Ol hikayata sebep olan KERVANKIRAN
Yıldızı - TAMZARA sırtlarından
30 TEMMUZ, PAZARTESİ
ŞAFAK SÖKTÜ
Şafakla beraber uyanmak ne güzel. Güneşin doğuşunu görmek
ne güzel.
Çok uyuduğunuzu sanıyorsunuz, ama Şebin’ de birkaç saatlik
uyku size yetiyor.
Güneş doğmadan şafak söküyor, ortalık kızıla bürünüyor.
Tam otel odamızın karşısından, karşı dağlardan doğuyor
güneş.
![]() |
İki
gün otel penceresine, bize doğan güneş
|
Kimilerine
göre şurası, kimilerine göre burası, diye konuşuruz, Türkiye’ de güneşin en
güzel doğduğu ve battığı yerler.
Oysa
güneşin nerede ve nasıl doğduğu değildir önemli olan.
Önemli
olan doğan güneşin sizi yakıp ruhunuzu ısıtmasıdır.
Güneşin
bir hikayenin, bir romanın içine doğmasıdır önemli olan.
Şair
öyle der, doğan güne hükmü geçmez şairin, ama yine de gün eksik olmasın ister
penceresinden.
Gün Eksilmesin Penceremden
Ne doğan güne hükmüm geçer
Ne halden anlayan bulunur
Ah aklımdan ölümüm geçer
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur
Ve gönül Tanrısına der ki
Pervam yok verdiğin elemden
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden
Ne halden anlayan bulunur
Ah aklımdan ölümüm geçer
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur
Ve gönül Tanrısına der ki
Pervam yok verdiğin elemden
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden
Cahit
Sıtkı TARANCI
İki günün sabahında da gün eksik olmadı otel penceremizden.
Karşı dağlardan, güneşin doğduğu dağlardan gelmişti köyüne
Sarıkamış Harekatı’ nda “muinsiz” kararı verilip de terhis
edilen Alişarlı Recep.
YILTARIÇ – TURPÇU – DOLUDERE – ALUCRA –
ISOLA – ALİŞAR
Bu sabah kahvaltısını yazarımız Arif IRGAÇ’ ın İstanbul’ da
yaşayan, Doludere Köyü’nden bir dostu, Osman Bey’ in ikramı olarak, yazları
Doludere Köyü’ nde yaşayan Ömer Bey’ in ağırlaması ile yapacağız.
Yine temiz hava, yine masmavi bir gökyüzü ve yine mavi,
yeşil ve kızıl kahve renklerinin uyumu içinde dalgalı, derin vadilerle oyulmuş
arazilerden geçiyoruz.
Şebinlilerin “Bağarsık Deresi” dedikleri Şehir
Suyu’ nu geçiyor, YILTARIÇ Köyü’ ne doğru ilerliyoruz.
Eski adı GİCORA olan, eski bir Rum Köyü YILTARIÇ’ın arazi
yapısı çok etkileyici.
Arif IRGAÇ sağımızda kalan ve sivri zirvesi bir burun gibi
görülen yek pare bir kayayı gösteriyor bize.
Bu kayayı her açıdan farklı görürsünüz, sizi çeker adeta,
diyor.
Kayanın jeolojik yapısı nasıldır, bilemiyoruz, ama mutlaka
volkanizma etkisi ile oluşmuştur.
YILTARIÇ Kayası’ nı sağımıza alarak ve kaya gözden
kaybolana kadar gözlerimizi kayadan alamıyoruz.
Başka bir Şebin gezisinde mutlaka o kayanın dibine kadar
gitmeliyiz.
![]() |
Her açıdan burnunu çıkarıyor Yıltarıç Kayası
|
TURPÇU KÖYÜ
Bugün ilk köyümüz Turpçu Köyü.
Eski bir Rum Köyü olan Turpçu Köyü’ ne mübadeleden sonra balkan
göçmeni muhacirler yerleştirilmiş.
Köyün hemen girişine yapılan HES köprüsünden geçerek köye varıyoruz.
Köy bu adını nereden alıyor, bilemiyoruz, ama köyün içinde
bulunan ve camiye dönüştürülen kesme taşlardan yapılma kilise çok güzel
korunmuş ve ilave edilen ön minaresi ile hiç de kötü durmuyor.
Kilisenin dışında Rum öğrenciler için yine kesme taştan
yapılmış okul da halen aynı işi görmekte ve sapa sağlam ayakta durmaktadır.
Bu yapıların bu şekilde ve korunarak günümüze kadar
gelmesine seviniyoruz.
Köyde kısa süreli bir foto-mola veriyoruz.
Turpçu Köyü’ nden ayrılıp Alişar Köyü’ ne doğru yolumuza devam
ediyoruz.
![]() |
Turpçu Köyü Kilise Camisi |
![]() |
Turpçu Köyü Rum Okulu |
ALİŞAR’ A DOĞRU
Bu
Yurt Gezimiz’ de Kervankıran Romanı peşinden gidiyoruz.
Romanda
yoğun olarak anlatılan köy Alişar Köyü’dür.
Aşilar
Köyü ise hem roman kahramanı Recep’ in hem de ve daha da önemlisi yazarımız
Arif IRGAÇ’ ın köyü.
Heyecanımız
artıyor. Nasıl bir köy ile karşılaşacağız?
Recep’
in sesi bir yerlere sinmiş midir köyde?
Cemile
nasıl dayandı bunca acıya?
Turpçu
Köyü’ nü çıkışta hemen Alişar Köyü sınırları başlıyor ve Arif IRGAÇ “buradan
sonrası Alişar Köyü” , diyor.
Sonra
da aracı bir ören yerinde durduruyor.
Arif
IRGAÇ yüzünde bir hüzünle göstermiş olduğu ören yerinde bir zamanlar Alişar
Köyü’ ne ait bir Rum Ortodoks Kilise’ nin bulunduğunu, çocukken çobanlık
yaparken kilisesin çan kulesinin hala sağlam olduğunu ve yapının çok uzaklardan
bile bir kilise yapısı olduğunun hemen fark edildiğini anlatıyor.
Ören
yerini geziyoruz.
Ören
yerindeki küçük ve kırma taşlardan kilisenin yerel ustalar tarafından yapılmış,
yoksul bir kilise olduğunu anlıyoruz.
Bütçesi
biraz yüksek olan bir kilise olması halinde, taşların kesme ve daha büyük taş
kullanılmış olacağını düşünüyoruz.
Yoksul
veya değil, kilisenin bu hale, taş taş üstünde kalmayacak şekilde harabeye
dönmesi içimizi sızlatıyor.
Kiliseden
arta kalan sadece tek bir taş kemer var.
Etrafa
yayılan taş örgülü büyük duvar kalıntılarından kilisenin tahrip gücü yüksek bir
patlayıcı ile ve defineciler tarafından havaya uçurulmuş olabileceğini
düşünüyoruz.
Arif
IRGAÇ çocukluğundan hangi izleri bulabildi bu harabeye dönmüş kilisede,
bilemiyoruz, ama hüzün ve acı her yerde seziliyor.
![]() |
Alişar Köyü Rum Kilisesi’ nden arta kalan:
Tek başına bir taş kemer
|
Alişar
Köyü’ ne geliyoruz.
Ama
aracımızdan inmeden bekliyoruz.
Yazarımız
Arif IRGAÇ, eşi Alev Hanım ile araçtan inerek, baba evine, doğup büyüdüğü eve
gidiyor, beklememizi söylüyor.
Bugün
içinde Alişar Köyü’ ne tekrar geleceğimiz için merak etmeden bekliyoruz.
Arif
IRGAÇ ve eşi Alev Hanım ile geri geldiklerinde, aracımız bir sonraki köy
Doludere Köyü’ ne doğru hareket ediyor.
Doludere
Köyü’ ne doğru giderken Arif IRGAÇ çok uzaklarda yamaçta bir köy gösteriyor
bize, “işte o gördüğünüz köy Gölve Köyü’ dür, yeni adı Ocakbaşı
olarak geçer.”
“O köy Aziz NESİN’ in köyüdür.”
Şebinkarahisar’
da başka kim bilir kimlerin köyü vardır, bilemiyoruz.
Ama
biz Şebinkarahisar’ ı oralı bir yazardan Aziz NESİN’ in “Yurt Gezileri”
kitabından okuyup geliyoruz bu geziye ve bu kitabın adını Aziz NESİN’ den ödünç
alarak gezi grubumuza “ Yurt Gezginleri, yaptığımız gezilere de Yurt Gezileri”
diyoruz bu nedenle.
Sadece
Aziz NESİN mi akla gelir Şebinkarahisar denilince?
Ya
ARA GÜLER
Ya
İDİL BİRET
Ya
BAŞAR SABUNCU
Ya
ERDAL EREN
Ya
TAHİR KEMAL
Ya ARİF IRGAÇ
![]() |
Aziz NESİN’ in Köyü: Gölve |
GİCORA - DOLUDERE KÖYÜ
Coğrafya hiç değişmiyor, ama renkler ve yüzey şekilleri
bizi çok etkiliyor.
Eski adı GİCORA olan Doludere Köyü yolundayız.
Nihayet ALUCRA’ya bağlı bir dağ köyü olan Doludere Köyü’ ne
varıyoruz. Köye varışta köy konağını arıyoruz.
Köy konağı dedikleri kocaman bir otel ve alt katında
yemekhane var. Yazın köye gelenlerin konaklaması için düşünülmüş, ama biraz abartılmış.
Arif IRGAÇ, bu köyden İstanbul’ a göçenlerin neredeyse
tamamının Perşembe Pazarı’ nda esnaf olduğunu, Alamancılar gibi,
paralarını köylerine gömdüklerini söylüyor, haklı.
Köy konağı dediğimiz otel binası içinde sağlık ocağının da
bulunduğu kocaman bir avlunun içinde.
Bizi bekliyorlarmış.
Yemekhanede iki büyük yuvarlak masa hazırlamışlar.
Masada kuş sütü eksik, önce gözümüz doyuyor.
Ömer Bey eksik olmasın, muhabbeti ile sofranın tadını
artırıyor.
Sıcak sıcak bişiler, taze kaymak, bal, peynir ve etrafımızda
dört dönerek hizmet eden köylüler.
Bütün bunlar, bu ikram ve hizmet Arif IRGAÇ’ ın dostu Osman
Bey’ in talimatı ile olmalı, diye düşünüyoruz.
Başımızdan hiç eksik olmayan Ömer Bey, hem bizimle yakından
ilgileniyor, hem de sorduğu sorularla grubu hafiften tartıyor.
![]() |
Doludere Köy konağında kahvaltı |
PİR GIYİP – SEYDİ
BEKİR
Kahvaltı
sona erdiğinde ağzımızda unutamayacağımız yöresel tatlar, zihnimizde ise hiç
tanımadığımız insanların, hiç tanımadıkları bizlere içten gelerek yaptığı karşılıksız
hizmet kalıyor.
Bu
köye geliş amacımız hem kahvaltı yapmak, hem de Kervankıran Romanı’ nda sıkça
adı geçen, civar köyler ve Şebinliler tarafından bir ziyaret yeri olarak
bilinen “PİR GIYİP’i” görmek olunca, kahvaltı sonrası aracımızla
oldukça dik bir toprak yoldan 2.250 metre rakıma, ziyaretin olduğu yere
çıkıyoruz.
PİR
GIYİP Ziyareti’ ne varınca sanki etrafta sadece bu nokta var ve siz bu noktadan
bütün dünyayı ayaklarınızın altında seyrediyormuşsunuz gibi oluyorsunuz.
Etrafı
360 derece görebiliyorsunuz.
360
derecenin tamamı büyüleyici bir görüntü ve kendinizi alamıyorsunuz.
Arif
IRGAÇ ziyaretin önceleri bu kadar bilinmediği, buradaki mezarın da kime ait
olduğunun merak edilmediğini, ama son yıllarda SEYDİ BEKİR adında
birisinin mezarının burada olduğu söylentisi ile bir türbe yapıldığını
söylüyor.
Ama
biz biliyoruz ki, Anadolu’ da ta pagan inanışlarından bu yana etraftan
farklılık gösteren bu tür yerlere hep kutsiyet atfedilir. İşin inanç tarafı bir
yana, aslında bu tür yerlerin kutsal kabul edilmesi oraların korunması anlamına
geliyor. Aksi halde, Anadolu’ da ne bir kaya, ne bir dağ, ne bir nehir, ne bir
Hitit anıtı kalırdı kırılmadık, yakılmadık.
Sözü
Arif IRGAÇ alıyor yine ve eserinin ilgili bölümünde geçen ve PİR GIYİP’ ten söz
eden sayfaları okuyor.
Okuyor
Arif IRGAÇ:
PİR
GIYİP Ziyareti’ nden indiğimizde Doludere Köyü’nde köylüler öğle namazından
çıkıyorlardı.
Bize
hizmette kusur etmeyen Ömer Bey ile son kez vedalaşıyoruz.
AZ BİRAZ ALUCRA –
HARUN KARADENİZ
Doludere
Köyü’ nden çıkarak Şebinkarahisar’ a bağlı eski adı ISOLA, yeni adı GÜNEYGÖREN
olan Rum köyüne gitmeyi düşünüyoruz.
Ama
ISOLA’ ya biraz geniş bir yay yaparak ve ALUCRA üzerinden gidelim, gelmişken ve
bu kadar yakınımızdayken ALUCRA’ yı da görelim, diyoruz.
Şebinkarahisar
– Bayburt yoluna çıkıyoruz ALUCRA’ ya doğru.
Alucra
o kadar yakın ki, ilçe merkezine girip, şöyle etrafa bir bakarak ve araçtan hiç
inmeyerek, geri çıkıyoruz Alucra’ dan.
Zaten
“az biraz görelim Alucra’yı” derken, tesadüf müdür, bilinmez, ilçe merkezinde
bir esnafın tabelasında esnafın soyadının
“AZTOPAL” olması bizi biraz gülümsetiyor.
Sanki
nüfus memuru bu soyadı dalga geçmek için kendisi vermiş gibi.
Ama
ALUCRA’ yı hiç bilmeyen birisi için, hiç duymamış birisi için 68 kuşağının
devrimci gençlik önderlerinden HARUN KARADENİZ adı yeterli
olacaktır, diye düşünüyoruz.
ISOLA – GÜNEYGÖREN –
AZİZ BABA’ NIN ÇİFTLİĞİ
Arif
IRGAÇ neredeyse gezi boyunca ISOLA Köyü lafını hiç ağzından düşürmediğinden
midir, nedir bu köy hep aklımızda yer etti.
Böyle
olunca, ISOLA Köyü’ nü hep merak ettik.
Arif
IRGAÇ, ISOLA Köyü’ nü sadece eski bir Rum Köyü olarak anlatmadı bize.
Köyü
civar coğrafyadan ayıran, uzaklardan bakınca köyün hemen yanı başında yatıp
uzanmış dev bir kaplumbağa veya “armadillo’ ya” benzeyen ve üzeri
sülfür ve bakır madeni rengine dönmüş olan magmatik kayayı görmeniz ISOLA Köyü’
nü tarif etmek için yeterli oluyor.
![]() |
ISOLA Köyü – İzole’ den
geliyor – Magmatik Kayalığı
|
Ama
bizi ISOLA Köyü’ nde Arif IRGAÇ’ ın başka bir can dostu bekliyor, Aziz
BABA.
Aziz
BABA’ nın bir çiftliği var.
Aziz
BABA bize “acı ayran” ikram edecek.
Daha
aracımızdan iner inmez başlıyoruz Aziz BABA için çok eski bir okul şarkısına
Aziz Baba’ nın bir çiftliği var
Çiftliğinde horozları var
Üh ürü üh ürü diye bağırır
Çiftliğinde Aziz Baba’ nın
Aziz
BABA, eşi ve kızı bu güzel karşılaşmadan dolayı çok mutlu oluyorlar ve bizi
bahçedeki ağaçların altına gölgelik bir yere alıyorlar.
O
kadar güzel bir çiftlik ve o kadar serin bir ağaç altı ki.
Acı
ayranlar geliyor.
Kana
kana içiyoruz.
Yoğurt
da geliyor, yoğurt isteyene. Ya o kabukları ile yenen haşlanmış taze patates?
Çiftliğin
bahçesinde nohut da ekili, gidip nohut yolanlar oluyor.
Aziz
BABA’ nın çiftliğinden hiç ayrılmak istemiyoruz, ama program o kadar yoğun ki,
daha sırada ALİŞAR Köyü, yazarımızın köyü, romanın geçtiği köy var.
EMİNOĞLU – EMİNÖĞÜN
DEĞİRMENİ
Tekrar
gelmek üzere gündüz uğradığımız ALİŞAR Köyü’ ne doğru yola çıkıyoruz.
Köye
varmadan hemen önce Arif IRGAÇ aracımızı durduruyor ve “şuradaki değirmeni
mutlaka görmeliyiz”, diyor ve araçtan inip, belki de artık kimseler değirmene
un öğütmeye gitmediği için şimdi neredeyse harabeye dönmüş, su değirmenine
gidiyoruz.
Değirmenin
önü bahçe ve etrafı dikenli tel ile çevrilmiş. Ters V şeklinde yapılmış olan
bir merdivenle değirmen bahçesine iniyor ve değirmenin açık kapısından içeri
giriyoruz.
![]() |
Sağ taraftaki bulgurluk dahil harabe halde |
![]() |
Arif IRGAÇ değirmen hikayeleri anlatıyor |
Değirmenin
şimdiki hali içler acısı. Ama daha da içler acısı olan ise, define
meraklılarının değirmeni iyice talan edip, her tarafı kırıp dökmüş olmalarıydı. Mübadeleye
kadar neredeyse Anadolu’ daki bütün değirmenleri Rumlar işletirdi.
Mübadele ile
birlikte bütün Rumlar gidince, günah diye bu mesleği yapmayan Osmanlı
vatandaşları bir gecede aç kaldılar adeta, zira kimse değirmende un öğütmeyi,
yani değirmenciliği bilmiyordu.
Değirmenler
bütün gün ve yıl boyu kapısı kapanmadan çalışır. Herkesi
korur ve saklar değirmenci ve her zaman yiyecek erzak bulursun orada. Ama değirmen
belki de en çok o küçük yaşında dedesi ile un öğütmeye gelen yazarımız Alişarlı
Arif IRGAÇ ‘ın dünyasına açılan bir pencereydi. Ne masallar
dinlemiştir Arif IRGAÇ değirmende un öğütülene kadar.
Anadolu’ da
her yapının, her coğrafi yeryüzü şeklinin bir adı vardır. Bu yapının,
bu değirmenin de bir adı var elbette ve biz bunu Arif IRGAÇ’ tan öğreniyoruz. Değirmenin adı EMİNOĞLU
Değirmeni, halk arasında söylendiği şekli ile EMİNÖĞÜN Değirmeni.
![]() |
Kim astıysa bu yazıyı, var olsun |
EMİNÖĞÜN
Değirmeni’ ndeki defineci talanına artık dayanamayan ALİ ARSLAN isimli duyarlı
ve tarih sever bir köylü mukavva bir kartona şu uyarıyı yazmış içi yanarak:
(Yazıyı hiç değiştirmeden aldım)
Bu değirmen 1940
yıllarında yapılmış. Ben şahsen yapanlarla oldum. Eski deyirmenin yeri Burası
deyil DEFİNE yok o yıllar fakirlik varmış
ALİ ARSLAN
ALİ
ARSLAN mübadeleyi de biliyor olmalı ki, bu değirmenin Rumlardan kalma bir
değirmen olmadığını belirtmek istemiş ve yapılış tarihini 1940 yılları olarak
bizzat şahitlik yaparak vermiş.
Keşke
herkes ALİ ARSLAN kadar duyarlı olsaydı bu memlekette.
Değirmene
girmişiz, aklımıza Hacı TAŞAN gelmez mi?
Hemen
başlıyoruz Hacı TAŞAN’ dan söylemeye:
Değirmene taş koydum
Taş dönmüyor dönmüyor
Bir yastığa baş koydum
Naze gelin arabadan inmiyor
EMİNÖĞÜN
Değirmeni’ nden ayrılarak hemen yakındaki ALİŞAR Köyü’ ne doğru yola çıkıyoruz.
ALİŞAR
ARİF IRGAÇ’ ın KÖYÜ
– HÜSEYİN OĞLU RECEP’ in KÖYÜ
Yazarımız Arif IRGAÇ’ ın da akrabası olan Kemal TAHİR’ in –
Tahir KEMAL’ in “Bir
Mülkiyet Kalesi” romanı ALİŞAR Köyü’ nde geçer.
Bizi peşine takarak ta buralara gelmemize neden olan “Kervankıran”
romanının yazarı Arif IRGAÇ, ALİŞAR köylüdür.
Bizi buralara kadar getiren romanın, Kervankıran romanının
kahramanı “Hüseyin oğlu Recep” ALİŞAR köylüdür. ALİŞAR Köylü, Sarıkamış
Harekatı’ ndan “muinsiz” olarak terhis edilen, köyüne yaya olarak dönen, dönüş
yolunda savaşın başka bir yüzünü, asker kaçaklarını, çeteleri gören Hüseyin
oğlu Recep onca fidanın Sarıkamış’ ta neden kırıldığını anlayamaz.
ALİŞAR sıradan bir köy değildir.
“ŞAR”
der
Anadolu halkı biraz da uzatarak “şaar”, der ve Farsçası “şehr – şeher
– şeer” olarak bilinir.
Beypazarı’ nın güzel bir köyü, bir boyu vardır “KARAŞAR”,
kara şehirdir aslı.
Isparta’ nın Beyşehir Gölü kenarında bir ilçesi vardır “YENİŞAR
BADEMLİ”.
ALİŞAR, köy değildir, şeer, şehirdir. ALİ, büyük bir
şehirdir.
Sarıkamış Harekatı’ ndan “muinsiz” olarak terhis edilip
ALİŞAR’ a gelen Hüseyin oğlu Recep kendi köyünde el gibi karşılanır.
![]() |
Nedersin, n’ aparsın?
|
![]() |
Zor değil mi Recep için bu sualler?
|
Hüseyin
oğlu Recep’ i bezdiren bu sualler bize sorulmuyor elbette ALİŞAR’ a
vardığımızda.
Biz
de tam 103 yıl sonra geliyoruz ALİŞAR Köyü’ ne Recep’ in ardından.
Hüseyin
oğlu Recep’in onca belalı yoldan, canını zor kurtararak nasıl ALİŞAR’ a
geldiğini yazarımız Arif IRGAÇ öyle güzel anlatıyor ki eserinde.
Her
yolun başında veya sonunda hep bir aşk vardır ya, ama ille de “yola
çıkmak” gerekir ve Hüseyin oğlu Recep de gönlünde bir taze aşk ile
geliyor ALİŞAR’ a, yolda tutulduğu bir aşkla.
ALİŞAR TOYU
Sanki
düğün dernek kurulmuş, toy var sanki hazırlıklar yapılmış, bahçeye ağaç
altlarına masalar kurulmuş.
Yemekler
yapılmış, hamurlar açılmış, Arif IRGAÇ’ ın geldiğini, onunla birlikte onun
dostlarının da geldiğini duyan onun bütün akraba ve hısımları, anne ve babası,
çocukluk arkadaşları, çobanlık arkadaşları, bütün köy gelmişler, herkes
hazırlıkların bir ucundan tutuyor.
Bizim
için hazırlanmış masalara oturuyoruz.
Köylü
dostlarla muhabbeti koyulaştırıyoruz. Köyün kadınları hiç durmadan hamur açıp,
bahçeye kurdukları sacın üzerini hiç boş bırakmıyor.
![]() |
Alişar Köyü – Arif IRGAÇ baba evinde |
Bugün
aynı zamanda Ünsal AGAM AYSUN’ un doğum günü, 30 Temmuz.
Sabahtan
gördüğümüz hazırlıkla küçük bir pasta getiriyoruz masaya.
Ama
bu toyda, bu ziyafette bize en çok emeği geçenler elbette ve her zaman olduğu
gibi ALİŞARLI kadınlar oluyor.
Bizim
kadınlarımız da ALİŞARLI kadınları yalnız bırakmayarak bir anı resmi
çektiriyorlar.
Eğribel’ den geçilir, ama renklerden geçilmez
DÖNÜŞ YOLU – TÜRKÜ
YOLU
Ta Giresun’ dan başlayıp, Samsun’ a, Çorum’ a kadar hiç türkü söylemeden durulur mu?
Giresun
demek PİC OĞLU OSMAN demek, başlıyoruz
-Giresun’
un içinde boyalı konakları
-Oy
Bulancak Bulancak-Batlama Deresi
-Giresun’ da kayıklar
-Eşref’ in Türküsü
Ordu
sırada
-Ordu’
nun dereleri
-Ünye’den
de kalktım başım selamet
Fatsa’
ya geldiğimizde Kadir İNANIR’ ı anıyoruz hasta yatağında yatıyor.
TRT
repetuvarına “Hekimoğlu” olarak giren bu güzel türkünün Kadir İNANIR tarafından
derlendiğini belki de çoğumuz bilmiyoruz.
Hep
birlikte söylüyoruz.
-Hekimoğlu
derler benim adıma
Samsun’
a varınca
-Çarşamba’
yı sel alır
Ama
Çarşamba’ ya varmadan Perşembe’ ye varıyoruz, eski ve yarım kalmış bir
hikayemize, mitolojik bir hikayemize dönmek istiyoruz.
ARGONATLARIN SEFERİ
– YASON BURNU
2017
yılında 10 – 12 Kasım tarihlerinde yapmış olduğumuz Şile’ den Sinop İnce Burun’
a Deniz Fenerleri Yurt Gezimiz’ de İnce Burun’ da anlatmıştık “altın postu
almak için Kolkhis’ e giden Iason ve gemici arkadaşları argonatların seferini.”
Iason
liderliğinde argonatlar Kolkhis’ e giderken uğrayıp dinlendikleri yerlerden
birisi de bugün Ordu – Perşembe’ de bulunan ve mitolojik-coğrafi adı hiç
değişmeden günümüze kadar gelen “YASON – JASON – IASON BURNU’ dur.”
Mitoloji
deriz, ama nasıl olur da bu burun hala IASON adı ile anılır?
Dahası,
nasıl olur da bu isim, IASON adı, o burunda 19. Yüz yılda yapılmış ve hala çok
sağlam bir şekilde ayakta duran Ortodoks kilisesinin adı olur.
Perşembe’
de YASON Burnu’ na dönüyoruz, bizi dimdik ayakta duran YASON KİLİSESİ
karşılıyor.
YASON – JASON – IASON Kilisesi
Kiliseye,
Yason Burnu’ na giderken mitolojik bir koridordan geçiyorsunuz.
Türkiye’
de rastlanmayan böylesi bir mitolojik koridor bizi hem şaşırtıyor hem de çok
mutlu ediyor.
Mitolojik
koridora konulan alçıdan rölyeflerde IASON’ un ağaçta asılı altın postu alışı,
MEDEA’ nın ona yardım edişi ve dümenci TIPHYS gösteriliyor ve öykü iki dilde,
Türkçe ve İngilizce olarak anlatılıyor.
Ne
güzel.
Böylece,
IASON Burnu’ nu da görerek, Deniz Fenerleri Yurt Gezimiz’ de geri döndüğümüz
İnce Burun’ dan IASON Burnu’ na kadar, argonatları izlemiş oluyoruz. Bizi mutlu
ediyor bu durum.
Altın posta uzanmış IASON – ortada MEDEA – arkada dümenci TİPHYS
SON SÖZ YERİNE
Bir
romanın peşinden gidiyoruz.
Bir
yazar ile tanışıyoruz.
Yazar
bizi kendi doğup büyüdüğü coğrafyaya götürüyor, heyecanı ve coşkusunu bizimle
de paylaşıyor.
Yazar
bizi romanın geçtiği coğrafyaya, köylere, dağlara, kalelere, akarsulara
götürüyor.
Yazar
bizi romanda geçen ve halen tükenmemiş insan coğrafyasına götürüyor.
Yazar
bizi bu toprakların solan renklerine, insanın kanını donduran olaylarına
götürüyor, ama kin ve nefretten uzak durarak.
Yazar
bizi romanın başından sonuna kadar ölümsüz bir aşkın içinde sürüklüyor:
Recep ile Cemile’ nin aşkı
Biz
daha önce bildiğimiz IASON ile MEDEA aşkını Perşembe’ de yeniden hatırlıyoruz.
Yazar bize yeni
romanının ipuçlarını veriyor aşağıdaki satırlarında
MARIA ile MUSTAFA SUPHİ aşkı
Bu
üç aşkın da ortak noktası “yolda olmak, yolcu olmak, yoldaş olmak” oluyor.
IASON
MEDEA’ yı Kolkhis yolunda tanıyor ve sevdalanıyor, bütün dünya biliyor bu aşkı.
MUSTAFA
SUPHİ yolda ve yoldaşlıkta tanıyor MARIA’ yı.
Bilenler
biliyor bu aşkı ve biz heyecanla bekliyoruz bu aşkın romanını yazarımızdan.
HÜSEYİN
OĞLU RECEP, Sarıkamış dönüşü köyü Alişar’ a dönerken yolda tanıyor CEMİLE’ yi.
Bu
aşkı, RECEP ile CEMİLE’ nin aşkını Kervankıran anlatıyor bize.
Recep’
in dediği gibi, şu hayatta “eksikliğini
hissederek yaşadığınız” birisi olsun.
Cemile’
nin dediği gibi, şu hayatta “bilmediğiniz, sesini duymadığınız, fakat
varlığını tastamam şuranızda duyduğunuz” birisi olsun.
Sevdanızı
ve aşkınızı beklemeyin, yolcu olun, yola düşün, ömür boyu gidin
Yazar
yeni romanında bizi bu bakışla sarmalayacağının erken haberini veriyor.
TEŞEKKÜR
-
Bu Yurt Gezimize katılanlara,
katılamayanlara, hep yanımızda hissettiklerimize, dayanışma içinde olanlara,
katkı sağlayanlara,
-
Kervankıran Romanı’ nın yazarı, o
olmasaydı böyle bir projenin hayata geçirilmesinin mümkün olmadığı dostumuz, ustamız
Arif IRGAÇ’ a ve bizi ağırlayan onun aile efradı, akraba ve çocukluk
arkadaşları köylülerine,
-
Arif IRGAÇ’ a refakat eden, mutlu insan
eşi Alev IRGAÇ Hanım’ a,
-
Kervankıran olarak bildiğimiz – Tarık – Venüs – Sarı Yıldız – Mavi
Yıldızlara,
-
Uzak yolları bize hep yakın eden Salim
Kaptan’ a,
-
Kasamız Zerrin AKBAYTUAN’ a,
-
Benim Arif IRGAÇ ile buluşmamı sağlayan
Nuran ÇETİN Hanım’a,
-
Şebin’ e, Karahisar’ a, Şebinkarahisar’
a,
-
Zela’ ya – Tokat’ a – Kelkit Çayı’ na,
-
Tamzara’ ya, Tamzara’ yı dokuyanlara,
Tamzara’ yı söyleyenlere, Tamzara’ yı oynayanlara,
-
Pakrat Bey’ e – Aziz NESİN’ e – Ara
GÜLER’ e – İdil BİRET’ e – Tahir KEMAL’ e – Tahir KİREÇÇİOĞLU Amcaya,
-
Seçmen Bey’ e ve Suna Anne’ ye,
-
Piç Oğlu Osman’a,
-
Isola’ ya – Gölve’ ye – Alişar’ a –
Turpçu Köyü’ ne – Gicora’ ya - Doludere Köyü’ ne, Alişar Köyü’ ne,
-
Pir Gıyip Tepesi’ ne – Öksürük Kayası’
na – Karahisar Kalesi’ ne – Kayadibi Köyü’ ne – Meryem Ana Kilisesi’ ne,
-
Nereden baksan gördüğün YILTARIÇ
Kayası’na,
-
Zela’ dan Necmettin ERYILMAZ, Bekir
Abimiz , Kör Aşık Tekin KİREÇÇİ’ ye,
-
Zela Belediye Başkanımıza,
-
Höllük Tepesi’ ne,
-
Eğribel’ e,
-
Yason Burnu’ na – Yason Kilisesi’ ne,
-
IASON ve MEDEA’ ya,
-
Berdiga Ormanları’ na – Bildor Düzü’ ne
– Bağasık Deresi’ ne - Şehir Suyu’ na –
Eminöğün Değirmeni’ ne,
-
Recep’ in Sarıkamış Harekatı’nda tipide
donarak ölen komutanı Tabip Yüzbaşı Cevdet’ e,
-
Sarıkamış’ ta kırılanlara,
-
Harun KARADENİZ’ e,
-
Erdal EREN’ e,
-
Hırant Dede’ ye ve torunu Agop’ a,- Bu topraklarda solan bir gül gibi kalan Ermeni kardeşlerimize,
-
Demirci Onnik Usta’ ya,
-
Saraç Musa’ ya,
-
Recep’ in kardeşliği Ruşan’ a,
-
Recep’ in sevdalısı Cemile’ ye,
-
Hüseyin oğlu Recep’ e,
Gönül dolusu ve içtenlikle teşekkür ediyor, gidenlerin anıları önünde saygı ile eğiliyorum.
Hepsinin ruhu şad olsun, yıldızlar yoldaşlık etsin onlara,
Muhabbetle,
Recep Babayiğit
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder