29 Eylül 2017 Cuma

İSİMLERİN ANLAMI


Bugünkü  yazımızın  konusu sevgili  dostumuz  Selman AK'ın  ön adıdır.


Sevgili  Dost-Ak,

O halde “slm” , diyelim ve başlayalım yeni bir  sayfaya.

Arapça konuşan birisini dinlerseniz, vokaller, yani sesli harfler   ne kadar  güzel  bir şiirsellikle gelir kulağımıza, değil mi ?

Bilirsiniz belki, doksanlı yıllarda  Avrupa’ da ,diksiyon, güzel  konuşma kurslarında  Arapça fonetiği  çok önemli bir  yer tutardı.

Tezat  gibi, ama batılılar  bir  yandan Araplardan ve Arap kültürünü  sevmezken, yükselen ırkçılık  rüzgarlarına bağlı  olarak  hatta  o kültürden nefret ederken, bir  yandan da güzel  konuşabilmek için Arapça fonetiğini  öğrenirlerdi.

Bizde de diksiyon kursları var ve yaygın ,ama ne ve nasıl öğretiliyor, doğrusu  bilmiyorum.

Arapça fonetiğinde seslerin aldığı şekil ,biçim olağan üstü bir  özellik taşımıyor  belki ama, ses çıkarmamız için , yani  artikülasyon için, sesin oluşması  için bütün ses yolları  çalışmış oluyor.

Oysa, Arapça yazımı  hep ama hep sessizlerle, yani konzonantlarla, yapılıyor.

Yani, siz  birisine  Arapça “ selam” dersiniz, ama “slm” yazarsınız .

Bu kelimeyi, bilmeyenler, “ slm”  yazısını “ selma” olarak da okuyabilir  “ selam” olarak da.

Ya da Arapça fonetiğini bilmiyorsanız, bu kelimeyi “ selma” diye  de seslendirebilirsiniz.

Selam, yani barış , sevgi demektir  Arapça’ da.

Yani, yine ve hep söylüyorum,  gericilik tuzağına düşmeden, birisine “ selamün aleyküm “ , dediğimizde  aslında  ona “ Allah’ın barışı, Allah’ın sevgisi üzerinize  olsun “ , diyoruz.

Bu anlamıyla, yine tuzağa düşmeden, bir dostu bir Hem-rah’ ı , aynı anlama gelmek üzere bir  yoldaşı “ selam” ile karşılamak, onu selam ile  uyandırmak  aslında ona barış ve sevgi göndermektir.

Bu anlamda, selam kelimesi  “günaydın” kelimesinden  çok ama çok farklıdır  ve zannedildiği gibi,  biri  diğerinin yerine geçemez ve bizim çok bilmiş  “çağdaşlar” birisi kendilerine “selamun aleyküm" , diye seslendiğinde  hep bozulurlar ve çok bildiklerinden karşılığında hep "günaydın" derler.

Elbette  bu durumun tersi de geçerlidir  ve çok sıkça yaşanır. Birisine, esnafta daha yaygındır, “günaydın"  dersiniz, o kişi  size  “aleyküm selam" , diye  karşılık verir.     

Oysa, “ selamun aleyküm" seslenmesinin karşılığı, yani bize barış ve sevgi gönderene biz de karşılık  veririz “ve aleyküm selam" , deriz,  yani,“Allah’ın barışı senin de  üzerine olsun" , deriz.

Bunların, yani “ selamun aleyküm – ve aleyküm selam” hitaplarının günümüz Türkçesi – Kürtçesi ile  karşılıkları  ne olur, bilemiyorum, ama asla  “günaydın” hele  çok anlamsızca “ tünaydın", değildir  ve olmamalıdır.

Slm , yani selam ve barış ise, “selman"  yani kök  olarak “slm" den türetilen “Selman’ın"  karşılığı da “barış adamı, sevgi adamı, barıştan, sevgiden  yana olan, onu koruyan", demektir.

Arapların “selmen" demeleri  doğrudur,  sondaki  -men , man takısı  aitlik, yerine göre meslek bildirir.

Selman – ı Farisi ‘nin hayatı  bunu  doğrular  durumdadır.

***//***

Bir güzel  anonim Alvar  deyişimiz  vardır.

Şöyle başlar

emanet etmişsin geldi selamın
gül yüzlü cananım aleyküm selam

Alvar bölgesi, bugünkü  Sivas , Gürün, Malatya ‘ ya yakın bir bölge olup , Arguvan, Çam Şıhı  bölgeleri  gibi Alevi nefeslerinin, deyişlerinin üretildiği, beslendiği, kaynaklık ettiği  bir  yerdir.

Konumuz Alvar değil.

Eskiler  birisi ile  başka birisine  selam , yani dostluk ve barış gönderdiğinde, selamı  götüren kişi o selamı “bir emanet" gibi  taşırdı, emanete halel  getirmezdi.

Bilirsiniz, bir güzel  deyim vardır   emanete  hıyanet  olmaz".

Selamı  taşıyan kişi selamı alacak kişiye  emaneti mutlaka ama mutlaka  götürürdü, öyle ki aradan çok zaman geçmiş  olsa  dahi,  bu emanet unutulmadan sahibine teslim edilirdi.

Emaneti, yani selamı alan da sanki  selamı  gönderen kişi  karşısındaymış gibi  “ aleyküm selam" derdi, sağ elini sol göğsün üstüne koyarak.

İlave ederdi "getirip götüren sağ olsun".

Yani, hem selamı gönderen, "aleyküm selam" ile , hem de selamı götüren “getirip götüren sağ  olsun" ile onurlandırılırdı.

***//***

Muhammed Peygamber ümmi, yani bu kelimenin farklı  anlamlarından birisi  olarak bilinen “okur yazarlığı  olmayan” birisiydi, ama kendi  dilinde  , yani Arapça’ da o güne kadar isim olarak  hiç kullanılmamış,  ilk defa  kullanılacak kelimeleri  ,isim olarak ehli beytine, örneğin en yakınındakine torunu  “Hüseyin’ e”  koyabiliyordu .

Bu durum, her şey bir yana sadece şunu anlatır, Muhammed Peygamber, akıllı ve kültürlü  birisiydi.

Hüseyin ya da Arapça fonetiğe  göre  Huseyn, Hoseyn, ilk defa  Muhammed  Peygamber  tarafından isim olarak torununa konulduğunda, “sevgili, küçük” anlamı  taşıyordu.

Bugün , sadece  Kerbela  günlerinde  değil, acı ve işkence, yokluk  ve sefalet altında inleyen kadınlarımız , her darda ve müşkülde  kaldıklarında “ Ya Hüseyn” , derler.

Muharrem ayındayız, Kerbela günlerindeyiz

Ya Hüseyn,
Ya Dost,

Bugünkü  muhabbet şimdilik bu kadar,

Muhabbetle,
Aşk illa ki,

3 yorum: