30 Mart 2024 Cumartesi

ONE-MATARA, VAN-MATARA, HELALLİK-2

(*)
Yine bir Ramazan ayıydı.

Payitaht’tan Başkentlere-Doğu Anadolu Başkentleri Yurt Gezimiz için Yurt Gezginleri ile Van’da buluşmak üzere Kemaliye’den Malatya’ya gidiyorum.

Sabah saat 06.00, Kemaliye otobüsü hareket ediyor.

Aylardan Mayıs.

Kemaliye’den Van’a direk bir otobüs olmadığından önce Malatya’ya gitmem gerekiyor.

Arapkir’e kadar uzun ve kıvrımlı yol Fırat boyu uzanıp gidiyor.

Oradan sonrası kıvrımların daha az olduğu, yüksek geçitlerden aşan bir yol.

Öğle vakti Malatya’ya varıyorum.

Vakit kaybetmeden Van için otobüs arıyorum, şansım var, az sonra kalkacak bir Van otobüsünde yer buluyorum.

İnsanların Ramazan aylarında daha az yolculuk yapmalarından dolayı yer bulabilmem belki daha mümkün gibi görünse de vaktinde otobüs bulmam şans oluyor.

Elazığ sonrası Bingöl, sonrası Muş.

Muş’a varmadan hava kararmaya başlıyor.

Otobüs kaptanları Ramazan aylarında iftar için nerede duracaklarını biliyorlar.

Solhan’ı biraz geçince Murat Suyu’nun kenarında duruyoruz.

Duruşumuz iftar için.

Aylardan Mayıs, ama yanı başımızda akan Murat Suyu’nun sazağı yüzümü yalıyor, üşür gibi oluyorum.

Otobüse dönüyor, üzerime giyecek bir şey alıyorum.

Bütün yolcular iftarlarını açmak için dinlenme tesisinde bulunan lokantaya giriyorlar.

Lokanta oldukça büyük.

Tesiste bizim otobüsten başka dört otobüs ve çok sayıda kamyon ve birkaç tane de özel araç park etmişler. Hepsi iftar saatini buraya göre ayarlamış olmalılar.

Herkesin lokantaya yöneldiğini görünce, karnımın acıkmış olduğunu fark ediyorum.

Lokantaya girişte sol tarafta tezgahlarda sergilenen taze yemekler, tam karşıda takılı döner kebap, onun yanındaki fırına verilen iftarlık tırnak pideler, iştah kabartıyor.

Tezgaha yöneliyorum. Beni genç bir garson karşılıyor.

-Buyur abi, ne alırsın?

-Yemekler çok güzel görünüyor. Kartla ödeme yapabilir miyim?

-Abi maalesef kart geçmiyor.

Yanımda neredeyse hiç nakit para yok, olan ise yemeği bırakın bir tane pide almaya bile yetmez.

İyi ama karnım da aç.

Çaresiz lokantadan dışarı çıkıyorum.

…/…

Filmlerdeki sahnelerin birisini oynuyorum sanki.

Lokantanın dışında geniş verandanın büyük camlarının önünden içeride yemek yiyenlere bakıyorum.

Abartma gibi gelecek, ama sahnede ben de varım artık. Sadece dilimi cama dayamamışım.

Ne yapalım, kimseden yemek isteyecek halimiz yok, yola aç da devam edebilirim.

Lakin film sahnesini bir şiir takip ediyor, gözlerim nemleniyor.

(…)

kar yağarken öksüz kalır bir çocuk

gözlerine sürmeler çeker.

şehirler eskir,

yol görünmez olur.

camın ardında kalır gözlerindeki sıcaklık,

öksüz çocuk yeniden ölür.

akşamlara kara çalınır

öç alır gündüzler.

boynumdaki izler yanar kül olur

üşümem geçer,

kıvrımlarım artar.

limanlar küser,

kente sürgünler gelir

sevişmeleri güz yağmurudur

üşütürler limanları

öksüz çocuk bulamaz şehrin aç kalmış lokantasını

(…)

Verandadan ayrılıp, yolun karşısından akan Murat Suyu’na doğru gitmek üzereyken, bana “Buyur Abi” diyen genç garsonun telaşla sağa sola bakındığını fark ediyorum.

Verandadan inişe doğru yöneldiğimde, genç garsonla yüz yüze geliyorum.

Üzerindeki telaş sesine yansıyor:

-Abi neredesin ya, deminden beri seni arıyorum.

-Hayırdır?

-Abi sen param yok, demedin mi?

-Evet, ama kartla ödeyebilirim.

-Ya abi bırak kartı martı. Bizimkisi de eşeklik.

-Anlamadım.

-Abi senin paran yok, diye seni aç mı bırakacağız, ne eşeğiz biz. Kafa ancak dank etti abi, kusura bakma, oruç hali.

-Ne kusuru.

-Abi geç tezgahın başına, ne istersen al.

…/…

Nasıl bir ruh hali içinde olduğumu anlatamıyorum. Bu genç garson lokanta sahiplerinden olmalı ki telaşla arayıp beni bulmuş.

Aslında Ramazan ayı nedeniyle bana ücretsiz yemek vermek bir “Hayır” işi gibi görünse de genç garsonun yüzünde ve yüreğindeki sıcaklığı, samimiyeti görememem mümkün değil.

Biliyorum, garson bu yaptığı işi kimseye anlatmayacak, bunun reklamını yapmayacak, öyle bir niyeti olmuş olsaydı, daha ben lokantadan çıkmadan ve herkesin duyacağı şekilde yapardı bunu.

Mola süresi bitmek üzere olduğu için hem az çeşit hem de kolay yenecek yemekler alıp, bir masaya oturuyorum.

Mola süresi bitiyor.

Masadan kalkıp, o genç garsonu bulup yanına varıyorum.

-Helal edin.

Genç garson hiçbir şey demiyor, yutkunuyor, sadece kısık gözleriyle başını saygıyla öne eğiyor.

…/…

Hava artık karanlık. Muş yolu ovadan geçiyor. Van’a varışım geceye kalacak.

Önceden yer ayırtmış olduğumdan gidip otele yerleşiyorum.

Bir eksiğimin olduğunu fark ediyorum.

Önümdeki koltuğun filesine koyduğum ve yol boyunca su içmek için kullandığım mataram yok.

Mataram otobüste kalmış.

Elimdeki otobüs biletinde yazılı telefon numarasından Van Tur otobüs yazıhanesini arayıp durumu bildiriyorum.

Otobüsün az önce Van’da yolcu indirdiğini, o otobüste olduğumu söylüyorum.

Çok geçmeden telefonum çalıyor.

Geldiğim otobüsün kaptanı arıyor. Durumu ona anlatıyorum.

Tamam beyefendi, diyor kaptan, hiç merak etmeyin, mataranızı bulup size teslim edeceğiz.

Ertesi gün gelecek grupla bir gece Van’da aynı otelde kalacağız ve sonraki gece Tatvan’da olacağız.

Otobüs kaptanına mataranın bulunması halinde Tatvan yazıhanesine bırakılmasının benim için daha iyi olacağını söylüyorum.

Kaptan, tamam beyefendi, matarayı, emaneti Tatvan yazıhanemize bıraktırırım, diyor.

Kaptanın telefonunu ve adını not ediyorum.

Ertesi gün Yurt Gezginleri geliyor, o akşam Van’da aynı otelde kalıyoruz.

Bir sonraki gün ise yola çıkıp Erciş-Adilcevaz-Ahlat üzerinden Tatvan’a varıyoruz.

Akşam vakti grupla otele yerleşiyoruz, yemekten sonra serbest zaman.

Ama benim için pek de serbest değil.

…/…

Önce Van Tur otobüs yazıhanesine gidip bankoda duran, sakallı genç birisine durumu anlatıyorum. Falanca otobüs kaptanı size bilgi vermiş, benim bir kayıp mataram vardı, o buraya bırakılacaktı.

Genç adam bana öyle bir şeyin yazıhaneye gelmediğini, başka yazıhanede olabileceğini söylüyor.

-Tatvan’da başka Van Tur yazıhanesi var mı?

-Hayır abi, Van’ın tam dört ayrı otobüs firması var, onlardan birisine teslim edilmiş olabilir.

Doğru, diyorum içimden, acaba otobüs kaptanı duruma müdahale edemediyse, Van’daki yazıhane Tatvan’daki başka bir otobüs firmasının yazıhanesine mi gönderdi matarayı?

Diğer otobüs firmalarının yazıhanelerini de dolaşıyorum.

Best Van

-Abi matara?

-Yok abi, öbürüne sor.

Van Gölü

-Abi matara?

-Yok abi, öbürüne sor.

Van Yolu

-Abi matara?

-Yok abi.

Neyse ki bütün yazıhaneler aynı cadde üzerindeler ve birbirlerine çok yakınlar.

Biraz utanarak, biraz mahcup bana telefonunu veren ve benimle birlikte mataranın peşine düşen Van Tur otobüsünün kaptanını arıyorum.

Kaptan beni sesimden tanıyor ve Recep Bey, diye konuşuyor.

-Kaptanım, size zahmet veriyorum, mesainizi çalıyorum, ama matarayı bulamadım.

-Nasıl olur, bizim yazıhaneye sordunuz mu?

-Sordum, öyle bir şeyin gelmediğini, Van’ın tam dört ayrı otobüs firması olduğunu, diğerlerinde olabileceğini söyledi.

-Ya olur mu öyle, bizim firma Van Tur, başkası değil ki.

-Siz kendinizi yormayın kaptanım, basit bir matara, kaybolduysa da önemli değil.

-Hayır, Recep Bey, bu iş artık bir iddiaya bindi ve firma şerefi için sizin o mataranızı bulacağım. Ben size yarın bilgi vereceğim.

Kaptana itiraz edemiyorum.

Gece geç vakit olduğu için otele dönüyorum.

Ertesi gün program başlamadan, sabah erkenden Van Tur otobüs kaptanı beni arıyor.

-Recep Bey, sizin matarayı bulduk. Yazıhanede, sizi bekliyor.

-Hangisi?

-Van Tur.

-Tam nerede?

Kaptan bana matarayı ilk sorduğum yazıhaneyi tarif ediyor.

Tamam, diyerek, teşekkür ediyorum kaptana.

Kaptan arkasından ekliyor, yine de bulamazsanız, çekinmeden beni arayın lütfen.

Ertesi gün sabah erkenden otelden ayrılıyorum. Grubun programı henüz başlamadı.

Unutulan matarayı sormak için gittiğim ilk otobüs yazıhanesi olan Van Tur yazıhanesine yeniden gidiyorum.

Sizi aramış olmalılar, “Matara” diyorum.

Aynı sakallı genç adam hafif sola yamularak sol elini bankonun altına uzatıyor ve bir şey çıkarıyor.

Çıkardığı şey benim otobüste unuttuğum matara.

Seviniyorum.

Genç adam hiçbir şey demeden sol elinde tuttuğu matarayı bankonun üzerine koyuyor, buyur, al, der gibi.

İstemeden de olsa, genç adama hafifçe çıkışıyorum.

“İyi, ama ben dün akşam da gelip sorduğumda, yok buraya öyle bir şey teslim edilmedi, demiştiniz.”

Genç adamın suratı asılıyor, öfkelenecek, ama yapamıyor.

Sol elindeki matarayı bırakmadan sert bir ifadeyle:

“Ne bilek gardaş, matara mı görmüşüz, gelip bir şey bıraktılar, biz ne bilek matara nedir?

Genç adam haklı, ne diyebilirim ki ona?

Yazıhaneden ayrılmadan, benden daha çok mataranın peşinden koşan otobüs kaptanını arıyorum. Konuşmamı genç adamın da duymasını istiyorum ve onun yanında konuşuyorum.

-Kaptanım matarayı buldum, arkadaş yardımcı oldu, sağ olsun.

-Ooo sevindim Recep Bey.

-Kaptanım,

-Buyur Recep Bey.

-Çok uğraştınız, emek ve mesai harcadınız.

-Lafı mı olur?

-Hakkınızı helal edin.

Kaptan susuyor.

Alo alo diyorum,  karşıdan ses yok.

Kaptan ve ben ikimiz de birbirimizi anlamışız demek ki.

Van’da bir matara, derken, aslında One-Matara da diyebilirsiniz. One ve Van sadece yazılış olarak ayrılır, ama aslında ikisi de (Van’da) Bir Matara değil midir?

Bulundu.

Helallikler devam ediyor.

Hattuşa, 13 Mart 2024


(*) Aksakal notu: Yazının başına matara resmi koyalım deyince muhtemelen bunu kastetmemiştir. Oysa ki ben, yazının başlığını görür görmez böyle bir matara hayal etmiştim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder