Havalar soğuduğunda yakacak bulmaya çalışırdık.
Orta
Anadolu’nun ağaçsız ve ormansız bozkırında tek ve önemli yakacağımız büyük baş
hayvanların dışkısından elle yapılan ve adına “Tezek-yapma-kemre” gibi yapılış
şekline göre isim alan malzeme olurdu.
Yazıda
yabanda doğal halinde bulunan kurumuş dışkıya da “Kuru” derdik.
Yaz
boyu küçük kız çocukları tezek yapar, evin ve ahırın duvarlarına yapma yapardı.
Yaz sonuna doğru ise boklukta birikmiş hayvan dışkısı saman ve su ile karılır
ve bir harman yapılır, kıvama gelen hayvan boku eski bir eleğin kasnağına
dökülürdü.
Eleğin
kalıbına dökülen bok ayakla sıkıştırılır ve kalıp çekilince ortaya yuvarlak ve
eşit kalınlıkta briket bir yakacak malzemesi çıkardı.
Bu
işi daha çok genç ve güçlü oğlan çocukları veya erkekler yapardı.
En
uzun süre ve kalorili yanan yakacak bu “Kemre” olurdu.
…/…
Onca ağaç, orman, koru ne olmuştu da geriye sadece hayvan dışkısından elde edilen yakacağa mahkum olmuştu Anadolu köylüsü yüzyıllar boyunca?
…/…
![]() |
| Fransa’da Bretonya Bölgesi’nde yapma yapan kadınlar-1900 yılı (Wikipedia) |
Şehirliler köye geldiklerinde veya arada köyden geçtiklerinde bu kültürün malzemesinin hepsine sadece “Gübre” deyip geçerler.
Yakacak
olarak kullanıldığını bilirler, ancak bunu sanki taş devrinden kalma bir şey
sanırlar.
Oysa
bilenler bilir, Kırgızistan’a gittiğimizde 3200 m. rakımlı Son Köl’de Yurtlarda
kalırken, sobalarda sadece kuru dediğimiz bozkırda kurumuş doğal hayvan dışkısı
yanardı.
Daha geçen yüzyılın başlarında Fransa’dan bir fotoğraf karesinde köylü kadınlardan birinin önündeki boku samanla kararak çamur haline getirdiğini, diğerinin ise o çamur halinde boku bahçe duvarına yapıştırdığını, yani “Yapma” yaptığını görüyoruz.
Hikmet Birand, Adana’dan Ankara’ya trenle giderken geçtiği bozkırda tezek toplayan kadınları anlatır:
“Ak koyun yavşanda, kara sığır sazda yayılır. Bu sazlık içinde boyuna eğilip doğrulan, bir şeyler arayan kadınların topladığı şey tezektir. (Biz kuru diyoruz, rb) Onun da güzden önce toplanması lazım. Kışın tandırda şepit ne ile pişecek, ocakta aş ne ile kaynayacak? Hep kuyruklu dağın kömürü ile. Bu, askerde taş kömürü gören bir onbaşının tezeğe taktığı şaka ad olsa gerek. Ama tezek ocağın değil, toprağın hakkıdır, kim bilir? Belki de ocağın hakkıdır.”[1]
…/…
KÖK SÖKTÜRMEK
Dondurucu soğuklar varlıklı, odunu ve yakacağı bol olanlara bile kök söktürürdü. Yani hayatı zorlaştırırdı.
“Kök
söktürmek” derken, iki türlü anlamak gerekir. Birincisi doğanın dondurucu
soğuklarla zengin-fakir herkese “Kök söktürmesi”, insanları alaşağı etmesi,
diğeri ise ısınmak için kesecek ağaç kalmayınca bu kez ağaçların toprak altında
kalan köklerini söken insanlara “Kök söktürmesidir.”
Zekeriya Temizel köylerinde yakacak ağaç kalmayınca yakacak olarak daha önceden kesilen ağaçların köklerini söktüklerini anlatır. Köylüler kök söker, doğa “Kök söktürür.”
“O sonbahara damgasını vuran olay, Zülü’nün bir danasının başını baltayla parçalaması oldu.
Evlerinin tüm
kışlık odununu Zülü keserdi. Tüm parçalar neredeyse aynı boyda ve kalınlıkta
olurdu. Zülü kestiği odunları istiflediği zaman, tüm köylü gelir, yığını
seyreder, şaşkınlıkla ‘Allah, Allah’ diye başlarını sallarlardı.
Köyümüz kışlık
odununu tarlalardan sökülen kütüklerle sağlardı. Yıllardan beri tarlalarımızdan
kütük sökülüyordu. Kütüklerin büyüklerinden, eski ormanın ve ağaçların haşmeti
de ortaya çıkıyordu Kütükleri tarlalarımızda gömülü duran eski ormandan hiçbir
belirti yoktu etrafımızda. Ormanın ne olduğunu bile bilmezdik.”[2]
KÖKÇÜLER
Bazen tarım arazisi açmak için kesilen ağaçların köklerinin sökülmesi gerekirdi. Kök sökmek öyle o kadar kolay bir iş değildir. Hem güç kuvvet hem de tecrübe ister. Herkes bunca zahmet karşılığında karın tokluğuna çalışmak istemez. Sadece çaresiz ve gurbete gitmiş insanlar yaparlar bu işi.
Deniz
kenarları, ırmak boyları, deltalar yavaş yavaş tarıma açılırken, orada bulunan
ağaç köklerinin temizlenmesi gerekir. Bu işi Bafra’da Bafralıların “Kökçü”
dedikleri insanlar yaparlar.
“Tarım alanı açmak amacıyla kesilen ağaçların köklerinin çıkarılıp arazinin tarla haline getirilmesi işini ise, Sivas’tan ve bilhassa Malatya’dan gelen, bu yüzden Bafralılar’ın kendilerine ‘Kökçü’ adını verdiği çoğu Alevi kökenli yurttaşımız yapardı. Onlar da yerleşip kaldıkları Bafra’nın kozmopolit yapısına bir zenginlik kattılar.”[3]
Bayburt’un, İspir’in yoksul köylüleri de amelelik yapmak için Karadeniz sahillerine, Rize’ye, Trabzon’a inerlerdi yürüyerek.
Sahildekiler
bu yoksul insanlara “İspirli” derdi, isimleri yoktu onların. Kökçülerin de
isimleri yoktu.
Bafralılar “Kök söktürüyor, Sivaslı ve Malatyalı Aleviler kök söküyorlar.
…/…
Bazı öğretmenler, hocalar zor soru sorarlar, kazık soru sorarak öğrenciye adeta “Kök söktürürler.”
Kök
Söktürmek, deyimi aslında karakucak ve yağlı güreşlerden gelir. Güçleri denk
olmayan pehlivanlar karşılaşır bazen. Hiç umulmadık zayıf pehlivan ondan güçlü
olana “Kök söktürür.”
Ama
işin aslı, hem teknik hem de güç olarak üstün olan pehlivanın rakibini çayıra
yapıştırarak onu otları yolduracak, otların köklerin söktürecek kadar
ezmesidir.
Altta
kalan pehlivan “Kök söker” üstteki kök söktürür.
…/…
KURTULUŞ SAVAŞI’NDA SÖKÜLEN SON AĞAÇ KÖKLERİ
Yunan Orduları geri çekilirken demiryollarını da tahrip ederek kullanılamaz hale getirir.
Daha başka ve çok önemli sorunlar vardır.
Buharlı lokomotifleri çalıştırmak için kömür yoktur,
zira kömür ta Zonguldak’tan gelmektedir ve hatlar işgal altında ve
çalışmamaktadır.
Lokomotiflerin kazanına sadece odun atılır. Odun yakın
uzak her yerden kol gücüne dayanan baltalarla indirilir.
Yunan Orduları da kömür bulamaz, Türk köylüsüne zorla
ormanı ve son kalan ağaçları kestirir.
Bir yandan kömür yoktur, kömür için olan hatlar işgal
altındadır öte yandan odunla işletilen lokomotifler için kesilen asırlık
ağaçlar ve orman varlığı içimizi acıtır ve bugünkü çıplak Anadolu Manzarası ta
o günlere dayanır.
“Mustafa Kemal Paşa’yı Eskişehir’e götüren tren, odunla işliyordu. Treni tahrik eden ağır Alman lokomotifi bu kıymetli mahrukattan (yakacaktan) pek çok istihlak ediyordu (tüketiyordu).
Memleket dahilinde keşfedilen birkaç kömür madeni iyi bir şekilde
işletilmekle beraber, cephane fabrikalarının, imalathanelerin, makinelerin ve
bütün trenlerin ihtiyacına yetmiyordu.
Bunun üzerine ormanların tahribine, muazzez ve asır-dide (yüce ve asırlık,
rb) ağaçların kesilmesine, birkaç yüz senelik gövdelerin dinamitle atılmasına
başlandı.”[4]
…/…
Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu’nda savaşmış, ancak Almanların yenilgisini ve teslim olmasını kabullenememiş birçok Alman subayı vardır. Bunlardan birisi de Yüzbaşı Hans Tröbst’tür.
Tröbst, sahte pasaportla Tuna üzerinden İstanbul’a,
oradan gemiyle İnebolu’ya, oradan da Ankara’ya gelir. Tröbst bir subay olarak
Türk Ordusu saflarında savaşmak ister. Milli Savunma Bakanlığı ona ancak cephe
gerisinde, lojistik ve demiryollarının işletilmesinde izin verir.
Yüzbaşı Tröbst’ün anılarından aktarıyoruz:
“Genel müdürlükten ‘herkese’ diye gelen telgrafla, anında ve özel isteklere kulak asmaksızın, derhal bütün istasyonlarda fazla rayların toplanması ve sökülmeye başlanması emri verildi. Bu iş için sivil halktan hareket edebilen herkes toplandı ve vagonlara bindirilerek küçük bozkır istasyonlarına taşındı. Alet olarak, herkes ne bulduysa, yanında getirmeliydi. Herkes kendi gıdasını sağlayacaktı, ücret yoktu ve zaten kimse de istemiyordu. Günlerce hummalı çalışmayla sonunda her istasyonda çok sayıda ray yüklü vagonların hazır olması başarıldı, her yerde yalnız bir tek barınma hattı bırakıldı. Köy ve kasabalardaki bütün demirciler ve tesviyeciler getirildiler, ilkel delgiler ve çekiçleriyle gece gündüz harıl harıl çalışarak, her yerde eksik olan contaları ve ray çivilerini imale başladılar. (…) Makinelere (lokomotiflere, rb) yakıt sağlamak için, Toroslar’da ‘tahtacılar’ son ağaçları deviriyor, son kökleri söküyorlardı. İstasyonda tahıl açıkta dağ gibi yığılıyor, kömürcüler sayısız eşek kervanıyla odun kömürünü getiriyorlardı.“[5]
Açlık da kök söktürür. İnsanlar aç kalmamak için, hayatta kalabilmek için yakın zamanlara kadar bitki kökleri, ağaç kökleri söktüler ve onları yediler.
İşgal
altındakiler, savaşta cephede yokluk içinde bulunanlar, esir kamplarında
olanlar açlıktan ağaç ve bitki köklerini söküp yediler. Ağaç kabuklarını
kemirdiler.
Ağaç ve bitki kökleri şifa ve lezzet için de sökülürdü. İlkel şekilde yapılan bu iş, artık endüstriyel şekilde yapılıyor.
Keven ve çöven bitkilerinin kökleri başta endüstri olmak üzere mutfakta ve daha birçok alanda yüzyıllardır kullanılıyor.
KEVEN KÖKÜ SÖKENLER
ÇÖVEN KÖKÜ SÖKENLER
MEYAN KÖKÜ SÖKENLER
“Bir zamanlar avlanarak geçinen insanlar, meyve ve tohumla da beslenmenin kabil olduğunu sezdiler; meyve ve tohum toplayarak geçinmeye başladılar. Bulamayacakları zamanlar için toplayıp da barındıkları yerlere sakladıkları tohumlardan toprağa düşürdüklerinin topraktan tekrar bittiğini görerek çoğu stepte yetişen özlü tohumlu otları seçmeyi, ekmeyi öğrendiler.”[6]
Keven, yavşanla birlikte Anadolu bozkırının bekçisidir adeta. Toprağı tutan, erozyonu önleyen, bal için arıların çiçek özü aldıkları bir bitkidir. Çiriş bitkisi de öyledir. Yemek olarak mutfakta, toz haline getirilen yumrusu ise endüstride kullanılır.
Anadolu bozkırı keven ve çöven bakımından zengindir. Yakın zamanlara kadar köy köy gezerek halı, kilim, bakır, takı vb. yok pahasına bir şekerli sakıza, birkaç parça sentetik kumaş karşılığında eskiler alan, aldıklarını yağmacı zenginlere, doymak bilmez koleksiyonculara satanlar gibi köy köy dolaşan başka gruplar da vardı.
Onlar
da endüstrinin başka bir yağma için o köylere gönderdiği, kendileri de çok
yoksul olan insanlardı.
Bu ikinci gruptakiler neredeyse karın tokluğuna, çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek obalar halinde dolaşarak gönderildikleri köylerde bitki kökleri kazar, toplar ve endüstri için tüccara satardı.
Kökleri sökülen bitkiler keven ve çövendi.
Hayli
zamandır ise bunlara bir de salep kökü eklendi.
Kız kardeşim Şerife çocukluk ve genç kızlık yıllarından yaşadığı iki köyde çöven ve keven sökücüleri anlatıyor:
ÇÖVEN SÖKENLER
YER : KIRIKKALE-DELİCE-BOZKÖY (1989’dan önce
Ankara-Delice-Bozköy)
“Ben o vakitler 9-10 yaşlarındayım. Bozköy’de analığımın köyünde yaşıyoruz. Çufan (çöven, rb) otu tepelik yamaçlarda olurdu. Köye yabancı insanlar gelirdi. Köylüyü toplarlar, çufan kökü sökmelerini isterlerdi. Çuvan kökü söküp götürenin getirdiği tartılır, tartıya göre parası peşin verilirdi. O vakit geldiğinde, güzün, köyde herkes o adamların gelmesini gözler ve o adamlar gelince de herkes çufan kökü sökerdi.
Bilmezdik, bu
kökün ne işe yaradığını.
Helvaya (tahin
helvası, rb) kattıklarını söylerdi büyükler.”
“Çöven Kökü
Çöven, karanfilgiller familyasından olup anavatanı
Avrupa’dan Sibirya’ya kadar uzanır. Halk arasında sabun otu, çamaşırcı sabunu
ve helvacı kökü olarak da bilinir. Yaprakları suda sabun gibi köpürdüğü için
ismi Latince ‘temizlemekten’ (Gypsophila) gelir. Kökü Ortadoğu’da
helva yapımında kullanılır. Hollanda’da biraya köpük vermek için
kullanılmıştır. Flavonoidler, esansiya amino asitler, reçine, odunsu lif ve
zamksı madde içerir.
Çiçekleri küçük pembe ve beyaz
renklidir. Tohumları küçük, hemen hemen böbrek şeklinde esmer renkli ve üzeri
pürtüklüdür. Köklerinin dövülmesinden çöven elde edilir. Memleketimizde 27
kadar türü bulunur. Bitkinin kullanılan kısımları kökleridir. Haziran-Temmuz
aylarında beyaz çiçekler açan, 50-60 cm yüksekliğinde çok dallı, çok senelik,
kazık köklü, otsu bir bitkidir. Yaprakları sapsız, soluk yeşil renklidir.”
https://otcubitki.com ›
Bitkisel › Bitki & Tohumlar
KEVEN SÖKENLER
YER :
ÇORUM-SUNGURLU-ÇİNGİLLER KÖYÜ
Kız kardeşim Şerife gelin olup gittiği Çingiller Köyü’nde keven kökü sökenleri anlatıyor.
“Kefen (keven, rb) balı toplamaya Şingiller’e (Çingiller) Burdur-Bucak’tan gelirlerdi. Dört beş oba gelirlerdi. Her bir obada kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk-çocuk olurdu.
Aylarca
kefen balı (sakızı, rb) toplardılar. Ne yaptıklarını sorardık. Elbise kumaşı
parlatmada kullanılırmış. Muhtar her sene onlara bir yer gösterir ve onlardan
para alırdı. Kendi çadırlarında kalırlardı. Kefenin önce bir yarısını köküne
kadar keserler, sakızı, özü akıtarak bir kabın içinde toplarlar, belli bir
zaman sonra da diğer yarısını kesip aynı işi yapardılar. Beş altı yıl gelip
gittiler aynı insanlar.”
Keven ve çuvan için “Kök söktürenler” tüccarlar, bilinçsizce kök sökenler yoksul köylüler.
Öte yandan ebru sanatında o eşsiz örnekleri ortaya çıkaran en önemli doğal malzeme, ebru suyuna belirli bir oranda katılan ve kıvam artırıcı olarak kullanılan, ebru sanatçıları tarafından “Kitre” olarak bilinen “Keven” kökünden elde edilen sakızdır.
Kitre
Ebru yapımında üstüne boya serpilecek suya
yapışkan bir koyuluk vermek için kullanılır. Köylüler kırlarda geven dikeninin
gövdesine bıçakla çizik atar, birkaç gün beklerler. Bitkinin özsuyu çizik bölgeden akar ve kurur. Bir ağaç kabuğuna
benzer görünüm alır. Bu kabuklar tek tek toplanır.
…/…
Kökü en çok bilinen ise kenger olmalıdır. Yoksul köylü bugünkü damla sakızını veya şekerli sakızı bilmezden önce, yüzyıllarca kenger kökünden elde edilen “Kenger sakızını” çiğnedi. Hem sadece zevk için çiğnemedi sağlığı için de çiğnedi.
Agop Mintzuri, “Kapandı Kirve Kapıları” eserinde hiç hayat belirtisi vermeden, kimseyle konuşmadan, dış dünyaya kapanan Hesso’yu anlatır.
“Akrep dokunmuş olsa, ağrısına dayanabilir miydi? Öyle bir şey olmadı!’
‘Yılan
sokmuş olsa, titremez miydi, rengi atmaz mıydı, yerlerde debelenmez miydi?
Karın ağrısı çekmedi!’
‘Bir
gölden su içerken içine bir kurt girse, farkına varmaz mıydı, gelip bize
söylemez miydi? Bir şey söylemedi!’.
Hiç
mi kimse topraktan körükotu (kaya koruğu, rb) çekip çıkarıp çiğnememiştir! Hiç
mi kimse kengerden kenger sakızı toplamamıştır! Körükotundan, kenger sakızından
ne olur?”
Hesso
oğlan çulun altında yatmış, sesi sedası çıkmıyordu. Sadece nefes alıp
veriyordu.”[7]
…/…
Amerika rüyası Coca Cola ile başladı belki de. Özgürlükler Dünyası’nın! İkonik ürünlerinden Coca Cola’nın formülünde ve içinde meyan kökü ekstrası bulunur. Meyan kökü ise en çok Adana bölgesinde yetişir.
Yetişir, ama o kökü izinsiz sökmek, satmak yasaktır ve büyük
cezası vardır.
Kapitülasyonlar döneminde Fransız Reji idaresinin kölesi gibi
çalışan tütün köylüsüne bir dal tütün koparıp içmenin suç olması gibidir.
Kaçak meyan kökü söker geceleri Çukurova’nın yoksul köylüleri, emekçileri ve memurları. Şair İsmet Özel’in polis babası da -“polistir babam/Cumhuriyetin bir kuludur”-meyan kökü kazıp Amerikan Forbes firmasına satanlardandır ve İsmet Özel, kaçak meyan kökü kazma işini “Amentü” Şiiriyle ölümsüz kılar.
“(…)
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa her gün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.
(…)”[8]
“Kök söktüren Amerika’dır,” kök sökenler Çukurova’nın yoksul insanları ve meyan bitkisinin gerçek sahipleridir.
Kök söktürüyorlar hala. Bitki kökü kalmamış olsa da.
[1] Anadolu
Manzaraları-Hikmet Birand-Tübitak Popüler Bilim Yayınları-Nisan 2004 On Birinci
Baskı-s. 17
[2] Çekerek
Kıyılarında-Zekeriya Temizel-Aya Kitap- 2006 Ekim Birinci Baskı-s.22
[3] Bafra…
Ah Barfa…-Alptekin Ahıskalıoğlu-Postiga Yayınları-2011 Mayıs İkinci Baskı-s.148
[4] Mukaddes
Ankara’dan Mektuplar-Kadriye Hüseyin-Çeviri: Cemile Necmeddin Sahir
Sılan-Cumhuriyet Kitapları-1999 Ekim Birinci Baskı-s,49-50
[5] Mustafa
Kemal’in Ordusunda Bir Alman Yüzbaşı-Hans Tröbst-Çeviri: Yüksel
Pazarkaya-Kırmızı Kedi Yayınları-2018 Kasım Birinci Baskı-s.309
[6]
Birand-age, s.7-8
[7] Kapandı
Kirve Kapıları-Agop Mintzuri-Aras Yayıncılık-Ekim 2002 İkinci Baskı-s. 89
[8] Erbain-Kırk
Yılın Şiirleri-İsmet Özel-Tam İstiklal Yayıncılık Ortaklığı- 2025 Altmış
Birinci Baskı-s.179




