Yol, yolak yokken, at ve
araba yokken herkes, yaya çıkardı yola. Ama, zorunlu olmadıkça kimse bir başına
yola çıkmazdı. Eşkıya beklerdi dağ başlarında, yol-başlarında. Haramiler yol
keserdi, can alırdı. Yola çıkmak isteyenler, ille de kendilerine bir yol-daş
bulur öyle çıkardı.
-Şehere gidiyorum, gel bana
yol-daşlık et, derdik.
Şimdi haramiler kılık
değiştirdi belki, ama asıl ne yola çıkan kaldı ne de yol-daş. Yaya zamanlardan
dilimizde kalan yol-daş kelimesi, sosyalist literatürün dilimize girmesi ile kendi
anlamından çıkarak, politik bir söyleme dönüşmüştür.
Oysa, saf ve birinci anlamı
ile birlikte yoldaş, aynı yola çıkan, aynı yolu yürüyen demektir.
Dilimizde bir isim olarak bulunmasına
ve yaygın olarak kullanılmasına ve yol-daş ile aynı anlama gelmesine rağmen gerçek
anlamını bilmeden kullandığımız, ama kelime analizine bakarsak, tam meramımızı anlatan
bir kelime daha vardır:
HEM-RAH & EM-RAH & EM-RE
Hem kelimesi, “aynı”
demektir. Biliyoruz.
Hem-cins
Hem-zeminHem-şire
Hem-şire, kelimesi başka bir yazının konusu olsun, ama yeri gelmişken geçerken değinelim.
Eskiler kız kardeşler için “kız
kardeşim” demezler, “hem-şirem” derdi. Yani, hem-şire, yani aynı memeden süt
içen demektir.
Şimdi “hem” kelimesini biliyoruz.
“Rah”, ne demek o halde
Bulmaca meraklıları bilir, “rah”
kelimesini görünce hemen ve kolaydan karşılığına “yol”, diye yazarlar. Yol
demektir “rah” kelimesi.
O halde “hem-rah” kelimesi
isim olduğunda “aynı yola” giden, “hem-rahi” ise, aynı yolun yolcusu, demektir.
Dilimize Farsça’ dan ödünç olarak
girmiş bir kelimedir.
***//***
Biraz ara verelim, yine hem-rahım Selman
ile Eylül 2016 tarihinde yapmış olduğumuz KUZEY ANADOLU – KAÇKARLAR GEÇİŞİ etkinliğimizden bir anımıza
dönelim.
KATIRCI YOLDAŞ
Katırcı Emrah Abi dede mesleğini, fırıncılığı meslek
edinmiş kendine ta küçüklükten.
Burada, İspir’ de, Yusufeli’ nde, Pazar, Ardeşen, Çamlı
Hemşin’ de yaşayanların ataları, Çarlık Rusyası’nda çalışırken öğrendikleri ile
hep fırıncı, hep pastacı, hep duvar ustası olmuşlar ve kendileri de bir mirası
devralır gibi, bu meslekleri devralmışlar ve başarı ile yürütüyorlar.
Emrah Abi de atalarından bir miras devralır gibi,
fırıncılık mesleğini devralmış ve Ağrı, Muş, Van, Hakkari başta olmak üzere
bütün Doğu Anadolu illerinde ve ilçelerinde fırıncılık yapmış.
Bize, fırıncılığı anlatıyor.
Bize, iyi bir ekmeğin ne demek olduğunu,Bize, iyi bir unu,
Bize, hamurdaki enzimleri,
Bize, bir zamanlar utanarak yedikleri ama şimdi kıymete binen
arpa ununu
Bize, o uzak diyarlarda nasıl fırıncılık yaptığını,
Anlatıyor Emrah Abi. Anlatırken mesleğine tutku ile bağlı
ve mesleğinin inceliklerini bilen bir meslek erbabı gibi anlatıyor.
Bize, dedesinin İspirli Ermeni dostlarından, ta İspir’ den,
Sıra Konaklar’ dan
( Hoçodur’dan )
sırtlarında ve katırlarla hepi
topu iki çuval meyve ve yemiş ile, dut kurusu, dut pekmezi ile ta buralara,
yetmedi ta Karadeniz sahiline, ta Ardeşen’e, ta Atina’ya (Pazar’a) takasla
meyve satmaya gelen yoksul Ermeni dostlarından söz ediyor.
Bize, katırların nasıl kör siste yol bulduklarını, nasıl at
ve eşekten daha güçlü ve yol bulmakta usta olduklarını anlatıyor.
Dik bir kaya kütlesinin önüne geldiğimizde katırımız bir an
duruyor.- Haydi oğlum, diyor Emrah Abi, bak nasıl hesap kitap ediyor kayayı.
Merakla katıra bakıyoruz hem-rahım Selman ile.
Derin bir nefes alıp, ağır bir halteri kaldıracak olan bir
halterci gibi, katır önce derin bir nefes alıyor ve olanca yükü ile, tek bir
hamlede o koca kaya kütlesine çıkıyor.
-
Tek burası sorundu bu yolda. Bu kaya
kopup yola düşmüş, ondan, diyor Emrah Abi.
Yol boyunca pınarlardan içiyoruz kana kana. Asla derelerden
akan kar sularını içmiyoruz.
Emrah Abi, bu dağlarda en güzel pınarın, suyu en güzel olan
pınarın
Dibe Düzü’ ndeki “Garibin
Pınarı” olduğunu söylüyor.
2008 yılında yaptığımız İKDOS etkinliğinde bu pınardan
içtiğimi hatırlıyorum.
Ama, bu sefer Dibe Düzü’ne uğramadan doğrudan Lanetleme
Geçidi’ne gideceğimiz için, Garibin Pınarı’na uzak düşeceğiz ve sularından
içemeyeceğiz.
Uzakta solda köylülerin bir zamanlar Dilber Düzü’ nden Dibe
Düzü’ ne kestirmeden geçiş noktası olarak kullandıkları Pişovit Aşıt’ ı
görünüyor, etkileyici.
Emrah Abi, hiçbir pınardan içmiyor.
Yanında matarada ya da başka bir şekilde su da taşımıyor.
Suyumuz var, teklif ediyoruz, pınarlardan avuçları ile veya
eğilerek de içmiyor.
Soruyoruz.
-
Ben kendimi Laz Puarı’na saklıyorum,
diyor Emrah Abi, pınarı “puar” olarak söylerken sanki özlediği bir dostu anar
gibi, gözleri gülüyor.
Biz de merak ediyoruz bu Laz Puarı’nı.
Emrah Abi bize başka bir bilgi daha veriyor, bu kez farklı
bir konu : Dondurma.
Bildiğimiz “kornet dondurmanın” ilk defa buralarda,
Yusufeli’ ne bağlı aşağıdaki köylerde,
adı “Kornet” olan bir köyde
yapıldığını söylüyor.
Şaşırıyoruz, isim benzerliği mi acaba, diyoruz.
Gerçekten de Yusufeli’ ne bağlı bir Kornet Köyü var, ama
Kornet Dondurması ile ne ilgisi var, içten inanmak istiyorum doğrusu.
Doğrusu Emrah Abi ne güzel anlatıyor, sanki bir şarkiyatçı
gibi, sanki bir gezgin gibi.Ne bilgece konuşuyor, sakin ve yumuşak.
Hiçbir şey için iddialı konuşmuyor.
Ama, her yolun sonu olduğu gibi, Emrah Abi ve katırı ile de
yolun sonuna yaklaşıyoruz.
Aslında planımız ve pansiyonda İsmail Hocam ile
konuştuğumuzda biz Olgunlar’ dan Dibe Düzü’ ne gidecek, katır çantalarımızı
oraya kadar taşıyacak ve biz oradan çantalarımızı yüklenerek Lanetleme Aşıtı’
nı geçecektik.
Ama, eksik olmasın İsmail Hocam, yüklerimizi katır ile ta
Lanetleme Aşıtı’na kadar taşıması için Emrah Abi ile konuşmuş ve Emrah Abi de bunu kabul etmiş.
Ne diyelim, bizim için bulunmaz bir olanak.
Yol bitiyor.
Emrah Abi’ de laf da bitiyor.
Lanetleme Aşıt’ na gelmeden Emrah Abi çok değerli bir şey
bulmuş gibi, bize Laz Puarı’nı gösteriyor, işte ben bu pınardan içeceğim,
diyor.
Önce Emrah Abi eğiliyor La Puarı’ndan su içmeye, kana kana
içiyor. Sonra biz içiyoruz hem-rahım Selman ile Laz Puarı’ndan kana kana.
Şimdi anlıyoruz Emrah Abi’nin yol boyunca neden bir yudum bile su içmeden kendini Laz Puarı’ na
sakladığını.
Helal olsun, bu tutkudur işte, buralara sahip çıkan tutku.
Pınarın hemen yanındaki küçük düzlüğü gösteriyor, katırla gelmeseydiniz, orada kamp yapabilirdiniz,
diyor.
Gerçekten de Kaçkar Geçişi için çok uygun bir kamp alanı.
Artık Lanetleme Aşıtı’ındayız.
Bu aşıta “lanetleme” adını
kim vermiş bilinmez ama, buraya gelmeden “Dilber Düzü” ana kampına ona
bu adı verenin İsmail Hocam’ın babası olduğunu
öğrenmiştik kendisinden.
Karadeniz tarafından gelen yoğun sis burada asılı kalıp
geçidi aşmakta zorluk çıkardığından
olsa, bu geçide lanetleme geçidi
demişler. Ne olursa olsun, güzelim bir coğrafya “lanet” kelimesi ile anılmamalı,
kullanılmamalıdır.
-
İşte, diyor Emrah Abi, burası Artvin
toprakları, bir adım yanım, Rize toprakları, bu kadar yakınız birbirimize.
-
Peki neden bu pınara Laz Pınarı denmiş,
bildiğim kadarıyla buralarda Lazlar yaşamıyor. Yoksa Laz bir usta mı yapmış bu
pınarı.
-
Yok, hayır, sadece buradan sonrası Lazların
topraklarına geçiş olduğu için bu isim verilmiş.
Artık Emrah Abi ve katırına veda vakti.
Ama, Emrah Abi’ nin onca anlattıkları, ondan onca
öğrendiklerimize karşılık bizim de bir şeyler yapmamız gerekir, maddi olmayan
bir karşılığı olmalı bütün bu anlatılanların.
-
Peki Emrah Abi, buraya kadar nasıl
geldik, fark edemedik bile. Öyle güzel şeyler anlattın ki bize, o kadar
bilmediğimiz şeyler öğrendik ki senden, var rol.
-
Ne demek, anlattıklarımızın ne kıymeti
var ki?
-
Öyle demeyin Emrah Abi. Biz sana hakkını
ödeyemeyiz. Şimdi ben de sana bir bilgi vereyim mi?
-
Estağfurullah
-
Bak Emrah Abi, sen adının anlamını biliyor
musun ?
-
Evet, biliyorum.
-
Nedir senin adının anlamı?
-
Bizim buralarda canın sıkılınca “emrahım
dağılsa rahatlasam”, deriz.
-
Yani, bir tür sıkıntı
-
Evet
-
Başka ne anlamı var?
-
Başka, bir de sözlüğe baktım.
-
Ne yazıyordu sözlükte?
-
Şarkıcı, türkücü yazıyordu.
Sözlükte Emrah kelimesinin karşılığında bunların yazıyor
olması dil ve kültür adına içimi sızlatıyor. Yazık.
-
Peki, bizim halk edebiyatında kaç Emrah
var, bilir misin?
-
Benim bildiğim bir Erzurumlu Emrah var.
-
Bir de Ercişli Emrah var.
-
Peki Emrah Abi, tekrar dönelim Emrah
kelimesinin anlamına. Senin bu söylediklerinin hiç birisi Emrah kelimesinin
karşılığı değil.
-
Bilemeyiz ki.
-
O zaman anlatayım sana.
-
Anlat
-
Bak şimdi, senin adının başındaki “em”
hecesi aslında “hem” dir ve Farsça bir kelimedir. Türkçe isimler kural olarak “h”
harfi ile başlamadığı için ve Türkçe ses uyumundan dolayı kelimenin başındaki “h”
harfi düşer ve geriye “em” kalır ve Farsça “hem” kelimesinin anlamı “aynı, bir,
benzer” demektir. Örneğin, “hem zemin”, toprak ile aynı zemin, demektir.
Örneğin, “hemşire” aynı sütü içen demektir. Yani eskilerin doğru olarak
kullandığı gibi “kız kardeş” demektir. Biz şimdi aynı anlamı taşımayacak
şekilde “hemşireye” kız kardeş diyoruz, neyse bu başka bir konu. Başka örnekler
de var, hem cins, hem fikir.
-
Doğru diyorsun Recep Bey.
-
Peki gelelim senin adındaki, yani Emrah’taki
ikinci heceye “rah”.
-
O ne demek?
-
Senin adındaki ikinci hece olan “rah”, yine
Farsça bir kelimedir ve Türkçe “yol” demektir. Farsiler senin adını nasıl
söyler bilir misin?
-
Bilmem
-
Senin adını Farsiler “homrah – hamrah – hemrah” diye
söylerler.
Emrah Abi anlattıklarımı dikkatle dinlerken, hem gülümsüyor
hem de öğrendiklerine şaşırıyor ve bütün bunların ardından ne çıkacağını merakla
bekliyor.
Selman hem-rahım ise, “yahu söyle de adamı çatlatma” der
gibi arada kaş altından bana bakıyor.
-
Peki ikisinin anlamı nedir Recep Bey? ,
-
İkisinin anlamı, yani em-rah ya da
hem-rah, “aynı yola giden, aynı yolda giden”, demektir.
-
Yani?
-
Yani, “yoldaş” demektir. Biz nedense
yoldaş kelimesini hep siyasi olarak kullanır ve asıl anlamını hep göz ardı ederiz.
-
Bilmiyordum Recep Bey.
-
Yani Emrah Abi, senin Farsça olan adının
Türkçe anlamı ve karşılığı “yoldaş” demektir. Yani Emrah Abi, sen bizim Emrah
Abimiz değil, “yoldaşımızsın”, onca yol geldik, bunu fazlasıyla hak ettin.
Emrah Abi, sabırla dinlediklerinden sonra şaşkınlıkla
öğrendikleri karşısında o kadar mutluydu ki. Selman hem-rahıma, Emrah Abi’ nin telefonunu kaydederken
“Yoldaş Katırcı”, diye kaydet, diyorum. Gülümsüyoruz.
Dağlar, dereler, kurtlar, kuşlar, insanlar, hep böyle şeyler
öğretiyor insana, biz hep böyle şeyler öğreniyoruz insanlardan. Son söz olarak
Emrah Abi’ ye Nazım’ın ölümsüz şiirlerinden
bir dize söylüyorum bizim köylüleri
en iyi anlatan bir dize :
(…)
onlar kitopraktan öğrenen,
kitapsız bilendir
(…)
Bir kitapsız bilendi Emrah Abi bizim için. Ne güzel
öğrenmek.
Veda etmeden bize son bir ikramda bulunuyor Emrah Abi.
-
Seneye zirveye çıkmak için gelmeyin.
Seneye ben sizi çok güzel yaylalara götürürüm, ta Davalı Yaylası’na gideriz.
Eşyalarınızı katıra yükleriz, keyifli bir yayla turu yaparsınız.
Ne diyelim, bu teklife, daha doğrusu ikrama inanamıyoruz Selman
ile. Hemen gelecek senenin yaylalar gezisi planlarını yapıyoruz.
Onca yol geldik, onca söz eyledik, hepsi tükendi.Artık, veda vakti.
Emrah Abi ile vedalaşıyoruz, eski bir dosttan, kadim bir
dosttan ayrılmanın hüznü, bir güzel insan tanımış olmanın mutluluğu var yüzümüzde
ve yüreğimizde.
***//***
Hem-rah var ise, buradan
kolaylıkla EM-RAH veya EM-RE isimlerine geçebiliriz artık.
DAVAR – TAVARİŞ- YOLDAŞ
Ruslar “ avariş” kelimesini
“yoldaş” anlamında çok önceden beri kullanıyordu,
tıpkı Türklerin “ yoldaş”
kelimesini çok önceden beri kullandıkları
gibi.
Ama, Türkçe’ de olduğu gibi,
Rusça’ da da “tavariş – yoldaş”
kelimesine politik bir anlam yüklendiğinde Ekim Devrimi’nden önce ve
sonra Rusça’ da ve sonra bütün Sovyetlerde ve belki de bütün dünyada en çok kullanılan kelime “ tavariş – yoldaş”
kelimesi olmuştur.
Bütün Bolşevikler değil
sadece, Rus köylüleri de, Sovyet köylüleri de, insanları da birbirlerine hep “tavariş
– yoldaş”, diye seslenir oldular.
Siz bakmayın şimdilerde ve
artık bu kelimelerin hem Türkçe’ de hem de Rusça’ da alaya alındığına, en güzel
yakınlık ifadeleri saklıdır bu kelimelerde.
İyi ama, bu “ tavariş” kelimesinin Rus diline Türkçe “tovar-tavar-davar” kelimesinden
ödünç olarak geçmiş olduğunu
söylersek ne olacak ?
“Davar” kelimesi
her ne kadar koyun – keçi sürüsü
için kullanılsa da, geniş anlamı
ile “mal” karşılığında
kullanılır.
Eskiden insanlar kendi
varlıklarını anlatmak veya karşısındakine sormak için , “şu kadar baş malım var “ der veya “kaç baş malın var”, diye sorarlardı.
Davar, mal ise, buradan
çıkan bölüşüm ve paylaşım bizi “davariş-tavariş” kelimesine “aynı malı
paylaşan” kelimesine götürür.
Davar kelimesinden “tavariş”
ve aynı anlama gelmek üzere
“yoldaş” kelimesini biz
Türkler değil, ama Ruslar bulmuşlar
ve kullanmışlardır.
Dil böyle bir şeydir.
Belki de en çok Yoldaş
Stalin ‘ in o veciz sözünden sonra kullanılır
olmuştur “tavariş – yoldaş” kelimesi.
Rusçası ile söylersek
“Eta li sluçayni tavarişi? Nyet, eta ni sluçayni, tavarişi.
Türkçe karşılığı ise,
“Bu bir tesadüf mü yoldaşlar?
Hayır, bu bir tesadüf değildir, yoldaşlar.”
Stalin Yoldaş, “bu bir tesadüf
mü”, diye sorarken, cevabını da yine kendisi
verir “hayır, bu bir tesadüf değildir.”
Hiçbir şey tesadüf değildir
aslında.
YOL-BAŞ
Yol-baş kelimesi ise, benim
kendi sözlüğümden bir kelimedir.
İnsanın yola çıkarken,
kendisine bir yol-daş bulmasından önce, yolun başında onu bekleyen bir YOL-BAŞ’ın olması
gerekir.
Yola çıkın, “yol-başınız” sizi
bekliyor.
Erzurumlu ve Ercişli Em-rahlar da.
Muhabbetle,
Aşk illa ki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder