10 Şubat 2018 Cumartesi

HEM-RAH & EM-RAH & EMRE & DAVAR – TAVARİŞ – YOLDAŞ – YOLBAŞ


Yol, yolak yokken, at ve araba yokken herkes, yaya çıkardı yola. Ama, zorunlu olmadıkça kimse bir başına yola çıkmazdı. Eşkıya beklerdi dağ başlarında, yol-başlarında. Haramiler yol keserdi, can alırdı. Yola çıkmak isteyenler, ille de kendilerine bir yol-daş bulur öyle çıkardı.

-Şehere gidiyorum, gel bana yol-daşlık et, derdik.

Şimdi haramiler kılık değiştirdi belki, ama asıl ne yola çıkan kaldı ne de yol-daş. Yaya zamanlardan dilimizde kalan yol-daş kelimesi, sosyalist literatürün dilimize girmesi ile kendi anlamından çıkarak, politik bir söyleme dönüşmüştür.

Oysa, saf ve birinci anlamı ile birlikte yoldaş, aynı yola çıkan, aynı yolu yürüyen demektir.

Dilimizde bir isim olarak bulunmasına ve yaygın olarak kullanılmasına ve yol-daş ile aynı anlama gelmesine rağmen gerçek anlamını bilmeden kullandığımız, ama kelime analizine bakarsak, tam meramımızı anlatan bir kelime daha vardır:

HEM-RAH & EM-RAH & EM-RE

Hem kelimesi, “aynı” demektir. Biliyoruz.

Hem-cins
Hem-zemin
Hem-şire

Hem-şire, kelimesi başka bir yazının konusu olsun, ama yeri gelmişken geçerken değinelim.

Eskiler kız kardeşler için “kız kardeşim” demezler, “hem-şirem” derdi. Yani, hem-şire, yani aynı memeden süt içen demektir.
Şimdi “hem” kelimesini biliyoruz.

“Rah”, ne demek o halde
Bulmaca meraklıları bilir, “rah” kelimesini görünce hemen ve kolaydan karşılığına “yol”, diye yazarlar. Yol demektir “rah” kelimesi.

O halde “hem-rah” kelimesi isim olduğunda “aynı yola” giden, “hem-rahi” ise, aynı yolun yolcusu, demektir.
Dilimize Farsça’ dan ödünç olarak girmiş bir kelimedir.

***//***
Biraz ara verelim, yine hem-rahım Selman ile Eylül 2016 tarihinde yapmış olduğumuz KUZEY ANADOLU – KAÇKARLAR GEÇİŞİ etkinliğimizden bir anımıza dönelim.

KATIRCI YOLDAŞ
Katırcı Emrah Abi dede mesleğini, fırıncılığı meslek edinmiş kendine ta küçüklükten.

Burada, İspir’ de, Yusufeli’ nde, Pazar, Ardeşen, Çamlı Hemşin’ de yaşayanların ataları, Çarlık Rusyası’nda çalışırken öğrendikleri ile hep fırıncı, hep pastacı, hep duvar ustası olmuşlar ve kendileri de bir mirası devralır gibi, bu meslekleri devralmışlar ve başarı ile yürütüyorlar.
Emrah Abi de atalarından bir miras devralır gibi, fırıncılık mesleğini devralmış ve Ağrı, Muş, Van, Hakkari başta olmak üzere bütün Doğu Anadolu illerinde ve ilçelerinde fırıncılık yapmış.

Bize, fırıncılığı anlatıyor.
Bize, iyi bir ekmeğin ne demek olduğunu,

Bize, iyi bir unu,

Bize, hamurdaki enzimleri,
Bize, bir zamanlar utanarak yedikleri ama şimdi kıymete binen arpa ununu

Bize, o uzak diyarlarda nasıl fırıncılık yaptığını,
Anlatıyor Emrah Abi. Anlatırken mesleğine tutku ile bağlı ve mesleğinin inceliklerini bilen bir meslek erbabı gibi anlatıyor.

Bize, dedesinin İspirli Ermeni dostlarından, ta İspir’ den, Sıra Konaklar’ dan
( Hoçodur’dan )  sırtlarında ve  katırlarla hepi topu iki çuval meyve ve yemiş ile, dut kurusu, dut pekmezi ile ta buralara, yetmedi ta Karadeniz sahiline, ta Ardeşen’e, ta Atina’ya (Pazar’a) takasla meyve satmaya  gelen yoksul  Ermeni dostlarından söz ediyor.

Bize, katırların nasıl kör siste yol bulduklarını, nasıl at ve eşekten daha güçlü ve yol bulmakta usta olduklarını anlatıyor.
Dik bir kaya kütlesinin önüne geldiğimizde katırımız bir an duruyor.

-        Haydi oğlum, diyor Emrah Abi, bak nasıl hesap kitap ediyor kayayı.

Merakla katıra bakıyoruz hem-rahım Selman ile.
Derin bir nefes alıp, ağır bir halteri kaldıracak olan bir halterci gibi, katır önce derin bir nefes alıyor ve olanca yükü ile, tek bir hamlede o koca kaya kütlesine çıkıyor.
-        Tek burası sorundu bu yolda. Bu kaya kopup yola düşmüş, ondan, diyor Emrah Abi.

Yol boyunca pınarlardan içiyoruz kana kana. Asla derelerden akan kar sularını içmiyoruz.

Emrah Abi, bu dağlarda en güzel pınarın, suyu en güzel olan pınarın
Dibe Düzü’ ndeki  “Garibin Pınarı” olduğunu  söylüyor.

2008 yılında yaptığımız İKDOS etkinliğinde bu pınardan içtiğimi  hatırlıyorum.
Ama, bu sefer Dibe Düzü’ne uğramadan doğrudan Lanetleme Geçidi’ne gideceğimiz için, Garibin Pınarı’na uzak düşeceğiz ve sularından içemeyeceğiz.

Uzakta solda köylülerin bir zamanlar Dilber Düzü’ nden Dibe Düzü’ ne kestirmeden geçiş noktası olarak kullandıkları Pişovit Aşıt’ ı görünüyor, etkileyici.
Emrah Abi, hiçbir pınardan içmiyor.

Yanında matarada ya da başka bir şekilde su da taşımıyor.
Suyumuz var, teklif ediyoruz, pınarlardan avuçları ile veya eğilerek de içmiyor.

Soruyoruz.
-        Ben kendimi Laz Puarı’na saklıyorum, diyor Emrah Abi, pınarı “puar” olarak söylerken sanki özlediği bir dostu anar gibi, gözleri gülüyor.

Biz de merak ediyoruz bu Laz Puarı’nı.
Emrah Abi bize başka bir bilgi daha veriyor, bu kez farklı bir konu : Dondurma.

Bildiğimiz “kornet dondurmanın” ilk defa buralarda, Yusufeli’ ne bağlı  aşağıdaki köylerde, adı  “Kornet” olan bir köyde yapıldığını  söylüyor.
Şaşırıyoruz, isim benzerliği mi acaba, diyoruz.

Gerçekten de Yusufeli’ ne bağlı bir Kornet Köyü var, ama Kornet Dondurması ile ne ilgisi var, içten inanmak istiyorum doğrusu.
Doğrusu Emrah Abi ne güzel anlatıyor, sanki bir şarkiyatçı gibi, sanki bir gezgin gibi.
Ne bilgece konuşuyor, sakin ve yumuşak.

Hiçbir şey için iddialı konuşmuyor.
Ama, her yolun sonu olduğu gibi, Emrah Abi ve katırı ile de yolun sonuna yaklaşıyoruz.

Aslında planımız ve pansiyonda İsmail Hocam ile konuştuğumuzda biz Olgunlar’ dan Dibe Düzü’ ne gidecek, katır çantalarımızı oraya kadar taşıyacak ve biz oradan çantalarımızı yüklenerek Lanetleme Aşıtı’ nı geçecektik.
Ama, eksik olmasın İsmail Hocam, yüklerimizi katır ile ta Lanetleme Aşıtı’na kadar taşıması için Emrah Abi ile konuşmuş ve Emrah Abi de bunu  kabul etmiş.

Ne diyelim, bizim için bulunmaz bir olanak.
Yol bitiyor.

Emrah Abi’ de laf da bitiyor.
Lanetleme Aşıt’ na gelmeden Emrah Abi çok değerli bir şey bulmuş gibi, bize Laz Puarı’nı gösteriyor, işte ben bu pınardan içeceğim, diyor.

Önce Emrah Abi eğiliyor La Puarı’ndan su içmeye, kana kana içiyor. Sonra biz içiyoruz hem-rahım Selman ile Laz Puarı’ndan kana kana.
Şimdi anlıyoruz Emrah Abi’nin yol boyunca neden bir  yudum bile su içmeden kendini Laz Puarı’ na sakladığını.

Helal olsun, bu tutkudur işte, buralara sahip çıkan tutku.
Pınarın hemen yanındaki küçük düzlüğü  gösteriyor, katırla  gelmeseydiniz, orada kamp yapabilirdiniz, diyor.

Gerçekten de Kaçkar Geçişi için çok uygun bir kamp alanı.
Artık Lanetleme Aşıtı’ındayız.

Bu aşıta “lanetleme” adını  kim vermiş bilinmez ama, buraya gelmeden “Dilber Düzü” ana kampına ona bu adı verenin İsmail Hocam’ın babası olduğunu  öğrenmiştik kendisinden.
Karadeniz tarafından gelen yoğun sis burada asılı kalıp geçidi aşmakta  zorluk çıkardığından olsa, bu geçide lanetleme geçidi  demişler. Ne olursa olsun, güzelim bir coğrafya “lanet” kelimesi ile anılmamalı, kullanılmamalıdır.

-        İşte, diyor Emrah Abi, burası Artvin toprakları, bir adım yanım, Rize toprakları, bu kadar yakınız birbirimize.

-        Peki neden bu pınara Laz Pınarı denmiş, bildiğim kadarıyla buralarda Lazlar yaşamıyor. Yoksa Laz bir usta mı yapmış bu pınarı.

-        Yok, hayır, sadece buradan sonrası Lazların topraklarına geçiş olduğu için bu isim verilmiş.

Artık Emrah Abi ve katırına veda vakti.
Ama, Emrah Abi’ nin onca anlattıkları, ondan onca öğrendiklerimize karşılık bizim de bir şeyler yapmamız gerekir, maddi olmayan bir karşılığı olmalı bütün bu anlatılanların.

-        Peki Emrah Abi, buraya kadar nasıl geldik, fark edemedik bile. Öyle güzel şeyler anlattın ki bize, o kadar bilmediğimiz şeyler öğrendik ki senden, var rol.

-        Ne demek, anlattıklarımızın ne kıymeti var ki?

-        Öyle demeyin Emrah Abi. Biz sana hakkını ödeyemeyiz. Şimdi ben de sana bir bilgi vereyim mi?

-        Estağfurullah

-        Bak Emrah Abi, sen adının anlamını biliyor musun ?

-        Evet, biliyorum.

-        Nedir senin adının anlamı?

-        Bizim buralarda canın sıkılınca “emrahım dağılsa rahatlasam”, deriz.

-        Yani, bir tür sıkıntı

-        Evet

-        Başka ne anlamı var?

-        Başka, bir de sözlüğe baktım.

-        Ne yazıyordu sözlükte?

-        Şarkıcı, türkücü yazıyordu.

Sözlükte Emrah kelimesinin karşılığında bunların yazıyor olması dil ve kültür adına içimi sızlatıyor. Yazık.

-        Peki, bizim halk edebiyatında kaç Emrah var, bilir misin?

-        Benim bildiğim bir Erzurumlu Emrah var.

-        Bir de Ercişli Emrah var.

-        Peki Emrah Abi, tekrar dönelim Emrah kelimesinin anlamına. Senin bu söylediklerinin hiç birisi Emrah kelimesinin karşılığı değil.

-        Bilemeyiz ki.

-        O zaman anlatayım sana.

-        Anlat

-        Bak şimdi, senin adının başındaki “em” hecesi aslında “hem” dir ve Farsça bir kelimedir. Türkçe isimler kural olarak “h” harfi ile başlamadığı için ve Türkçe ses uyumundan dolayı kelimenin başındaki “h” harfi düşer ve geriye “em” kalır ve Farsça “hem” kelimesinin anlamı “aynı, bir, benzer” demektir. Örneğin, “hem zemin”, toprak ile aynı zemin, demektir. Örneğin, “hemşire” aynı sütü içen demektir. Yani eskilerin doğru olarak kullandığı gibi “kız kardeş” demektir. Biz şimdi aynı anlamı taşımayacak şekilde “hemşireye” kız kardeş diyoruz, neyse bu başka bir konu. Başka örnekler de var, hem cins, hem fikir.

-        Doğru diyorsun Recep Bey.

-        Peki gelelim senin adındaki, yani Emrah’taki ikinci heceye “rah”.

-        O ne demek?

-        Senin adındaki ikinci hece olan “rah”, yine Farsça bir kelimedir ve Türkçe “yol” demektir. Farsiler senin adını nasıl söyler bilir misin?

-        Bilmem

-        Senin adını  Farsiler “homrah – hamrah – hemrah” diye söylerler.

Emrah Abi anlattıklarımı dikkatle dinlerken, hem gülümsüyor hem de öğrendiklerine şaşırıyor ve bütün bunların ardından ne çıkacağını merakla bekliyor.
Selman hem-rahım ise, “yahu söyle de adamı çatlatma” der gibi  arada kaş altından bana bakıyor.

-        Peki ikisinin anlamı nedir Recep  Bey? ,

-        İkisinin anlamı, yani em-rah ya da hem-rah, “aynı yola giden, aynı yolda giden”, demektir.

-        Yani?

-        Yani, “yoldaş” demektir. Biz nedense yoldaş kelimesini hep siyasi olarak kullanır ve asıl anlamını hep göz ardı ederiz.

-        Bilmiyordum Recep Bey.

-        Yani Emrah Abi, senin Farsça olan adının Türkçe anlamı ve karşılığı “yoldaş” demektir. Yani Emrah Abi, sen bizim Emrah Abimiz değil, “yoldaşımızsın”, onca yol geldik, bunu fazlasıyla hak ettin.

Emrah Abi, sabırla dinlediklerinden sonra şaşkınlıkla öğrendikleri karşısında o kadar mutluydu ki. Selman hem-rahıma, Emrah Abi’ nin telefonunu kaydederken “Yoldaş Katırcı”, diye kaydet, diyorum. Gülümsüyoruz.
Dağlar, dereler, kurtlar, kuşlar, insanlar, hep böyle şeyler öğretiyor insana, biz hep böyle şeyler öğreniyoruz insanlardan. Son söz olarak Emrah Abi’ ye Nazım’ın ölümsüz şiirlerinden  bir dize söylüyorum bizim köylüleri  en iyi anlatan bir dize :

(…)
onlar ki
topraktan öğrenen,
kitapsız bilendir
(…)

Bir kitapsız bilendi Emrah Abi bizim için. Ne güzel öğrenmek.
Veda etmeden bize son bir ikramda bulunuyor Emrah Abi.

-        Seneye zirveye çıkmak için gelmeyin. Seneye ben sizi çok güzel yaylalara götürürüm, ta Davalı Yaylası’na gideriz. Eşyalarınızı katıra yükleriz, keyifli bir yayla turu yaparsınız.

Ne diyelim, bu teklife, daha doğrusu ikrama inanamıyoruz Selman ile. Hemen gelecek senenin yaylalar gezisi planlarını yapıyoruz.
Onca yol geldik, onca söz eyledik, hepsi tükendi.
Artık, veda vakti.

Emrah Abi ile vedalaşıyoruz, eski bir dosttan, kadim bir dosttan ayrılmanın hüznü, bir güzel insan tanımış olmanın mutluluğu var yüzümüzde ve yüreğimizde.
***//***

Hem-rah var ise, buradan kolaylıkla EM-RAH veya EM-RE isimlerine geçebiliriz artık.
DAVAR – TAVARİŞ- YOLDAŞ

Ruslar “ avariş” kelimesini “yoldaş” anlamında  çok önceden beri  kullanıyordu,  tıpkı Türklerin “ yoldaş”  kelimesini  çok önceden beri  kullandıkları  gibi.
Ama, Türkçe’ de olduğu gibi, Rusça’ da da “tavariş – yoldaş”  kelimesine  politik bir  anlam yüklendiğinde Ekim Devrimi’nden önce ve sonra Rusça’ da ve sonra bütün Sovyetlerde ve belki de bütün dünyada  en çok kullanılan kelime “ tavariş – yoldaş” kelimesi  olmuştur.

Bütün Bolşevikler değil sadece, Rus köylüleri de, Sovyet köylüleri de, insanları da birbirlerine hep “tavariş – yoldaş”, diye seslenir oldular.
Siz bakmayın şimdilerde ve artık bu kelimelerin hem Türkçe’ de hem de Rusça’ da alaya alındığına, en güzel yakınlık ifadeleri saklıdır bu kelimelerde.

İyi ama, bu “ tavariş”  kelimesinin Rus  diline Türkçe “tovar-tavar-davar”  kelimesinden  ödünç olarak geçmiş olduğunu  söylersek ne olacak ?
“Davar”  kelimesi  her ne kadar  koyun – keçi  sürüsü  için kullanılsa da, geniş  anlamı ile  “mal”  karşılığında  kullanılır.

Eskiden insanlar kendi varlıklarını anlatmak veya karşısındakine sormak için , “şu  kadar baş malım var “ der veya  “kaç baş malın var”, diye  sorarlardı.
Davar, mal ise, buradan çıkan bölüşüm ve paylaşım bizi “davariş-tavariş” kelimesine “aynı  malı  paylaşan” kelimesine götürür.

Davar kelimesinden “tavariş” ve aynı  anlama gelmek  üzere  “yoldaş”  kelimesini  biz  Türkler  değil, ama Ruslar  bulmuşlar  ve kullanmışlardır.

Dil böyle bir şeydir.
Belki de en çok Yoldaş Stalin ‘ in o veciz  sözünden sonra  kullanılır  olmuştur 
“tavariş – yoldaş” kelimesi.

Rusçası ile söylersek
“Eta li sluçayni tavarişi? Nyet, eta ni sluçayni, tavarişi.

Türkçe karşılığı ise,
“Bu bir tesadüf mü yoldaşlar? Hayır, bu bir tesadüf değildir, yoldaşlar.”

Stalin Yoldaş, “bu bir tesadüf mü”, diye sorarken, cevabını da yine kendisi  verir “hayır, bu bir tesadüf değildir.”
Hiçbir şey tesadüf değildir aslında.

YOL-BAŞ
Yol-baş kelimesi ise, benim kendi sözlüğümden bir kelimedir.

İnsanın yola çıkarken, kendisine bir yol-daş bulmasından önce, yolun başında onu bekleyen bir YOL-BAŞ’ın olması gerekir.
Yola çıkın, “yol-başınız” sizi bekliyor.

Erzurumlu ve Ercişli Em-rahlar da.


Muhabbetle,

Aşk illa ki  
Recep Babayiğit

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder