütün şiirselliğini, ta en eski destanlardan bu yana Anadolu kültürünü içine sindirmiş olmasıdır; o kültürün günlük alelade deyişlerini şiirselliğini kaybettirmeden kendi şiiri içine oturtabilmiş olmasıdır. Şiir diye küçük Anadolu kasabalarını alt alta sıralamak yürek ister. Ve sıralamaya ritm ve şiirsellik katabilmek beceri ister. Ama bu dürtüye bulaşmak da, daha önce sevgi ister, bir birlikte yoğrulmak ister. Ben kendi hesabıma Enver’de en çok bunu seviyorum. Bu kadar basitte, derini bulmak, öznelde evrensele ulaşmak, derinlemesine özümsenmiş bir kültür ve doğru kavranmış bir dünya görüşü gerektirir. Ve de bilimsellik…s262

SON SÖZ OLARAK ŞİİR ATI

Şiir şairi taşır. Şiir şairi taşıyamazsa yol alamaz.

Şair şiirin adeta süvarisidir, binicisi değil. Bir şiir yazıp ömür boyu onun üzerine binenler, her yola onu koşanlar, ne süvaridir ne de şair.

Süvarisiz şiirler ya hiç yol alamaz veya karanlık ve kıran zamanlarında önlerini görüp gidemezler.

Türk şiirinde süvarisi hiç olmayan, bir ara olup da tepe taklak düşen, ama bir de hülyalı bozkırda süvarisiyle birlikte rahvan giden, arada dörtnala koşan şiirler vardır, o şiirlerin de hiç soluksuz koşan dizeleri vardır, tek bir tane bile olsa şiir atı onu taşır,

“ölüm adın kalleş olsun” gibi.

Recep Babayiğit, Hattuşa,2021

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  



[1] Bedrettin Cömert'e Armağan-. Hacettepe Üniversitesi, Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, Beşeri Bilimler Dergisi-Ankara 1980

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder