Sanki
kağıt tamamen kırpılacak ve sihirbazın eli boş kalacak sanırdık.
Oysa biraz sonra kağıt kırpma işi biter, sihirbaz elinde tuttuğu son kağıt parçasını köşelerinden tutup havaya doğru silkeler ve ortaya nefis bir dantel çıkardı, kağıttan dantel.
Sinema
filmlerinde birbiri ardına gelen kareler saniyede 24 adettir. Aslında 24 kare
bir görüntü oluyor, film şeridi hızla aktığından hareket oluşuyor.
Montaj
sırasında istenmeyen veya görüntü kalitesi düşük olan kareler film
şeritlerinden kırpılabiliyor.
En
çok ve yaygın kırpma ise her daim var olan sansür dönemlerine denk geliyor
olmalıdır.
ALTMIŞLI YILLARIN ÇORUM SİNEMALARI
Çocukken çok az paramız olurdu. Olan paramızla arada bir sinemaya giderdik.
O
günkü, altmışların Çorum’unda üç sinema salonu vardı.
Yalçın Sineması, Turan Sineması ve Saray Sineması.
Yalçın
Sineması daha çok tarihi Türk filmleri gösterir, bilet fiyatları bize göre orta
seviyede olurdu.
Bu
kurum sinema seyircisinden kazanamadığı parayı Çorum’a gelen ve sahne olarak
Yalçın Sinemasını seçen turnelerden kazanırdı.
Turnelerle
Türk sinemasının bilinen kadın ve erkek simaları da sahneye çıkarlardı.
Turan Sineması ise Yalçın Sineması düzeyinde filmler göstermesine rağmen, en düşük ücreti alırdı.
O
sinemaya daha çok sanayide çalışan çıraklar, kalfalar, yani emekçi
kardeşlerimiz giderdi.
Genellikle düzeyli yabancı filmler gösteren Saray Sineması’nın bilet ücretleri hepsinden yüksekti.
Az
ve kısıtlı param olsa da Saray Sineması’na giderdim.
Bunun
birkaç nedeni vardı, birincisi yabancı filmler gösterirdi ve filmler renkli ve
o yılların ikonik tanımıyla CinemaScope’tu (Sinemaskop).
İkincisi
Saray Sinemasının seyirci profili hemen fark edilirdi.
Film
başlamadan önce ve film arasında gazete satıcısı dolaşırdı kendine has sesiyle.
Demek ki gazete okuyucusu olan bir seyircisi vardı sinemanın.
Öte
yandan film başlamadan ve film arasında geniş, yüksek tavanlı ve güzel
düzenlenmiş fuayede bankoların arkasında, kolalı beyaz gömlekleriyle garsonlar
meşrubat satışı yaparlardı.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, koltukları son derece rahat, temiz, aydınlatması hoş, sahne perdesi bordo renkli kıvrımlı kadifedendi. Alt kat, yani salon koltukları katlanır şekilde, meşe ağacından, çapağı, çatlağı, pürüzü olmayan cilalı ve günlük olarak silinen koltuklardı ve bütün bunlar seyirci üzerinde olumlu etki bırakırdı.
Film
başlamadan önce ve aralarda salon karanlık olmaz, film izlemeye gelenler, genç
kızlar ve kadınlar, çocuklar karanlıktan dolayı tedirgin olmazlardı.
Balkon tarifesi biraz daha yüksek olurdu, zira oranın koltukları yaylı ve kadife kaplıydı.
Balkonu
ise daha çok aileler, genç hanımlar tercih ederlerdi.
FİLM İZLERKEN DUYALAN RİTMİK SES
Hep
salon bileti alırdım.
Salondaki
sıralar aralarında en az iki metre yürüme koridoru olacak şekilde sol, orta ve
sağ olmak üzere üç dizi, üç blok halindeydi.
Ortadaki dizi en uzun ve en geniş diziydi.
…/…
Saray
Sineması arada Türk filmleri de gösterirdi.
Türk
filmi izlerken, “Pat” diye, bir ses duyardım. Ses orta dizinin en solundan
gelirdi.
Sanki
birisi, eskiden havalı çıkış tabancalarının bulunmadığı dönemlerde atletizm
koşularına start vermek için koşu hakeminin katlanır iki tahta plakayı
birbirine vurduğunda çıkan ses benzeri, iki tahta plakayı birbirine vururdu.
Saniye
geçmeden benzer ikinci ses gelirdi aynı diziden.
Sonra
sesler saniyelerden de hızlı bir şekilde pat pat pat diye hızlı ve ritmik bir
şekilde sürer giderdi. Ses bir süre sonra aniden kesilirdi.
Sesin
nereden geldiğini bilirdim, lakin sesin nedenini bilemezdim o küçük çocuk
halimle.
Ses aniden neden kesilirdi, onu da bilemezdim.
Sol yanımda oturan kişi de birden ayağa kalktığında, o sesin, iki tahtanın birbirine vurulduğunda çıkan sesin kaynağını artık anlardım.
Sol
yanımda oturan kişi katlanır tahta koltuğundan birden ayağa kalktığında
katlanır meşe koltuk aniden geriye çarpar ve çarpma etkisiyle benim merak
ettiğim ses çıkardı.
Ben kalkınca da aynı ses çıkardı, benden sonra sağ yanımdaki kalkınca da çıkıyordu bu ses. Orta dizide oturan herkes sırayla koltuğundan kalktığında ritmik bir tahtaya vuruş sesi çıkardı ortaya.
Merak ederdim, neden herkes, bütün oturanlar aynı anda ayağa kalkmazdı ve neden tek ve yüksek bir “Pat” sesi çıkmazdı?
Sol yanımda oturan ayağa kalktığı için ben, ben ayağa kalktığım içinde sağ yanımda oturan ayağa kalkıyordu.
Sanki bir kural vardı, önce dizinin başında oturan kalkardı ayağa, diğerleri onu takip ederdi ve patır patır veya tak tak sesleri gelirdi her ayağa kalkanın geriye çarpan tahta koltuğundan.
Deneysel
sinema için bu ritüelin kayıtları yapılmış mıdır, bilemiyorum.
Zira yapılan iş bir tür ritüeldi adeta.
![]() |
Katlanır ahşap sinema koltukları |
Sanki namaz kılanların rüku ve secdeye kapanması gibiydi ayağa kalkışlar.
Nedendir
bilinmez camilerde topluca kılınan namazlarda da saflar aynı anda rüku ve
secdeye varmazlar. Sağlık koşulları ve fiziki kısıtlamalar bir yana tamamı
sağlıklı bir cemaat bile olsa ne rüku ne de secde aynı anda gerçekleşmez.
Bunun sakıncalı bir tarafı olmadığı gibi, aksine, bir dalgalanmayı, bir ritmi yansıttığı için ritüele yakın bir görsellik çıkar ortaya.
FİLM ŞERİTLERİNDEN KIRPILANLAR
Sonraki
yıllarda okuduğum kitaplarda karşılaştığım karakterleri, olayları günlük
hayatımda da görür gibi olurdum.
Şu
adam veya şu kadın o romanın kahramanına ne kadar da benzerdi.
Evet, “Ben de benzer bir olayla karşılaşmıştım,” dediğim çok yazılar okumuştum.
Kitaplarda
okuduklarımı bir kanara not edebilme, onlardan fotokopi, fotoğraf alıp saklama
imkanım olurdu.
Ama film şeritleri hızla akarken, o an aklımda kalan karakterler, olaylar, yerler daha sonra uçup giderdi.
Bunun
da bir çaresini bulmalıydım.
Film
şeritlerinden kareler kırpabilirdim.
Sinemacı değilim, film makinisti hiç değilim.
Film
şeritlerinden kırptıklarım gerçek hayatta, başka bir konu vesilesiyle çıkardı
karşıma.
Karşıma çıkanlara çok şaşırdım.
I
FİLM :
PEMBE KADIN
KIRPILAN ŞERİT : TOM TOM
Yapım
Yılı :
1966
Yönetmen :
Atıf Yılmaz
Oyuncular : Yıldız Kenter, Ekrem Bora, Sema Özcan
Pembe
Kadın ve onun köylüleri Pembe Kadının kocasına “Tom Tom” diye seslenir.
Köyün davulcusudur Tom Tom. Köyü, karısını (Yıldız Kenter) ve kızını (Sema Özcan) terk edeli yıllar olmuştur. Yıldız Kenter kocasının, Tom Tom’un geldiği davulun köyde yeniden çalmasıyla anlayacaktır, ancak davul bir daha tom tom tom, diye çalacak mıdır?
İstanbul’da
İtalyan Konsolosluğu’nun bulunduğu sokağın adı Tomtom Kaptan Sokak’tır.
Pembe Kadın filmi ve Yıldız Kenter’in mükemmel oyununa kadar bu sokak bilinir miydi acaba?
Tomtom Kaptan Sokak: Tomtom Kaptan Sokağı'nın girişinde bulunan Tomtom Kaptan Camisi, 1592 yılında Tomtom Mehmet Kaptan tarafından yaptırılmış. Yani sokak adını bu camiden almış. Burası kısaca “Tomtom” olarak da bilinir.
![]() |
Tom Tom davuluyla köy sokaklarında |
II
FİLM : 1942’YE DÖNÜŞ
KIRPILAN ŞERİT : FIRFIRİK
Yapım Yılı : 2012
Yönetmen :
Xiaogang Feng
Oyuncular :
Guoli Zhang, Hanyu Zhang, Wei Fan, Yuanzheng Feng
2018 yılında yapmış olduğumuz BİR ROMAN BİR EFE: KERİMOĞLU Yurt Gezimizde, Kerimoğlu Eyüp’ün Muğla merkeze bağlı Pisi Köyü’ne gitmiştik.
Kerimoğlu
Eyüp’ün akrabası ve romanın yazarı Hüseyin İlker Altınsoy Hocam bizi Pisi
Köyü’ne davet etmişti.
Gezi
kapsamında köyün düğün salonunda film gösterisi de yapacaktık.
Köy
çocuklarına hediye etmek üzere yanıma adı “Fırfırik” olan, ceviz ağacının
kabuğundan yapılmış, çok basit, ama sevimli yüz adet oyuncak almıştım.
Oyuncağı
ilk defa o yılın Mayıs ayında Beykoz Çayırı’nda Gürcü Kültürü Buluşması
etkinliğinde görmüştüm. Oyuncağın yaratıcısı Artvin-Yusufelili emekli bir
öğretmendi ve oyuncağa Fırfırik adını kendisi vermişti.
Pisi Köyü’nde Fırfırikler çocuklara dağıtıldı.
Yıllar sonra gördüğüm 2012 yapımı bir Çin filminde aynı oyuncak karşıma çıkmaz mı? Hemen film şeridini kırptım.
![]() |
Çinli esirin elindeki Fırfırik alınır. |
İkinci
Dünya Savaşı yıllarıdır. Japonya Çin’in Henan bölgesini işgal eder. Yerlerinden
olan üç milyon insan yüzlerce km yolu aç ve susuz yürümek zorunda kalırlar.
Çocukları avutmak zordur. Kafilede bulunan bir erkek babaları yolda ölen bir
çocuğu evlat edinir ve çocuğa Fırfırik ile bire bir benzer bir oyuncak yapar.
Japon esir kampına geldiklerinde esir kampının komutanı Japon subay Fırfırik’i
sever ve almak ister. Çinli esir onun çocuğuna ait olduğunu söyler. Japon subay
karşılığında ona yemek teklif eder, Çinli esir kabul etmez.
Japon subay Fırfırik’i ateşe atar ve yakar. Çinli esir Japon subaya saldırmak ister ve subay kılıcıyla Çinli esiri öldürür.
Fırfirik’i
yapan ve bana satan Artvin-Yusufelili Hocam acaba bu filmi görmüş müydü ve
oyuncağı, Fırfırik’i o filmden ilham alarak mı yapmıştı?
Zira
film 2012 yapımı, benim Fırfirik’i Yusufelili Hocamdan aldığım tarih 2018.
Buna
pek ihtimal vermiyorum.
![]() |
Japon subay Fırfırik’i inceler, oynar, beğenir. |
![]() |
Babasız çocuk annesi tarafından Fırfırik ile avutulur. |
![]() |
Pisi Köyü’nün çocuklarına hediye edilen Fırfırikler |
FİLM : KANAL
KIRPILAN ŞERİT : ÇUHA PANO
Yapım
Yılı :
1978
Yönetmen :
Erden Kıral
Oyuncular :
Tarık Akan, Kamuran Usluer, Meral Orhonsay
Konusu gerçek bir olaydan alınan bu filmde bir dönem Adalet Bakanlığı da yapmış olan Mehmet Can’ın Kadirli ilçe kaymakamı olarak görev yaptığı yıllarda karşılaşmış olduğu sorunlar anlatılır.
Başrol oyuncusu, ilçeye yeni atanan kaymakam, Tarık
Akan makam koltuğuna oturduğunda koltuğun arkasındaki kırmızı renkli çuha pano
dikkat çeker.
Bir zamanlar sivil ve askeri bütün resmi makamlarda
makamın arkasında mutlaka bulunan bu pilili ve yeşil ya da kırmızı çuha panolar
artık görünmüyor.
Çuha panoların yeri ya boştur ya da çuha pano yerini gerçek veya suni deri kaplamalı, düğmeli ve genellikle siyah renkli panolara bırakmıştır.
Nereden geliyor çuhanın anlamı ve önemi?
“Kelimelerin de bir tarihi var. “Kalem”, Türklerde büro anlamına geliyor. Artık bu yerin dışında kullanılmıyor. Kalem-i Mahsusa, Hususi Kalem, şimdi Özel Kalem olarak kullanılıyor, Özel Büro demek.
Batı dillerinde olan ve Türkçeye de alınan bureaucrat kelimesi ise masadan geliyor. Daha doğrusu çuha’dan türüyor. Bureau, çuha demek. Büro, masanın üzerinde çuha olan yer oluyor.
Türkiye’de merkezi devletin
çalışanlarını kalem belli ederken, Batı Avrupa’da modern devletle birlikte
ortaya çıkan düzenli kamu görevlilerini masalardaki çuha tanıtıyor.”[1]
Osmanlı’da mahalle ve sıbyan mekteplerinde ve bugünkü anlamda masa ve sıra yoktu.
Her öğrencinin yüksek olmayan ve “Rahle” adı verilen
küçük masaları vardı ve öğrenci yerde oturur, önündeki rahlenin üzerine bir
çuha serer, rahleye eğilir ve yazısını yazardı.
Etimoloji sözlükleri Fransızca “Bureau” kelimesini Yalçın Küçük’ün açıkladığı gibi açıklar.
Fransızca bureau:
1. Çuha kaplı yazı masası,
2. Yazıhane, ofis, özellikle devlet dairesi"
sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Eski Fransızca bure "çuha,
keçe" sözcüğünden türetilmiştir. Bu sözcük Latince burra "keçe,
fırça veya kadife gibi tüylü yün kumaş" sözcüğünden evrilmiştir.
(https://www.etimolojiturkce.com)
Modern okulların açılmasıyla, sınıflardaki eğitim için
kullanılan malzemeler de değişmiştir.
Yerde oturma, üzerine çuha serilen masa/rahle kalkmış,
yerine sıra ve masa gelmiştir.
![]() |
Rahlesinin üzerine yaydığı çuhasıyla bir sıbyan mektebi talebesi |
Mekteplerden kalkan çuha, devlet dairelerinde masaların üzerine konmuş, onun da üzerine kalın cam yerleştirilmiştir. Benim devlet memuru olarak çalıştığım Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura İşletmesi’ndeki büro masam tam da böyleydi, üzeri yeşil çuha örtülü, onun da üzerinde kalın bir cam vardı.
Ancak çuha daha sonra ahşap çerçeveli ve pilili bir
şekilde herkesin, halkın, diğer memurların görebileceği, gördüğünde saygı
duyacağı bir yere, makam odasında makam masasının arkasına gelen duvara
yerleştirilmiştir. Bütün bunlar “Çuhaya, devlet dairesine, makama, okula,
kaleme” saygının ifadesiydi.
Yerden kalkarak duvara asılan çuha pano ise sembolik bir saygı biçimiydi.
Şimdi ise arada eski Türk filmlerinde veya eski gazete
haberlerinde görebiliyoruz o pilili, kiraz ağacından çerçeveli, yeşil veya
kırmızı renkli çuhaları.
![]() |
Tarık Akan-Kaymakam Bey, makamında arkasında çerçeve içinde çuha pano |
![]() |
Çuha pano gitmiş, deri gelmiş, artık o da yok |
IV
FİLM : KIZIL DARI TARLALARI
KIRPILAN ŞERİT : Düğün Arabası
Yapım
Yılı :
1987
Yönetmen :
Zhang Yimou
Oyuncular :
Gong Li, Wen Jiang, Rujun Ten, Liu Jia
Anadolu’da düğünlerde, gelin baba evinden çıkarken ata bindirilir, gelin gideceği eve at sırtında giderdi.
Bu
uzun yılların bir geleneğiydi.
Atın
başını çekmek, gelini ata bindirmek, attan indirmek hepsi bir ritüele tabiydi.
Herkesin görevi belliydi.
Ne var ki maddi olarak ata binme imkanı olmayanlar gelin kızlarını yürüyerek götürüp teslim ederlerdi. Daha varlıklı olanlar ise gelinlerini öküzlerin veya mandaların koşulduğu bir arabayla götürürlerdi.
1987 yılı yapımı KIZIL DARI TARLALARI filminde ise komşu köye gelin giden genç kız özel tahtırevanında, en az on uşak tarafından çalgılı ve şarkılı bir şekilde omuzlarda taşınarak götürülür.
Boğazkale’de
yaşayan ve Elbistan tarafından 16. yüzyılda bu bölgeye zorunlu iskana tabi
tutulan Dulkadirli Beyliği’nin düğünlerinden, “Kız çıkarma” sahnesinden aşağıdaki
bir fotoğraf Çin filmindeki kareyi çağrıştırıyor ve ben o kareyi hemen
kırpıyorum.
Kızın gelin olarak çıktığı yer, bugün hala “Ağaların Konağı” olarak bilinen konaktır. Kapı konağın çatal kapısıdır. Karşıda görünen kayalık ise Hattuşa’nın Büyük Kayası’dır.
Boğazkale’de
gelinler artık bu şekilde çıkmıyorlar baba evlerinden, lüks arabalarla
ayrılıyorlar.
Bu siyah beyaz fotoğraf belki de en az 100 yıllık ve çok önemli etnografik bir belge niteliği taşıyor.
Gelin kız arabanın üzerine atılmış olan çulu aralıyor, filmde de buna benzer bir sahne bulunuyor.
Bu
siyah beyaz fotoğrafı gördüğümde çok etkilenmiştim. Demek ki coğrafya ne kadar
uzak da olsa, Türkler uzun yüzyıllar komşuluk ettiği Çin kültürünün izlerini
yakın zamana kadar getirmişler.
![]() |
Özel bir tahtırevanla ve çok sayıda uşakla zengin bir kocaya, komşu köye giden Çinli gelin |
![]() |
Ağaların Konağı’ndan öküz arabasının içinde çıkan gelin |
İNSANLAR FİLMİN BİR YERİNDE TAHTA SIRALARINDAN NEDEN AYAĞA KALKIYORLARDI?
Sinemada filmin bir yerinde insanların bir komut almışlar gibi koltuklarından sırayla ayağa kalktıklarında, katlanır tahta koltukların arkaya çarparak iki tahtanın birbirine çarpmasında çıkan ses benzeri o ritmik sesin nedenini, kaynağını biliyordum artık.
Lakin insanlar durup dururken ve bir emir almışlar gibi, filmin bir yerinde birden ve topluca değil, sırayla neden ayağa kalkıyorlar ve sonra hemen geri yerlerine oturuyorlardı?
Bunun nedeni anlayabilmem için biraz daha büyümem, toplumsal kuralları, gelenekleri, adetleri öğrenmem, ilkokul sonuna gelmem gerekiyordu.
Saray Sineması arada nitelikli Türk filmleri de getiriyordu.
Gözledim.
Filimde konu gereği ölen birisi için camiden verilen sela sesi ile birlikte hemen katlanır tahta koltuklar pat pat pat diye geriye katlanıyor ve koltuğa çarpıyordu.
Filmde de olsa sela verilirken insanlar cenazeye saygı gereği ayağa kalkıyorlardı. İlk ayağa kalkanı sıra dizisinde oturan diğerleri izliyordu.
![]() |
Şark Bülbülü filminden kırpılan cenaze sahnesi |
Bazen selanın ardından yine filmin konusu gereği cenazenin tabutla ve cemaatla taşınma sahnesi gelirdi. Selayı duyarak koltuklarından izleyiciler cenazenin taşınması bitene kadar yerlerine oturmazlardı.
Film
şeritlerinden çok daha fazla kareler kırptım.
Her şey merakımla başladı, insanlar filmin bir yerinde neden ayağa kalkarlar?
![]() |
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni filminden kırpılan cenaze sahnesi |
Recep Babayiğit, Hattuşa, 20
Ocak 2025
Selamlar, yazınızı okuyunca “Kalem” in bugün de Adliyelerde büro kelimesi karşılığı kullanıldığını anladım…her mahkemenin kendine ait yazışma işlerinin yapıldığı kalemleri var…Dağarcığıma kattığınız her yeni bilgiye teşekkürler
YanıtlaSil