2 Nisan 2019 Salı

DEĞİŞİK HİKAYELER - 3 (Gebze Otobüs Terminali Günlükleri )


Adam iri yarı.

Ramiz Kaptan beni Gebze Otobüs Terminali’ ne bıraktığında görüyorum iri yarı adamı.

Adam, elindeki irice koliyi neredeyse gövdesinden öne çıkmış ve yarım metrelik teras yapmış göbeğinin üstünde taşımaya çalışıyor.

Gecenin bu saatinde bile hala hiç azalmamış Ağustos sıcağına aldırmadan, üstelik üzerindeki kışlık ceketini çıkarmadan kan ter içinde taşıdığı koliyi otobüs yazıhanesinin önüne bırakıyor.

Otobüs terminalindeki kalabalık gittikçe artıyor.

Sağ ayağı sol ayağından en az 20 santim eksik ve sağ ayağının parmak uçları ile yere ancak temas edebilen davulcu, sırtında davulu ile asker uğurlayanlar için çalmak üzere otobüslerin önüne giderken, bir hacı yatmaz gibi, adımını her attığında yerden 20 santim kısalıyor ve hemen sonra 20 santim uzuyor.

“En büyük asker bizim asker.“

“Bu asker gidecek, geri gelecek.“

Yıllardır köyde, kasabada, ilde otobüs terminallerinde asker uğurlamalarını izlerim, yıllardır hep aynı ve içinde hiçbir pırıltı, zeka olmayan sloganlar.

Doğrusu daha iyisini de beklemiyorum, arabesk kültürü ile yetişmiş varoşların gençlerinden, ne de artık türkü bile dinlemeyen köylülerden.

Sanki sloganlar bu kadar kötü de, ne kadar içten ve coşkulu çalsa da o sağ ayağı sakat abdal davulcunun çaldığı davulun sesi, bir teneke sesinden farklı mı?

Oysa eskiden davullar deriden gerilirdi.

Her deriden davul gerilmezdi.

Nasıl ki her deriden tulum olmaz ve peynir basılmaz ise.

Davul derilerine “tirişe deri“ derdik. Çok zahmetli işlemleri ve çok deneyimli ustaları olurdu bu derileri yapmak için. Deri son işlemden geçtiğinde üzerinde ne bir leke,    ne de iğne deliğinden bile küçük delik olurdu.

Yılların Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası’ nda binden fazla davulluk tirişe deri vardı atıl durumda bekleyen. Almak istemiştim.

Hayır, demişlerdi.

Şimdi ne tirişe deri geriliyor davullara ne de doğal sesleri var davulların.

Şimdi salon orkestralarının baterilerinin davulları gibi, elyaftan mamul şeyler geriliyor davullara, tam bir teneke sesi çıkıyor.

Oysa bizim yetiştirme yurdunun o zavallı fakir trampet takımında bile benim trampetimin derisi tirişe deriden gerilmişti.

Oysa ne güzeldi bizim asker uğurlamalarımız köylerde.

Davul zurna ile uğurlanırdı gençler köyün çıkışındaki yamacı aşana kadar.

Önde “bayraktar veya yiğitbaşı“ olurdu, bayrak taşırdı.

Davul zurna ille de Keskin Abdalları’ ndan olurdu ve köyün kadınlarının demesi ile “gavurun dölleri“ ne de güzel çalarlardı, kadın, kız başta olmak üzere, erkekler hep ağlardık zurnanın deli sesine.

Sanki kız evinden kız çıkardı, hazin hazin çalardı davul zurna.

Oyunlar, halaylar bitmiştir artık.

Önce yiğitbaşı, önünde kocaman bir bayrak, arkada kurası gelmiş askere gidecek gençler, düzülürlerdi köyün çıkışına doğru.

Asker alayı yola düzülmeden son görev hep babam Aşık Cesari Hoca’nın olurdu.

Babam Aşık Cesari Hoca, asker alayını o yanık sesi ile dualarla uğurlardı.

Asker alayının köyden çıkmadan, Hozalığın Yamacı’ ndan aşıp gözden kaybolmadan, köyden ayrılmadan önce köyden duydukları son ses babam Aşık Cesari Hoca’ nın sesi olurdu.

Bundandı belki de, askerden izinli gelen gençlerin, ilkin babamı ziyaret edip ellerini öpmeleri.

…/…

Kamil Koç otobüs yazıhanesinin önünde bekliyorum.

Üzerinde kışlık ceketi, Ağustos sıcağında o büyük koliyi taşıyan adam hemen yanı başımda, otobüslerin yanaştığı peron ile yolcuların yazıhane önlerinde durdukları kaldırım arasına bırakmış kolisini.

İri yarı adamı göremiyorum.

Demek ki, bir yolcusu yok, koliyi otobüse verecek ve kargo olarak gönderecek.

Otobüs terminalleri çoğu yerde evsizlerin yeridir, özellikle soğuk kış gecelerinde.

1988‘ de Almanya’ dan başlayıp otostop ile Türkiye’ ye geldiğimde, en çok gecelediğim yerler tren garları ve otobüs terminalleri olmuştu.

Etrafa bakıyorum, terminalde geceleyecek bir gariban göremiyorum.

Gariban olmadığından değil, gariban bu anlamsız gürültüye nasıl dayansın?

Uzaklarda, terminalin tam ortasında, otobüs giriş–çıkışlarının azaldığı anlarda, etekleri ve sarı uzun saçları uçuşarak, uzun boyundan dolayı bisikletin üzerinde kamburu çıkmış bir şekilde çok büyük bir keyifle habire turlayan bir genç kızı görüyorum.

Sanki sirkteyim, otobüs terminali dışında bir yerdeyim.

Genç kızı izleyen ve ona “şuradan, şöyle, biraz daha“ gibi şeyler söyleyen iki genç kız daha var.

Yazıhanenin önünden ayrılıp, kızları daha yakından izlemek üzere onlara doğru gidiyorum.

Bisiklet üzerindeki kıza sürekli bir şeyler söyleyen diğer genç kıza sesleniyorum.

-          Ne güzel, bu saatte, böyle bir yerde bile neşeyle bisiklet sürüyorsunuz.

-          Bisikleti Balıkesir’ e göndereceğiz de otobüsle, otobüs gelene kadar binelim dedik.

-          Çok güzel, ben de şaşırmıştım, ta Gebze’ den buraya bisikletle yolcu uğurlamaya gelen üç genç kız.

-          Yok, hayır, bisikleti kamyonete koyup getirdik.

-          Vallahi nasıl olsa herkesin otobüsü gecikti, bence siz bisikleti üç tur beş lira hesabıyla çalıştırın, mesela ben hemen varım.

-          Yoo, para olmaz, ama gerçekten binmek istiyor musunuz?

-          Evet, kendimi bir sirkte gibi hissediyorum.

Genç kız, bisikletin üzerindeki kıza sesleniyor

-          Figen, bu amca bisiklete binmek istiyor

Amca olmuşum.

Bu sözün beni ilgilendirdiğini duyumsayamadım birden.

Ah Karacaoğlan:

Sakal seni tutam tutam yolayım

Bir kız bana amca dedi neyleyim

Bisikleti süren genç kız yanımıza gelip duruyor ve bisikletten inerek, binmem için bana veriyor.

O da ne, bisikletin selesi o kadar alçak ki, son seviyeye kadar indirilmiş.

Şimdi anlıyorum, bu uzun boylu genç kızın neden iki büklüm bisiklet sürmeye çalıştığını.

-          Ama bu bisikletin selesi çok alçak, ben bile binemem. Durun seleyi ayarlayım

-          Nasıl yani, bu sele ayarlanabiliyor mu?

-          Elbette.

Kızlardan bisikleti alıyor ve seleyi uzun genç kızın boyuna göre ayarlıyorum. Bu durumda benim bisiklete binmem olmaz, bisikleti uzun genç kıza geri veriyorum. Almak istemiyor, ”önce siz binin,“ diyor.

“Hayır,“ diyorum.

Uzun boylu, rüzgarda sarı uzun saçları ve eteği uçuşan genç kız selesi ayarlanmış bisiklete yeniden binince daha büyük bir keyifle ve hiç durmaksızın, arada ağzından dökülen coşkulu seslerle ve üstelik yeniden artmaya başlayan otobüs trafiğine rağmen daha geniş turlar atıyor.

Bisiklete binen genç kızı ve onun diğer iki arkadaşı genç kızlardan ayrılıyorum, onların sevincini uzaklardan izlemek bana daha iyi geliyor.

Sağ ayağı 20 santim kısa davulcu ve zurnacı bir ikili oluşturmuş.

Uzaklarda, Isparta’ ya giden otobüsün önünde bir başka davul–zurna çalan ikili görüyorum.

Sağ ayağı 20 santim kısa olan davulcu ve zurnacı ikilisi bu geceyi kapatmışa benziyor, davulcu davulunu sırtına vurmuş otobüs terminalinin dışına doğru yürüyor.

Isparta otobüsünün önünde çalan diğer davul zurnacı ise şanslı sayılır.

Hem gecenin bu vaktinde çalıyorlar, hem de çaldıkları havaya otobüsün önünde halaya duran gençler var.

Ordu otobüsü yanaşıyor perona.

Peronun önünde kırık dökük bir mopet duruyor. Birisi bununla terminale yolcu uğurlamaya gelmiş, hemen geri gidecek gibi, mopet pek emanet duruyor.

Ordu otobüsünün muavini, kaptan şoförü ve bir adam hararetle tartışıyorlar.

Sonra muavin, o kırık dökük mopetin gidonlarını tutuyor, mopete soldan bir yarım tur attırarak mopeti otobüsün bagajına sokmaya çalışıyor.

Fakat, belli ki muavin daha önce hiç mopet kullanmamış, az daha mopeti üzerine devirecek oluyor. Kaptan şoför ile işi tatlıya bağlayan adam hemen yetişiyor ve mopeti genç muavinin elinden alıyor ve durumu düzeltiyor.

Mopetin sahibi olduğunu tahmin ettiğim, kaptan şoför ile işi tatlıya bağlamış olan adam, muavin ve kaptan şoför mopeti üç elden sürerek bagaja sokmaya çalışıyor.

Bunun için, mopetin sahibi adam talimat veriyor ve muavin önce mopetin arka tekerini havaya kaldırarak bagaja sokuyor. Adam ve kaptan şoför ise mopetin önünü kaldırarak, kalan kısmı bagajın içine doğru, bagaj kapağı kapanacak kadar itmeye çalışıyorlar.

Ama hayır, olmuyor.

Bagaj kapağı kapanmıyor.

Bir hayli uğraştıktan sonra, mopet Ordu otobüsünün bagajına yerleştiriliyor.

Kim bilir, bu mopete Ordu’ da kim binecek?

Kim bilir, bu mopet Çambaşı Yaylası’ na mı, Gürgentepe’ ye mi gidecek?

Kızların Balıkesir’ e gönderecekleri bisikleti düşündüğümde, gülesim geliyor.

Onlara, bisikletin ön tekerini sökmeden yerleştirmeyin, bisiklet zarar görür,  dediğimde, kızlar “ön teker sökülüyor mu,“ diye bana hayretle bakmışlardı.

İri yarı adamı yeniden görüyorum.

Adam bu kez otobüs terminalinde yük taşımak için kullanılan dört tekerli demirden ve sanki tabut taşımak için yapılmış gibi uzun ve dikdörtgen taşıma platformu olan bir arabaya yığdığı üç beş koli ve dengi yazıhane ile peron arasına, asfalta indiriyor.

Daha saat 24:00, benim otobüsüm en erken bir saat sonra gelecek.

Otobüs trafiği gittikçe azalıyor.

Yazıhaneden çıkan bir genç, iri yarı adama kolileri ve denkleri asfalttan kaldırıma çekmesini, otobüslerin perona yanaşamadıklarını söylüyor.

İri yarı adam, söylene söylene asfalta indirdiği kolileri ve denkleri yine üstünde kışlık ceketi olduğu halde ve kan ter içinde kaldırıma alıyor.

Isparta otobüsü de kalkıyor. Belli ki bu otobüs Eğirdir Dağ ve Komando Er Eğitim Tugayı’ na gidiyor.

Otuzlarında bir genç kadın ve orta yaşlarda bir kadın geliyor iri yarı adamın asfalttan kaldırıma aldığı kolilerin ve denklerin başına.

Genç kadının yüzünde hüzün saklı. Orta yaşlardaki kadın, genç kadının annesi olmalı. İri yarı, sürekli terleyen ama üzerindeki kışlık ceketi hala çıkarmayan adam ise,  babası olmalı genç kadının.

Daha bir dikkatle bakıyorum asfalttan kaldırıma alınan kolilere ve denklere.

Bir ütü masası sarıp sarmalanmış, masanın ayakları iki tavşan ayağı gibi dışarı çıkmış.

Kolinin birisinin yırtık köşesinden perde olduğu anlaşılan kumaş parçası sarkıyor.

İçinde tabak çanak olduğu belli olan ve o iri yarı adamın teras gibi göbeğinde taşıyıp getirdiği ağır koli, içindeki tabak çanak kaydığından, yamuk bir külçe gibi yerde duruyor.

Belli ki bir ayrılık var.

Bu ayrılık, gurbetten ayrılıp, ailecek yeniden sılaya dönme ayrılığı değil gibi.

Genç kadının gözlerinde hüzün ve acı saklı.

Annesi olduğunu tahmin ettiğim kadın, ağladı ağlayacak, arada genç kadına sarılıyor.

Kim bilir, kimden ayrılıyor bu genç kadın ve taşıyıp götüreceği bu kırık dökük eşyalar ne kadar da zavallı.

Hepsinden önemlisi, bu genç kadın nereye gidiyor?

Gözüm alışıyor bu bir avuç koli ve denge, ama bu bir avuç zavallı ev eşyası ile bu genç kadın gittiği yerde yeni bir ev mi kuracak, nasıl ve kiminle kuracak?

Otobüsüm geliyor.

Saat 01:30

Genç kadın, kolilerin başından ayrılmıyor.

Hüzün genç kadının yüzünden eksilmiyor.

İri yarı adam ter içinde.

Otobüsleri hala gelmemiş.

Ne zaman geleceğini göremeyeceğim.

Ayrılık uzun sürecek.

Genç kadın için söz konusu olan sadece mekan değişikliği miydi? 

Recep Babayiğit
05 Ağustos, Cuma 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder