Önce bir anı.
Ağustos, 2016
Ulu insanlar vardır, ulu ozanlar.Ulu dağlar vardır, ulu ırmaklar.
Bazı inançlar, bazı dinler bu ulu nesnelere ruh, can ve anlam yükler.
Gün doğarken, gün batarken, gün dönümlerinde, bahar
gelirken, felaket anlarında, bereketli mevsimlerde, çocuk doğduğunda, boya veya
klana yeni bir can geldiğinde, aklına gelen her olayda bu ulu nesneler de
klanın, boyun bireyleri gibi ortak olurlar sevince ve hüzne.
Varıp düştük Zonguldak / Alaplı / Gümeli Beldesi’ ne.Hendek üzerinden gidiyoruz, Selman’ ın hiç bilmediği bir güzergah.
Güzel ve sakin bir dağ yolu.
Selman Dede Türbesi var, yolun solunda bir yerde.
Akçakoca ‘ ya çıkıyor yol.
Akçakoca’ da kalmıyoruz, ama yolda gördüğümüz, dere kenarına kurulu bir çardakta oturuyoruz.
Bir kadın işletiyor. Hep acılar, kadındaki acılar burkuyor bizi.
Devam edip, Alaplı ‘ ya varıyoruz.
Alaplı’ da durmadan Ereğli’ ye, Herakles’in kentine devam
edelim, bir daha buraya gelemeyiz , sonra geri Alaplı’ ya dönelim,
diyorum Selman’ a.
İtiraz etmiyor.
Orada sana “Cehennem Ağzı Mağaraları’ nı”
anlatırım, Herakles ve Orpheos – Eurodike mitolojik öykülerini.
Tamam, der gibi Selman.
Alaplı çıkışında oto stop yapan İsviçreli bir genci
alıyoruz. Ereğli’ ye kadar , diyoruz.
Tamam, diyor.
İsviçreli genç, Ereğli – Herakles – Herküles , diyoruz.
Tamam, diyor.İsviçreli genç, Ereğli – Herakles – Herküles , diyoruz.
Ereğli’ ye varıyoruz, Alaplı – Ereğli arası çok kısa.
Cehennem Ağzı Mağaraları’ na varıyoruz.
Mağaraya, Herakles’ in 12. görevini
yapmak için indiği mağaraya iniyoruz.
Heraklesi, üç başlı köpek Kerberos’ u, Akheron
Vadisi’ ni , Stykes Nehri’ ni, o nehirde sandalıyla ölüleri bekleyen ihtiyar
Kharon’ u, ölülerin çenelerinin arasında getirmeleri gereken “obulus” , paradan, yer
altı tanrısı ve aynı zamanda yer altı / ölüler diyarı anlamına Hades’ ten söz ediyorum.
İsviçreli genç gözleri büyüyerek dinliyor. Mağara içinde
birikmiş kristal berraklığındaki su ve sessizlik, anlatılan mitolojik öykü onu
çok etkiliyor.
Sonra, Orpheus – Eurodike aşkı ve yine yer altında geçen
hazin mitolojik öyküyü anlatıyorum.
Büsbütün mutlu olup şaşırıyor İsviçreli genç.
Bu öyküler hep burada mı yaşandı, diye soruyor.
Ereğli’ ye dönüyoruz.
Meşhur Ereğli Pidesinden yiyoruz.
Genç de yiyor.
Biz artanlarımızı paket yaptırıp gence veriyoruz.
Onu Zonguldak yol ayrımına bırakıyoruz.
Yolda, “Cideros’ a, İnce Burun ve Hamsilos’ a mutlaka uğra”
diyorum.
Alaplı’ ya dönüyoruz.
Gümeli Beldesi’ ni buluyoruz.
Gümeli Beldesi tamamı Ordu – Gürgentepe’ den
gelmiş Çepniler ve Gümüşhane / Kürtün / Taşlıca Köyü merkezli Güvenç Abdal
Ocağı’na bağlılar.
Sora sora anıt ağacı arıyoruz, ulu ağacı.
Herkes, en küçüğünden, en büyüğüne anıt ağaçları biliyor ve
sahip çıkıyorlar.
Muhteşem gürgen ve meşe ormanları bizi bir yutuyor vadilere
çekiyor, bir dışa atıyor, dağların doruklarına çıkarıyor.
Fındık Ağılı Mahallesi’ ne Halil Bey yardımcı oluyor bize.
Elimdeki kitaptan mahallerinin hatta evlerinin resimlerini gösteriyorum,
şaşırıyor, ama güven duyuyor.
Vara vara geliyoruz, Karapınar Yaylası’ na.
Ulu ağacı bulamıyoruz.
Burası, Karapınar Yaylası son durak.
Bir ev var.
Kimse yok mu, diye sesleniyorum.
Bir süre sonra, temiz yüzlü, güzel bakışlı, çakır
gözlü bir kadın çıkıyor, orta yaşına rağmen, fidan gibi. Elmas Abla.
Elmas Abla, bize yardımcı oluyor.
Siz de Gürgentepe’ den mi geldiniz, diyorum. Güvenç Abdal
Ocaklı mısınız?
Gülümsüyor, yabancılamayı ve ürkekliği atıyor üstünden.
Ulu ağacın nerede olduğunu yere adeta bir topoğrafya
haritası çizerek anlatıyor bize.
Levha yok mu?
Hayır, Mili Parklar levhayı söktü, ulu ağaca zarar
vermesinler, diye.
Elmas Abla’nın haritasına göre gidiyoruz.
Tarifler doğru.
Her yer sık orman.
Gözden kaçırdığımız işaretler olmalı besbelli.
Ulu ağaca giden orman içi patikayı bulamıyoruz.
Selman sıkılmış, terlemiş.
Şort ve sandalet giyiyor.
Cangılın ve ısırganların içindeyiz.
Bir saat yürüdük.
Ulu ağaç yok.
Ama, bacaklarımız ısırgan, “dalagan” çürüğü neredeyse, ben
pantolonlu olmama rağmen.
Yok, Elmas Abla’ ya tekrar gidelim ve soralım.
Yok, gece burada kamp yapalım, yarın aramaya devam ederiz.
Olmaz, hava gece çok sertleşecek.
O halde, ulu ağacı aramaya devam.
Saat 17:30, ulu ağaca çıkan orman içi patikayı buluyoruz.
Elmas Abla, her yeri, her işareti doğru çizmiş, biz
atlamışız.
Hızlı bir çıkışla, yarım saatlik yürüyüşle ulu ağaç ile
kucaklaşıyoruz.
Selman ağaca sarılıp öpüyor, niyaz ediyor ağaca, Alevi
inancının aktarımıyla.
Porsuk Ağacı, iğne yapraklılardan.
Tam, 4.112 yaşında.
Buzul çağından hemen sonraya gelen bir tarih.
Çevre uzunluğu 10 m, boyu 100 metre gelir.
Ulu ağaca sarılıyoruz, etrafında üç kere dönüyoruz.
Önünde niyaz ediyoruz.
Bir saatten fazla ağaç ile hasbi hal ediyoruz.
Hava bozuyor.
Gece yaylada kalmaktan vaz geçiyoruz.
Hızla sahile iniyoruz.
Selman yolda araçtan inmeden, dalları yola
sarkan fındık ağaçlarından fındık topluyor, göz hakkı için.
Yayla olmazsa, sahilde kamp yapalım, demiştik.
Hava çok sert.
Otelde kalıyoruz.Bir güne neler neler sığıyor.
Dönüşte Selman’ ı yine farklı bir yola, Alaplı – Yığılca
yoluna sokuyorum.
Akşam hava durumu haberleri çok kötü.İsviçreli genci düşünüyoruz, çadırda kalıyor.
Hemen zamansız kaçış - acil bir gezi planlıyorum ulu ağaca.
Gürgen ve meşenin alev alev yanıp, yapraklarını
kızardığı, sarardığı bir zamana
30 Ekim ya da , 13 Kasım.
***//***
SİLVAN – SYLVIE - SELVİ
İsviçreli gencin adı SİLVAN.
Mağaraların birinde yanımıza yanaşan ama oralı,
Ereğlili olmadığı her halinden belli olan gence soruyorum.
-
Nerelisin?
-
Diyarbakırlıyım abi.
-
Neresinden?
-
SİLVAN-lıyım abi
İsviçreli gence, Silvan’ a sesleniyorum. Gelip Silvan-lı
genç ile tanışıyor.
Hiçbir şey tesadüf değildir.
Tesadüf olmayan başka o kadar çok şey var ki.
Aşağıdaki isimlerden hangisini alırsanız alın, hepsi SİLVAN ile ilgili, hepsi o kelimeden
türemiştir.
Hepsinin, yani
SİLVAN’ın, yani SELVİ
ormanın ana yurdu bu topraklardır, yani Suriye ve Lübnan’ı da
içine alan Anadolu topraklarıdır.
SİLVAN : İbranice’ deki anlamı “orman”.
SILVIE – SELVA – SİLVA ve Türkçe’ de SELVİ, aynı anlama
gelen SİLVAN’ın feminen halidir.
SELVİ : Yapraklarını dökmeyen uzun boylu kozalaklı bir ağaç
türüdür.
TRAN-SİLVAN-YA: Bugünkü Romanya’da ormanlık bir bölge
PEN-SİLVAN-YA :
ABD’ de orman bakımından zengin bir eyalet
***//***
İsviçreli genç SİLVAN ile
Diyarbakır’dan gelen SİLVAN-LI
genç Zonduldak – Ereğli’de Cehennem
Ağzı Mağaraları’nda nasıl karşılaşıyor ?
***//***
Bir de, bu topraklarda yaşamış PİR SİLVANUS vardır.
Kimi kaynaklar PİR SULTAN ABDAL’ın aslında PİR SİLVANUS
olduğundan söz eder. Konuyu Alevi tarih
yazıcılarına bırakalım.
PİR SİLVANUS bir aziz değildir, o, yedinci yüz yılda
yaşamış bir halk ozanıdır ve Bizans’ın baskıcı ve yok edici Ortodoks zulmüne karşı bu topraklarda, kökleri
Sümerlere, Hititlere kadar giden bin
yıllardır yaşayan Anadolu inancını savunmaktadır.
Pir Sultan ABDAL gibi, taşlanarak öldürülür, gelenek devam
eder.
O halde bir soru:
Neden sadece bu topraklarda olmak üzere mezarlıklara hep
SELVİ – SERVİ AĞACI dikilir?
SELVİ ağacı dikilir, çünkü bilinmeyen nedenin altında yatan
“sır” her dikilen SELVİ AĞACI, PİR SİLVANUS – PİR SULTAN ABDAL anısı yaşasın diyedir.
Her SELVİ – SERVİ ağacı dirençtir ve göğü delen başları ile
en az 2000 yıl yaşarlar.
Uzaklardan bakıldığında PİR SİLVANUS’un nöbete durmuş CANLARINI andırırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder