![]() |
(*) |
Payitaht’tan
Başkentlere-Doğu Anadolu Başkentleri Yurt Gezimiz için Yurt Gezginleri ile Van’da
buluşmak üzere Kemaliye’den Malatya’ya gidiyorum.
Sabah
saat 06.00, Kemaliye otobüsü hareket ediyor.
Aylardan
Mayıs.
Kemaliye’den
Van’a direk bir otobüs olmadığından önce Malatya’ya gitmem gerekiyor.
Arapkir’e
kadar uzun ve kıvrımlı yol Fırat boyu uzanıp gidiyor.
Oradan
sonrası kıvrımların daha az olduğu, yüksek geçitlerden aşan bir yol.
Öğle
vakti Malatya’ya varıyorum.
Vakit
kaybetmeden Van için otobüs arıyorum, şansım var, az sonra kalkacak bir Van
otobüsünde yer buluyorum.
İnsanların Ramazan aylarında daha az yolculuk yapmalarından dolayı yer bulabilmem belki daha mümkün gibi görünse de vaktinde otobüs bulmam şans oluyor.
Elazığ
sonrası Bingöl, sonrası Muş.
Muş’a
varmadan hava kararmaya başlıyor.
Otobüs
kaptanları Ramazan aylarında iftar için nerede duracaklarını biliyorlar.
Solhan’ı
biraz geçince Murat Suyu’nun kenarında duruyoruz.
Duruşumuz
iftar için.
Aylardan
Mayıs, ama yanı başımızda akan Murat Suyu’nun sazağı yüzümü yalıyor, üşür gibi
oluyorum.
Otobüse dönüyor, üzerime giyecek bir şey alıyorum.
Bütün
yolcular iftarlarını açmak için dinlenme tesisinde bulunan lokantaya
giriyorlar.
Lokanta
oldukça büyük.
Tesiste bizim otobüsten başka dört otobüs ve çok sayıda kamyon ve birkaç tane de özel araç park etmişler. Hepsi iftar saatini buraya göre ayarlamış olmalılar.
Herkesin
lokantaya yöneldiğini görünce, karnımın acıkmış olduğunu fark ediyorum.
Lokantaya girişte sol tarafta tezgahlarda sergilenen taze yemekler, tam karşıda takılı döner kebap, onun yanındaki fırına verilen iftarlık tırnak pideler, iştah kabartıyor.
Tezgaha yöneliyorum. Beni genç bir garson karşılıyor.
-Buyur
abi, ne alırsın?
-Yemekler
çok güzel görünüyor. Kartla ödeme yapabilir miyim?
-Abi maalesef kart geçmiyor.
Yanımda
neredeyse hiç nakit para yok, olan ise yemeği bırakın bir tane pide almaya bile
yetmez.
İyi
ama karnım da aç.
Çaresiz lokantadan dışarı çıkıyorum.
…/…
Filmlerdeki
sahnelerin birisini oynuyorum sanki.
Lokantanın
dışında geniş verandanın büyük camlarının önünden içeride yemek yiyenlere
bakıyorum.
Abartma
gibi gelecek, ama sahnede ben de varım artık. Sadece dilimi cama dayamamışım.
Ne yapalım, kimseden yemek isteyecek halimiz yok, yola aç da devam edebilirim.
Lakin film sahnesini bir şiir takip ediyor, gözlerim nemleniyor.
(…)
kar yağarken öksüz
kalır bir çocuk
gözlerine sürmeler
çeker.
şehirler eskir,
yol görünmez olur.
camın ardında
kalır gözlerindeki sıcaklık,
öksüz çocuk
yeniden ölür.
akşamlara kara
çalınır
öç alır gündüzler.
boynumdaki izler
yanar kül olur
üşümem geçer,
kıvrımlarım artar.
limanlar küser,
kente sürgünler
gelir
sevişmeleri güz
yağmurudur
üşütürler
limanları
öksüz çocuk
bulamaz şehrin aç kalmış lokantasını
(…)
Verandadan
ayrılıp, yolun karşısından akan Murat Suyu’na doğru gitmek üzereyken, bana
“Buyur Abi” diyen genç garsonun telaşla sağa sola bakındığını fark ediyorum.
Verandadan
inişe doğru yöneldiğimde, genç garsonla yüz yüze geliyorum.
Üzerindeki telaş sesine yansıyor:
-Abi
neredesin ya, deminden beri seni arıyorum.
-Hayırdır?
-Abi
sen param yok, demedin mi?
-Evet,
ama kartla ödeyebilirim.
-Ya
abi bırak kartı martı. Bizimkisi de eşeklik.
-Anlamadım.
-Abi
senin paran yok, diye seni aç mı bırakacağız, ne eşeğiz biz. Kafa ancak dank
etti abi, kusura bakma, oruç hali.
-Ne
kusuru.
-Abi geç tezgahın başına, ne istersen al.
…/…
Nasıl
bir ruh hali içinde olduğumu anlatamıyorum. Bu genç garson lokanta
sahiplerinden olmalı ki telaşla arayıp beni bulmuş.
Aslında
Ramazan ayı nedeniyle bana ücretsiz yemek vermek bir “Hayır” işi gibi görünse
de genç garsonun yüzünde ve yüreğindeki sıcaklığı, samimiyeti görememem mümkün
değil.
Biliyorum, garson bu yaptığı işi kimseye anlatmayacak, bunun reklamını yapmayacak, öyle bir niyeti olmuş olsaydı, daha ben lokantadan çıkmadan ve herkesin duyacağı şekilde yapardı bunu.
Mola
süresi bitmek üzere olduğu için hem az çeşit hem de kolay yenecek yemekler
alıp, bir masaya oturuyorum.
Mola
süresi bitiyor.
Masadan kalkıp, o genç garsonu bulup yanına varıyorum.
-Helal edin.
Genç garson hiçbir şey demiyor, yutkunuyor, sadece kısık gözleriyle başını saygıyla öne eğiyor.
…/…
Hava
artık karanlık. Muş yolu ovadan geçiyor. Van’a varışım geceye kalacak.
Önceden
yer ayırtmış olduğumdan gidip otele yerleşiyorum.
Bir
eksiğimin olduğunu fark ediyorum.
Önümdeki
koltuğun filesine koyduğum ve yol boyunca su içmek için kullandığım mataram
yok.
Mataram
otobüste kalmış.
Elimdeki
otobüs biletinde yazılı telefon numarasından Van Tur otobüs yazıhanesini arayıp
durumu bildiriyorum.
Otobüsün
az önce Van’da yolcu indirdiğini, o otobüste olduğumu söylüyorum.
Çok
geçmeden telefonum çalıyor.
Geldiğim
otobüsün kaptanı arıyor. Durumu ona anlatıyorum.
Tamam beyefendi, diyor kaptan, hiç merak etmeyin, mataranızı bulup size teslim edeceğiz.
Ertesi
gün gelecek grupla bir gece Van’da aynı otelde kalacağız ve sonraki gece
Tatvan’da olacağız.
Otobüs
kaptanına mataranın bulunması halinde Tatvan yazıhanesine bırakılmasının benim
için daha iyi olacağını söylüyorum.
Kaptan,
tamam beyefendi, matarayı, emaneti Tatvan yazıhanemize bıraktırırım, diyor.
Kaptanın telefonunu ve adını not ediyorum.
Ertesi
gün Yurt Gezginleri geliyor, o akşam Van’da aynı otelde kalıyoruz.
Bir sonraki gün ise yola çıkıp Erciş-Adilcevaz-Ahlat üzerinden Tatvan’a varıyoruz.
Akşam
vakti grupla otele yerleşiyoruz, yemekten sonra serbest zaman.
Ama benim için pek de serbest değil.
…/…
Önce
Van Tur otobüs yazıhanesine gidip bankoda duran, sakallı genç birisine durumu
anlatıyorum. Falanca otobüs kaptanı size bilgi vermiş, benim bir kayıp mataram
vardı, o buraya bırakılacaktı.
Genç
adam bana öyle bir şeyin yazıhaneye gelmediğini, başka yazıhanede olabileceğini
söylüyor.
-Tatvan’da
başka Van Tur yazıhanesi var mı?
-Hayır abi, Van’ın tam dört ayrı otobüs firması var, onlardan birisine teslim edilmiş olabilir.
Doğru, diyorum içimden, acaba otobüs kaptanı duruma müdahale edemediyse, Van’daki yazıhane Tatvan’daki başka bir otobüs firmasının yazıhanesine mi gönderdi matarayı?
Diğer otobüs firmalarının yazıhanelerini de dolaşıyorum.
Best Van
-Abi
matara?
-Yok abi, öbürüne sor.
Van Gölü
-Abi
matara?
-Yok abi, öbürüne sor.
Van Yolu
-Abi
matara?
-Yok abi.
Neyse ki bütün yazıhaneler aynı cadde üzerindeler ve birbirlerine çok yakınlar.
Biraz
utanarak, biraz mahcup bana telefonunu veren ve benimle birlikte mataranın
peşine düşen Van Tur otobüsünün kaptanını arıyorum.
Kaptan beni sesimden tanıyor ve Recep Bey, diye konuşuyor.
-Kaptanım,
size zahmet veriyorum, mesainizi çalıyorum, ama matarayı bulamadım.
-Nasıl
olur, bizim yazıhaneye sordunuz mu?
-Sordum,
öyle bir şeyin gelmediğini, Van’ın tam dört ayrı otobüs firması olduğunu,
diğerlerinde olabileceğini söyledi.
-Ya
olur mu öyle, bizim firma Van Tur, başkası değil ki.
-Siz
kendinizi yormayın kaptanım, basit bir matara, kaybolduysa da önemli değil.
-Hayır, Recep Bey, bu iş artık bir iddiaya bindi ve firma şerefi için sizin o mataranızı bulacağım. Ben size yarın bilgi vereceğim.
Kaptana
itiraz edemiyorum.
Gece
geç vakit olduğu için otele dönüyorum.
Ertesi gün program başlamadan, sabah erkenden Van Tur otobüs kaptanı beni arıyor.
-Recep
Bey, sizin matarayı bulduk. Yazıhanede, sizi bekliyor.
-Hangisi?
-Van
Tur.
-Tam nerede?
Kaptan
bana matarayı ilk sorduğum yazıhaneyi tarif ediyor.
Tamam, diyerek, teşekkür ediyorum kaptana.
Kaptan
arkasından ekliyor, yine de bulamazsanız, çekinmeden beni arayın lütfen.
Ertesi gün sabah erkenden otelden ayrılıyorum. Grubun programı henüz başlamadı.
Unutulan
matarayı sormak için gittiğim ilk otobüs yazıhanesi olan Van Tur yazıhanesine
yeniden gidiyorum.
Sizi aramış olmalılar, “Matara” diyorum.
Aynı
sakallı genç adam hafif sola yamularak sol elini bankonun altına uzatıyor ve
bir şey çıkarıyor.
Çıkardığı
şey benim otobüste unuttuğum matara.
Seviniyorum.
Genç adam hiçbir şey demeden sol elinde tuttuğu matarayı bankonun üzerine koyuyor, buyur, al, der gibi.
İstemeden
de olsa, genç adama hafifçe çıkışıyorum.
“İyi, ama ben dün akşam da gelip sorduğumda, yok buraya öyle bir şey teslim edilmedi, demiştiniz.”
Genç
adamın suratı asılıyor, öfkelenecek, ama yapamıyor.
Sol elindeki matarayı bırakmadan sert bir ifadeyle:
“Ne bilek gardaş, matara mı görmüşüz, gelip bir şey bıraktılar, biz ne bilek matara nedir?
Genç adam haklı, ne diyebilirim ki ona?
Yazıhaneden ayrılmadan, benden daha çok mataranın peşinden koşan otobüs kaptanını arıyorum. Konuşmamı genç adamın da duymasını istiyorum ve onun yanında konuşuyorum.
-Kaptanım
matarayı buldum, arkadaş yardımcı oldu, sağ olsun.
-Ooo
sevindim Recep Bey.
-Kaptanım,
-Buyur
Recep Bey.
-Çok
uğraştınız, emek ve mesai harcadınız.
-Lafı
mı olur?
-Hakkınızı helal edin.
Kaptan
susuyor.
Alo alo diyorum, karşıdan ses yok.
Kaptan ve ben ikimiz de birbirimizi anlamışız demek ki.
Van’da
bir matara, derken, aslında One-Matara da diyebilirsiniz. One ve Van sadece yazılış
olarak ayrılır, ama aslında ikisi de (Van’da) Bir Matara değil midir?
Bulundu.
Helallikler devam ediyor.
Hattuşa,
13 Mart 2024
(*) Aksakal notu: Yazının başına matara resmi koyalım deyince muhtemelen bunu kastetmemiştir. Oysa ki ben, yazının başlığını görür görmez böyle bir matara hayal etmiştim.