İktidarlar,
iktidarların tarihsel rolü her ülkede aynıdır ve ülkeleri hep bir “rövanşist”
politikayla yönetmek isterler.
İktidarın,
gücün bir politikası olan savaşlar da hep bir rövanşist düşünceyle çıkarılır.
Latinler
“vindicare”
diyorlardı “öç almak” anlamında. Kelimenin başına “re” konularak, re-vindicare
yapan Latinler kelimeye “intikam” anlamı yüklediler.
Fransızlar
aynı kelimeden “revenge” kelimesini türeterek bu kelimeyi, Türkçe dahil bütün
dünya dillerine okunuşu “rövanş” olan bir kelime olarak sokarken kelimede
barınan “intikam” anlamını da sakladılar, biraz yumuşattılar.
Basit
bir spor karşılaşması bile “rövanşı” almak üzerine kuruluyken aslında arkasında
yatanın hep “intikam, öç almak” olduğunu göremiyoruz.
Yazık
ki insan ilişkileri de öyle çoğu zaman ve insanlar hep bir “rövanş” hazırlığı
içinde, hep bir tetikte olma halindeler, kime ve neye karşı?
***//***
Bir 2419 no’lu vagon hikayesi
vardır örneğin Orient Ekspres’ ten kalan. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında
Almanlar ve Fransızlar arasında teslim anlaşmalarında “rövanşlara” konu olan bu vagon başka
bir yazının konusu olacak kadar ironik, rövanşist ve sinematografik gerçek bir
hikayedir.
(2149
no’lu Vagon Birinci Dünya Savaşı Sonrası Mütarekeden Kalan Tek Önemli Fotoğrafı)
Neyse,
bu yazıda bizim konumuz kendi ülkemizde yaşadığımız ve içinden bir türlü
çıkılamayan ve giderek derinleşen rövanşist politikalar olacak.
***//***
Osmanlı,
derler, ama Osmanlıyı bilmezler.
Şehir
gezilerimizde gidip gördük. Ne Yeni Cami çıkışındaki "sadaka taşını" bilirler, ve
korurlar, ne de Miskinler Tekkesi’ndekini, ama ülkeyi yıllardır "sadaka
kültürü" ile yönetirler.
(Yeni
Cami Porfir Sütundan Sadaka Taşı)
***//***
Türkülerimizde,
o güzelim Trakya türkümüzde "rakı" kelimesi geçiyor, diye
Vardar
Ovası Vardar Ovası,
Kazanamadım
rakı parası
değil
sadece, asıl türkülerimizi yakanların kadın olmasından dolayı, kadın
sesi ortalığı bir hoş ediyor, diye müziğe ve kadının yaptığı
müziğe karşıdırlar aslında.
Neredeyse,
ağıtlarımızın kuşkusuz tamamı, çoğu türkülerimizi yakanların kadınlar olduğu
halde, yazık ki o güzelim türküler de hep erkekler adına yazılır.
Güzel
bir örnek mi?
İşte
size Efeler Diyarı’ nın zeybeği de olan o ünlü KERİMOĞLU Türküsü, yakan
mı, bilinmez ama kaynak kişi bir kadındır, düğüncü kadın Koca A(y)şa.
Rövanş
burada da söz konusudur. Kadınlarımızdan alınmak istenen rövanştır ortada
yatan mesele. Kaynak kişi olarak hep erkeklerin adı yazılır türkülerimizde veya
yöre adı yazılır veya anonim denir, ne demekse.
Yazık.
(Fatma
Gevheri Hanım’ın Mezar Taşı-Baş Taşı)
Ama
bilmezler Sultan Abdülaziz' in torunu Fatma Gevheri Hanım'ın bırakın
çok seçkin bir müzisyen olduğunu, baş taşının Türk - İslam
mezar geleneğine çok aykırı gelecek şekilde bir mezar taşı
olduğunu, mezar taşına müzisyenliği hatırlatan çalgılardan bir demet rölyef
işlendiğini, muhtemelen bunu Fatma Gevheri Hanım’ın vasiyet ettiğini.
***//***
Büyük
reformatör Sultan II.Mahmut artık isyankar ve silahlı bir çete haline
gelmiş olan Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmaya
karar verir.
Tarihimizde
"Vaka-i
Hayriye" olarak geçen reformla, başkaldıran Yeniçeri Ocağı
kısa zamanda yok edilir, ortadan kaldırılır.
Sultan
II. Mahmut yeni düzen için her şeyi göze alır.
Yeniçeri Ocağı'nı topa
tutar.
Yetmez,
binlerce yeniçerinin boynunu vurdurur.
Rivayet
edilir, Topkapı Sarayı’ndan denize Sarayburnu'na bakıldığında suyun
üstünde yüzen yeniçeri kellelerinden denizin görünmediği, söylenir.
Yetmez,
Sultan II. Mahmut kararlıdır, olur da ilerde bu ocağı bir tapınak, mezarlarını da put haline
getirirler, diye belki de İstanbul mezarlıklarında
bulunan neredeyse bütün yeniçeri mezar taşlarının
boynunu kırdırır.
Masum birçok sadrazam,
paşa, sultan, şehzadeden “öç alan” alan yeniçeriden sonsuza
kadar “rövanş” alınmış olur.
(Börkleri ile yeniçeri mezar taşları)
Bugün
İstanbul' da çok az kalan yeniçeri mezar taşlarının yerini hiçbir "ecdad
torunu" bilmez ve ziyaret etmez.
***//***
Bugün,
rövanşa çıkanlar Sultan II. Mahmut' u ağızlarına koymazken, torunu
II.
Abdülhamit' ten neredeyse yeni bir peygamber yaratırlar.
***//***
Sultan
II. Mahmut işin gerçek anlamında bir okçudur, kemankeştir. Bugün modern
olimpiyatlarda yarışan bütün sporculara nasıl “atlet” deniyorsa, o
zamanlar, Osmanlı’daki bütün sporcular da,
-okçu-binici-matrakçı-güreşçi-ciritçi- genel anlamda "pehlivan"
olarak adlandırılıyordu. Sultan II. Mahmut kelimenin gerçek anlamında bir
pehlivandır.
Sultan
II. Mahmut aynı zamanda gerçek anlamda bir müzisyendir ve ilk Türk askeri marşlarını besteleyen
sultandır.
Okmeydanı
adının okçulukla ilgili olduğu aşikardır.
Ok
atılan meydana Kadınlar Çeşmesi’nden itibaren yürüyerek gidilirdi.
Bu
meydanda rekorlar kırarak okun düştüğü yere, menzile, rekorların
nişanesi
olarak
"nişan
taşları" dikilirdi.
Her
birisi hem mimari hem de heykel anlamında şaheserdir.
En
güzelleri ve günümüze kadar olanları ise Sultan II. Mahmut’ un rekor atışları
sonucu onun adına dikilmiş olanlardır.
Şehir
gezilerimizde gidip gördük, bugün Okmeydanı - Piyale Paşa mahalle aralarında
sahipsiz ve kimsesiz, acınacak halde duran nişan taşlarına ilgi de yoktur
yerini sorsan kimse bilmez.
Rövanş peşindekiler Sultan
II. Mahmut' u yok sayarlar.
(Sultan II. Mahmut’ a ait nişan taşının içler acısı hali)
***//***
Tarihe 31 Mart Olayı (Rumi 31
Mart 1325 – Miladi 13.04.1909) olarak geçen bir ayaklanmayı bastırmak
için Selanik'
ten yola çıkan ve kurmay başkanlığını
Mustafa Kemal' in yaptığı "Hareket Ordusu" ,
ayaklanmayı açık bir şiddetle bastırır. Hareket
Ordusu'nun başında Nazım'ın ve Mehmet Ali Aybar'ın dedeleri Hüseyin
Hüsnü Paşa bulunmaktadır.
Yetmez, Taksim' deki "Topçu Kışlası",
ayaklanmanın merkezi topa tutulur.
(Bir
zamanlar iç avlusunda futbol maçları ve geçit törenleri yapılan Taksim Topçu Kışlası)
12
Haziran, 2013 Gezi Eylemleri' nin bu kadar kan ve kin ile bastırılmasının ardında,
rövanş peşindekilerde topa tutulan gerici ayaklanmanın merkezi ve
sonra sembolü olan kışlanın ve içindeki zihniyetin
yeniden diriltilmesi arzusu yatmaktadır.
***//***
Milli Mücadele yılları, Ankara Hükümeti dimdik ayaktadır.
İstanbul ihanet içindedir.
Yetmez, saraya bağlı gerici güçler, başta saraya yakın
yerler, Bolu, Gerede, Geyve, Sakarya olmak üzere ihanet içindedir.
Bir tek Mudurnu, Yurt Gezileri dönüşlerinde
sık sık uğradığımız küçücük bir ada halinde, etrafında isyan eden gerici
yerleşimlerin içinde, Ankara Hükümeti'ni destekler, "dayan Kemal,
ardındayız", der.
Küçücük Mudurnu' un kaymakamı yürekli İbradılı Abdurrahman Naili Bey'dir.
İngilizlerin
desteğindeki gerici güçler Ankara’ya yürümektedir.
Ankara
Hükümeti ise başkenti Kayseri’ ye taşıma hazırlığındadır.
Ankara
yolu üzerindeki o ada halindeki küçücük Mudurnu da aşılırsa, gerici güçlerin
Ankara’ ya ulaşması hiç de zor değildir.
O ada
halindeki küçücük Mudurnu gerici güçlerin Ankara’ ya ilerlemesini geciktirir ve
o arada Kuvayi Milliye birlikleri yetişir Mudurnu’ya, Kara Fatmalar, Aydınlı
Efeler.
(Kuvayi Milliye’ den Üsteğmen Kara Fatma)
Ankara Hükümeti zaferi kazanır.
İbradılı Kaymakam Abdurrahman Naili Bey' in oğlu, dünyanın
en değerli halk bilimi adamlarından, 40’lı yılların Dil - Tarih kıyımında
Behice
Boranlar, Niyazı Berkesler ile birlikte akademiden atılan Pertev
Naili BORATAV’ dır.
Nato' ya giriş için tezgahlanan uydurma
komünist tutuklamalar önce bu güzel insanlardan başlar.
Rövanş peşindekiler yine iş başındadır.
İbradılı
Kaymakam Abdurrahman Naili Bey’e yapamadıklarını oğluna, Pertev NAİLİ BORATAV’
a yaparak onu akademiden sürerler. Rövanş Pertev Hoca’dan alınır.
Yetmez.
Pertev Naili Hoca’nın oğlu ve iktisatçılarımızın yüz
aklarından Korkut BORATAV Hocamız, sürüm sürüm süründürülür.
Yapılan şey yine ve hep rövanşa doymayanların kinidir.
***//***
Romalılar bütün bu
coğrafyayı, Anadolu Coğrafyası’ nı, Diyar- Rum’u (Roma Diyarı’ nı) yaptığı
yollarla bir baştan bir başa ulaşılır kılmıştır.
Ta Roma'dan bu yana, bin yıllarca, adına İpek Yolu, Kervan
Yolu, ne derseniz deyin, İstanbul - Gebze - Mollafenari - İzmit -
Akyazı - Geyve - Taraklı - Göynük - Mudurnu - Nallıhan - Beypazarı - Ayaş -
Ankara ve devamından geçen bu kadim yol üzerindeki önemli
bir menzil yeri, önemli bir ticaret yolu Mudurnu idi.
Rövanş peşindeki dönemin hükümeti, milli mücadelede Ankara Hükümeti'ni
destekleyen Mudurnu halkını, esnafını cezalandırmak için, bu kervan yolunu İzmit
- Sakarya - Hendek - Düzce - Bolu eksenine almış ve gerici
İstanbul Hükümeti'nden yana olanların gönlünü hoş etmiş ve 50’li yıllarda o
ölümlü ve fay hattı üzerindeki E5 karayolunu yaptırmıştır.
***//***
Şimdi
biraz da mitolojik “rövanşlardan” söz edelim,
Miken
Kralı Agamemnon komutasındaki Helen site devletlerinin orduları Truva’yı işgal etmek üzere Anadolu’ ya
çıkarma yapmak için yelkenlilerle hareket etmeye hazırlar.
Ama
havada tek bir yaprağı kıpırdatacak kadar bile rüzgar yoktur.
Agamemnon
kahinlerin tavsiyesi üzerine rüzgar için Av Tanrıçarı Artemis’ e bir adakta
bulunur, kızı Iphigenia’yı Artemis’
e kurban edecektir. Agamemnon tam kızını kurban edeceği sırada Artemis bu duruma
dayanamaz ve Agamemnon’ a kurban için bir dişi geyik gönderir.
Rüzgarları
estirir Artemis ve yelkenler şişer.
Agamemnon
Iphigenia
kurban olmaktan kurtulur. Hayatının geri kalanını Artemis Tapınağı’nda rahibe
olarak geçirir.
Yelkenleri
şişen Agamemmon kumandasındaki yelkenli Helen orduları Truva’yı işgal için
Anadolu’ ya çıkar.
Agamemnon
ordularına karşı Truva’yı, Anadolu’yu, bu kadim coğrafyayı savunanlar Hektor
kumandasında Anadolu’nun yerli halklarıdır.
Hattuşa
gezilerimizden biliyoruz.
Hektor’un
Truva’yı savunmasında Hititler de yer alır.
Hititlerin
tarih sahnesinden silinmesi Truva’nın düşmesinden sonraya gelir.
Hektor
yenilir, Anadolu halkları yenilir. Truva düşer.
***//***
Agamemnon
mağrur ve muzaffer olarak Truva’dan dönerken güzeller güzeli Anadolulu Kassandra’yı
da yanında sevgili olarak getirir.
Kızı
Iphigenia’yı kurban etmesinden dolayı kızgın olan ve ondan nefret eden
Agamemnon’ un karısı, sevgilisi ile bir olup o koskoca ordular yöneten,
Truva’yı işgal eden, Hektor’ u yenen Agamemnon’ u öldürürler.
Rövanş
yine sahnededir.
***//***
Agagmennon’
u oğlu Orestes ise, babasını öldüren annesi ile annesinin sevgilisini
ikisini de öldürür.
Rövanş
yine sahnededir.
***//***
Şimdi
mitolojiden ayrılarak, adeta “mitolojik” bir öykü gibi bu topraklarda yaşanan
gerçek zamanlara gelelim.
Bilinen
iki şehir efsanesidir vardır.
Birincisi;
21
yaşında bir çocuk Fatih Mehmet İstanbul’ u aldığında “Hektor’un intikamını aldım”
der.
Rövanş.
İkincisi;
1922
senesi, 26 Ağustos, Mustafa Kemal kumandasında Büyük Taarruz’ un
başlangıç tarihidir.
Dumlupınar
Meydan Muharebesi’nden sonra işgalci Helen orduları yenilir ve
Anadolu’yu terk ederler.
Zaferi
kazanan Mustafa Kemal Dumlupınar Meydan Muharebesi sonunda etrafındakilere “Hektor’un
öcünü aldım” der.
Rövanş
hep rövanş.
***//***
Gerçek
ise, gerçek zamandır ve yazımızın başında anılan 2419 no’lu vagon benzeri
gerçek bir tarihtir.
Birinci
Dünya Savaşı’nda boğazlardan geçmeye çalışan İngiliz
donanmasının amiral gemisi AGAMEMNON zırhlısı Türk topçusunun
isabetli atışları ile ağır bir yara alır ve yaralı halde Çanakkale Boğazı’nı terk
eder, geri çekilir.
***//***
Birinci
Dünya Savaşı sonunda mağlup devletlerden olan Osmanlı, boğazlardan Agamemnon
zırhlısını geçirmeyen Osmanlı, 30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’
nın Mondros
Limanı’ nda galip devletlerle bir mütarake imzalar. Silahlarını
bırakır.
Mütareke
“Agamemnon Zırhlısı’nda “ imzalanır.
Yaralı
Agamemnon geri gelir, boğazlardan süzülerek geçer ve İstanbul Boğazı’na demir
atar.
Rövanş,
ironik ve trajik bir rövanş.
***//***
Cumhuriyet
ilan edilir. Osmanlı Devleti yerine Türkiye Cumhuriyet’i vardır artık.
Mustafa
Kemal’ in daha milli mücadeleye başlamadan önce söylediği o söz “hakimiyet
bila kayd-u şart milletindir” sözündeki “hakimiyet” kelimesi “egemenlik”
olarak değiştirilir.
“Agamemnon”
kelimesi batı dillerine “hegamonia – hegemonya” olarak
geçtiğinde, emperyal savaşlar çoktan başlamış ve dünya çoktan paylaşılmıştı.
Bu
kelimeden, Agamamnon-hegemonya kelimesinden bize, Türkçe’ ye düşen ise 1935
yılına kadar Türkçe’ de bulunmayan “egemenlik” kelimesiydi. İronik bir rövanş.
***//***
Bu
topraklar hep kadim ve yerli halklar ile sonradan gelen işgalci güçlerin
arasında bitmek bilmeyen rövanşlara sahne olmuştur.
Bu
toprakların tarihi aslında rövanşların tarihidir.
İnsan
ilişkilerinde de ne yazık ki çok derin rövanşist yaralar vardır.
“Etme
bulma dünyası” dediğimiz masum gibi görünen bir söz bile
aslında bizi hep içimizde sakladığımız bir rövanşa, bitmeyen bir kine, bitmeyen
bir öç almaya götürür.
***///***
Hayata
ve aşka dair umudu tükenen insanların işidir rövanşı alma duygusu, rövanşı
kimin aldığı ise hiç önemli değildir, asl’ olan “aşktır.”
***//***
Aşk
hayat demektir.
Hayat
umut.
Aşk
illaki.
Recep Babayiğit
Ve elbette paylaşmak güzeldir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder