9 Ekim 2017 Pazartesi

İSİMLERİN ANLAMI-2

"SAYIL"

Sabahlar Hayrola,

Hayırlar Fehtola

Belalar Defola,

Cümle Canlara dirlik düzenlik ola,

Hasan Can’ımıza “sayıl” gelmiş, “soyadı ondandır, yorulmadan taşır sırtında” dediler.

Ta ilk çağlardan, ta antik çağlardan beri, insanın çok zor görevleri vardır.

Bunlardan birisi de, bana kalırsa en önemlisi,  kendine verilen ya da kendisinin aldığı “soyadını” taşımasıdır.

Tanrılar tanrısı Zeus hem kendisi gibi ölümsüzlere, hem yarı ölümlülere, hem de ölümlülere yakışan adlar koyardı.

Bu ad ve soy ad koyma işi, yakın çağlarda, tek tanrılı dinlerde, Afrika – Asya kabilelerinde daha isabetli olarak  sürüp gitmiştir.

Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarındaki isim ve sıfatların insanlara, meleklere, peygamberlere veriliş mantığı ve nedeni hep antik çağın mitolojisine, hatta ta  Sümer mitolojisine benzer.

Hasan Can’ımızın efradına, atalarına “sayıl” soy adı nasıl verildi, kim verdi, bilinmez ama, vakıadır ki, ya o zamanlar, yani soy adı kanunu çıktığında, Can’ımızın köyüne, ya da yanına yöresine, gelen bir Veliullah’a “sayıl” diye seslendiler, “sayıl gelmiş” diye seslenip, hürmet gösterip, kelamını dinlediler ve o günün anısına, “sayılın” geldiği günün anısına Can’ımızın efradı kendine “sayıl” soy adı almış olsun.

Hem gelen “sayılı” anmak, unutmamak, hem de “sayılın “anlamına saygı ve hürmetten, olsa gerektir, bu güzel, saygın, bana göre çok uhrevi soy ad taşınır gelir.

Bayram geldiğinde doğan çocuğun adı nasıl “ bayram” , oluyorsa, ramazan geldiğinde “ramazan” , üç aylar dediğimiz ayların ilki receb ayı geldiğinde doğanlara “recep” diyorsak, bir vakanın, bir doğa olayının, bir zaman diliminin parçası oluyorsunuz yani, istemeden ya da çok önceden sizin genlerinize yazılmış ama bilmediğiniz şifreli kodlardan.

Muharrem ayındayız, evladı Kerbala’nın matem günleridir, Muharrem adı olanlara selam olsun.

Sonra doğan çocuk, bayram gibi, şen, ramazan gibi sakin, irecep gibi, ireceb, sayıl gibi derviş oluyor, isimler asıl anlamını taşıyanlara yakışıp öyle gidiyor, anlamı gittikçe ağırlaşıyor.

Eskiler, doğan ya da doğacak çocuğa şimdiki gibi internetten veya  “Açıklamalı Çocuk İsimleri Sözlüğü” gibi ne olduğu belirsiz, gazete kuponu ile dağıtılan kitaplara bakarak isim vermezlerdi.

Genetik kodları bilen de yoktu kuşkusuz, ama isimleri ve soy isimleri veren, hem de isabetli olarak veren ulular, veliler, bilgeler vardı, verdikleri isim ve soy isimlerde yanılmazlardı kolay kolay.

Eskiler, bu duruma, yani isminin ya da soy isminin hakkını verene, yükünü taşıyana, taşıdığı isim veya soy isme yakışana “ismi ile müsemma” derlerdi.  

Bir insanın ismi ile müsemma olacak şekilde isim taşıması kolay değildir, bunu ancak uzağı görebilen, geleceği görebilen, yıldızlarla konuşabilen bilgeler, veliler, ulular verirse, kolay olurdu.

***//***

Çok uzattık, “ sayıl”a  gelelim ve aslı “sail” olarak bilinir.

Benim de aklımın yettiği günlerden hatırlarım, köye sırtında torbası, elinde asası, uzun sakalı, başında takkesi beresi ile derviş kılıklı, derviş ruhlu insanlar geldiğinde “sayıl” geldi, derlerdi. Çocuklar köyün bir başından bir başına “sayıl geldiiii, sayıl geldiii” diye bağırırdı.

Benim çocukluğumdaki bu derviş kılıklı insanlar o eski gezginci dervişler gibi ne başlarında derviş sikkesi, ne de boyunlarında keşkül taşılardır.

O zatın başındaki, takke mi, yoksa derviş sikkesi miydi, bilecek yaşta değildim.

Gelen zatın, torbasından başka, omuzundan astığı, çorba ve su içtiği “keşkülü” var mıydı, ihtimaldir ki vardı, ben bunu da bilecek, ayrım yapacak yaşta değildim.

Gelenlere herkes saygı, hürmet gösterirdi. Asla sokakta bırakılmazdı onlar.

Köy konağına alınan Sayıl’ın, kelamı dinlenir, muhabbetine katılan eksik olmazdı.

Ta pirlerden gelen, adı bazen abdal / aptal olan, bazen, deşirici olan, bazen cerre çıkan medrese hocası olan bu veliullahtan sayıl(an) zatlara, kimse kötü gözle bakamaz, herkes sayılın kendi evine de uğramasını beklerdi.

Bir tas çorba içer, bir parça ekmek koyar torbasına, bir sonraki köye bilinmez bir menzile yola rahvan olurlardı.

Yanlarında “ hamrahları” , aynı yola gideni, (hem – rah), yoldaşları olmazdı. Bizim Emrah dediğimiz, aslında yoldaş, dediğimizdir.

Onların yolu ucu bilinmez menzil, yoldaşları yıldızlar olurdu.

Kim olduklarını ne kimse sorardı ne de onlar kim olduklarını, adlarını ya da soy adlarını söylerdi.

Onlar tek bir isimle “sayıl” diye,  anılırdı.

Gittiklerinde, kimse sayılın ne zaman geldiğini, ne zaman gittiğini, nereye gittiğini, hatırlamazdı.

Onlara, sayıl’ a hep bir “evliya, pir, hızır”  gözüyle bakılırdı.

Kılığı, kıyafeti  biz çocuklara yabancı gelen bu “veliullahtan”  zata  karşı kötü bir şey yapmayalım, arkalarından koşup oyun oynamayalım, kızdırmayalım, diye sıkı sıkı tembihlenirdik.

Gelen sayılın kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği gibi sorular onun “hızır” olduğuna yorulduğundan olacak, asla  sorulmazdı.

Sayılın gelişi, köye yıldırım hızıyla yayılırdı. Sayılı gören ilk çocuk avaz avaz “sayıl geldiiii, sayıl geldiiii” diye, bağırır, köye, köylüye, muhtara, belki de o an uygun durumda olmayanlara, eli hamurda ya da çamurda olanlara haber iletirlerdi.

Yani diyeceğim o ki, “sayıl-an”  zatlardı o gelenler, o nedenle sayıldıkları için adları “sayıl idi” sadece sayıl, Ali, Ahmet, ya da Hasan değildi.

Bizim Hasan Can’ımız soyadını taşırken de taşımazken de hep “sayılır” biz çocuklar bunu hep böyle bilir, böyle eda ederiz.

Bir bir sayılmak değildir burada, soyadında saklı olan, burada saklı olan aslı “sual” kökünden gelen “sail” yani “soru soran, sual eden”dir. 

Sualimiz neyse, ahvalimiz de odur. 

Muhabbetle kalınız, aşk illa ki.

Recep Babayiğit

09.10.2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder