26 Temmuz 2020 Pazar

CINCIK



Bir Hasan Dağı Zirve Çıkış Öyküsü 

Ruhi SU Anısına


Paramız olmazdı cam misketler almaya.

Azıcık paramız olunca da hiç de makbul olmayan ve fırlatınca tüy gibi elimizden uçup giden “mika“ misket alırdık.

Mika misket rakibimizin cam misketine vurduğunda, yüksek hızla seker, komik bir görüntü ortaya çıkar, ama buna rağmen rakibin cam misketi bir milim bile yerinden kıpırdamazdı.

Oysa misket oynarken ütmek bir yana, asıl amacımız ütmekten ziyade misketi fırlattığında rakibin cam misketini kırmaktı, çatlatmaktı asıl amaç.

Biz küçükler, cam misket alamazdık, paramız olmazdı.

Ama abilerimizin cam misketlerle oynadığı oyunlarda, fırlatmanın şiddetine bağlı

olarak rakiplerin misketlerinin kenarlarından kırılan olurdu.

Büyükler, kimi zaman paralı olarak misket oynadıklarından oyunları iddialı olurdu.

Ama kaybeden, yani ütülen her zaman para veremezdi. Kalan para, misket ile ödenirdi.

Ama misket ile kalan parayı ödemek için elinde yepyeni, gıcır gıcır misketin olması gerekirdi.

Kimi zaman ise kıyısından, hafifçe kırılmış veya hafifçe çatlamış misketler de kabul görürdü.

Bazen hafifçe kırılmış misketler de kabul görmez ve bu misketler değerinden düşer, bazı iyi abiler de bu tür misketleri bize, küçüklere verirdi oynamamamız için.

Kenarından hafifçe kırılmış miskete sahip olmak bile biz küçükleri sevindirdi. Öyle durumlarda mika misketler durumu bizden daha beter olan küçük çocuklara verilirdi.

Kenarından fazlaca kırılmış olan misketlerle misket oyunu oynanmaz, zira misket yuvarlanma özelliğini kaybeder ve sadece tür misketlere sahip olan çocuklar misket oyunlarına alınmazdı.

Hiç misketi olmayanlar, mika misket veya kırık misket, en parasızlarımız ise, çamurdan yapılan misketlerle kendi aralarında çamurdan misket oynardı.

Zorunlu eğitim olan ilkokuldan sonra okumayıp da sanayide işe giden işçi dediğimiz kardeşlerimiz, çıraklar ise “tornet” dediğimiz rulmanların dağılmış olanlarından ortaya çıkan demir bilyeleri getirirdi oynamak için. Demir bilyelerle camdan misket oyunu kesinlikle yasaktı. Demir bilyesi olanlar ancak demir bilyesi olanlarla oynanırdı.

Kimin parasız olacağı, ne zaman parasız olacağı belli olmaz, zira hepimiz her an yoksul, parasız olabilirdik. Zira biz küçükler çalışıp az da olsa para kazanamazdık.

Parası olsun, olmasın, misket oynamayı bilmek yetmezdi.

İyi misket oynamak, seyrine doyum olmayan bir oyundu.

İyi misket oynayan, kelimenin tam anlamıyla “usta misketçi” abilerimiz vardı, biz küçükler için sinema ve televizyonun olmadığı o yıllarda, misket oynayan o abilerimizi, usta misketçileri seyretmeye doyamazdık.

Bir Ekrem KARAAYTU Abimiz vardı. Klas oynardı, karşısında kimse duramazdı.

Bir de Ömer KÖSE vardı. Ekrem Abi ile aynı yaşlardaydı, ama kimse ona, biz çocuklar da dahil olmak üzere, Ömer Abi demezdi. Çünkü abilik ve ablalık yaşa göre değil, okuduğun sınıfa göre belirlenirdi.

Ömer Köse‘nin tek gözü kördü. Ama bana göre dünyanın en iyi kara kalem ressamıydı.

İleri yaşlarında olmasına rağmen bizimle aynı ilkokul sınıfına gitmiş ve sadece ilkokulu bitirebilmişti.

Kör Ömer,“ derdi ona biz küçük çocukların dışında herkes.

Daha sonraki yıllarda adı “jilet Ömer‘e“ çıktığında, artık ona herkes yöresel ağız ile söylendiğinde “cılat Ömer,“ diyordu.

Ömer KÖSE misket oynarken sağ elini kullanırdı.

Önce rakibin misketinin durduğu yere göre konum alır, sonra sağ eli çıplak şekilde toprağa temas eder, çatlamasın diye elinin altına küçük bir meşin parçası koyardı.

Sonra, sağ eline aldığı misketi baş parmağı ile işaret parmağının arasına sıkıştır, rakibin misketine ve hedefe konsantre olurdu.

Kimi zaman bu konsantrasyon abartmasız beş on dakika sürerdi. Herkes sonucu beklerdi, kimse bu durumdan sıkılmaz “hadisine Kör, atsana misketi, sıkıldık,“ demezdi. Zira Ömer KÖSE bu işi bir ritüel olarak yapardı her seferinde.

İşte sonunda beklenen an gelir, adeta ok yaydan fırlar ya da tüfeğin namlusundan bir mermi fırlardı hedefe.

Bir mermi gibi Ömer KÖSE‘ nin sağ elinin parmaklarından fırlayan cam misket, gider rakibin misketini bulur ve hedefi vururdu.

Ama Ömer KÖSE‘ nin fırlattığı misketlerin rakibin misketini vurması olağan bir durumdu, zaten kimse Ömer KÖSE‘ nin hedefi, rakibin misketini

vuramayacağına ihtimal vermez ve hiçbir zamana öyle de olmazdı.

Biz çocuklar başta olmak üzere, kimimiz abilerimizin bacak aralarından bakarak olsa da, diğer abilerimiz ve ablalarımızın meraklı bakışlarının altında adeta Ömer KÖSE ile birlikte bir heyecan yaşardık. Hedefi bulan Ömer KÖSE‘ nin misketinin rakibin misketine isabet ettiğinde, rakibin cam misketinin kırılıp kırılmadığını, kırıldıysa ne kadar kırıldığını, ortadan ikiye mi, yoksa birazının mı kırıldığını, Ömer KÖSE‘ nin misketinin rakibin cam misketine isabet ettiğinde nasıl, ne şiddette bir “şırrakkkkkkk“ sesi çıkarışından anlardık.

Ömer KÖSE‘ nin fırlattığı misket rakibin misketine şiddetle ve “şırrakkkkkkkkk,” diye çarpar, rakibin misketi kırılarak yarıdan bölünmüş veya parçalanmış olurdu.

Bu durum Ömer KÖSE ‘ nin misketi her fırlatışında istisnasız hep yaşanırdı.
Çorum Yetiştirme Yurdu bahçesi 
Ayakta soldan: Ekrem KARAAYTU-Ömer KÖSE (misketçiler – misket ustaları)

Çömelen soldan: Recep BABAYİĞİT-Kasım KARAAYTU


…/…

Hiç hasarsız, hiç kullanılmamış, gıcır gıcır cam miskete “cıncık“ derdik.

…/…

Bir yeri görmeye can attığımızda, bir kimseyi görmeyi çok arzuladığımızda, bir tutkuyu gerçekleştirmeye olan arzumuz doruğa çıktığında ne çok duymuşuzdur ya da kendimiz ne çok kullanmışızdır şu tutku dolu sözü:

Örneğin;

Bu sene de sılaya dönemezsem, gözüm açık gider.

Erciyes’in doruğundan kar yemezsem ölürüm.

Yaşlı anamı bir daha göremezsem, gözüm açık gider.

Ya da şairin dediği gibi "bu kızı almazsam etimde şirpençe çıkar."

Uzat uzata bilirsen. Tutkuların kadar, arzuların kadar, düşlerin kadar uzatabilirsin.

Hasan Dağı‘na çıkmak da bir tutkudur kuşkusuz. Ama Dr. Bülent’ in asistanının babası Dr. Mehmet Hasan Dağı’na çıkmadan, doruğuna ayak basmadan şu fani dünyadan gitmek istemezdi eminim.

Dr. Mehmet için bu durum sadece sıradan bir tutku değildi.

İnsan çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği kentte, her gün nefes alıp verdiği, yatıp kalktığı o kentin içindeki eski bir Rum evinin kalın volkanik taş duvara gömülü dar penceresinden baktığında, her gün uyandığında karşısında bütün asaleti ve heybeti ile dimdik duran bir dağı gördüğünde neler düşünür, neler arzular bilinmez. Ama bir tutku varsa eğer, bu asla unutulmaz ve aşk gibi sarar insanı.

İçinden hep kuş olup ta Hasan Dağı’nın doruğuna konmak ister, bunu yapamıyorsa, düşüp bir koyunun ardına, çıkmak ister yaylalarına. Ya da siyah perçemi uzamış bir eşeğin gittiği dar patikalardan yürüyüp gitmek ister dağın yamacına doğru.

Yürüdükçe yamacına doğru dağın, ova açılır açılır kocaman olur. Ovanın bu kadar büyük, bu kadar düz, göz alabildiğine, ta ufka kadar geniş olduğunu fark eder.

Sonra her adımda yükseldikçe dağı biraz daha benimser, kucaklar onu. Sonra dağ ile sohbete başlar.

Başlangıçtaki korkusu, tedirginliği azalır, gittikçe dağa kendini verir.

Çocukluğu ve gençliği Aksaray’ da Eğri Minare’ nin yanında geçen Dr. Mehmet sıladan gurbete çıktığından bu yana içinde bir tutkudur Hasan Dağı.

Tutkudur, ama nereden bilsin Hasan Dağı Dr. Mehmet’ in bu tutkusunu?

Bir de hep borç ödemek değil midir bizim hayatımız?

Aziz Nesin, hep ve ölene kadar kendini “dünyanın en borçlu insanı“ olarak tanımlamadı mı?

Dr. Mehmet‘ in de bir borcu olmalıydı elbette. Dönerim bir gün diyerek ayrıldığı sıladan, Hasan Dağı’na yeniden kavuşma tutkusu içinde bir borç.

İyi, ama hangi yandan geçit verir Hasan Dağı, hangi taşına basılır, hangi yaylasında çadır kurulur, hangi sularından içilir, bilemez Dr. Mehmet.

Bizim bir de Dr. Bülent’imiz var, ver elini Mehmet Abi der, biz seninle çıkarız Hasan Dağı’nın zirvesine.

Hiçbir şeye geç kalmış sayılmazsın, değil mi ki, şair öyle söyler:

Her yere yetişilir / hiçbir şeye geç kalınmaz / ama çocuğum beni bağışla / Ahmet Abi sen de bağışla

Dr. Mehmet Abi için de, altmış üç yaş hiç önemli değil, geç olmamalıydı.

Dr. Bülent ön ayak oldu.

Dördümüz, Recep / Selman / Kuvvet / Bülent, tamam, dedik, biz de geliriz. Mehmet Abi’yi Hasan Dağı ile buluştururuz.

(devam edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder