Fikriye (Şakrakses) Hanım
Fikriye Şakrakses Hanım’ın hocası ve ona Ayşe Opereti’nde primadonna görevi veren, aynı zamanda operetin bestecisi olan Muhlis Sabahattin Ezgi’nin gözdesi olduğu söylenir.
Evliliği ile ilgili tek bilgi Pan Yayıncılık’tan çıkan bir kaynakta yer alır.
“Eşim olan Vedat Örfi Bengü’nün ‘Kont dö Lüksenburg’ ve ‘Balo Kaçakçıları’ operetleriyle, sahne hayatına atıldım.”[1]
Vedat Örfi Bengü ise Nazım Hikmet’in eşi Piraye’nin ilk evlilik yaptığı kişidir. Nazım’ın üvey oğlu Mehmet Fuat, Vedat Örfi Bey ile Piraye Hanım’ın çocuklarıdır.
Onun da mutlaka aşkları
vardı, ama anlaşılan odur ki bir kavuşamama hali söz konusudur.
Acaba diyorum, Ayşe Opereti’nde seslendirdiği “Gel Okşa Beni” şarkısı bir kavuşamama ifadesi miydi?
Fikriye Hanım
Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye Hanım hakkında yazılanların neredeyse tamamının dedikoduya varan iki, üç hatta dört varyantı bulunmaktadır.
Fikriye Hanım’ın, Mustafa Kemal’in onu Ankara’ya davet etmesinden önce Mısırlı bir zengin ile evlilik yaptığını okuyoruz.
Şemsi Belli’den aktarıyorum:
“Bazı kaynaklar, Atatürk’ün Samsun’a hareketinden sonra Fikriye
Hanım’ın bir Mısırlı ile evlendirildiğini, harem yaşamına katlanamadığı için
kısa sürede boşanıp tekrar Türkiye’ye döndüğünü yazarlar. Bunun, kesinlikle
doğru olmadığı, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen tarafından bu satırların
yazarına şöylece açıklanmıştır:
‘Fikriye Hanım’ın evlendiği iddiası kesinlikle yanlıştır. Böyle bir şey olsaydı Atatürk’ten veya yakınlarından mutlaka duyardım. Bu konuları elbette benimle oturup konuşmazdı. Ama sofra sohbetlerinde Fikriye Hanım’la ilgili o kadar çok konuşmaya tanık oldum ki bunların hiçbirinde Fikriye Hanım’ın başka biriyle evlendiğine ilişkin hiçbir bilgi mevcut değildir. Bu tarihsel yanlışlığın mutlaka düzeltilmesi gerekir.”[2]
Burada Sabiha Gökçen kendinden emin şekilde konuşurken, bir yandan da “Bu konuları elbette benimle oturup konuşmazdı.” demektedir.
Fikriye Hanım’ın bir
Mısırlıyla evlenmiş olup olmadığı o kadar önemli olmasa gerek.
Önemli olan onun ebedi aşkı
Mustafa Kemal ile evlenmiş olup olmadığıdır.
Bu konuda da fazlaca bilgi
farklılığı bulunmaktadır.
Hıfzı Topuz Mustafa Kemal’in Fikriye Hanım ile evliliğini anlatıyor:
“Çok doğru söylüyorsun çocuğum ama gene de önlem almakta yarar var. Sen
bu evlenme işine sıcak bakıyorsan, bunu hemen iki gün içinde çözebiliriz.”
“Ne diyorsunuz Paşam? Sıcak
bakmak ne demek? Buna hayır diyeceğimi mi düşünüyordunuz?”
“Hayır, hiç düşünmüyordum. Bak, bu iş şöyle olacak. İki gün sonra ben buraya Şeriye Vekili ve eski Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi Efendi’yi çağıracağım, nikahımızı o kıyacak.”[3]
Her şey kararlaştırılır, şahitler belirlenir. İş dini nikaha gelir.
“İş kalmıştı nikah törenlerinde geleneksel olarak belirlenen mihri muaccel ve mihri müeccelin saptanmasına.”[4]
Mihri muaccel olarak 10 altın, mihri müeccel olarak ise 50 altın belirlenir.
“Nikah işlemi yapılırken Paşa’nın emir eri Ali bile salona alınmadı. Fehmi Efendi ve şahitler gittikten sonra, Ankara günlerinin en mutlu anlarını yaşadık.”[5]
Atatürk’ün ölene kadar yanından ayrılmayan muhafızı Kılıç Ali ise; “Fakat Gazi hiçbir zaman Fikriye Hanım’la evlenmekten söz etmediği gibi, buna ihtimal verdirecek bir belirti de göstermemişti.”[6] diye yazar anılarında.
Ancak, Çankaya’ya resmi nikahlı eş olarak gelen Latife Hanım’dan sonra, Fikriye Hanım hastalığı öne sürülerek tedavisi için Almanya’ya gönderilir.
Hastalığının tedavisi için
Almanya’ya gitmesi gerekiyor muydu, bilemiyoruz.
Fakat Fikriye Hanım’ın ağabeyinin Amerika’da yaşayan oğlu, yeğeni, Abbas Hayri Özdinçer’e göre halası Almanya’ya hastalığının tedavisi için değil, “Ankara’da yapılmasında sakınca görülen tıbbi bir operasyon için”[7]gönderilmişti.
Fikriye Hanım Almanya dönüşü
yine Çankaya’nın yolunu tutar.
Ancak Latife Hanım tarafından
köşkten kovulurcasına uzaklaştırılan Fikriye Hanım, köşkten ayrıldıktan sonra
kiralamış olduğu faytonun arka koltuğunda bir el tabanca atışıyla intihara
kalkışır.
Mustafa Kemal’in özel
talimatlarıyla on gün kadar yaşatılır ve tam iyiye doğru giderken zatürreden
hayatını kaybeder.
Burada da bazı sorular vardır kimi kaynaklarda.
Yine Can Dündar-Abbas Hayri Özdinçer görüşmesine dönersek, Abbas Hayri Bey’e göre halası intihar edecek birisi değildir ve sırtından vurularak öldürülmüştür.
Konu bilinmezlerle ve
sırlarla doludur.
Ancak bilinen bir gerçek vardır, o da Fikriye Hanım’ın da kavuşamadan bu dünyadan ayrılmış olmasıdır.
Karacalar Köylü Fikriye (Demir) Hanım
Yazımızın kahramanı Karacalar
Köylü Fikriye Hanım ise diğer Fikriye Hanımlardan çok daha gençtir sevdiğini
kaybettiğinde.
Fikriye Hanım kendi köyünden
18 yaşındaki Ziya ile nişanlıdır.
Fikriye’nin babası köy imamı
Ali Efendi Karacalar Köyü’nde imamlık günü yettiğinden, dolduğundan, komşu
Kızıltepe Köyü’ne imam durur.
O dönemlerde köy imamları,
köy bekçileri, korucular, çobanlar hane başına yıllık belirli bir ölçek tahıla
denk gelen kazanç karşılığı, yazılı olmayan sözleşmelerle çalışırlardı. Buna
“Durmak” denirdi, imam durdum, bekçi durdum, şeklinde konuşulurdu.
Ali Efendi Kızıltepe Köyü’ne
imam durunca nişanlı kızını Fikriye’yi de yanında götürür.
Ziya ise küheylan yapılı bir
kıratı ile gün aşırı nişanlısı Fikriye’yi görmeye Kızıltepe Köyü’ne gelir. Bu
durum Fikriye’nin yaktığı ağıtta söylediği gibidir sanki “Çok muhabbet tez
ayrılık getirir.”
Bu gidiş gelişler Kızıltepe
köylülerinin gençlerince pek hoş karşılanmaz.
İhtimal ki Fikriye Hanım o
kadar alımlı ve güzel olmasaydı, Kızıltepeli gençler Ziya’nın bu geliş
gidişlerine pek aldırış etmezlerdi.
Ziya’nın yine öyle bir
gelişinde Kızıltepeli gençler Ziya’yı fena halde döverler.
Kimi söylenti ise, Ziya’nın
tabanca ile korkutulduğu şeklindedir.
İşin başka bir yanı ise
Karacalar köylülerle yapılan sözlü görüşmelerde hiç kimse Ziya’nın
dövüldüğünden söz etmez, onun fasulye tarlası suladıktan sonra üşütüp zatürreye
yakalanarak öldüğünden söz eder.
Anlaşılan Karacalar köylüleri
bu durumu gurur meselesi yaparlar. Öyle ya komşu köyün gençleri senin köyünün
ileri geleninin genç bir oğlunu dövüyor ve sen sessiz kalıyorsun.
O halde yapacak tek iş vardı,
Karacalar Köyü’nün gençleri de Kızıltepe Köyü’nün gençlerine hesap sormalıydı.
Bunu yapamayan Karacalar gençleri Ziya’nın ölüm nedenini çok basit bir nedene
mi dayandırmak istiyorlardı acaba?
Fena halde dayaktan sonra atının sırtında Karacalar Köyü’ne evine gelen Ziya bir hafta yataktan çıkamayacak şekilde yatar ve daha sonra hayatını kaybeder.
Fikriye Hanım’ın ağıtına daha
sonra geleceğiz.
Ziya’nın ölümüyle bir başına kalan güzel Fikriye’nin babası Ali Efendi, kızını bir an önce köyden uzaklaştırarak, kaza bela olmadan güvenilir ve tanıdık birisiyle evlendirmek ister.
Fikriye Hanım yaşça kendisinden oldukça büyük, evli ve üç çocuk sahibi Alaca’da tahsildarlık yapan halasının oğlu Mustafa Demir ile evlendirilir.
Kavuşamama yetmez, Fikriye
Hanım bir de bu evliliğe razı olmak zorunda kalır.
Görüşme yaptığım Mustafa Amca
ise, Fikriye Hanım’ın Ziya öldüğünde “Kardeşi çok küçük olmasaydı, 13-14 sene
bile bekleyip, Ziya’nın anısına Ahmet’e varırdım.” dediğini aktarıyor.
Ziya’nın kardeşi Ahmet,
ağabeyi Ziya öldüğünde gerçekten de çok küçüktür.
Ben köye ziyarete gittiğimde Ahmet de yakın zamanda, bir iki ay önce ağabeyi Ziya’nın yanına defnedilmişti.
ÖLÜMLER-MEZARLAR:
Fikriye (Şakrakses) Hanım o ihtişamlı hayattan sonra kimsesiz bir şekilde 1994 yılında Darülaceze’de vefat eder. Mezarının yerini öğrenemedim.
Çankaya’nın Duvaksız Gelini Fikriye Hanım ise 30 Mayıs 1924 tarihinde
hayata veda eder. Mezarının yeri belli değildir.
Fikriye Hanım’la ilgili olarak başından sonuna kadar yazılan, söylenen iddialar bu konuda, mezarı konusunda da devam eder.
Yazar Eriş Ülger Fikriye Hanım’ın mezarının bugünkü Kuğulu Park’ta olduğunu yazarken, Mustafa Kemal’in Yaveri Salih Bozok ile birlikte ilk ve son defa olarak 25 Temmuz 1924 tarihinde mezarı ziyarete gittiğini belirtir.
Paşa terini silmek için cebinden ipek mendilini çıkarır, ipek mendil terini almayınca Kılıç Ali’den pamuklu bir mendil ister ve terini siler. Kılıç Ali anlatıyor:
“Baktım ki çok terlemişlerdi:
-Paşa Hazretleri bunu da kullanabilirsiniz, diyerek ikinci mendili
de takdim etmek istedim.
-Yok, yok yeter bu, buyurdular. Birkaç saniye daha oyalandılar. Tam
otomobile doğru gidecek iken tekrar Fikriye Hanım’ın mezarına doğru döndü,
elindeki beyaz ipek mendili, bir avuç gül yaprağı savurur gibi Fikriye Hanım’ın
mezarının üzerine doğru savurdu. Şöylesine birkaç kere havada dalgalanan ipek
mendilin mezarın başucuna kadar bir tüy hafifliği ile inmesine kadar bekledi.
Birkaç saniye sonra da, sanki mezarın başına sadece ipek mendili değil yüreğini
de bırakmışçasına hüzünle oradan ayrıldık.
Bu ziyaret Paşa Hazretleri’nin Fikriye Hanım’ın mezarını ilk ve son ziyaretiydi.”[8]
Yazar Şemsi Belli ise mezar yeri konusunu bir efsaneye dönüştürür adeta.
“Masal bu ya… Yine derler ki…
Fikriye Hanım’ın intihar ettiği sıralarda Ankara’da şimdiki
Etnografya Müzesi’nin bulunduğu yer bir mezarlıkmış…
Fikriye Hanım, bu mezarlıkta toprağa verilmiş…
(…)
Fikriye Hanım’ın mezarının bulunduğu yere de şu anda Etnografya Müzesi’nin önünde bulunan
Atatürk heykeli dikilmiş… Aynı toprak parçasının altında yatan Fikriye
Hanım’la, üstünde yer alan Gazi Mustafa Kemal heykeli, efsaneye dönüşmüş
bilinmeyenlerle tarihe dönüşmüş bilinenleri simgeleyen bir anıt olmuş…
Ve de derler ki…
Etnografya Müzesi’nin önünde bulunan bu heykelde Gazi Paşa’nın bindiği atın havaya kalkık sol ayağı, Fikriye Hanım’ın yattığı yeri işaret eder… Ölümünden, Anıtkabir’e nakledileceği güne kadar Atatürk’e geçici mezar olarak seçilen bu yerde Fikriye Hanım’la Gazi Paşa’nın yıllarca beraber oluşu, aşk denilen yüce duygunun oluşturduğu mutlu bir rastlantıdır belki de…” [9]
Karacalar Köylü Fikriye (Demir) Hanım’ın Mezarı
Fikriye Demir Hanım’ın çileli
ve zor geçen hayatı 11 Nisan 1996 tarihinde son bulur.
Mezarı oğlu Hakkı ile yan yana olmak üzere Çorum-Alaca ilçe mezarlığındadır.
Burada karşımıza bir başka ortak özellik daha çıkmaktadır: At
Mustafa Kemal ata binmeyi
seven ve güzel ve cins atlara sahip birisidir.
Onu en güzel anlatan
heykelleri hep onun at üzerindeki halidir.
Ziya’nın atı da türkülere
konu olacak kadar güzel ve cins bir attır.
Çankaya’nın Duvaksız Gelini
Fikriye Hanım da at ile gezmeyi seven birisidir.
Karacalar Köylü Fikriye
(Demir) Hanım ise hiç ata bindi mi bilemiyoruz, ama yaktığı türküde adı geçen
Ziya’nın atı hala dillerden düşmez.
At sırtında Fikriye Hanım-Hıfzı Topuz kitabından.
Karacalar Köylü Fikriye (Demir) Hanımın mezarı
Asıl konumuza, Ziya’nın Ağıdı’na dönecek olursak; Karacalar Köyü’nde Mustafa Yıldırım Amca ile yapmış olduğum görüşmede hem ağıt, hem Ziya, hem güzellik, kısaca yukarıda anlattıklarımız çıkıyor karşımıza.
Fikriye Hanım’ın babasının Karacalar Köyü’nden ahbapları Kızıltepe Köyü’ne ziyarete gelirler. Laf arasında söz Ziya’dan açılır ve Ziya’nın bir süredir nişanlısı Fikriye’yi görmeye gelmediğini söyler İmam Ali Efendi.
Bunun üzerine gelen
misafirler onu (Ziya’yı) geçen gün defnettiklerini söylerler.
Ziya’nın ölmüş olduğunu duyan
Fikriye Hanım hemen bir ağıt yakar.
TRT Radyolarında Ziya’nın Ağıtı, diye geçen ağıt, başka
isimler altında da (Çamlığın Başında Tüter Bir Tütün, Ham Meyveyi Kopardılar
Dalından vb.) bilinir.
Farklı icracıların seslendirdiği bu türküyü Fikriye Hanım’ın da seslendirdiği video görüntüleri mevcuttur.
Erkek seslerinden ziyade
kadın seslerine daha uyan bu ağıt bizim türkü dağarımıza önemli bir yer
tutmaktadır.
Türkünün bilinen ve okunan 3-4 kıtalık bölümü dışında Fikriye Hanım’ın 30 kıtalık bir söz dizisi bulunmaktadır.
Karacalar Köylü Mustafa Yıldırım Amca’ya soruyorum:
-Köyde odalarda bu
ağıt söylenir miydi?
-Söylenmezdi, Fikriye Hanım evlendiği için eşine karşı bir saygı meselesinden dolayı söylenmezdi pek.
Sonra bir gün Fikriye Hanım
köyün kızlarıyla otururken radyodan kendi yaktığı türküyü dinleyince yine
başlar ağlamaya.
Yozgat-Bozok Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olan Naciye Kaya, Fikriye Hanım’ın kendi bilgisi dışında bu türkünün radyodan çalınmasına üzülür.
“Yapılan röportajda Fikriye Hanım kendisini üzen başka bir olaydan daha bahsediyor. Bu olay kendisinin haberi olmadan, izinsiz bir şekilde söylendiği ağıtın türkü olarak okunmasıdır. Bu duygularını şöyle ifade ediyor: Ben, bunları sabah köyün kızlarına culfalıkta (halı, kilim, çul dokunan yer, yn) ağıt şeklinde söylüyorum. Onlar gözyaşları arasında dinliyorlar. Tabii bir kısmını ezberlemişler. Değişik mekânlarda söylemişler. Bir gün radyoda Yozgat yöresinden Nida Tüfekçi’nin derlediği Bir Yozgat türküsü “Ziya’m” diye anons edildi. Türküyü gözyaşları arasında kalbimin bütün damarları titreyerek dinledim. Benden izinsiz alınmasına ve okunmasına çok üzüldüm. Beni fazla konuşturmayın, ben dertliyim, üzüntülüyüm.”[10]
Naciye Kaya ağıtın tam halini de yayınlar aynı yazısında.
Uzun olur gemilerin
direği,
Yanık olur
anaların yüreği,
Ne sen
gelin oldun ne ben güveyi,
Onun için
açık gider gözlerim.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Benim yârim yaylalarda
oturur,
Ak ellerin
soğuk suya batırır.
Demedim mi
nazlı yârim ben sana,
Sık
muhabbet tez ayrılık getirir.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Çamlığın
başında tüter bir tütün,
Acı
çekmeyenin yüreği bütün.
Ziya’nın
atını pazara tutun,
Gelen geçen
Ziya’m ölmüş desinler,
Adını da
hayırsıza koysunlar.
Ata binmiş
de başı tuvalet,
Gel otur
yanıma bir akıl öğret,
Senin nazlı
yârin kime emanet.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Sürün
cezveleri, sürün kaynasın,
Ziya gelsin
ciridini oynasın,
Kahpe felek
muradına doymasın.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Ziya’m
ciritte de asla yenilmez,
Öyle yiğide
de öldü denilmez,
Hasret
gidenin de gözü yumulmaz.
Yumman gözlerini yâr
gelmeyince,
Yumman
cenazeyi yâr gelmeyince.
Evlerine
vardım horantası çok,
İçlerine
vardım nazlı yârim yok.
Etraf
köylerde de hiç emsali yok,
Öyle yiğide
de öldü denilmez,
Hasret
gidenin de gözü yumulmaz.
Pembe pembe
güldün, yanağın soldu,
Karın
ağrısı da bahane oldu,
Hayırsız
elbisen, bohçada kaldı.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Keten
gömlek giyer kolu kırmalı,
Tekbir alıp
namazına durmalı,
Nişanlına
Mevla’m sabır vermeli.
Öyle yiğide
de öldü denilmez,
Hasret
gidenin gözü yumulmaz.
Hayal hayal
eder elâ gözleri,
Unutulmaz o
yiğidin sözleri,
Düşmanların
gelmiş tebdil yüzleri.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Emmin
gitmiş nişanlını getirir,
Beş bacı da
başucunda oturur,
Annen baban
eksiğini yetirir.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Ziya’yı
sorarsan yiğitler başı,
Felek
beğendin mi yaptığın işi?
Ölüm
yakışmıyor küçüktür yaşı.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Sarı
çiğdem, mor menekşe
bitince,
Kırmızı gül
için bülbül ötünce,
Eller
yâriyle de zevke çıkınca,
Ararım
bulamam nazlı yâr seni,
Nerede
bulayım nazlı yâr seni.
Duman almış
şu Soğluk’un başını,
Anan
eyleyemez gözün yaşını,
Nişanlın çatlattı
sabır taşını.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Kırmızı gül
gibi ne tez uyandın,
Düşman
derdin acısına hep yandın,
Nazlı
yârini de kime inandın.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Yozgat’ın
dağı da bir kara tepe,
Yârin
istediği bir altın küpe,
Yozgat’ta
gezmedim ben sere serpe.
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Hastane
derler de yedi köşeli,
Doktorlar
geliyor eli şişeli,
Ziya’yı
sorarsan yerde döşeli.
At üstünde kuşlar gibi
dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr.
Eşmeyi
ellemeyin, eşme durulsun,
Ziya’mın
ölüsü orda yumulsun,
Nazlı yârim
acep kime verilsin?
At üstünde
kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip
ahbapları kalan yâr
AĞIDIN DERLENMESİ VE YAYILMASI
Ağıdı derleyen olarak resmi
kayıtlarda Nida Tüfekçi görülür ve yöresi Yozgat-Akdağmadeni yazar.
Nida Tüfekçi’nin müzik ve
folklor dünyamıza yapmış olduğu çok büyük hizmetlerini burada saymakla
bitiremeyiz.
Ancak bu derlemede bazı
önemli haksızlıklar bulunmaktadır.
TRT Müzik Dairesi’nin 2479
sıra numarasıyla THM Repertuarına aldığı türkünün doğru-yanlış çizelgesini
aşağıdaki şekilde çıkarmaya çalıştım.
DERLEYEN
DOĞRU YANLIŞ
Nida Tüfekçi
X
YÖRESİ
Yozgat-Akdağmadeni X (Yöresi Yozgat Merkez Karacalar
Köyü)
KİMDEN
ALINDIĞI
Belirtilmemiş X (Karacalar Köyü’nden Fikriye Demir)
DERLEME
TARİHİ
Belirtilmemiş
NOTAYA
ALAN
Belirtilmemiş
Bu kadar büyük bir isim, bu
kadar büyük bir kurum nasıl böyle hatalar yapabilir ve bir ağıtı kendi yöresine
yazar, anlamak zor.
Dahası Nida Tüfekçi bir sinema filminde okuduğu bu türkü ile şöhrete kavuşur ve dinlenir olur.
“Memuriyet hayatından istifa etmesinin ardından, çalışmalarına
Ankara Radyosu çatısı altında devam eden Nida Tüfekçi’nin, ülke genelinde büyük
şöhret kazanması; 1955 yılının sonbaharında, Lütfi Akad’ın çektiği ‘Beyaz
Mendil’ filmine çalıp-okuduğu Çamlığın Başında Tüter Bir Tütün, isimli ağıt
türkü [Ziya’nın Ağıdı] sayesinde olur.
Müzik yöneticiliğini Muzaffer Sarısözen’in yaptığı ‘Beyaz Mendil’ filminde, Çamlığın Başında Tüter Bir Tütün türküsünü çalıp-söyleyiş tarzı ile ortaya koyduğu sanat kalitesi; Nida Tüfekçi’nin adının daha geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. Diğer yandan, ülkemizin her köşesinden sinemaseverlerin filme ilgi göstermesinde de bu türkünün sevilmesinin büyük payı vardır.”[11]
KARACALAR KÖYLÜ FİKRİYE HANIM’IN DOLMAYAN ÇİLESİ
Nişanlısı ölen, genç yaşta
evli ve üç çocuklu birisine eş olarak verilen Fikriye Hanım’ın çilesi doldu mu,
dersiniz?
Köylüsü Mustafa Yıldırım Amca anlatıyor:
“Fikriye’nin evlendiği adamdan, Mustafa Demir’den iki oğlu olmuştu, ilkinin adı Hakkı’ydı. Zavallının üzerine motor (traktör, yn) devrildi genç yaşta öldü.”
Hakkı gerçekten de 34 yaşında
hayata veda eder.
Fikriye Hanım oğlu Hakkı için de ağıt yakmış mıdır acaba?
Mustafa Amca, Fikriye Hanım’ın Nevşehir’de maliyede memur olarak çalışan ikinci oğlunun da genç denecek yaşta Nevşehir’de öldüğünü anlatıyor.
MEZAR ZİYARETLERİ
Karacalar Köyü’nde bulunduğum sırada ne Ziya’nın ne de Fikriye Hanım’ın “Sana varacağım” diye yarenlik ettiği Ziya’nın erkek kardeşi Ahmet’in mezarlarına gitmedim. Yanlış anlaşılmak ve birçok soruya muhatap olmak istemedim.
Aradan bir zaman geçince, 08
Nisan 2021 tarihinde Fikriye Hanım’ın mezarını ziyaret etmek için Çorum-Alaca
ilçe mezarlığına gidiyorum.
Gitmeden önce Karacalar Köylü
Nuri’yi arayıp mezar yerinin tarifini alıyorum.
Aldığım tarife göre
gittiğimde çok aramama rağmen mezarı bulamıyorum.
Nuri’yi tekrar arıyorum.
Nuri, Alaca’da iki mezarlık
olduğunu, en iyisi Fikriye Hanım’ın oto galerisi olan bir akrabasına gidip
mezarı ona sormam gerektiğini söylüyor.
Baba- Fikriye Demir’in eşi Oğul, genç yaşta gelen acı
Derdimi anlatıyorum. Beni çok
iyi karşılıyorlar.
Yanlış mezarlıkta arama
yapmış olduğumu söyleyerek, doğru mezarlıkta ve ada/parsel numarası ile bir
tarif veriyorlar elime.
Oto galeri ile mezarlık arası
yürüyerek on dakika.
Tekrar mezarlığa geliyorum.
Bu sefer oldukça kolay bir
şekilde Fikriye Hanım’ın mezarını buluyorum.
Oto galerisi işletenler
Fikriye Hanım’ın mezarının yanında eşinin ve oğlu Hakkı’nın da mezarını
görebileceğimi söylemişlerdi.
Gerçekten de bütün mezarlar
bir arada, Fikriye Demir,
oğlu Hakkı Demir, eşi Mustafa Demir.
Mezarın soğuk mermerine dokunuyorum.
Fikriye Hanım’a selam
veriyorum.
Mezarın başında dilimin
döndüğünce Ziya’nın Ağıtını okuyorum.
Benden başka Fikriye Hanım’ın mezarının başında onun yakmış olduğu bu ağıtı okuyan, söyleyen olmuş mudur acaba?
DAHA BİTMEDİ
Mezarlıktan ayrılırken iki
mezar taşı gözüme çarpıyor.
Mezar taşında yazılı olan
KANTEMİR soyadı dikkatimi çekiyor.
Beni Karacalar Köyü’ne getiren, sonra mezarlığa getiren, sonra bu yazıyı yazmama neden olan ana tema müzik dersem; gideceğim yol DİMİRTİ KANTEMİR’e çıkar.
İyi, ama KANTEMİR soyadı
burada ne arar? Candemir veya Kandemir, değil, KANTEMİR.
DİMİTRİ KANTEMİR kendi nota
sistemiyle Osmanlı Dönemi müziklerini notaya almış ve icra etmiş bir devlet
adamıdır.
Yalçın Tura ise onun bulduğu
sistemle notaya almış olduğu eserleri deşifre edebilmek için çeyrek ömrünü, 25
yılını harcamıştır.
Müzik ortak nokta, burada da çıkıyor karşımıza.
Dimitri Kantemiroğlu ya
da Dimitri Kantemir (Rumence: Dimitrie
Cantemir, 26 Ekim 1673 - 1723), Osmanlı Devleti'ne
bağlı Boğdan eyaletinin
beyi, Rumen asıllı
tarihçi ve yazar, İstanbul'da
yaşadığı süre boyunca Klasik Türk
müziğine büyük katkılarda bulunmuş müzik uzmanı.
Kısaca Kantemiroğlu Edvarı diye anılan, Kitab-ı İlmü’l-musiki ala vechi’l-hurufat (Mûsikiyi Harflerle Tespit ve İcrâ İlminin Kitabı) adlı kitap iki bölümden oluşur. Birinci bölümde makamlar, perdeler, usuller üstüne müzik teorisi bilgilerini, ikinci bölümde ise 16. -17. yüzyıla ait, arasında kendi bestelerinin de bulunduğu toplam 349 bestenin notasını verir. Kitap Osmanlı padişahı II. Ahmet’e sunulmuştur. Kantemiroğlu'nun kitabında yer alan besteleri kendi buluşu olan bir müzik notasyonuyla kaydetmesi sayesinde birçok besteyi yok olmaktan kurtarmıştır.
O. Wright, Yalçın Tura ve Rumen müzikolog Eugenia Popescu-Judetz, Kantemiroğlu hakkında pek çok çalışma yaptılar. Bunlardan biri 1999 (Popescu-Judetz'in çalışması), diğeri 2000 yılında (Yalçın Tura'nın çalışması) Türkiye'de yayımlandı.(Vikipedia)
…/…
Fikrimin İnce Gülü’nden
Fikriyelerin yaşadıklarına ulaşmaya çalıştık.
Daha gideceğimiz çok yol var.
Yolda kim bilir daha kaç hikâye çıkacak karşımıza?
…/…
Karacalar Köylü Fikriye
Hanım’ın ağıtı yüreğimi yakarak beni çok
uzaklara, diğer Fikriye Hanımlara götürdü.
Bugün hiçbirisi hayatta
değiller.
Bana Karacalar Köylü
Fikriye’yi anlatan Mustafa Yıldırım Amca da.
Hepsinin;
Fikriye Demir Hanım’ın
Fikriye Şakrakses Hanım’ın,
Çankaya’nın Duvaksız Gelini
Fikriye Hanım’ın,
Ziya’nın ( Çalışkan)
Fikriye’nin babası köy imamı
Ali Efendi’nin (Çevik)
Hatalarla dolu da olsa türküyü derleyen Nida Tüfekçi’nin
Ruhları şad olsun.
…/…
Fikri(ye)min İnce Gülü,
derken Adalet Ağaoğlu’nun o muhteşem romanını, Fikrimin İnce Gülü, unutmamız
mümkün mü?
Hatırla Hattuşa, diyorum.
Neler hatırlıyorsun o
romandan?
Romandan uyarlanan ve
başrolde İlyas Salman’ın oynadığı Sarı Mercedes filmini izledin mi?
En iyisi, romanı ve filmi
Hattuşa’ya davet etmek, onları bir de burada, Hattuşa’da okuyup izlemek.
Fikrimin İnce Gülü romanı
okunuyor, film izleniyor.
Ortaya daha önce hiçbir yerde
yayımlanmamış olan karşılaştırmalı bir analiz çıkıyor.
Yozgat merkez ilçeye bağlı Karacalar Köyü’nde başlayan ve Çorum-Alaca ilçe mezarlığında son bulan Fikri(ye)min İnce Gülü yolculuğum Hattuşa’da devam ediyor.
Hattuşa, 13 Temmuz 2024
Not:
DİNLEME:
Bu ağıt icrası kadın ağzı bir icra olması gerekirken, nerdeyse hep
erkek ağzından söylenmiştir.
Kadın ağzı ağıt için öneri: Emel Taşçıoğlu-Ziya’nın Ağıtı
İZLEME:
Beyaz Mendil filmi (1955
Lütfi Akad yapımı)
[1] Git
Zaman Gel Zaman-Fonogrfa-Gramofon-Taş Plak-Cemal Ünlü-Pan Yayıncılık-2016
İkinci Baskı-s.511
[2]
Belli,age, s.91
[3] Topuz,
age, s.172
[4] Topuz,
age, s.175
[5] Topuz,
age, s.175
[6]
Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları-Derleyen: Hulusi Turgut-Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları-2022 Yirmi Beşinci Baskı, s.544
[7] Can
Dündar-Abbas Hayri Özdinçer Görüşmesi-28 Şubat 2010 tarihli Milliyet Gazetesi
[8] Ülger,
age, s.263-264
[9] Belli,
age, s.177
[10]
Ziya’nın Ağıdı Üzerine-Naciye Kaya-Ar. Gör., Bozok Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi 2, 2 (2012/2)
[11] Nida
Tüfekçi: Türkülere Kanat Çırpan Bir Sırça Yürek-Süleyman Şenel-Musiki
Dergisi-11.09.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder