Kesintisiz Mitoloji, diye bir kavram var mıdır acaba?
Varsa,
disiplinler arası ilişkiler ve bağlantılar bu kavramın içini ne kadar
doldurabilir?
Sümerlerden Hititlere, onlardan Friglere ve Helenlere geçen ve kimisi şekil ve isim değiştirerek günümüze kadar süre gelen mitoslar, efsaneler, destanlar yalnızca kesintisiz akışı anlatmaz, tek tanrılı dinlerle birlikte ortaya çıkan kutsal kitap poetiğinde de kesintisiz bir sürekliliğe kaynaklık eder.
Konumuz taş olunca ve konu başlığımız TAŞ DOĞANLAR-TAŞ DOĞURANLAR olunca, önümüze hem Mezopotamya kaynaklı çok tanrılı mitoloji hem de yine Mezopotamya kaynaklı tek tanrılı kutsal kitapların metinleri çıkar.
Taş motifi Sümer’den bu yana neredeyse bütün dinlerde üzerinde en çok söz söylenen ve adeta bir mitosa dönüşen motiftir.
Bir intizar olarak “Allah seni taş etsin”, bir yerleşim yeri olarak “Taş Kesti”, bir halk türküsü ve ninni olarak “Aktaş diye belediğim” ve içinde “N’ ola taş d’oğraydı analarımız” dizesi geçen Amasya türküsü “Tek kapıdan çıktım yüzüm peçeli” içinde hep taş motifi bulunan ve günümüzde hala kullandığımız sayısız söz dizileri ve isimlerdir. Hepsinin günümüze kadar kesintisiz bir şekilde gelmiş olması “Taş” olarak katı nesnenin kutsallığına bağlıdır. Taşın aslında katı halde bir toprak, toprağın ise doğurganlığıyla Ana Tanrıçayı işaret etmesi kutsallığın kesintisiz olmasını sağlıyor olmalı.
Yüz yıldan uzun bir süre önce Dersim Dağları’ndaki Ermeni Köy Hayatını anlatan gezginler “Taşın” Ermeni inancındaki yerini aktarırlar.
“Tarlalardan topladıkları taşları tarlanın kenarında öbekler halinde biriktirirlerdi çünkü taşların tamamen ortadan kaldırılmasının toprağın gücünü yitirmesine neden olacağına inanırlardı. Harput-Akhorlu Vartan Bey, kurumuş ağacın budağına bir taş bırakıldığında ağacın canlanıp meyvelendiğini söyledi.”[1]
Burada kurumuş ağacı canlandıran taştaki güç nedir? Tanrısal bir güç mü mitolojik bir güç mü yoksa inanç mı?
Yine Dersim’de kutsal ziyaret yerlerinden birisi olan Düzgün Baba Ziyareti’ ne çıkmadan önce aşağıda sizi karşılayan kurban adaklarının sunağı olarak kullanılan büyük kara taş için aynı gezginlerin söyledikleri de ilginçtir.
“Ancak, Ermeniler taşı yabancı bir nesne olarak görmezlerdi; onlar için taş, Toprak Ana’nın yoğunlaşmış haliydi.”[2]
Bu inancın hiç kesintisiz günümüz Dersimlilerine aktarılmış olduğunu
görebiliyoruz.
TAŞ DOĞANLAR – KUMARBİ EFSANESİ
Hititlerden başlayalım yine. “Kumarbi Efsanesi Hitit krallığının başkenti Hattuşaş’ta, bugünkü Boğazköy’de bulundu. Hitit çivi yazısı ile yazılmış bu destanın metni Hattuşaş saray arşivlerinin tabletleri arasından ortaya çıkarıldı. Bilginler bu tabletleri MÖ 13. Yüzyıl sonu olarak değerlendirirler, çünkü saray o tarihten sonra yıkılmıştır. Yazıya dökülen efsane ise Hurri kaynaklıdır. Hurriler MÖ 16. ve 15. Yüzyıllarda Anadolu’nun güneydoğusundan Kuzey Mezopotamya ve Suriye’ye uzanan bölgede yaşamışlardı.”[3]
Azra
ERHAT buradan başlayarak bize Kumarbi Efsanesi metinlerinden aktarmalar yapar.
Metinlerin Hititçe çevirileri DTCF’ nin ilk Hititoloji hocası H.G. GÖTERBOCK
tarafından yapılmıştır.
“Anu tahtına oturur ve güçlü Kumarbi ona içecek verirdi. Onun ayaklarına kapanır ve maşrapaları içmek için eline verirdi,” deniyor. Anu’nun krallığı da dokuz yıl sürer ve Kumarbi de ona karşı savaş açar. Şöyle denir: “Anu artık dayanamadı Kumarbi’ nin gözlerine. Anu, Kumarbi’nin elinden kendini sıyırdı ve kaçtı. Anu, kuş gibi uçtu. Arkasından Kumarbi saldırdı ve onu, Anu’yu ayaklarından yakaladı, ve onu gökten aşağı çekti.” Bundan sonra efsanenin asıl can alıcı olayı anlatılır: “O (Yani Kumarbi) onun (yani Anu’nun) ‘diz’ini ısırdı; ve onun (Anu’nun) erkekliği (Kumarbi’nin) içine döküldü.” Kumarbi Anu’nun erkekliğini içine aldığına sevinir ve güler, ama Anu geri döner ve Kumarbi’ye şöyle seslenir: “İçini düşünerek seviniyorsun, çünkü benim erkekliğimi yuttun. İçinde olana sevinme. İçine ağır bir yük koydum.” Bu yükün ne olduğu açıklanır: Kumarbi hava-tanrıya gebe kalmıştır, ondan başka Aranzah (Dicle) ve Taşmişu’ya da gebe kalmıştır. Bu üç korkunç tanrının tohumlarının içine döküldüğünü öğrenince Kumarbi büyük bir telaşa kapılır, yuttuğunu tükürmeye çalışır. Tükürdüğünün Kanzura Dağı’na düştüğü söylenir. Ama tükürdüğü nedir, tüküremediği nedir?“ Metin bunu bildirmez ve elimizdeki fragman Kumarbi’nin öfke içinde Nippur’a gitmesiyle son bulur.”[4]
DOĞURMAK-TÜKÜRMEK-YEŞİL TAŞ
Bu
metinler 13. Yüzyıl ve Hattuşa kaynaklıysa, hemen Hattuşa çevresine bakarak
Kumarbi’nin tükürdüğünün belki de Hattuşa Büyük Tapınak’ta bulunan “Yeşil Taş”
olduğu akla geliyor. Yeşil Taş’ın hala nereden ve ne zaman geldiği bilinmemektedir.
Hurrilerdeki
adı farklıdır tükürülen şeyin, ama bu Hattuşa kültüründe yerel nesnelere
dönüşmüş olmalıdır. Bu ise yörede çokça bulunan ve bir tür “Serpantin” olan
sıra dışı büyüklükteki Yeşil Taş’ tan başka bir şey olamaz.
Öte
yandan yöre halkından ve ziyarete gelen kadınlardan bu taşa dokunarak bebek
dilediklerini görebilmek taşın bir doğum-doğurma mitosu barındırdığını
gösteriyor.
Serpantin taşının ise yakın zamana kadar yörede ve bütün Anadolu’da çok sık rastlanan “Yılancık Hastalığının” tedavisinde halk hekimliğinde kullanıldığı bilinmektedir.
Yeşil Taş’ ın burada tedavi edici ve doğurganlığa yardımcı olduğuna inanılırken, Suriye-Hama’ da bulunan ve Hititoloji için ilk kaynak olduğu düşünülen Luvi dilinde yazılmış taş ise yörede yaşayan insanların göz hastalıklarına iyi geliyordu.
Burada tükürmenin bir tür doğurmak olduğu düşünülür.
Yaşayan
en büyük Sümerolog Muazzez İlmiye ÇIĞ’ ın DTCF’ den sınıf arkadaşı Hatice
KIZILYAY 1958 yılı kazı döneminde Hattuşa’ da Hükümet Komiseri olarak yer alır.
Hatice Hanım kazılara 14 yaşındaki kızı İştar’ı da getirir o sene. İştar bir
günlük tutar ve Muazzez Hanım İştar’ın günlüğünden bize Hattuşa’yı, Hititleri
ve elbette
Hattuşa Yeşil Taşı Hattuşa Büyük Tapınak
Kumarbi Efsanesini anlatır.
Yazılıkaya Hitit Panteonu’ nda 38 numaralı tanrıça İştar, 40 numaralı tanrı Kumarbi’ dir. İştar adı, ŞAUŞKA-ASTARTE-İŞTAR-SİTARE olarak kullanılmış olup günümüze kadar geldiğinde Arapça Sitare karşılığı Yıldız adını alır. Kesintisiz durum burada da devam eder.
Hatice
KIZILYAY’ın kızı İştar ise günlüğüne aşağıdaki notları düşer.
“Annem, ‘Bak! Bir de Ullikummi hikayesi veya şarkısı var. Oldu olacak onu da anlatayım’ dedi.”
‘Kumarbi, kendisini tahttan indiren Hava Tanrısı Teşub’a kızıyormuş. Ona bir kötülük yapmayı planlıyor. Bunun için eline asa alıyor. Ayağına rüzgarı pabuç yapıyor. Şehri olan Urkiş’ten ayrılıp ‘Soğuk Göl’ denilen yere geliyor. Orada çok büyük, bir uçtan bir uca uzanan bir kaya görüyor. O kaya ile yatıyor Kumarbi. Efsane bu ya! Kaya ondan gebe kalıyor ve bir çocuk doğuruyor. Kumarbi onun adını Ullikummi koyuyor. (Anlamı, Kummiya şehrinin yıkıcısı.) Kumarbi onun göğe gitmesini, Tanrı Teşub’u ayağıyla karınca gibi ezmesini, Tanrıları gökten kuşlar gibi dağıtmasını söylüyor ve onu Ubelluri adlı, dünyayı üzerinde taşıyan bir devin omuzlarına koyarak denizde büyümesini istiyor.”[5]
Şimde
bir de Ullikummi çıkar karşımıza.
Yine MÖ 16. Yüzyıl Hurri ülkesinden 13. Yüzyıl Hitit başkentine ve günümüz Hattuşa’sına döneriz.
Hattuşa’da,
yani Boğazkale’de yöre halkının “Şahin Kayası” olarak bildiği, Hattuşa’nın
dışında, Yazılıkaya’nın üzerine düşecek şekilde yekpare ve büyükçe bir kaya
vardır.
Kumarbi
Hattuşa versiyonunda bu kaya ile “Şahin Kayası ile” çiftleşmiş olabilir mi?
Hititolog Prof. Dr. Güngör KARAUĞUZ Hitit Mitolojisi adlı eserinde Ullikummi Şarkısı’nın ilgili paragrafında doğrudan Hitit tabletlerinden okuma yapar.
“§4 (A I 11-16)
Kumarbi [ruhundan önce] bilgeliğini [aldığı]nda, o hemen sandalyesinden kalk(ıp) eline bir asa aldı. [Ayaklarına ayakkabı olarak] hızlı rüzgarları (koyup) giydi. O, Urkiş Kenti’nden yola çıktı ve soğuk pınara vardı.
§5 (B I 13-20)
Soğuk pınarda büyük bir kaya bulunur. Onun boyu üç fersah ve genişliği [ ] ve yarım fersah olup aşağıdadır. [Onun vaginası ise… fersahtır. Onu görünce ] ruhu (bir hoş olup aklı başından) fırladı. Ve o, kaya ile yatıp (sevişti). Erkeklik organını onun içine [batırdı]. Bu beş kez oldu. [Tekrar] o, on kez oldu.”[6]
Yine günümüz Hatuşa’sına dönersek efsanede sözü edilen deniz burada yok. Ama Hattuşa’ya çok uzak olmayan ve yine Hitit toprakları içinde olan Sungurlu ilçesine bağlı ve adında deniz geçen iki köy bulunmaktadır. Birisi DENİZ, diğeri DENİZLİ olarak çıkar karşımıza.
Yine yerel efsanelerden birisi çıkar karşımıza Şahin Kayası ile bağlantılı olarak.
“Hazreti Ali bir gün Şahin Kayası civarında atıyla dolaşırken atının arka ayağı kayar ve arka ayağıyla çifte atınca ayağının altındaki taş fırlayıp gider neredeyse bir fersah uzağa konar. Hazreti Ali’nin atının çiftesinin fırlattığı kayanın adı Ali Kayası, kayanın olduğu yer ise yöre halkının ağzında ‘Ali (K)ayası olarak bilinir.”
Yukarıda Kumarbi’nin tükürdüğü taş burada karşımıza atın çiftesinin fırlattığı taş olarak çıkar.
İştar’ın
notlarını süsleyen Nazan ERKMEN aşağıda Kumarbi’nin Anu’yu ayaklarından
yakalama sahnesini resimler.
![]() |
Nazan ERKMAN çizimi Kumarbi’nin Anu’yu yakalaması |
TAŞTAN DOĞANLAR VE DÜNYANIN MERKEZİ
Taş miti Helen mitolojisinde de devam eder. Hesiodos ölümsüz eseri Teogonia’da Olympos Tanrılarının Doğuşu bölümünde bize adeta bir film sahnesi aktarır.
Dilimize
Azra ERHAT ve Sabahattin EYÜBOĞLU çevirir.
Olympos Tanrılarının Doğuşu
Şanlı
evlatlar doğurdu ona:
Hestia, Demeter, altın sandallı Hera
455 Ve
güçlü Hades, yerin altında oturan,
Yüreği
acıma nedir bilmeyen tanrı,
Toprağı
sarsan, uğultulu tanrı Poseidon
Ve
temkinli Zeus, tanrıların ve insanların babası,
Yıldırımlarıyla
yeryüzünü titreten.
460 Analarının
kutsal karnından çıkıp da
Dizleri
üstüne oturduğunda her biri.
Korkuyordu,
Uranos’un mağrur torunlarından biri
Ölümsüzler
arasında kral olacak diye.
Gaia
ve Uranos bildirmişlerdi ona
Ne
kadar güçlüler güçlüsü de olsa
465 Kendi
oğluna yenilmekti kaderi.
Buydu
çünkü Zeus’un isteği.
Onun
için gözü pusudaydı her zaman,
Doğan
çocuklarını yiyordu birer birer
Ve
Rheia sonsuz bir yas içindeydi.
Ama
Zeus’u dünyaya getirdiği gün
Yalvardı
Toprak’a ve yıldızlı Gök’e
Gizli
doğurabilsin diye çocuğunu,
Öcü alınsın diye babasının
Ve hain Kronos’un yediği bütün
çocuklarının.
Anası babası dinlediler kızlarını
Ve bildirdiler ona Kader’in ne
hazırladığını
Kral Kronos’a ve coşkun yürekli oğluna.
Sonra bereketli Girit’te Lyktos’a götürdüler onu,
Son oğlu büyük Zeus’u doğuracağı gün.
Ulu Toprak tanrıçası aldı çocuğu
Besleyip yetiştirmek için koca Girit’te;
Hızlı gecenin karanlıklarından yararlanıp
Diktor tepelerine götürdü onu,
Sık ormanlarla kaplı Aigaion eteklerinde
Kutsal toprağın gizli derinliklerinde
Ulaşılmaz bir mağaraya sakladı onu,
Sonra koca bir taşı bezlere sarıp
Verdi, göklerin güçlü oğlu Kronos’a,
O da yakalayıp iki eliyle taşı
Yuttu indirdi uğursuz midesine,
Anlamadı yuttuğunun bir taş olduğunu,
Oğlununsa dipdiri kaldığını,
Ve az sonra yenilmez, baş olmaz gücüyle
Babasının hakkından geleceğini,
Onu tahtından atıp yerine geçeceğini,
Ölümsüzler kralı olacağını.
(…)
Kesintisiz mitoloji burada da devam eder. Azra ERHAT bu kesintisiz durumu şöyle anlatır.
“Ullikummi’nin doğumunu Zeus’un Girit mağarasında gizlice dünyaya gelmesiyle kıyaslamak doğru olur mu, olmaz mı? Benzer noktalar yok değil.”[7]
Devam eder Azra ERHAT “Her iki destan da nasılsa öyledir. Yaratılış ya da yazılış tarihleri arasında en azından altı yüzyıl bulunduğuna göre, Hitit’in kaynak olduğu su götürmez bir olgu sayılabilir.”[8]
Zeus taştan doğmamıştır, ama taş burada aldatıcı olarak babasının, Kronos’un ağzına verilmiştir. Yani taş sanki yeni doğmuş bir bebek gibi bezlere belenerek Kronos aldatılmıştır.
Ancak
burada başka bir konu daha çıkar karşımıza.
Kronos’
a hileyle yutturulan taşın şekli ve adı vardır: Omphalos
“Ne de Pythia’nın her sabah kaynağın suyunda yıkayıp
ovduğu, yağlar, kokular sürdüğü, giydirip beslediği, çocuğu gibi baktığı çember
çizgili koyu renk yumurta taşı Omphalos’u. Bu, Tanrıların anası Rhea-Kibele’nin
Dünyanın kuruluşu sırasındaki zaman Tanrısı Cronos’a son çocuğu Zeus yerine
yutturduğu ünlü taştı. Cronos yeni doğan çocuklarını hemen yiyordu, tanrıçanın
yutturduğu taş çok ağır olduğundan Kronos önceden yuttukları da dahil bütün
Tanrı-Çocukları kusmuştu.
Zaten Omphalos, göbek, gök ve yer arasında bağ anlamına gelir.[9]
Omphalos
aslında Antik Yunan’da dünyanın merkezini gösteren bir taştır.
Artık
bir şehir efsanesinden daha çok öne çıkan ve Çorum’un dünyanın merkezi olduğu
konuşmalarıyla “omphalosun” ve Hattuşa söz konusu olduğunda “Yeşil Taşın” bu
merkezi gösterdiği, işaret ettiği akla gelebilir mi?
Dünyanın merkezini gösteren, “göbek” anlamı olan omphalos taşı
TÜRK FOLKLORÜNDE TAŞ DOĞURMAK- TAŞ DOĞMAK
Bedduaları, intizarları bir kanara bırakırsak annelerin bebeklerine söylediği bir ninni vardır. Bu ninniyi belki de en güzel Sümeyra ÇAKIR söyler.
AKTAŞ DİYE BELEDİĞİM
Ninninin
Türk Halk Folklöründe önemli bir yeri vardır.
“Yörük
obasının genç beyi kendi obasından kız beğenemez ve ilerleyen yaşının artık
sonlarına geldiğinde ovadan bir kıza aşık olur ve törelerde pek yeri olmasa da
beyin dediği olur ve kızla evlenir.
Ancak
yıllar geçer, bey ve ova kızının çocukları olmaz.
Ova
kızı kabahati hep kendinde arar ve obadan beye daha önceden yanık olan başka
bir kızı kocasıyla baş göz eder ve kendisi de kayıplara karışır.
Dere
tepe, dağ bayır dolaşan ve bebek diye yanıp tutuşan ova kızı bir dereden
geçerken suyun içinde bebek şeklinde bir “Aktaş” görür. Tanrı hikmetidir, diye
taşı dereden alır ve onu beler, Pythia gibi sarıp sarmalar ve kucağına alır.
Sonra
başlar Aktaş’a ninniler okumaya:
Tülbendime doladığım
Hak'tan dilek dilediğim
Mevlam bu taşa can versin
Yoldan geçen yolcu kardeş
Ben kimlere olam sırdaş
Kırşehir’de Hacı Bektaş
Mevlam bu taşa can versin
Bebeksiz oldum divane
Ben ağlarım yane yane
Konya’da ulu Mevlana
Mevlam bu taşa can versin
Tarlalarda olur yaba
Savururlar kaba kaba
Ödemiş’te Birgi Dede
Mevlam bu taşa can versin
Bebek uyandı bakıyor
Sevinci içimi yakıyor
Gözlerimden yaş akıyor
Mevlam bu taşa can versin
Yüksekte şahin ovası
Alçakta Avşar obası
Gelsin yavrumun babası
Mevlam bu taşa can versin
Hüda'ya eyledim zari
Taşıma can verdi bari
Uzun ömür versin gari
Mevlam bu taşa can versin
Ova kızı kucağında belediği Aktaş ile gece gündüz yol alarak bu ninniyi söyler ve bir gün olur duası kabul olup taş canlanır.”
Aktaş’ ı kim doğurmuştur, nasıl doğmuştur? Ta Sümer’den gelen taş miti burada ve bugünkü hayatta da çıkar karşımıza.
N’OLA TAŞ D’OĞRAYDIM
Anneler çocuklarına çok kızdıklarında, onların
hayırsız olduğunu söyler. Daha da ileri giderek “Seni doğuracağıma, n’ola taş
doğuraydım” derler.
Taş doğurmak bir anne için mümkün müdür? Kronos veya
Kumarbi bunu yapabiliyorsa annelerimiz de yapabilir mi?
Bazen de çok acı çeken çocuklar annelerine intizar eder, hesap sorar gibi “Anne beni doğuracağına n’ola taş doğuraydın ya” derler.
Halk türkülerine, folklörümüze bakarsak eğer aşağıdaki Amasya türküsünün bu kadar güzel bir makamda ve hala söylenmesinde bir neden olsa gerek, diye düşünürüz.
Tek kapıdan çıktım
yüzüm peçeli,
Ahbaplar oturmuş iki geçeli (Vay Vay).
Hulisi'm de alnı sıra perçemli.
Neyleyim dünyada dünya malini,
Gönül arz ediyor eski halini.
Dağdan yuvarlandı
kayalarımız,
Gam ile yoğruldu mayalarımız (Vay Vay).
N' ola taş doğuraydı analarınız.
Neyleyim dünyada dünya malini,
Gönül arz ediyor eski halini.
Mezarımı Helvacıya
eşsinler,
Al Yeşili üzerime örtsünler (Vay Vay).
Gelen geçen yazık olmuş desinler.
Neyleyim dünyada dünya malini,
Gönül arz ediyor eski halini.
Rhea’nın Kronos’u (omphalos ile) kandırması Kronos’un evlatlarını yemesi
Kesintisiz Mitoloji böyle devam ederken Kutsal Kitap metinlerinde de “Taş” ile ilgili bazı mitler ve sözler çıkar karşımıza.
KUTSAL KİTAP POETİĞİNDE TAŞ MİTİ
Moskova Devlet Üniversitesi Asya-Afrika Ülkeleri Enstitüsü Arap Dili Bölüm Başkanı Dmitriy Vladimiroviç FROLOV “Kur’anda Taş Motifinin Anlambilimsel İncelemesi” adlı makalesinde konuyu yine kesintisiz bir şekilde ele alır ve burada da karşımıza bir Kesintisiz Teoloji çıkar adeta.
“a. “Musa (çölde)
kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal
(taştan) on iki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. …” (Bakara,
2:60) b. “Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi
kendisinden su isteyince, Musa’ya, “Asanı taşa vur!” diye vahyettik. Derhal
ondan on iki pınar fışkırdı. Her kabile içeceği yeri belledi. …” (A’raf, 7:160)
Kur’ân’dan alınan
parçada, Yahudiler hakkında hiçbir söz geçmez, yeniden dirilmeye inanmayan
Mekkeliler kastedilir. Sadece İncil’deki anahtar motif “taştan insan yaratılması”
korunur: “Bir de onlar dediler ki: Sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş bir
toprak olmuş iken, yepyeni bir hilkatte diriltileceğiz, öyle mi! De ki: İster
taş olun, ister demir, isterse gözünüzde büyüyen herhangi bir mahlûk!
Diyecekler ki: “Bizi tekrar (hayata) kim döndürecek?” De ki: Sizi ilk kez
yaratan…” (İsra 17:49-51)3
Son dönem Mekkî
surelerin birinde “cansız nesnelerin Tanrı’nın iradesine göre canlı nesnelere
dönüşmesi konusu” yer almaktadır; bu, herkesçe bilinen bir İncil hikâyesinin
canlandırılması olarak görünür ve Matta ve Luka İncillerinde tekrar edilir.
Ferisiler ve Sadukinlere hitap eden Yahya’nın vaazlarından bahsedilir: “Kendi
kendinize, “Biz İbrahim’in soyundanız” diye düşünmeyin. Ben size şunu
söyleyeyim: Tanrı, İbrahim’e şu taşlardan da çocuk yaratabilir.” (Matta 3,9).
krş. Luka 3,8: Bu sözler, vaftiz olmaya gelen halka yani genel olarak
Yahudilere hitaben söylenmiştir. Kur’ân’dan alınan parçada, Yahudiler hakkında
hiçbir söz geçmez, yeniden dirilmeye inanmayan Mekkeliler kastedilir. Sadece
İncil’deki anahtar motif “taştan insan yaratılması” korunur: “Bir de onlar
dediler ki: Sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olmuş iken,
yepyeni bir hilkatte diriltileceğiz, öyle mi! De ki: İster taş olun, ister
demir, isterse gözünüzde büyüyen herhangi bir mahlûk! Diyecekler ki: “Bizi
tekrar (hayata) kim döndürecek?” De ki: Sizi ilk kez yaratan…”
2. Nadir
istisnalar haricinde, incelenen bütün parçalar son dönem Mekkî ve Medenî
surelerdir; o dönemde, İncil’den olaylar, şahıslar ve motifler Kur’ân metnine
adeta doluşurlar. Daha önceki tespitlerimizi de buna eklersek, pek çok “taş”
motifinin doğrudan İncil’deki olayların aktarılması veya canlandırılması
olduğu, bazı durumlarda ise başlangıçta bulunmadığı halde İncil hikâyelerinin
içine yerleştirilmiş olduğu anlaşılır ki “taş” konusunun Kur’ân’da ortaya
çıkışının İncil’in etkisi altında gerçekleştiğini söylemek, çok esnek bir yorum
olmaz. Bu iki anahtar motifin kuruluşunda, Kur’ân için tipik bir terkip olan,
İncil dışından (Arap ve Mezoptamya kökenli) düşünceler ve imajların da iç içe
girdiği Eski ve Yeni Ahit’ten canlandırmalar fevkalade önemlidir.”[10]
Taştan su ve insan
yaratılması farklı kutsal kitaplardan da olsa bir yaratma süreci görülmektedir.
TAŞ DOĞANLARA İSİMLER
Taştan doğanların veya taş doğuranların ve hatta taşların da mitolojide ve kutsal metinlerde birer isimleri vardır.
Türkiye’de
ilk nüfus sayımıyla birlikte kimlik kartları da verilmeye başlandığında babası
veya annesi belli olmayan çocukların baba ve anne adları olarak hep aynı
isimler verildi.
Babası
belli olmayan çocuğun baba hanesine KAYA, annesi belli olmayan çocukların anne
hanesine ise hep YILDIZ yazıldı yakın zamana kadar. Hem Kaya hem de Yıldız
aslında ta Sümer’den başlayarak tanrısal isimleri çağrıştırırlar. Ancak, bu tür
çocukların kimlik bilgilerinden ne oldukları hemen anlaşıldığından bu durum çocukların
hem küçükken hem de yetişkin birey olduklarında aşağılanmalarına neden
oluyordu.
Sonra
bulunan isimler ise yine benzer sorunlara neden oldu ne yazık ki. Sonradan
bulunan isimler ise baba için Adem, anne için Havva oluyordu. Bu uygulama da
benzer nedenlerle kaldırıldı. Son çıkan yasaya göre babası belli olmayan
çocuğun babası hanesine annenin vereceği isim konmaya başlandı.
Aslında bir bakışta çocuğun durumunu ortaya çıkarması dışında çocuğun “Kayadan, Taştan Doğması” tam da bizim yukarıda anlatmaya çalıştığımız Kesintisiz Mitoloji’nin konusu değil midir?
Yakın zamanlarda terk edilen bu KAYA/YILDIZ uygulamasını ilk olarak kim başlattı acaba? Bunu başlatan irade Sümer, Hitit, Helen mitolojilerini biliyor muydu?
Selman
AK ile yapmış olduğumuz bir Dersim gezimizde, Selman’ın köyüne
TUNCELİ-PERTEK-PINARLAR,
mezarlığa uğradığımızda karşıma çıkan aşağıdaki mezar taşı kanımı donduruyordu.
Pınarlar Köyü mezarlığındaki mezar taşı
Mezar taşını, yani Kitabe-i Seng-i Mezar, yani mezar taşının kitabesini okuyorum.
J. ER
KAYA
OĞLU
HASRET
ÇANKAYA
POSOF
ÖZ
BAŞI
KÖYÜ
RUHUNA
FATİHA
12.O3.
1966
Yukarıda anlattık KAYA’ nın ne
olduğunu, Toprak Ana’nın yoğunlaşmış bir halinden başka bir şey olmadığını,
Hititlerde ise tanrıların taş/kaya gibi bir nesne ile temsil edildiğini.
Yani KAYA kelimesi
bilinen anlamından bağımsız olarak tanrısal bir anlam ile ifade edecek olursak,
dağlara hükmetmesi, dağ tanrılarının üzerinde durmasına bakarak, sivri külahına
bakarsak kendisi de başında bir dağ taşıyan TEŞUP için söylenebilecek bir
kavram;
YILDIZ ise
Teşup’ un kız kardeşi ŞAUŞKA’ nın Babil-Asur karşılığında karşımıza aşk ve
bereket tanrıçası İŞTAR, sonraki uygarlıklarda Afrodit ve Venüs olarak çıkan ve
bir zamanlar kızlarımıza isim olan SİTARE’ nin yeni Türkçe karşılığı YILDIZ’
dan başka bir şey değildir.
SONUÇ
Taş doğanlar veya taş doğuranlar, sonuçta her şey aslına dönüyor ve insan gibi, kanlı canlı, etten ve kemikten ibaret doğsalar da toprağın altında ve milyonlarca yıl sonra taşlaşıyorlar. Taş ise asla yok olmuyor. Kesintisiz yaşam devam ediyor.
[1]
MARY KILBOURNE MATOSSIAN-SUSIE HOOGASIAN VILLA-1914 ÖNCESİ ERMENİ KÖY
HAYATI-ARAS YAYINCILIK-ÇEVİRİ: ALTUĞ YILMAZ
[2]
M.KILBOURNE MATOSSIAN-SUSIE HOOGASIAN VILLA, age
[3]
HESİODOS-THEOGONAI-İŞLER VE GÜNLER-TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI-ÇEVİRİ:
AZRA ERHAT-SABAHATTİM EYÜBOĞLU
[4]
HESIODOS, aga
[5]
MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞI-HİİTİTLER VE HATTUŞA İŞTAR’IN KALEMİNDEN-KAYNAK YAYINLARI
[6]
GÜNGÖR KARAUĞUZ-HİTİT MİTOLOJİSİ-ÇİZGİ KİTABEVİ YAYINLARI
[7]
HESİODOS, age
[8]
HESİODOS, age
[9]
FERNAND LEQUENNE*GALAT’LAR-ÇEVİRİ: SUZAN ALBEK-TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI
[10]
DMİTRIY VLADİMİROVİÇ FRLOV, age ÇEVİRİ: Prof. Dr. Halil İbrahim USTA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder