28 Aralık 2017 Perşembe

DURUN GİTMEYİN

Günaydın Erkan Amca,

Aşağıda bana göndermiş olduğunuz yazının üzerine size bu Yurt Gezisi raporunu gönderiyorum.

***//***

En kötü anlarda, en kötü  koşullarda bile  bu toprakları terk etmeyi asla  düşünmedim.

Sadece geçen hafta Nihat Hocam ile  yapmış  olduğumuz  dört günlük olağanüstü

“Yeşilırmak ve Kelkit Çayı Havzası Yurt Gezisinde “yaşadıklarımız, gördüklerimiz, tanıdığımız insanlar, o kıvrım kıvrım dağlar, o ıssız vadiler, o mavi bir atlas gibi karlı ovayı örten gök yüzü, o kayan yıldızı bile donduracak soğuk, o “bana yok mu”, diyeceğiniz eşsiz lezzette yemekler, saymakla bitmeyen memleket güzellikleri bu sorunun, bu tür korkuların, bu tür ürkekliklerin ne kadar  anlamsız olduğunu  bize bir kez daha gösterdi.

Yazıda geçen “gitmeyin”, gerekçelerine tamamen katılıyorum.

Çorum – Sungurlu’ da bir halam yok ama, gezimize Çorum – Sungurlu’ dan başladık. Bir gece ablamda kaldık. Çorum – Sungurlu’ ya Orta  Anadolu’nun ortası  Çankırı – Orta ilçesinden  vardık.

Gerede’ den sonra, Çerkeş – Çankırı / Orta – Eldivan – Çankırı – Kızılırmak – Sungurlu – Hattuşa – Yozgat’a ulaştık.

Hattuşa – Yozgat arası  yoğun kar altındaydı, sanki Hitit zamanından kalmış, donup  kalmıştı  sadece bacaları tüten  köyler.

Nihat  Hocam Hattuşa’ da kar altındaki  Yazılıkaya  Tapınağı’ndaki tanrıların fotoğraflarını  çekmeye giderken, sanki geç kalmış bir buluşmaya gider gibi, ağır ve vakurdu.   

Yozgat’ ta Çapanoğlu Camisi ve saat kulesi, derken vardık Zile’ ye – Zela.

Sezar’ın o beş saat içinde Pontus Kıralı  II  Pharnakes’e karşı   kazandığı ünlü zaferin savaşı  Zile’ de geçer ve Sezar  tarihe geçen o ünlü  “lakonik” sözünü “Veni – Vidi – Vici”yi o zaferden  sonra  Zile’ de söyler.

Savaş meydanını  görmek, sır dolu  Zile sokaklarında gezmek, “Şehitler  Sokağı” denen bir sokakta bir zamanlar 11 adet genel ev bulunduğunu, aynı sokakta cami ve mescidin ve bir de orta okulun olduğunu ve üstelik genel evlerde çalışan kadınların tamamının Zileli  olduğunu  öğrenmek  ve üstelik Zile’nin Türkiye’ deki  en fazla yatıra  sahip kent  olduğunu  bilmek, yazları bağ evlerinde Alevi Canlar  dem çekerken, Rufai şeyhlerinin müritleri ile yan bahçede zikir  yaptıklarını duymak, insana başka cennet  aratmıyor.

Şimdi artık yıkık Şehitler Sokağından geriye bir başka ve çarpıcı “lakonik” söz kalmış: Yaşandı bitti.

Yazı yeni, kim bilir hangi sevgili diğerine yazdı bu sprey boyalı yazıyı? Ah bir bilseydi, bu sokakta gerçekte neler yaşanmış olduğunu?

Ah bir bilseydi kimsesiz ve çaresiz o 45 yaşında iki gözü de görmeyen kadının genel evde gaz lambası altında çalışarak nasıl hayatta kaldığını?

Yaşandı bitti.

Sır dolu Zile’ den  ayrılarak Tokat’ a vardık.

İnsanı insan, kültürü kültür.

Bir yazmaları var, binlerce alasım geliyor, bir hanları var yüz yıl uyusam, yine de uyanmasam, diyesim geliyor.

Tokat’tan sonra, Yeşilırmak  Havzası  bitiyor, Kelkit Çayı Havzası’na giriyoruz.

Reşadiye, Koyulhisar, Suşehri, Şebinkarahisar.

Geceyi  Şebinkarahisar’ da geçiriyoruz.

Ertesi gün yönümüz Giresun.

Şebinkarahisar  - Giresun arasında Eğribel var.

Kim bilir kaç kervan kırıldı bu geçitte, kim bilir kaç yayla göçü kaldı  baharın erken karının altında, kim bilir  kaç hasret kavuşamadan gitti  bu dağ başlarında, kim bilir kaç kral, kaç komutan aştı bu dağları ordularıyla ?

Ya Mustafa Kemal, nasıl geçti bu dağlardan, dağlar selama durdu mu Paşama ?

Gökyüzü masmavi bir atlas gibi, kıvrım kıvrım dalgalanan  karlı  dağların üzerine  ağmış.

Arada bir çıkan  beyaz bulutlar karla  dans etmeye  çalışıyor, başlarını uzatsalar  dağlar, beyaz  bulutlara  değecekler.

Derin vadilerden kalkan sis sizi  içine çekiyor.

Bir saatlik yol beş saatte  ancak geçiliyor. Bu güzellikleri, bu dağları, bu sis altındaki toprakları, bu mavi atlastan gök yüzünü öyle sadece bir saatte  geçmek olur mu ?

Bütün bu güzellikler, Eğribel Geçidi’ne varınca  doğa romantizmine “ Atilla  İlhan “ şiirlerinin romantizmi  ulanıyor, zirvedeyiz,  romantizmin zirvesinde.

Giresun – Ordu – Ünye  derken, dönüyoruz tekrar  Yeşilırmak Havzası’na.

Ünye – Akkuş - Niksar arası  dağ yolu  geçit vermiyor.

Yoğun kar, tipi, soğuk, karda  kaymış  uzun araçlar, ulaşamayan kar küreme  araçları.

“Kalalım mı” diyor Nihat Hocam, bir otel bulup.

“Devam edelim Hocam, inanılmaz bir gece yolculuğu” diyorum, devam ediyoruz.

Gece Amasya’dayız.

Bize, bu memleketi bırakanlardan daha önce bu topraklarda yaşamış, bize bu toprakları karış karış anlatan Amasyalı Strabon’un memleketi, ünlü coğrafyacının memleketi.

Yeşilırmak en güzel, en nazlı, en cilveli burada akar, akarken konakları şöyle bir  yalar  geçer.

Bir sestir ırmak, bir bereket, koca dağlar bir su derdidir Şirin’ in  Ferhat’ına, bir gömüt  Pontus  Krallarına.

Bir gece bey konağında kalmakla bey olunmuyor ama, Amasya’ da bey olunmaz zaten, “şehzade” olunur.

Merzifon üzerinden  geliyoruz  Osmancık ve Kargı’ ya.

Kargı’ da nar gibi kızarmış etin “sırık kebabı” olduğunu  bilmezseniz, etin lezzetine varamazsınız.

İnce bir ipek gibi işlenmiş keçi tulumuna basılı o “şarap oburu” Kargı  Tulumu’ ndan yemezseniz, şarap sadece kırmızı alkollü  bir sıvıdır.

Gerede – Bolu derken dönüyoruz  payitahta.

Bunca güzellikleri, bunca romantizmi anlatmak yetmiyor. Bunca memleket  terk
edilir mi, diye hiç sormuyorum bile.

O lakonik söze de gerek yok.

Yaşandı ama daha bitmedi.

Yaşandı ve yine yaşanacak:

“ en padişah korkulara direnebilen yepyeni bir Mustafa  Kemal  davranışı “ (Atilla  İlhan )

 Ellerinizden öpüyorum,

Recep,
Evladınız,




Bana bu güzellikleri yaşatan pek  muhterem Nihat  Hocam’ a, şükranlarımı  sunuyorum.

Bu gezi güzergahı boyunca bize eşlik eden bir kitabın sayfalarından  

Yurt  Gezileri ‘ ni anlatan ve bize eşsiz bir hazine bırakan yurt sever  aydın insan, Aziz  Nesin’ in anısı önünde saygı ile eğiliyorum.

  ***//***

Durun gitmeyin...

Bu kadar mı güzel anlatılır içinde bulunduğumuz durum..

Yıllarını yurt dışında geçiren bir arkadaşımdan gelen mesajı noktasına
virgülüne dokunmadan paylaşıyorum.
***//***

İZMİR SAİNT JOSEPH’ ten BİR MUSEVİ ARKADAŞIMDAN GELEN MESAJ

Durun gitmeyin! Siz kardeşsiniz!

16.11.2016 Çarşamba

Herkeste bir gitme arzusu. Dolar uçuşa geçmiş, başkanlık tartışmaları canını sıkıyor, sınırımızda savaş, içeride terör belası, biliyorum...
 
Ama, nereye gideceksin ki zaten?
 
Memleketin içinde debeleneceksen, git. Şehirden sıkıldıysan, trafikteki kornalar ruhunda çalıyorsa, asansördeki selamsız adam yüzüne bön bön bakıyorsa,
damızlık bir tip omuz atıp geçiyorsa sokakta, masandaki dosyalar çalıştığın
plazanın maketi gibi yükseliyorsa önünde, yürüyen bantta gibi hissediyorsan
hayatta kendini; git.
 
Küçük bir kasabaya git, yerleş. Küçül, kalabalıktan uzaklaş, ruhunu temizle.
Ama sıkılırsan, gel.

Artık Amerika’yı falan unut bir kere. Bu seçimden sonra oraya gidip anca beyaz
Amerikalıların çimlerini biçersin. Amerikalılar, Kanada’ya kapağı atmak için
başvuru sitelerini çökertiyorlar yoğunluktan, senin orada ne işin var?

Meksikalılar, Kübalılar, El Salvadorlular, Porto Rikolular işgal etmiş zaten memleketi. İngilizcen yetmez, İspanyolcayı ana dil yapman lazım. Hintliler, Çinliler neredeyse bir Avrupa ülkesi kadar kalabalıklar.


Sen işini gücünü bırakacaksın da, Amerika’ya yerleşeceksin cıbıl cıbıl. Kendine Türk arkadaş arayacaksın. Sonra sorgulayacaksın kendini, bu arkadaşımla Türkiye’de olsak arkadaşlık eder miyim?
 
Almanya’ya da gitme mesela. Büyük şişersin. Saat dokuz dedin mi sokakta adam
bulamazsın. Oranın düzeni bizim insanı ruh hastası yapar. Karınca gibi planlı,
düzenli, analitik olamazsın sen. İllaki kaytarmak isteyeceksin, bir kısa yol
bulmaya çalışacaksın hayatta. Almanya’da yemez bunlar.

Burada Almancı, Almanya’da yabancı olacaksın. Kapını bir kez çalmayacak hiç bir Alman komşun.

Ancak fazlaca gürültü yaparsan ‘Polizei’ gelecek kapına, ona dert anlatacaksın.

Uzak yerlere gitme. Avusturalya misal. Ya da dünyanın en yaşanılası yeri falan diye Yeni Zelanda’yı hedefleme. Arkanda kimse bırakmadın mı? Birine bir şey olsa, dönüp gelemezsin. Dünyanın bir ucu dedikleri yer oralar işte. Çok medeniymiş, çok mutluymuş insanlar. Evet öyle. Ama sen onlardan değilsin ki?

Yanında kafanı da alıp götürdüğün için, Sydney’de bir kafede mutlu mutlu oturup
ilkokul arkadaşın Samet’in Facebook sayfasına bakacaksın.
 
Çok soğuk yerlere de gitme. Herkesin medeniyet rüyası Kanada’ya sakın gitme
mesela. Tam on bir yıl orada kalıp dönen arkadaşıma ‘neden döndün oğlum, manyak
mısın?’ deyince, on bir yılını şöyle özetlediydi: ‘çok soğuk oğlum!’


Soğuk yere alışamazsın sen. Bizim bünyeler güneş ister. Bazen günün ortasında
felekten bir saat çalıp, güneşin alnında malak gibi duralamak ister bizim bedenler.

Bir de çay oldu mu yanında. Hele bir de senin gibi işsiz güçsüz bir dost, ömre bedel...

Kapının önündeki 3 ton karı küremezsin sen Kanada’da. Ellerin plaza eli, bedenin Akdeniz bedeni. Birine yaptırayım desen, Türkiye’deki Genel Müdür maaşını
isterler. Sinirlenip kürek takımı alırsın, iki kürer, sonra bakakalırsın.

Çok medeni, mekanik Avrupa’da bir yer seçme Almanya dışında da. Irkçılık almış
başını gidiyor. Birinci sınıf vatandaş olamayacağın bir memlekette nasıl huzur
bulacaksın? Kara kafalar diyorlar bizim gibilere İskandinav dostlar, bilir misin?


- Ben çipil sarışınım arkadaş, kendimi aryan ırk arasına yediririm,

- Gider orada bir Türk mahallesine yerleşirim, Brüksel’de Burdurlular
Kahvehanesinde takılırım,

- Biz zaten İtalyan’a benziyoruz milletçe, aralarına karıştım mı kimse anlamaz,
gibilerinden bir diyeceğin varsa sen bilirsin.


Ama gittiğin yerde hep yabancı kalacaksın, unutma. Türk kahvesinde bir Euro’ya
içtiğin ince belli çay bile hasret kokacak.


İngiltere’yi hiç düşünme. Çünkü İngiltere deyince Londra’yı düşlüyorsun biliyorum. Gofret kolisinden hallice bir apartman dairesine, Türkiye’deki yıllık maaşının yarısını vereceksin bir ayda. O da Londra’nın merkezinde falan değil ha, trene binip şehre gideceğin mesafede.

Hesabını baştan yap. Londra’nın merkezinde oturman için ya bir prensle evleneceksin, ya da Chelsea’de top oynayacaksın. İkisi için de geç değil dersen, bilemem.

Bence para biriktireceğine antrenmanlara başla, daha büyük bir olasılık var.

Sürekli yağan yağmurunu, hep kapalı havasını saymıyorum. Bizi bozar. Sütlü
çayını içer, içinden bir Ege türküsü söylersin.


Londra dışını hiç düşünme sakın. Adanın diğer bölgelerinde misal bir pub’a girsen gece yanlışlıkla, kırmızı burunlu holigan abilerin bakışlarından öyle tırsarsın ki, bırak İngiltere’de kalmayı,

Çorum - Sungurlu’daki halanın evine yerleşmeyi tercih edersin.
Sayacak yer de çok, her birine takacağım kulp da.

Aslında demek istediğim şu:

Gitmeyin güzel insanlar, biz kardeşiz. Gittiniz mi birbirimizi özleriz. Yılda bir gelinen tatille falan da geçmez hasretimiz.


1 yorum: