Orta yaşın üzerinde, hafifçe kilolu, başındaki yazmasının altından alnına düşmüş boyasız perçemi yüzündeki hüzün kadını hemen ele veriyordu.
Kadının yanından ayrılmayan ve otuzlu yaşlarında olduğunu gösteren diğer kadının aynı telaşla olmasa da “anne gel artık gidelim” demesiyle onun “hani nerede,” diyen kadının kızı olduğunu anlıyorum.
Tren garları ne kadar çok insanın gönderdi de geri dönmediler kim bilir?
Kim bilir kaç kişi kavuşma umuduyla gelen trenleri beklediler günlerce, aylarca?
“Bu kadın her hafta aynı ve saatte gelir,” diyor, başımı kaldırdığımda göz göze geldiğim kırmızı kasketi ile bir yol memuru.
Oysa ben her zaman Atilla İLHAN’ ı, Kaptan’ ı hatırlarım garlara her gelişimde.
BELÂ ÇİÇEĞİ
alsancak garı'na
devrildiler
gece garın saati belâ
çiçeğihiçbir şeyin farkında değildiler
kalleş bir titreme aldı erkeği
elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
çantasını karısı taşıyordu
hiç kimse tanımıyordu
kimdiler
gece garın saati belâ
çiçeğiüçüncü mevki bir vagona bindiler
anlaşıldı erkeğin gideceği
bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
bir türlü karısına bakamıyordu
ayaküstü birer bafra
içtiler
gece garın saati belâ
çiçeğişimdiden bir yalnızlık içindeydiler
karanlık gelmişi geleceği
birdenbire sapsarı kesildiler
vagonlar usul usul kımıldıyordu
…/…
Saat henüz 13.00.
Doğu Ekspresi saat 18.00
kalkacak.
Yağmur hiç durmadan
yağıyor ve hava oldukça soğuk.
Ankara’ da
öğrenciliğimden aşina gri bir hava var.
Gar binasının tarihini
ve mimarisini bilmek o soğuk ve gri Ankara havasında insanı bir parça ısıtıyor.
1892’ de Ankara’ya gelen
tren için şimdiki muhteşem gar binasının yapılması 1937 yılını bulur.
Şekip AKALIN’ın yaptığı
bu güzel binanın yerinde bulunan “Direksiyon Binası” şimdi Gar Müzesi.
İnsanların hafızası
olduğu kadar, binaların da hafızası vardır.
Direksiyon Binası gün
gelip de bir ülkenin kurtuluşu için önemli adımların atılacağı, askeri
planların yapılacağı, kurtuluşu örgütleyen Mustafa Kemal için Ziraat Mektebi’
nden sonra uzun süre ikamet ettiği bir yer olduğunu çok iyi hatırlıyordur.
…/…
Yağmur ve soğuğa
aldırmadan Ankara’nın Harbiye ve üniversite öğrencilik yıllarından ezberimdeki yollarına
düşüyorum.
Resim Heykel Müzesi’ ne
gitmeyeli kaç yıl oldu acaba?
Ya hemen yanında, aynı
hizada, adeta komşu bina gibi duran ve son ziyaretimden bu yana önünden kim
bilir kaç bin kere geçtiğim Etnoğrafya Müzesi hafızasını bir yoklasa benim
kendisini en son ziyaretimi hatırlar mı acaba?
Doğrusu bunu ben de
bilmiyorum.
Bunu bilebilmek için
binalarla konuşmak, sohbet etmek gerekir.
Antik şehirlerle de…
Hasan HÜSEYİN
Sagalassos’ a, Azime Hanım’ ın peşinden gelip antik kentle sohbete başladığında
kendiliğinden dökülüvermişti o destan şiir AĞLASUN AY ŞAFAĞI.
Arif HİKMET KOYUNOĞLU
bilemezdi yaptığı binanın modern müzecilik anlamında Türkiye’ nin ilk müzesi
olacağını.
Bilemezdi aynı binanın
21 Kasım 1938 tarihinden 10 Kasım 1953 tarihine kadar Atatürk’ ün naaşı için
bir ANIT KABİR olacağını.
İtalyan heykeltıraş
CONANICA daha sağlığında ve 1927 yılında yaptığı Atatürk heykelinin ülkenin en
güzel heykellerinden birisinin olacağını bilemezdi.
…/…
Ama şimdiki adı İstiklal
olan kadim Romanyot Musevilerin bir zamanlar Ankara’nın bu en güzel
mahallesinde yaşadığını ne bir Ankaralı bilir ne de bu Musevi Mahallesi –
İstiklal Mahallesi’ nde ayakta kalmaya çalışan Sinegog ve o hüzün barındıran
Musevi evleri.
Sinegogun hafızasını
zorlamak istemiyorum.
Etnoğrafya Müzesi’ nden,
çıkarak İtfaiye Meydan’ına iniyorum.
Opera binasının
karşısında duran İller Bankası’nın o güzelim mimarisi ile merkez binasının
yerine Ankara Kalesi’nin siluetini kapatacak dev boyutlarda bir cami yapılmış.
İtfaiye Meydanı yağmura
rağmen hala canlı.
Bit Pazarı hala
müşterilerini ağırlıyor.
Şengül Hamamı’ nı
bulursam, Sinegog’ u bulacağımı, ama bunun için önce Kumrucu Sokağı bulmam
gerektiğini kim söylüyor bana?
Mart ayından kalan
BAŞKENTLERDEN PAYİTAHTA gezimizden birisi mi?
Sinegog kapalı.
Ama mahalle terk edilen
evleri ile, daracık sokakları ile sanki bir şeyleri anlatıyor hala.
…/…
“Yok, hani, nerede?”
diyor orta yaş üzerindeki kadın.
Kızı olduğunu tahmin
ettiğim kadındaki telaş azalmış.
…/…
![]() |
Musevi Evleri hüzün kaplı |
…/…
Osman Nuri Safranbolu’
dan kalkıp Ankara’ ya geldiğinde Eyüp
Sabri TUNCER henüz hayatta değildi.
Osman NURİ o meşhur
“beyaz lokumunu” yaptığında o beyaz lokumu en çok sevenlerden birisinin Nazım
HİKMET olacağını bilemezdi.
Eyüp SABRİ ise 1963
yılında Ankara üzerinde Ulus’ ta hava çarpışarak düşen uçaklardan dolayı 120
kişinin öldüğünü, ortalığın ana baba gününe döndüğünü, ama yaklaşan Ramazan
Bayramı’ndan dolayı kolonya almaya gelenlerin oluşturduğu kuyruğun 500 metreyi
bulduğunu, buna rağmen sıramı kaybederim diye, kimsenin kuyruktan çıkıp olay
yerine gitmediğini bilseydi bu hafıza
Ankara’ nın hafızası mı olurdu?
Ya Anafartalar
Çarşısı’ndaki o seramik hazinesini hangi bina daha fazla hafızasında tutabilir
ki?
Yarım kilo beyaz lokum
alıyorum.
Eyüp SABRİ hala kapalı.
…/…
Ankara veya Şekip Bey’
in garındayım.
Yeni yapılan gardan söz
etmek istemiyorum, zira bu yeni garda hafıza olacağına inanmıyorum.
Saat 17.00, daha hareket
saatine bir saat var, ama Doğu Ekspresi 1 no’lu perona yanaşıyor.
Telaş içindeki kadın
ortalarda görünmüyor.
Hareket saatine bir saat
var, ama yataklı vagonuma geçip, gelen giden yolcuları izliyorum.
…/…
Saat 18.15 ve hareket
ediyoruz.
Yataklı vagonda odamda
bir ben varım.
Kapım açık.
Elmadağ’ a gelmeden
Erzurum aksanı ile konuşan şık giyimli yaşlı bir amca açık oda kapımdan başını
uzatıp “Sprechen Sie deutsch?” (Almanca
biliyor musun?) diye soruyor.
“Ja” (evet) diyorum.
Şık giyimli yaşlı amca
Erzurum aksanı Almancası ile bana odada katlı halde bulunan yatakların nasıl
açılması ve kurulması gerektiğini anlatıyor.
…/…
Uyandığımda güneşin
doğmuş olduğunu fark ediyorum.
Anadolu bozkırından
geçiyoruz.
Öyle huzur verici ki.
Daha Çetinkaya
istasyonuna gelmemişiz anlaşılan.
Çetinkaya İstasyonu
adını efsane Ali ÇETİNKAYA’ dan alır.
Birazdan ÇETİNKAYA
İstasyonu görünüyor ve artık DİVRİĞİ sonrası ise DİVRİĞİ – BAĞIŞTAŞ arası ÇALTI
SUYU KANYONU.
Divriği Çaltı Suyu
kıyısında kurulmuş eski bir başkent olmasının yanında belki de hafızasını en
çok yitiren bir PAVLİKAN yerleşimi.
Divriği’yi geçiyoruz,
ama Doğu Roma baskısı, Ortodoks baskılar altında zulüm gören ve Paulusçu diye
bilinen Anadolu’nun bu IŞIK insanlarını günümüz Anadolu Alevilerine bağlayan
yol nereden geçiyor acaba?
Divriği ve Nuri DEMİRAĞ -
BAŞKENTLERDEN PAYİTAHTA projemizin içinde olduğu için beni büyüleyen Çaltı
Suyu’na dönüyorum.
…/…
Başımı aniden trenin
gidiş yönünde sola çeviriyorum.
ÇÜREK mi yazıyordu köy
levhasında?
CÜREK Mİ?
Cüneyt ARKIN’ ın gerçek
adını hangi Cüneyt ARKIN filmi oynatan sinemanın hafızası hatırlar?
FAHRETTİN CÜREKLİBATUR
Hep CÜRET, derdik
küçükken, çünkü CÜREK olamaz, anlamsız derdik kendi kendimize.
Kırgızca bize o
coğrafyada konuşulan Türkçe’ de ve Tatarca’ da "y" harflerinin "c" olarak okunması gerektiği öğretmişti.
Cüneyt ARKIN Eskişehirli
bir Tatar değil mi?
Gördüğüm köy levhası
ÇÜREK değil, CÜREK. CÜREK de değil, aslı YÜREK.
CÜREK ise MTA’nın genç
yaşında oralarda, Divriği’ de bulduğu demir madeni yataklarının işletilmesi
için kurulan bir madenci kenti.
Kozlu gibi.
CÜREK ülkenin kısa
zamanda neler yaptığını anlatıyor bize.
Seksenlerin başında terk
edilen CÜREK hafızasını yoklasa bize neler anlatırdı kim bilir?
Belki de en çok birisi
vagonlarla demir cevheri taşımak için yapılmış olan, diğeri kara yolu ulaşımı
için yapılmış ve 45 derece açı ile yan yana yapılmış iki taş kemerli köprüyü mü
anlatırdı?
Yoksa Divriğililerin
CÜREK için “orası PARİS” dediklerini mi?
Saat 08.30, Bağıştaş
İstasyonu’ndayım.
Karasu istasyonun hemen
önünden akıyor.
Çaltı Suyu ile Karasu
Eğin’ e varmadan kavuşacaklar.
Çaltı Suyu’ nun demir
cevheri rengindeki bulanık suyu Karasu’ nun berrak rengine karışacak ve Eğin’
den Keban’ a (ahh orası da GABAN / KABAN değil mi?) varmadan Murat Suyu ile birleşerek ortaya koca
bir FIRAT Nehri’ni çıkaracaklar.
…/…
Eğin’ e neden
geldim, hafızamı yokluyorum.
Gurbete en çok
çıkanların, en içli GURBET türküleri yakan ve gurbet türkülerini en iyi söyleyenlerin Eğinliler olduğunu
bildiğimden midir?
İnsanlar gurbete ve yola
neden düşerler?
…/
Kadın hala birinci
peronun önünde sağa sola bakıyor, nerede kaldı, diyor.
Kırmızı renkli kasketi
ile yol memuru elindeki ışıklı işareti kaldırıyor, yeşil tarafını makiniste
doğru çeviriyor ve lokomotife yol veriyor.
Aklımda bir tek ihtimal
kalıyor, beyaz vagon, Mustafa Kemal’ in Yurt Gezileri için hazırlanmış olan ve
şimdi gar binasında sergilenen beyaz vagon.
Kadın hep beyaz vagonun
önündeydi…
09-10 Nisan 2019
(*) Başlık sık sık yaptığım
gibi büyük insanlardan ödünç aldığım bir başlık. Büyük PUŞKİN’ den
ERZURUM’A YOLCULUK