Bu blog, Recep Babayiğit'in kaleme aldığı yazıları paylaşmak amacıyla arkadaşları tarafından oluşturulmuştur.
PAYLAŞMAK GÜZELDİR.
13 Aralık 2020 Pazar
DERSİM’E YOLCULUK (DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)
Bugün az zamana çok şey sığdırmak zorundayız ve erken
kalkarak, erken kahvaltı yapıyor ve otelden erken ayrılıyoruz.
Önce Ulu Cami ve Darüşşifa’ yı, Şifahane’ yi görmeye
gidiyoruz.
Vaktimiz olsa kaleye çıkıp Çaltı Vadisi’ne bakmayı
düşünüyoruz, ama vaktimiz yok.
Ulu Cami ve Darüşşifa restorasyonu uzadıkça uzuyor. Batı
cephesi duvarları neredeyse yarıya kadar sökülüp indirilmiş. Geçen sene
geldiğimizde Ulucami’nin Kuzey ve Batı Kapıları ile Darüşşifa’ nın Taç Kapıları
açıkça görülebiliyorken, bu sene sadece Kuzey Taç Kapısı görülebiliyor, diğer
iki kapının büyük bir kısmı iskelelerle askıya alınmış ve hiçbir şey
görünmüyor.
Böyle olunca dışarıdan da olsa bir şey göremeden, Unesco
Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan, Doğan Kuban Hoca’nın yerinde bir
tarifle “Divriği Mucizesi” dediği Ulu Cami ve Darüşşifa’ dan erken ayrılıyoruz.
Aklımızda;
-Mengücekoğulları
-Behramşahlar
-Ahlatlı Taş Ustası Ahmet ve Tiflisli Taş Ustaları ve Mimar
Hürrem Şah
-Çaltı Vadisi – Kız Köprüsü
-Urartu Kalesi ( Kes Doğan Kalesi)
-Pavlikanlar
-Doğan Kuban
Bir Usta Eseri Doğan Kuban’dan
Hürrem Şah’ın Cennet Kapısı
Kuzey Taç Kapı detayı
Kuzey Taç Kapı detayı
Darüşşifa Taç Kapısı
Batı Taç Kapı
Darüşşifa Taç Kapısı
Bir bilgenin kaleminden
Sadece birkaç detay fotoğrafı vermekle yetineceğimiz bu mucize eser için Doğan KUBAN Hocamız Ulu Cami’nin Kuzey Taç Kapısı için “Eserin Mimarı Hürrem Şah’ın Cennet Kapısı” der ve bu eserin dünyada eşi olmadığını, Türkiye’nin en büyük eseri olduğunu söyler.
Yeniden, daha donanımlı ve başka bir gözle gelmeyi düşünüyoruz.
Bu başlıkların hepsi ayrı bir konu ve ayrı bir bilinmezlik taşıyor.
Bugün hava kararmadan Eğin’de olmalıyız. Çok sınırlı vakti olan birisi size Divriği’ de mutlaka görülmesi gereken yer neresidir diye sorsa, ben mutlaka “Tuğut Köyü” derdim.
Biz de o tavsiyeye uyuyor ve mutlaka Tuğut’ a gitmemiz gerekir, diyor, düşüyoruz Arapgir yoluna.
Benim dördüncü, Selman’ın ilk gelişi Tuğut Köyü’ne.
Ben bu köye her gelişimde adeta büyüleniyorum, her seferinde sanki ilk defa geliyorum hissine kapılıyorum.
Arapgir yolu aslında Malatya yolu, biraz daha gitsek sağımızda kalan adına türküler yakılan, Yama Dağı’nı göreceğiz.
Masmavi gökyüzüne büyük bir fırça darbesiyle beyaz tülden dokunuşlar yapılmış gibi.
Divriği demek, biraz da Halk Ozanı Ali KIZILTUĞ demektir.
Ali KIZILTUĞ demek, biraz da başta Yama Dağı olmak üzere dağın tam eteğinde kurulu köyü Mursal’ dan, çocukluğunu yaşadığı dağlardan alacağı olduğunu avaz avaz bağıran bir halk ozanı demektir.
Ali KIZILTUĞ kim bilir nasıl bir sefil, nasıl bir yoksul, nasıl zor bir hayat yaşadı oralarda, ozan yaşayamadıklarını hesaplayarak “benim o yerlerden alacağım var” diyor acı ve dertle dolu olarak ve uzun yıllar sonra köyüne, dağına, eline yaşayamadıklarını geri almaya gidiyor. Ne zor, bir o kadar ne kadar haklı ve öfke dolu.
Bu türkünün dokunmayacağı birisi olabilir mi?
Selman’dan günün ilk türküsünü istiyorum, “Ali KIZILTUĞ’ dan BENİM O KÖYLERDEN ALACAĞIM VAR.”
BENİM O KÖYLERDEN ALACAĞIM VAR
Varıp gideceğim gine baba yurduna
Benim o ellerde çok alacağım var
Benim o köyümden çok alacağım var
Orada tutuldum yar gönül derdine gidem
Benim o yurtlarda çok alacağım var
Benim o dağlarda çok alacağım var
…
Ayağıma diken batar ağlardım
Kayış yoktu bele sicim bağlardım
Bulanık suyuydum deli çağlardım
Benim o köylerden çok alacağım var
Benim o ellerden çok alacağım var
…
Köyün sığırını babam yayardı
Yedi gardaş aldığıyınan doyardı
Odaya girdik miydi dayım guvardı
Benim ellerden çok alacağım var
Benim o Mursal’ dan çok alacağım var
Benim o dağlarda alacağım var
…
Orada görmedik baharı yazı
Orada görmedik ördeği kazı
Fakir diye vermediler sevdiğim kızı
Benim o ellerde çok alacağım var
Benim o köyümde çok alacağım var
…
Kızıltuğ’ um dönüş oldu geriye
Şimdi bakıyorum da gardaş nerden neriye
Çekeceğim kafayı basacağım mermiye
Benim Yama dağlarında alacağım var
Benim o ellerde çok alacağım var
Gökyüzüne atılan beyaz tülden fırçalar- Divriği kırsalı
Karşıda sağımızda Demirli Dağı
T’ĞUD MU - TUĞUT MU – AĞILCIK MI – ÇİĞDEMLİ Mİ?
ÇİFTE KÖPRÜLERDEN GEÇMEK
Bir köyün, bir dağın, bir ırmağın, kısacası bir coğrafi yerin adı kaç kere değişir? Kim değiştirir, neden değiştirir?
Kim yazar kim bozar, diyesi geliyor insanın.
Son ve şimdiki adı Çiğdemli olan Tuğut Köyü’ne varıyoruz. Bizi Çiğdemli köy levhası karşılıyor, ama köyün bilinen en eski adının Karaağaçlı anlamına gelen Ermenice T’ğud kelimesinden Tuğut’ a, oradan Ağılcık’ a ve sonunda Çiğdemli’ ye bu kadar kısa sürede dönüştüğünü bilmek içimizi burkuyor.
Köye her gelişimizde yaptığımız gibi bu sefer de köy meydanına varıp aracımızı park ediyoruz.
Köy meydanında duran taş evin arka duvarına sırtını dayamış bir köylü onu ayakta dinleyen başka bir köylü ile sohbet ediyor.
Araçtan çıkıp köylülere selam veriyoruz. Adının Ahmet ve yaşının 67 olduğunu öğrendiğimiz ayaktaki köylü sorgular tonda bizim nereden geldiğimizi, ne için geldiğimizi soruyor.
Anlıyoruz, aslında bize “birini mi aradınız?” demek istiyor.
Oysa köyleri, Tuğut o kadar gündemde olan bir köy ve köye o kadar çok gelen giden var ki köylünün bize bu soruyu sormaması gerekir diye düşünüyoruz.
Köylünün ikinci sorusu, diğer bütün köylülerin yaptığı gibi, “nerelisin?” oluyor.
Biz söylüyoruz nereli olduğumuzu, söylerken buralı Tuğutlu olmadığını anladığımız Ahmet Abi’ye soruyoruz:
-Sen nerelisin?
-Buralıyım, yaşım 67.
Ahmet Abi’yi oturduğu kalasın üzerinden dinleyen, sırtı taş evin arka duvarına yaslı diğer köylü söze giriyor:
-Neden yalan söylüyorsun, anneyin kim olduğunu doğruca söylesene.
Belli ki oturan köylü ile Ahmet Abi arasında bizce malum, ama kendilerince gizli bir çekişme var ve Ahmet Abi nedense Tuğutlu sayılmıyor.
Ahmet Abi’yi ve kalasın üzerinde oturan köylüyü kendi çekişmeleri ile baş başa bırakıp köyün daracık taş döşeli yollarından çifte köprülere doğru yokuş aşağı iniyoruz.
Daracık sokakların her köşesinde karşımıza çıkan birbirinden güzel ve eşsiz mimari tarzdaki evler bizi yolumuzdan alıkoyuyor, olsun.
Yıkılıp yerine tuğladan yapılan tek tük evlerin dışında köyün bütün evlerinin “sal taşından” yapılmış olduğunu görüyoruz.
Sal taşının ocağının ise köyün içinde, köyün kurulduğu yerde olduğunu, hatta taş ocağının üzerine bile evlerin yapılmış olduğunu fark ediyoruz.
Çifte köprülere giderken köyün bir zamanlar çok kalabalık olduğunu yine bir zamanların bütün köylerde bulunan ve yaşları 40 ve üzerinde olan bütün köylülerin çok iyi bildikleri YSE – kuruluş amacı köylere YOL – SU – ELEKTRİK götürmek olan kurumun- yaptırmış olduğu, kimi hala akan ve hepsinin alınlığında YSE – 1969 yazan çeşmelerle karşılaşıyoruz.
Bugün YSE adını ve görevini kimse bilmese de köyün akan çeşmeleri bize YSE ruhunun hala yaşadığını gösteriyor.
ÇİFTE KÖPRÜLER
Biz ÇİFTE KÖPRÜLERİN sadece Artvin-Arhavi- Mençune Çayı üzerine kurulu eşsiz bir köprü olduğunu bilirdik. Geçen seneki Yurt Gezimizde TUĞUT ÇİFTE KÖPRÜLERİNİ görünce Kazım ULUTAŞ’ a hemen takılmıştım, “Kazım bir de dersin ki ÇİFTE KÖPRÜLER sadece Arhavi’ de var, bak buradakiler ne?”
Gerçekten de Tuğut Köyü’ndeki çifte köprüleri görünce çok şaşırmıştık.
Anadolu’nun ücra bir köyünde küçük de olsa iki tane tek kemerli taş köprünün yan yana yapılmasının amacı ne olabilirdi?
O zaman da kendimize göre yorumlamıştık, “demek ki köyden gelip geçen öyle bir yaya ve atlı trafiği var ki, bu trafik zaman zaman sıkışıyor ve çifte köprü gidiş ve geliş için yapılmış olmalı.”
Arhavi-Mençune Çayı üzerinde Çifte Köprüler 18. Yy
Tuğut Köyü Çifte Köprüler
Köye girdiğimizde ne AĞILCIK ne de ÇİĞDEM görebiliyoruz. Ama çifte köprülerin başında hala ayakta duran KARAAĞAÇLAR köyün adını saklı tutuyorlar sanki.
Köprülerden geçerek taş döşeli yolun üzerinden yürüdükçe ayaklarımızın altında ezilen sararıp dökülmüş yaprakların hışırtıları ile bir yarım saat yürüyoruz, yönümüz SARIÇİÇEK YAYLASI.
Anlıyoruz artık, bu köyün bir zamanlar Erzincan’ı Sarıçiçek Yaylası üzerinden Malatya’ ya bağlayan yol üzerinde kurulu bir köy olduğunu.
Günümüzde de öyle değil mi, yol boyu kurulan köyler, kasabalar ticaretin getirdiği, yolun getirdiği kazançla çok zengin olurlar.
Bunca gelen giden Tuğut’ tan geçerken konaklar, yemek yer, atına ve kendine ihtiyaç görür, gittiği yere bir şeyler alır, bunların hepsi Tuğut’ a para bırakmak demektir.
Bunun karşılığı Tuğut’ un bu ihtiyaca göre imar edilmesi demektir.
Bu konak tarzı evlerin, bu her köşe başındaki pınarların, bu taş döşeli yolların, bu tek kemerli volkanik kara taştan yapılmış köprülerin hikmeti bu olmalıdır.
Bunca zenginliğe varan varlıkla akıp giden paranın İstanbullar’ da, Tuna Boylarında gemiler çalıştırmaya akıtılmış olduğunu, payitahtta oturan beylerin paşaların konaklarının başköşelerini, duvarlarını süsleyen kınalı koç gibi halılara akıtılarak paraya para katıldığını bilmek bugünkü Tuğut’ a baktığımızda bize acı veriyor.
Tuğut Çifte Köprüler’ de bizi karşılayan karaağaçlar
Köyü gezerken rastladığımız köylülerle virüsten dolayı uzaktan selamlaşıyoruz.
Gezdikçe yeni yeni şeyler görüyoruz.
Belinde ve sırtında birer çanta, elinde bir uzun çubuk, saçları siyah ve iki sıra belikli kırklarında bir kadın ve hemen onun ardından gelen altmışlarında bir kadın karşımıza çıkıyorlar.
Kadınlara selam veriyoruz. Çantalı kadına ilk bakışta onun bu köye yerleşmiş bir yabancı veya İstanbullu olduğunu düşünüyoruz.
-Heidi gibi olmuşsunuz, bu köylü müsünüz?
Kadın gülümsüyor, ama utangaç bir tavırla:
-Evet, buralıyız, o da annem.
-Hayırdır böyle yürüyüşe mi çıktınız?
-Yo hayır, şu evin altında koyun kuzu var da kapılarını açıp onları suya götüreceğiz.
Heidi’nin şu ev dediği bizim daha önceki gelişlerimizde fark ettiğimiz ve duvarındaki kitabeden Ermeni bir vatandaşa ait olduğunu öğrendiğimiz çok özgün bir mimari yapısı olan sal taşından yapılmış üç katlı bir konak.
İnsanın içi cız ediyor. Bir yanda eşsiz bir mimari ve hangi ustanın yaptığı belli olmayan bir ev, en az yüz yıl önce terk edilmiş olan bir anıtsal yapı, diğer yanda değerini bilmeden kendi haline terk edilmiş ve alt katında koyunların tutulduğu bir yapı.
Ama en azından böyle de olsa bina korunmuş oluyor, yakılıp yıkılan, yerinde temel taşları bile kalmayan Ermeni, Rum, Yahudi, birçok halka ait dini ve sivil mimari örneklerini düşündükçe hiç olmazsa bu durum bile bizi bir parça teselli ediyor.
Lazerle örülmüş köşe taşları Statik bu olsa gerek
Sal taşı ocağı köyün içinde
Evlerin yapımında kullanılan sal taşları öylesine ustalıklı ve kusursuz kesilmiş ve birbiri üstüne ve köşelere öylesine ustalıklı konmuş ki, uzaklardan bakınca köşelerin sanki lazer ile kesilmiş olduğunu düşünüyorsunuz
.
İşte bu köylerde sıkça karşılaştığımız bir sokak çözümlemesi daha: Yol Geçti
Köyün kalabalık nüfusundan dolayı ev yeri sorunu olunca evler sırt sırta yapılıyor ve arada sokaktan sokağa, üst mahalleye geçişler yerden tasarruf yapmak için “yol geçti” dedikleri aralıklarla sağlanıyor.
Selman’a sormadım, ama bizim grup, Yurt Gezginleri biliyordu bunları, bu aralıklara Urfa’ da ve Mardin’de ne dendiğini.
Köy bir Alevi köyü olmasına rağmen, ticaret amacıyla kervanlarla, katarlarla gelenlerin ibadetleri için köyde bir de cami bulunmaktaydı. Eski cami şimdi yıkılmak üzere virane haldedir.
Köy meydanına, aracımıza dönerken toprak setin üzerinde, bahçede duran daha önce hiç görmediğim bir tarım aleti dikkatimi çekiyor.
Bizim bildiğimiz, halk ağzında patoz denilen, batözlere benziyor.
İyi ama bunun kasnağı incecik ve kasnağa geçen kayış da çok ince bunu hangi traktör çalıştırır ki?
Tarım aletinin üzerinde bir de yarısı dolu yağ şişesi duruyor, belli ki bu alet arada yağlanıyor.
Ot Kıyma Makinesi
Eski konaktan çıkan Heidi’nin koyun ve kuzuları
Köye geldiğimizde bizi sorgular tarzda karşılayan 67 yaşında olduğunu söyleyen Ahmet Abi’ye soruyorum, şurada bir tarım aleti var, nedir acaba, daha önce hiç görmedim.
Ahmet Abi geliyor ve bakıyor, ben de anlamadım, bu aleti ilk defa görüyorum, diyor.
Ahmet Abi ile sırtını duvara yaslayıp sohbet eden diğer köylü haklı galiba, Ahmet Abi bu köyden değil, köyünde apaçık yerde duran tarım aletini bile ilk defa gördüğünü söylüyor.
Seslerimizi duyan yaşlı bir teyze bu aletin ot kıyma makinesi olduğunu söylüyor.
O sırada evden dışarı çıkan, yaşlı teyzenin oğlu olduğunu düşündüğüm genç adam da teyzeyi teyit ediyor.
-İyi ama bu kasnak çok küçük, nasıl çalışıyordu, nasıl bir traktör vardı?
-Doğru, ama o kasnağı çeviren elektrik motorudur.
-Yani?
-Yani onun bir kablosu ve fişi vardır ve kablo fişe takılıp alet çalıştırılır.
-Evlerdeki şebeke elektriği yani.
-Evet
Diyoruz ya, hep öğreniyoruz, herkesten öğreniyoruz.
Tuğut’ tan aklımızda kalan o kadar çok şey var ki, hiçbirini aklımızda tutamayacağız kuşkusuz, ama Anadolu’da böyle bir köy olduğunu, hala ayakta durmaya çalıştığını bilmek, görmek bile bizi mutlu ediyor.
Tuğut’ tan aklımızda kalanları ve zihnimize kazıdığımız kareleri hızlıca geçiyoruz.
Tuğut’ta Yol Geçti Urfa’ da Kabaltı-(Kubbe Altı)
Mardin’ de Abbara
Sokaklar ve köşeler inişlerde törpüleniyor
Pınarlar hala akıyor
Tuğut’ dan ayrılıyoruz, ama benim aklımda hala soru işaretleri var. Buraya her gelişimde başka şeyler görüp öğreniyorum. Gördüklerime, duyduklarıma, bağlantılara, kimsenin dikkat etmediği sıradan objelere şaşırıyorum.
T’ĞUD MU - TUĞUT MU – TAĞUT MU?
Bir önceki yazı başlığında
T’ĞUT MU-TUĞUT MU-AĞILCIK MI- ÇİĞDEMLİ Mİ, diye sorarken bu kez Ağılcık ve Çiğdemli köy isimlerini çıkararak onların yerine TAĞUT kelimesini ekliyoruz.
Sorumuz şu:
Köyün en eski adı olan TUĞUT kelimesi “Karaağaçlı” anlamına gelen Ermenice T’ĞUD kelimesinden geliyorsa, acaba bu Ermenice kelime nereden geliyor?
Köyün bu Ermenice kelimeden de önce, T’ĞUD kelimesinden de önce bir adı var mıydı acaba?
Bize göre vardı ve bu kelime yani T’ĞUD kelimesi Arapça TAĞUT kelimesinden bozma bir kelimeydi.
O halde TAĞUT ne demek diye sormadan önce, geçtiğimiz yıllarda İŞİD’ in Türkiye için söylemiş olduğu bir sıfat, bir yakıştırmayı hatırlıyorum: TAĞUT, yani şeytan.
TAĞUT sadece şeytan mı demektir?
Ferit DEVELİOĞLU’ nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügati “tağut” için şunları yazıyor:
Kayıptan haber veren, büyücü, şeytan, İslam’dan önce Mekke’deki Lut ve Uzza putları.
Bölgeye, yani Divriği’ ye, Ermeniler gelmezden önce yaygın ve egemen olan Pavlikanlar’ ın inancına göre Pavlusculuk diğer tek tanrılı dinlere göre, bu arada Bizans’a göre de, heretik, şeytan ile özdeş “sapkın” bir dindi ve Pavlikanlar sapkındı, şeytandı.
Dokuzuncu yüz yılda Divriği merkez olmak üzere Bizans’ın Ortodoks baskı, zulüm ve kıyımına direnen Pavlikanlar bir ara toparlanıp Batı Anadolu’ ya, Ege’ ye kadar Bizans’ ı geriletebilmiş ve Bizans Pavlikanlar’ a karşı Araplarla işbirliği yaparak onları bölgeden Balkanlar’a , oradan Fransa’ya sürmüş, kalanların çoğunu yok etmiştir.
Sapkınlıkla ve şeytani olmakla eş tutulan Pavlikanlar’ ın tanrı inancına bakacak olursak karşımıza ilginç bir durum çıkıyor.
Pavlilakanlar’ a göre bir iyi bir de kötü tanrı vardır.
İyi tanrı gelecekteki dünyanın tanrısıdır ve kötü tanrı ise bu dünyanın yaratıcısı ve yöneticisidir.
Tağut kelimesinde saklı olan “büyücü” anlamı ise Türklerin “şamanlıkla” bölgeye getirdikleri ve yansıttıklarından başka bir şey olabilir mi?
Kültürel kaynağı Eğin midir, Divriği midir, emin olamayacağımız, araştırmaya değer, ilginç ve sıra dışı figürler içeren “kapı tokmaklarına” bu gidişimde yeniden ve TUĞUT – TAĞUT karşılaştırması ışığında bakıyorum ve gördüklerime şaşırıyorum.
Kanatlı kapı ve figürler
Kanatlı kapısıyla konak
Solda kanatlı kapı, sağda ise kapının takılı olduğu konak görülüyor.
Soldaki kapı, bizim “çatal kapı” dediğimiz, iki kanatlı ve her iki kanadında da kadınlar ve erkeklerin çaldığı tokmakların vurduğu iki ayrı metal figür bulunuyor.
Metal figürlere dikkatle bakıldığında bunların öncelikle bir şamana, giderek bir gizleme olduğunu var sayarsak, bir şeytana benzediğini görüyoruz.
Bu kapı tokmaklarını bugün veya daha önce takan köylü bunların anlamını elbette bilmiyordu, onlar bu kapı tokmaklarını figürlerinden ve yaygın olarak kullanılıyor olduklarından almışlardı.
Bangkok Tapınak detayı
Kaya resminde bir şaman
Tuğut Köyü’nde Ermenilerden önce yaşayan ve egemen inanca göre “tağut, sapkın” olan, şeytanla bir olan insanlar mı vardı, bir topluluk, bir grup mu vardı?
Veya Tuğut Köyü’nde tağut için bir tapınak, bir sunak mı vardı?
Kanatlı kapının sol tarafında demir kabaralarla kapıya çakılarak yapılan yuvarlak ve saplı bir aynanın içindeki, bize göre, Ermeni Haçı neyi anlatıyor acaba?
Bu evin bir Ermeni’ye ait olduğunu mu? Hiçbir sır bu kadar açık ifade edilmez.
Şeytan ile mücadele bütün semavi dinlerde yer almaktadır.
Şeytanın gazabından korunmak için haç çıkarmak bilinen en yaygın ritüeldir.
Kapıdaki ayna üzerinde görülen haç, o eve girmeden önce şeytanın o evden çekip gitmesi veya ortada görülmemesini sağlamak için yapılmış olabilir.
O eve giren kimse her seferinde elinde bir haç ile dolaşmayacağına göre, evin girişine asılan haç figürü o evi ve ev halkını şeytandan korumaya yetecektir.
Kanatlı kapının üzerindeki mermerden işlemeli iki adet açıklık mı?
Kötü ruhlar, şeytan oradan çıksın diye.
Peki haç figürü neden aynanın içine yerleştirilmiştir?
Burada da bir sır saklıdır?
Bunu yapan veya yaptıran ev sahibi burada şunu demek istemiştir:
“Ben yüzüme ne zaman bir ayna tutsam onda kutsal haçı, Baba-Oğul ve Kutsal Ruhu görüyorum.” Şamanların giysilerindeki, başlıklarındaki ayna neyi ifade eder? Timur’un veya Orta Asya Türklerinin göğüs zırhları neden ayna gibi yansıtıcıdır?
İstanbul’un Taşları-Anadolu Yakası Şehir Gezimizde gidip gördük Merdiven Köy Şahkulu Bektaşi Dergahı’nı.
Dergah II.Mahmut tarafından diğer bütün Bektaşi dergahları gibi kapatıldığında postta oturan Mehmet Ali Hilmi Dede Baba’ nın yazmış olduğu nefes tam da Tuğut Köyü’nde gördüğümüz o ayna içindeki haçın anlattığını anlatır.
Bektaşiler için çok önemli bu nefeste aynayı yüzüne tutan her Can’ın aynada kendini değil, Ali’yi gördüğü anlatılır.
Aynayı tuttum yüzüme
Ali göründü gözüme
Nazar kıldım ben özüme
Ali göründü gözüme
Adem baba Havva ile
Hem alleme'l-esma ile
Çarh-ı felek sema ile
Ali göründü gözüme
Hazret-i Nuh neciyullah
Hem İbrahim halîlullah
Sînâ'daki kelîmullah
Ali göründü gözüme
İsâ-i rûhullah odur
İki alemde şah odur
Cümlemize penah odur
Ali göründü gözüme
Ali evvel Ali ahir
Ali batın Ali zahir
Ali tayyip Ali tahir
Ali göründü gözüme
Ali candır ali canan
Ali dindir ali iman
Ali rahim ali rahman
Ali göründü gözüme
Hilmî gedâ, hilmî kemter
Görür gözüm dilim söyler
Her nereye kılsam nazar
Ali göründü gözüme
Köyün bir Alevi köyü olması açıklanabilir bir durumdur. Topraklarını terk etmeyen, kıyımdan kurtulan Pavlikanların inanç yakınlığı, kültürel yakınlık ile Alevi toplumların içinde eridiklerini düşünebiliriz.
Köydeki cami ise bugün harabe halde ve neredeyse yıkılmak üzeredir.
Bütün inanç sistemleri, ta “Bin Tanrılı Hititlerden” bu yana, tapınaklarını, ibadethanelerini, sunaklarını o yörede kendilerinden önce gelen halkların tapınak, ibadethane, sunakları üzerine yapmışlardır.
Bunda şaşılacak bir durum yoktur.
Yeni inanç sahibi halk, eski inanç sahini halkın inacını da içinde taşır ve zamanla onu içinde eritir ve onunla benzeş olur. Böyle olunca kendinden öncekilerin tapınaklarına, ibadethanelerine sahip çıkar.
Anadolu bunun yüzlerce örneği ile doludur. Örneğin bir Poseidon tapınağı kiliseye dönüştürülürken, kilise de camiye dönüştürülebiliyor.
Tuğut Köyü Camisi’ nin de ilk yapıldığı yerinde ne vardı? Temel kazılarından neler çıktı, bilemiyoruz.
Ama çok büyük ihtimalle Tuğut Köyü Camisi’nin temelinde de öncelik sırasına göre, Pagan Tapınağı, Pavlikanlar’a ait bir yapı, bir Ermeni kilisesi ve son olarak bir cami çıkmış olma ihtimali yüksektir.
Harabe halde Tuğut Camisinin içi, yapılış tarihi bir ipucu sanki
Sonuç olarak kimse “şeytan” anlamına gelen “tağut” adını kendi köyüne alarak ve bilerek hedefte ve istenmeyen olmak istemez.
Yapılacak en akıllıca şey bu kelimeye ve sese en benzer başka bir kelime bulmaktır ve bu da “tuğut” olarak çıkar karşımıza.
O halde Arapça “tağut” kelimesi buralarda nasıl köy adı, yerleşim adı olabiliyor?
Çünkü Araplar Anadolu’ ya Türklerden ve Ermenilerden çok da önce gelmişlerdi ve gittikleri, girdikleri, işgal ettikleri her yere Arapça isimler vermişlerdi.
Bu kadar mı?
Son olmayacak bir ek daha:
Yine o Yurt Gezimizde gitmiş olduğumuz Divriği Maltepe Köyü civarında bulunan ilginç jeolojik oluşumun adı”Şeytan Şehri Kayalıkları (köylülerin deyişiyle ise “biz burayı hep şeytan şehri biliriz, şeytan kalaylıkları yeni çıktı) diye geçer ve Divriği şimdi o yöreye yerli ve yabancı ziyaretçi bekliyor. Bir köy hemen yanı başındaki bir oluşuma neden “şeytan şehri” der?
Bir ek daha:
Köylerindeki o jeolojik alana “Şeytan Şehri” diyen Maltepeli köylüler acaba köylerinin eski adının anlamını biliyor muydu?
Maltepe Köyü’nün eski adı “Hurnevil” idi ve Ermenice bir kelimedir. Ermenice’ye ise muhtemelen koskoca Bizans’ın resmi dili Grekçe’den geçmiş olmalıdır ve yazışmalarda XRNAVİL veya XRNAVUL olarak geçmektedir.
XRNAVİL veya XRNAVUL ise bize KARNAVAL kelimesine ulaşmak için yeterli görülmektedir, “Latince carne, “et” ve vale “veda”) Latince “ete veda” yani 40 günlük perhizi anlatan günleri işaret etmektedir.
Yakınında bir “Şeytan Şehri” olan Maltepe Köyü’nde acaba pagan dönemlerinde başka türlü bir karnaval, şenlik mi yapılıyordu?
Başka ve şimdilik son, ama asla son olmayacağını düşündüğüm bir ek daha:
Araplar IX. Yüzyılda bölgeye geldiklerinde Divriği için “Tephrike” dediler.
Bir nedeni olmalıydı. Çünkü bölgeyi hem savunma hem de inanç merkezi olarak donatan PAVLİKANLAR o dönemde Bizans ve müttefiki Araplar için “ ayrılıkçıydılar.”
Ayrılık kelimesi mi?
Bize yabancı değil aslında, dilimize Arapça “tephrike’den” bozulmuş olarak geçen “tefrika” kelimesinden gelmektedir.
Yine Ferit DEVELİOĞLU’dan yardım alıyoruz.
TEFRİKA: (Arapça isim fark’dan) 1.ayrılma, ayrılık 2. Bozuşma (bkz. Nifak) 3.gazete veya dergilerde kısım kısım çıkarılan uzun yazı.
Burada geçen “bozuşma”-nifak kelimesi de bağlantılar açısından işimizi kolaylaştırırken, sorularımızın bitmeyeceğini gösteriyor.
Bu bir tesadüf olabilir mi?
Biz hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını inanıyoruz.
Tuğut Köyü sırlarını kendi içinde saklamaya devam ediyor.
Aklımızda bir sürü cevapsız soru ile Tuğut Köyü’nden ayrılıyoruz.
Bugün akşam hava kararmadan Eğin’e varmamız gerekiyor.
Geldiğimiz yoldan Divriği’ ye dönüyoruz.
Yama Dağları’na, Ozan Ali Kızıltuğ’ a borçlu olan köylere, yaylalara, dağlara veda ediyoruz.
Selman’dan son bir istek parçası koymasını istiyorum, yine Ozan Ali KIZILTUĞ’dan, ama bu sefer Cem ADRİAN yorumuyla:
SEN GEL DİYORSUN (ÖF ÖF)
Bu sitem dolu türküye mi yanarsın, Cem ADRİAN’ ın yorumuna mu büyülenirsin, yoksa Cem ADRİAN’ın bu türküyü ozanın huzurunda söylemesine beş gün kala bu büyük kaynağın da feleğin gadrine uğramasına mı, Ozan Ali KIZILTUĞ’un Hakka yürümesine mi?
Cem ADRIAN ustası Ali KIZILTUĞ’ un vefatı üzerine şu mesajı yayınlıyor twitter hesabından:
"Huzurunda türkünü söyleyecektim"
73 yaşında hayatını kaybeden Ali Kızıltuğ'un ölüm haberini alan Cem Adrian, Instagram hesabından fotoğraf paylaştı.
Adrian fotoğrafın altına şunları yazdı:
"Büyük bir tesadüf sonucu tanıştım sözü, müziği ile. Öyle sevdim, öyle içten söyledim ki türküsü... 5 gün daha hayata tutunabilse idi onun için düzenlenen saygı gecesinde, huzurunda söyleyecektim 'öf öf'ü... Büyük usta Ali Kızıltuğ... Hayata bıraktığı onurlu iz hiç unutulmayacaktır."
SEN GEL DİYORSUN (ÖF ÖF)
Aramıza girmiş
Dağlar, denizler
Gelemem diyorum öf öf
Sen gel diyorsun
Kar yağmış yollara
Örtülmüş izler
Örtülmüş izler
Bulamam diyorum öf öf
Sen bul diyorsun
Sen bul diyorsun
Sanma bu sevgimiz
Sence yaygara
Ne dertler bıraktın öf öf
Hep sıra sıra
Sen yoksun ya böyle
Issız Ankara
Sensiz Ankara
Duramam diyorum öf öf
Sen dur diyorsun
Sen dur diyorsun
Kızıltuğ'um baharı mı, yazı mı?
Hangi kalem yazmış öf öf
Benim yazımı
Dert ortağım olan
Dertli sazımı
Dertli sazımı
Çalamam diyorum öf öf
Sen çal diyorsun
Sen çal diyorsun
Yazık ki bu güzelim türküyü de Ali KIZILTUĞ dışında herkese yazıyorlar. Bu kadar haksızlık, bu kadar kadir kıymet bilmezlik, bu kadar vefasızlık olur mu?
Selman bir tuşa basıyor ve içimiz dağlanarak dinliyoruz, hele “ıssız Ankara, sensiz Ankara” dedikçe gözlerim doluyor.
Usta’ya söz veriyoruz, bölgeye bir sonraki gelişimiz önce Mursal’ dan başlayacak, önce seni ziyaret edeceğiz, senin türkülerini söyleyip Yama Dağları’ na sesleneceğiz “Ali KIZILTUĞ’ a borcunu ödedin mi koca dağ?”
DERSİM’E YOLCULUĞUN dördüncü bölümünü yazıyorum, bitirmek üzereyim.
Bugün 13 Aralık, bu bölümün, dördüncü bölümün bugün yayınlanıyor olması bir tesadüf mü?
Yani Usta Ozan Ali KIZILTUĞ’ un ölüm yıldönümünde.
Bu bir tesadüf olabilir mi?
Divriği’ ye varıyoruz, yol için bir şeyler alıp, ILIÇ-ERZİNCAN yoluna çıkıyoruz.
TAŞ YOLU ÜZERİ EĞİN
Günümüzde Eğin’ e ulaşmanın birçok yolu var. Ama daha yakın zamanlara kadar Eğinlilerin Fırat dedikleri, Karasu Vadisi’ ne öyle kar yağardı ki, yollar aylarca kapalı kalır, dağlar geçit vermezdi.
Unu bulguru, azalan, tükenen Eğinliler ve Eğin köylükleri tarım bakımından daha varlıklı ve zengin olan komşu ilçelere, köylere giderdi aç kalmamak için.
Oralara un bulgur vb almaya gittiklerinde yanlarında para yerine takas olarak dut kurusu, pekmez, vb götürürdü, ama yine de aldanır, horlanırlardı.
Şair Enver GÖKÇE ne güzel anlatır Meri Kekliğim şiirinde kışın zor koşullarının getirdiği bu yoksulluğu ve çaresizliği, “bir godik arpa için Sivas ellerinden geri çevrildiğini.”
MERİ KEKLİĞİM
Bir
Elde
Çatal
Bir
Elde
Dehre
Dalar
Dikenlerin
Kengerlerin
Peşinde
Kaderimmiş
Söğerim
Oy
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Dut
Kurusu
Süpürge
Tohumu
Yediğimiz
Ve
Bir
Godik
Arpa
İçin
Sivas
Kapılarından
Geri
Çevrildiğimiz
Günleri
Defledik
Meri Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Yol
Parası
Veremedim
Diye
Şu
Dağları
Bana
Açtırdılar
Şu
Yolları
Bana
Hacizlere
Gitti
Suna
Gibi
Keçim
İneğim
Meri
Kekliğim
Kore
Dağlarında
Tabakam
Kaldı
Mapus
Damlarında
Özgürlüğüm
Hey
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğin.
Şu koca Anadolu’ da bu nedenle belki de gurbete en çok insan gönderen Eğin ve köylükleri olmuştur.
Çıkış yolu bulabilmek için çareler aranırken dağların o sert, o tunçtan yapılmış gibi sert kayaların, Torosların son kuzey uzantıları olan Mercan Dağları’nın delinmesi konuşulur, zamanla hikaye edilir.
Ve ilk kazma vurulur o tunçtan kayalara, ilk balyoz, ilk çivi çakılır, ilk yiğitler sarkıtılır sepetlerin içinde uçurumlu kayalardan aşağıya, vur babam vur dağı delelim, bir tünelle, bir geçitle Divrik’ e varalım, evde çoluk çok aç, hayvanlar aç. Yaşlılar hasta.
Eğinli yazar Lütfi ÖZGÜNAYDIN oturup yazar Eğinlilerin tam 140 yıl önce başlayan bu dağı taşı delerek yol açma, kurtulma hülyasını TAŞ YOLU Eğin Öykülerinde.
Eğin demek bir yerde Enver GÖKÇE demekse, bir yerde Ali DEMİRSOY demektir.
Eğin demek bir yerde Karasu/Fırat demekse, bir yerde Taş Yolu demektir.
Eğin demek bir yerde dut cenneti demekse, bir yerde insan eliyle yapılmış “gabanlar” demektir.
Ilıç yolundayız.
Çaltı Çayı bir sağımızda bir solumuzda kalıyor.
Az sonra Kemaliye-Taş Yolu ayrımına varacağız. Selman’ı insanı gererken bir o kadar da hayran bırakan yoldan geçirmek istiyorum.
Ama Taş Yolu’ un açık olup olmadığını bilmiyorum. Bendeki en son bilgi Taş Yolu’nda aşırı yağmur nedeniyle yolun Fırat’a kaymasından dolayı yolun uzun süredir kapalı olmasıydı.
Hemen Eğinli dostumuz Güven’i arayıp Taş Yolu’n son durumunu soruyorum.
Güven o Taş Yolu kendi kamyonu ile bin bir macera atlatarak geçen tek usta şofördür. Eğin ve çevresi, dağları, vadileri, yaylaları, suları, her bir taşı, her bir geyiği, yaban keçisi, kekliği Güven’ in hafızasındadır.
Güven’den gelen güven verici bilgiye dayanarak hiç tereddüt etmeden Taş Yolu’ndan gitmeye karar veriyorum.
-Tamam Selman, Taş Yolu üzerinden gidiyoruz.
Selman heyecanlandı mı, meraklandı mı bilemiyorum, ama yönümüzü Taş Yolu’ na çevirdik bile.
Taş Yolu yön levhası sanki bir devlet kara yolu levhası gibi mavi zemin üzerine beyaz yazı ile yazılmış.
Ama hiçbir uyarı yok.
Taş Yola giremeyecek araçlar veya girecek araçların eni, boyu, yüksekliği vb hiç belirtilmemiş.
Güven dostumuzdan dinlemiştim yine bir Taş Yolu hikayesini. Günün birinde bir TIR şoförünün hiçbir uyarı görmediği için ve yolu kısaltacağını düşündüğünden, o da bizim gibi Taş Yolu’na giriyor ve bir noktada hareketsiz kalıyor. Zira Taş Yolu bazı yerlerde 90 derece dönüyor, bazı yerlerde sadece 1,70 metre genişliğe düşüyor. Koskoca TIR’ ın o yolda ilerlemesi, manevra yapması nasıl mümkün olur.
Neyse durumu haber alan Eğinliler TIR’ ı Taş Yolu’ndan geri geri çıkarmak için topyekun seferber oluyorlar ve soğuk terler döken şoförü ve TIR’ını Taş Yolu’ndan kurtarıyorlar.
Bizim öyle bir maceraya girecek halimiz yok elbette, hem aracımız da küçük, Taş Yolu’ndan rahatlıkla geçer. Hem bu mevsimde bu yolu kaç kişi kullanır, salgından dolayı gezi grupları da gelmiyor.
Taş Yolu girişine kadar Çaltı Köyü bölgesinden geçiyor ve yol üzerinde demir yolu kenarında demir cevheri zenginleştirme tesislerini görüyoruz.
Buradan geçerken hiçbir yön levhası göremiyoruz, yanılırsanız sağa dönerek Çaltı Köyü’ne gidebilirsiniz. Benim daha önce birkaç kere bu yolu geçmişliğim olduğu için, biliyorum ve sola dönüyoruz, yola devam ediyoruz.
Taş Yolu’na girmeden önceki son köy olan, eski adı Navril, Gümüş Çeşme Köyü’nün önünden geçerken bir pınara ve pınarın önüne çakılmış bir tahta levha üzerine yazılı yazıya takılıyor gözlerimiz.
Bu levhayı çakan kişi bu işi yazın, kurak zamanda yapmış olmalı, her geçen dutu sulamış olmalı ki, dut fazla sudan çürümüş. Ama yapan güzel bir iş yapmış, Allah rızası için istemiş.
Gümüş Çeşme Köyü bizi böyle uğurluyor
Taş Tolu Girişi
Çok kısa bir yol gittikten sonra Taş Yolu girişine varıyoruz. Toplam 9 kilometrelik bir taş tünel. Elektrik aydınlatması yok. Fırat tarafına açılan doğal kaya açıklığı aydınlatma sağlıyor. Ama yine de bazı yerlerde zifiri karanlık ortaya çıkıyor, en ufak bir ışık sızıntısı bile gelmiyor dışarıdan.
Yaklaşık 140 yıl önce başlayan bu sevdalı düş, Taş Yolu, ara ara kesintilere uğramış olsa da dönemin başbakanı Bülent ECEVİT ve Erzincan Valisi Recep YAZICIOĞLU’ nun kişisel gayret ve destekleri ile 03 Ağustos 2002’ de kesintisiz insan ve araç trafiğine açılır.
Biz de aynı yola giriyoruz ve kuzey güney yönünde Fırat’ın akış istikametinde ağır ağır ilerliyoruz.
Selman için çok özel bir durum, ilk defa böyle bir yerden geçiyor. Solumuzda akan Fırat’ın suyu hayli azalmış, ama yine de o derin uçurumlara bakmak yürek istiyor.
Arada aracımızın farını söndürüyoruz, zifiri karanlık insanı ürpertiyor.
Arada Fırat tarafına kayalara açılan aydınlıklara gidiyor, boşluktan Fırat’a, vadiye, Karanlık Kanyon’a bakıyor, nehre taş fırlatıyoruz.
Sonra tekrar devam ediyoruz yolumuza.
Amacımız bir an önce Eğin’ e varıp aracımızı Güven’ in Fırat kenarındaki kafesinin otoparkına bırakıp Taş Yola yürüyerek gelmek ve Taş Yol içinde en az iki saat yürümek. Güven’ i görmek eski bir dostu görmek gibi oluyor. Eşi Ömür Hanım da kafede ne sıcak karşılıyorlar bizi. Hemen hızlı bir şekilde tost yapılıyor, çaylar geliyor ve yürüyüş öncesi açlığımızı bastırıyoruz.
Sanki bir anakonda yuvasında ilerliyoruz
Arada Karanlık Kanyon’ a bakıyoruz
Akşam oluyor, hava kararmak üzere.
Şirzi Köprüsü’nden başlayarak Taş Yolu’na doğru yürüyoruz. Sandık Köyü ayrımını geçerken sol tarafta bugün bile sapasağlam ayakta kalan Ermeni katır yolunu gösteriyorum Selman’a. Eğin’ e giden eski yol buradan geliyordu, Fırat kenarındaki rıhtımı da gösteriyorum, gelen köylüler bu rıhtımda sala/keleğe biniyor ve Eğin’e o şekilde gidiyorlardı.
Sonra devam ediyoruz.
Eğinlilerin “Tuğla Deresi” dedikleri iki kaya arasına geliyoruz. Sanki iki sevdalı kaya ayrılmışlar kavuşmayı bekliyorlar.
Tuğla Kaya geçidi
Taş Yolu içinde en az iki saat yürüyor sonra aynı yoldan geri dönüyoruz.
Bazı yerler mutlak karanlık sağlıyor ve el feneri kullanmamız gerekiyor.
Mutlak karanlıkta yürürken bir Eğin türküsü söylüyoruz, bizim için artık çok bilinen bir türkü: Horoz
Ben birinci, Selman ikinci ses oluyor ve türküyü sonuna kadar söylüyoruz.
Taş Yolu’n Fırat’a bakan duvarında aydınlık için yapılan açıklık
Bir ayrımdasın, Taş Yolu’nda olsan bile
…/…
Akşam Bahçeli Pansiyon’ da kalacağız.
Gelmeden Osman dostumuzu, Eğinliler’ in demesiyle “ Bahçeli Osman’ı” aramıştım.
“Bilmem ki” demişti, “aslında kapalıyız.”
-Hanım beyin kanaması geçiren kardeşine bakıyor, yalnızım, ben de size kahvaltı veremem.
-Yahu Osman kardeş, kahvaltıyı dert etme, biz dışarıdan bir şeyler alır getiririz.
-Tamam o zaman.
Akşam hava karardıktan sonra giriyoruz Eğin’ e.
Önce akşam yemeği, “badişli” çorbası içiliyor. Sonra Lökhane’ ye çıkılıyor ve lök tatlısının tadına bakılıyor. Sokaklar karanlık. Kadı Gölü Suyu çok az da olsa akıyor. Küçük Dere’ ye doğru gidiyor oradan karanlık sokakların arasından geçerek taş döşeli merdivenlerden şehir merkezine aracımızı park ettiğimiz yere iniyoruz.
Karanlık hali bile insanı büyüleyen bir kent Eğin. Bu kenti kim veya kimler ve nasıl planlamışlar öyle? Her tarafından, her çehresinden ayrı güzel ve gizemli.
Aracımıza binip Bahçeli Osman’ın eşi ile birlikte işlettiği “Bahçe Mahallesi’ndeki, Bahçeli Pansiyon’a” varıyoruz.
Bahçeli Osman da bizi çok sıcak karşılıyor. Bize pansiyona geleceğimiz saati soran Bahçeli Osman sobayı yakmış, içerisi sıcak.
Salgından dolayı ayrı odalarda kalıyoruz Selman’la.
Evliliğim, kocamla yaşadığım bitmek bilmeyen sorunlar ve zorluklar yüzünden çöktü. Arkasına bakmadan beni terk etti ve aylarca yalnız kaldım. Ailesi araya girdi ve yine de hiçbir şey değişmedi. Duygusal olarak yıkılmıştım ve tekrar aşkı bulma umudumu kaybetmiştim çünkü o bir erkekte istediğim her şeydi. Birçok insan gibi ben de Dr. Ilekhojie'yi internet aracılığıyla tanıdım. Sorunlarımı uzun uzun tartıştık ve evliliğimi yeniden kurmak için ihtiyacım olan çözümü bulacağıma dair bana güvence verdi. Güvenilir olduğuna dair kanıtım olduğu ve hiçbir şeyi geciktirmediği için prosedürlerine uymaktan başka seçeneğim yoktu. Benim için bir uzlaşma ritüeli yaptı ve paylaştığımız sevgi ve mutluluk geri geldi. Dr. Ilehojie'nin söz verdiği gibi tam 3 günde oldu. Gerçekten harika bir yardımcı. WhatsApp +2348147400259 üzerinden iletişime geçin veya gethelp05@gmail.com adresinden e-posta gönderin
Evliliğim, kocamla yaşadığım bitmek bilmeyen sorunlar ve zorluklar yüzünden çöktü. Arkasına bakmadan beni terk etti ve aylarca yalnız kaldım. Ailesi araya girdi ve yine de hiçbir şey değişmedi. Duygusal olarak yıkılmıştım ve tekrar aşkı bulma umudumu kaybetmiştim çünkü o bir erkekte istediğim her şeydi. Birçok insan gibi ben de Dr. Ilekhojie'yi internet aracılığıyla tanıdım. Sorunlarımı uzun uzun tartıştık ve evliliğimi yeniden kurmak için ihtiyacım olan çözümü bulacağıma dair bana güvence verdi. Güvenilir olduğuna dair kanıtım olduğu ve hiçbir şeyi geciktirmediği için prosedürlerine uymaktan başka seçeneğim yoktu. Benim için bir uzlaşma ritüeli yaptı ve paylaştığımız sevgi ve mutluluk geri geldi. Dr. Ilehojie'nin söz verdiği gibi tam 3 günde oldu. Gerçekten harika bir yardımcı. WhatsApp +2348147400259 üzerinden iletişime geçin veya gethelp05@gmail.com adresinden e-posta gönderin
YanıtlaSil