7 Haziran 2018 Perşembe

RÖVANŞI KİM ALDI?




İktidarlar, iktidarların tarihsel rolü her ülkede aynıdır ve ülkeleri hep bir “rövanşist” politikayla yönetmek isterler.

İktidarın, gücün bir politikası olan savaşlar da hep bir rövanşist düşünceyle çıkarılır.

Latinler “vindicare” diyorlardı “öç almak” anlamında. Kelimenin başına “re” konularak, re-vindicare yapan Latinler kelimeye “intikam” anlamı yüklediler.

Fransızlar aynı kelimeden “revenge” kelimesini türeterek bu kelimeyi, Türkçe dahil bütün dünya dillerine okunuşu “rövanş” olan bir kelime olarak sokarken kelimede barınan “intikam” anlamını da sakladılar, biraz yumuşattılar.

Basit bir spor karşılaşması bile “rövanşı” almak üzerine kuruluyken aslında arkasında yatanın hep “intikam, öç almak” olduğunu göremiyoruz.

Yazık ki insan ilişkileri de öyle çoğu zaman ve insanlar hep bir “rövanş” hazırlığı içinde, hep bir tetikte olma halindeler, kime ve neye karşı?

***//***
Bir 2419 no’lu vagon hikayesi vardır örneğin Orient Ekspres’ ten kalan. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Almanlar ve Fransızlar arasında teslim anlaşmalarında  “rövanşlara” konu olan bu vagon başka bir yazının konusu olacak kadar ironik, rövanşist ve sinematografik gerçek bir hikayedir.


(2149 no’lu Vagon Birinci Dünya Savaşı Sonrası Mütarekeden Kalan Tek Önemli Fotoğrafı)

Neyse, bu yazıda bizim konumuz kendi ülkemizde yaşadığımız ve içinden bir türlü çıkılamayan ve giderek derinleşen rövanşist politikalar olacak.

***//***

Osmanlı, derler, ama Osmanlıyı bilmezler. 

Şehir gezilerimizde gidip gördük. Ne Yeni Cami çıkışındaki "sadaka taşını" bilirler,  ve korurlar, ne de Miskinler Tekkesi’ndekini, ama ülkeyi yıllardır "sadaka kültürü" ile yönetirler.
(Yeni Cami Porfir Sütundan Sadaka Taşı)
***//***
Türkülerimizde, o güzelim Trakya türkümüzde "rakı" kelimesi geçiyor, diye
Vardar Ovası Vardar Ovası, 
Kazanamadım rakı parası    
değil sadece, asıl türkülerimizi yakanların kadın olmasından dolayı, kadın sesi ortalığı bir hoş ediyor, diye müziğe ve kadının yaptığı müziğe karşıdırlar aslında.
Neredeyse, ağıtlarımızın kuşkusuz tamamı, çoğu türkülerimizi yakanların kadınlar olduğu halde, yazık ki o güzelim türküler de hep erkekler adına yazılır.
Güzel bir örnek mi?
İşte size Efeler Diyarı’ nın zeybeği de olan o ünlü KERİMOĞLU Türküsü, yakan mı, bilinmez ama kaynak kişi bir kadındır, düğüncü kadın Koca A(y)şa.
Rövanş burada da söz konusudur. Kadınlarımızdan alınmak istenen rövanştır ortada yatan mesele. Kaynak kişi olarak hep erkeklerin adı yazılır türkülerimizde veya yöre adı yazılır veya anonim denir, ne demekse.
Yazık.
(Fatma Gevheri Hanım’ın Mezar Taşı-Baş Taşı)
Ama bilmezler Sultan Abdülaziz' in torunu Fatma Gevheri Hanım'ın bırakın çok seçkin bir müzisyen olduğunu, baş taşının Türk - İslam mezar geleneğine çok aykırı gelecek şekilde bir mezar taşı olduğunu, mezar taşına müzisyenliği hatırlatan çalgılardan bir demet rölyef işlendiğini, muhtemelen bunu Fatma Gevheri Hanım’ın vasiyet ettiğini.
***//***   
Büyük reformatör Sultan II.Mahmut artık isyankar ve silahlı bir çete haline gelmiş olan Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmaya karar verir. 
Tarihimizde "Vaka-i Hayriye" olarak geçen reformla, başkaldıran Yeniçeri Ocağı kısa zamanda yok edilir, ortadan kaldırılır.
Sultan II. Mahmut yeni düzen için her şeyi göze alır.    
Yeniçeri Ocağı'nı topa tutar.
Yetmez, binlerce yeniçerinin boynunu  vurdurur. 
Rivayet edilir, Topkapı Sarayı’ndan denize Sarayburnu'na bakıldığında suyun üstünde yüzen yeniçeri kellelerinden denizin görünmediği, söylenir. 
Yetmez, Sultan II. Mahmut kararlıdır, olur da ilerde bu ocağı bir tapınak,         mezarlarını da put haline getirirler, diye belki de İstanbul mezarlıklarında bulunan neredeyse bütün yeniçeri mezar taşlarının boynunu kırdırır. 
Masum birçok sadrazam, paşa, sultan, şehzadeden “öç alan” alan yeniçeriden sonsuza kadar “rövanş” alınmış olur.
(Börkleri ile yeniçeri mezar taşları)    
Bugün İstanbul' da çok az kalan yeniçeri mezar taşlarının yerini hiçbir "ecdad torunu" bilmez ve ziyaret etmez.    
***//***   
Bugün, rövanşa çıkanlar Sultan II. Mahmut' u ağızlarına koymazken, torunu
II. Abdülhamit' ten neredeyse yeni bir peygamber yaratırlar. 
***//***  
Sultan II. Mahmut işin gerçek anlamında bir okçudur, kemankeştir. Bugün modern olimpiyatlarda yarışan bütün sporculara nasıl “atlet” deniyorsa, o zamanlar, Osmanlı’daki bütün sporcular da, -okçu-binici-matrakçı-güreşçi-ciritçi- genel anlamda "pehlivan" olarak adlandırılıyordu. Sultan II. Mahmut kelimenin gerçek anlamında bir pehlivandır. 
Sultan II. Mahmut aynı zamanda gerçek anlamda bir müzisyendir ve ilk Türk askeri marşlarını besteleyen sultandır.   
Okmeydanı adının okçulukla ilgili olduğu aşikardır. 
Ok atılan meydana Kadınlar Çeşmesi’nden itibaren yürüyerek gidilirdi.
Bu meydanda rekorlar kırarak okun düştüğü yere, menzile, rekorların nişanesi 
olarak "nişan taşları" dikilirdi. 
Her birisi hem mimari hem de heykel anlamında şaheserdir. 
En güzelleri ve günümüze kadar olanları ise Sultan II. Mahmut’ un rekor atışları sonucu onun adına dikilmiş olanlardır. 
Şehir gezilerimizde gidip gördük, bugün Okmeydanı - Piyale Paşa mahalle aralarında sahipsiz ve kimsesiz, acınacak halde duran nişan taşlarına ilgi de yoktur yerini sorsan kimse bilmez.
Rövanş peşindekiler Sultan II. Mahmut' u yok sayarlar.


(Sultan II. Mahmut’ a ait nişan taşının içler acısı hali) 
 ***//***   
Tarihe 31 Mart Olayı (Rumi 31 Mart 1325 – Miladi 13.04.1909) olarak geçen bir ayaklanmayı bastırmak için Selanik' ten yola çıkan ve kurmay başkanlığını 
Mustafa Kemal' in yaptığı "Hareket Ordusu" , ayaklanmayı açık bir şiddetle bastırır. Hareket Ordusu'nun başında Nazım'ın ve Mehmet Ali Aybar'ın dedeleri Hüseyin Hüsnü Paşa bulunmaktadır.         
Yetmez, Taksim' deki "Topçu Kışlası", ayaklanmanın merkezi topa tutulur.    
(Bir zamanlar iç avlusunda futbol maçları ve geçit törenleri yapılan Taksim Topçu Kışlası)
12 Haziran, 2013 Gezi Eylemleri' nin bu kadar kan ve kin ile bastırılmasının ardında, rövanş peşindekilerde topa tutulan gerici ayaklanmanın merkezi ve sonra sembolü olan kışlanın ve içindeki zihniyetin yeniden diriltilmesi arzusu yatmaktadır.    
***//***   
Milli Mücadele yılları, Ankara Hükümeti dimdik ayaktadır. 
İstanbul ihanet içindedir. 
Yetmez, saraya bağlı gerici güçler, başta saraya yakın yerler, Bolu, Gerede, Geyve, Sakarya olmak üzere ihanet içindedir. 
Bir tek Mudurnu, Yurt Gezileri dönüşlerinde sık sık uğradığımız küçücük bir ada halinde, etrafında isyan eden gerici yerleşimlerin içinde, Ankara Hükümeti'ni destekler, "dayan Kemal, ardındayız", der.    
Küçücük Mudurnu' un kaymakamı yürekli İbradılı Abdurrahman Naili Bey'dir. 
İngilizlerin desteğindeki gerici güçler Ankara’ya yürümektedir.
Ankara Hükümeti ise başkenti Kayseri’ ye taşıma hazırlığındadır.
Ankara yolu üzerindeki o ada halindeki küçücük Mudurnu da aşılırsa, gerici güçlerin Ankara’ ya ulaşması hiç de zor değildir.
O ada halindeki küçücük Mudurnu gerici güçlerin Ankara’ ya ilerlemesini geciktirir ve o arada Kuvayi Milliye birlikleri yetişir Mudurnu’ya, Kara Fatmalar, Aydınlı Efeler.

(Kuvayi Milliye’ den Üsteğmen Kara Fatma)
Ankara  Hükümeti zaferi kazanır.    
İbradılı Kaymakam Abdurrahman Naili Bey' in oğlu, dünyanın en değerli halk bilimi adamlarından, 40’lı yılların Dil  - Tarih kıyımında Behice Boranlar, Niyazı Berkesler ile birlikte akademiden atılan Pertev Naili BORATAV’  dır. 
Nato' ya giriş için tezgahlanan uydurma komünist tutuklamalar önce bu güzel  insanlardan başlar.    
Rövanş peşindekiler yine iş başındadır.  
İbradılı Kaymakam Abdurrahman Naili Bey’e yapamadıklarını oğluna, Pertev NAİLİ BORATAV’ a yaparak onu akademiden sürerler. Rövanş Pertev Hoca’dan alınır.
Yetmez.    
Pertev Naili Hoca’nın oğlu ve iktisatçılarımızın yüz aklarından Korkut BORATAV Hocamız, sürüm sürüm süründürülür.
Yapılan şey yine ve hep rövanşa doymayanların kinidir.   
 ***//*** 
Romalılar bütün bu coğrafyayı, Anadolu Coğrafyası’ nı, Diyar- Rum’u (Roma Diyarı’ nı) yaptığı yollarla bir baştan bir başa ulaşılır kılmıştır.   
Ta Roma'dan bu yana, bin yıllarca, adına İpek Yolu, Kervan Yolu, ne derseniz deyin, İstanbul - Gebze - Mollafenari - İzmit - Akyazı - Geyve - Taraklı - Göynük - Mudurnu - Nallıhan - Beypazarı - Ayaş - Ankara  ve devamından geçen bu kadim yol üzerindeki önemli bir menzil yeri, önemli bir ticaret yolu  Mudurnu idi. 
Rövanş peşindeki dönemin hükümeti, milli mücadelede Ankara Hükümeti'ni destekleyen Mudurnu halkını, esnafını cezalandırmak için, bu kervan yolunu İzmit - Sakarya  - Hendek - Düzce - Bolu  eksenine almış ve gerici İstanbul Hükümeti'nden yana olanların gönlünü hoş etmiş ve 50’li yıllarda o ölümlü ve fay hattı üzerindeki E5 karayolunu yaptırmıştır. 
***//***
Şimdi biraz da mitolojik “rövanşlardan” söz edelim,
Miken Kralı Agamemnon komutasındaki Helen site devletlerinin orduları Truva’yı işgal etmek üzere Anadolu’ ya çıkarma yapmak için yelkenlilerle hareket etmeye hazırlar.
Ama havada tek bir yaprağı kıpırdatacak kadar bile rüzgar yoktur.
Agamemnon kahinlerin tavsiyesi üzerine rüzgar için Av Tanrıçarı Artemis’ e bir adakta bulunur, kızı Iphigenia’yı Artemis’ e kurban edecektir. Agamemnon tam kızını kurban edeceği sırada Artemis bu duruma dayanamaz ve Agamemnon’ a kurban için bir dişi geyik gönderir.
Rüzgarları estirir Artemis ve yelkenler şişer.
Agamemnon
Iphigenia kurban olmaktan kurtulur. Hayatının geri kalanını Artemis Tapınağı’nda rahibe olarak geçirir.
Yelkenleri şişen Agamemmon kumandasındaki yelkenli Helen orduları Truva’yı işgal için Anadolu’ ya çıkar.
Agamemnon ordularına karşı Truva’yı, Anadolu’yu, bu kadim coğrafyayı savunanlar Hektor kumandasında Anadolu’nun yerli halklarıdır.
Hattuşa gezilerimizden biliyoruz.
Hektor’un Truva’yı savunmasında Hititler de yer alır.
Hititlerin tarih sahnesinden silinmesi Truva’nın düşmesinden sonraya gelir.
Hektor yenilir, Anadolu halkları yenilir. Truva düşer.
***//***
Agamemnon mağrur ve muzaffer olarak Truva’dan dönerken güzeller güzeli Anadolulu Kassandra’yı da yanında sevgili olarak getirir.
Kızı Iphigenia’yı kurban etmesinden dolayı kızgın olan ve ondan nefret eden Agamemnon’ un karısı, sevgilisi ile bir olup o koskoca ordular yöneten, Truva’yı işgal eden, Hektor’ u yenen Agamemnon’ u öldürürler.
Rövanş yine sahnededir.
***//***
Agagmennon’ u oğlu Orestes ise, babasını öldüren annesi ile annesinin sevgilisini ikisini de öldürür.
Rövanş yine sahnededir.
***//***
Şimdi mitolojiden ayrılarak, adeta “mitolojik” bir öykü gibi bu topraklarda yaşanan gerçek zamanlara gelelim.
Bilinen iki şehir efsanesidir vardır.
Birincisi;
21 yaşında bir çocuk Fatih Mehmet İstanbul’ u aldığında “Hektor’un intikamını aldım” der.
Rövanş.
İkincisi;
1922 senesi, 26 Ağustos, Mustafa Kemal kumandasında Büyük Taarruz’ un başlangıç tarihidir.
Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra işgalci Helen orduları yenilir ve Anadolu’yu terk ederler.
Zaferi kazanan Mustafa Kemal Dumlupınar Meydan Muharebesi sonunda etrafındakilere “Hektor’un öcünü aldım” der.
Rövanş hep rövanş.
***//***
Gerçek ise, gerçek zamandır ve yazımızın başında anılan 2419 no’lu vagon benzeri gerçek bir tarihtir.
Birinci Dünya Savaşı’nda boğazlardan geçmeye çalışan İngiliz donanmasının amiral gemisi AGAMEMNON zırhlısı Türk topçusunun isabetli atışları ile ağır bir yara alır ve yaralı halde Çanakkale Boğazı’nı terk eder, geri çekilir.
***//***
Birinci Dünya Savaşı sonunda mağlup devletlerden olan Osmanlı, boğazlardan Agamemnon zırhlısını geçirmeyen Osmanlı, 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’ nın Mondros Limanı’ nda galip devletlerle bir mütarake imzalar. Silahlarını bırakır.
Mütareke “Agamemnon Zırhlısı’nda “ imzalanır.
Yaralı Agamemnon geri gelir, boğazlardan süzülerek geçer ve İstanbul Boğazı’na demir atar.
Rövanş, ironik ve trajik bir rövanş.
***//***
Cumhuriyet ilan edilir. Osmanlı Devleti yerine Türkiye Cumhuriyet’i vardır artık.
Mustafa Kemal’ in daha milli mücadeleye başlamadan önce söylediği o söz “hakimiyet bila kayd-u şart milletindir” sözündeki “hakimiyet” kelimesi “egemenlik” olarak değiştirilir.
“Agamemnon” kelimesi batı dillerine “hegamonia – hegemonya” olarak geçtiğinde, emperyal savaşlar çoktan başlamış ve dünya çoktan paylaşılmıştı.
Bu kelimeden, Agamamnon-hegemonya kelimesinden bize, Türkçe’ ye düşen ise 1935 yılına kadar Türkçe’ de bulunmayan “egemenlik” kelimesiydi. İronik bir rövanş.
***//***
Bu topraklar hep kadim ve yerli halklar ile sonradan gelen işgalci güçlerin arasında bitmek bilmeyen rövanşlara sahne olmuştur.
Bu toprakların tarihi aslında rövanşların tarihidir.
İnsan ilişkilerinde de ne yazık ki çok derin rövanşist yaralar vardır.
“Etme bulma dünyası” dediğimiz masum gibi görünen bir söz bile aslında bizi hep içimizde sakladığımız bir rövanşa, bitmeyen bir kine, bitmeyen bir öç almaya götürür.
***///***
Hayata ve aşka dair umudu tükenen insanların işidir rövanşı alma duygusu, rövanşı kimin aldığı ise hiç önemli değildir, asl’ olan “aşktır.”
***//***
Aşk hayat demektir.
Hayat umut.
Aşk illaki.
Recep Babayiğit
Ve elbette paylaşmak güzeldir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder