Bugünkü yazımızın konusu sevgili dostumuz Selman AK'ın ön adıdır.
Sevgili Dost-Ak,
O halde “slm” , diyelim ve başlayalım yeni bir sayfaya.
Arapça konuşan birisini dinlerseniz, vokaller, yani sesli harfler ne kadar güzel bir şiirsellikle gelir kulağımıza, değil mi ?
Bilirsiniz belki, doksanlı yıllarda Avrupa’ da ,diksiyon, güzel konuşma kurslarında Arapça fonetiği çok önemli bir yer tutardı.
Tezat gibi, ama batılılar bir yandan Araplardan ve Arap kültürünü sevmezken, yükselen ırkçılık rüzgarlarına bağlı olarak hatta o kültürden nefret ederken, bir yandan da güzel konuşabilmek için Arapça fonetiğini öğrenirlerdi.
Bizde de diksiyon kursları var ve yaygın ,ama ne ve nasıl öğretiliyor, doğrusu bilmiyorum.
Arapça fonetiğinde seslerin aldığı şekil ,biçim olağan üstü bir özellik taşımıyor belki ama, ses çıkarmamız için , yani artikülasyon için, sesin oluşması için bütün ses yolları çalışmış oluyor.
Oysa, Arapça yazımı hep ama hep sessizlerle, yani konzonantlarla, yapılıyor.
Yani, siz birisine Arapça “ selam” dersiniz, ama “slm” yazarsınız .
Bu kelimeyi, bilmeyenler, “ slm” yazısını “ selma” olarak da okuyabilir “ selam” olarak da.
Ya da Arapça fonetiğini bilmiyorsanız, bu kelimeyi “ selma” diye de seslendirebilirsiniz.
Selam, yani barış , sevgi demektir Arapça’ da.
Yani, yine ve hep söylüyorum, gericilik tuzağına düşmeden, birisine “ selamün aleyküm “ , dediğimizde aslında ona “ Allah’ın barışı, Allah’ın sevgisi üzerinize olsun “ , diyoruz.
Bu anlamıyla, yine tuzağa düşmeden, bir dostu bir Hem-rah’ ı , aynı anlama gelmek üzere bir yoldaşı “ selam” ile karşılamak, onu selam ile uyandırmak aslında ona barış ve sevgi göndermektir.
Bu anlamda, selam kelimesi “günaydın” kelimesinden çok ama çok farklıdır ve zannedildiği gibi, biri diğerinin yerine geçemez ve bizim çok bilmiş “çağdaşlar” birisi kendilerine “selamun aleyküm" , diye seslendiğinde hep bozulurlar ve çok bildiklerinden karşılığında hep "günaydın" derler.
Elbette bu durumun tersi de geçerlidir ve çok sıkça yaşanır. Birisine, esnafta daha yaygındır, “günaydın" dersiniz, o kişi size “aleyküm selam" , diye karşılık verir.
Oysa, “ selamun aleyküm" seslenmesinin karşılığı, yani bize barış ve sevgi gönderene biz de karşılık veririz “ve aleyküm selam" , deriz, yani,“Allah’ın barışı senin de üzerine olsun" , deriz.
Bunların, yani “ selamun aleyküm – ve aleyküm selam” hitaplarının günümüz Türkçesi – Kürtçesi ile karşılıkları ne olur, bilemiyorum, ama asla “günaydın” hele çok anlamsızca “ tünaydın", değildir ve olmamalıdır.
Slm , yani selam ve barış ise, “selman" yani kök olarak “slm" den türetilen “Selman’ın" karşılığı da “barış adamı, sevgi adamı, barıştan, sevgiden yana olan, onu koruyan", demektir.
Arapların “selmen" demeleri doğrudur, sondaki -men , man takısı aitlik, yerine göre meslek bildirir.
Selman – ı Farisi ‘nin hayatı bunu doğrular durumdadır.
***//***
Bir güzel anonim Alvar deyişimiz vardır.
Şöyle başlar
emanet etmişsin geldi selamın
gül yüzlü cananım aleyküm selam
Alvar bölgesi, bugünkü Sivas , Gürün, Malatya ‘ ya yakın bir bölge olup , Arguvan, Çam Şıhı bölgeleri gibi Alevi nefeslerinin, deyişlerinin üretildiği, beslendiği, kaynaklık ettiği bir yerdir.
Konumuz Alvar değil.
Eskiler birisi ile başka birisine selam , yani dostluk ve barış gönderdiğinde, selamı götüren kişi o selamı “bir emanet" gibi taşırdı, emanete halel getirmezdi.
Bilirsiniz, bir güzel deyim vardır emanete hıyanet olmaz".
Selamı taşıyan kişi selamı alacak kişiye emaneti mutlaka ama mutlaka götürürdü, öyle ki aradan çok zaman geçmiş olsa dahi, bu emanet unutulmadan sahibine teslim edilirdi.
Emaneti, yani selamı alan da sanki selamı gönderen kişi karşısındaymış gibi “ aleyküm selam" derdi, sağ elini sol göğsün üstüne koyarak.
İlave ederdi "getirip götüren sağ olsun".
Yani, hem selamı gönderen, "aleyküm selam" ile , hem de selamı götüren “getirip götüren sağ olsun" ile onurlandırılırdı.
***//***
Muhammed Peygamber ümmi, yani bu kelimenin farklı anlamlarından birisi olarak bilinen “okur yazarlığı olmayan” birisiydi, ama kendi dilinde , yani Arapça’ da o güne kadar isim olarak hiç kullanılmamış, ilk defa kullanılacak kelimeleri ,isim olarak ehli beytine, örneğin en yakınındakine torunu “Hüseyin’ e” koyabiliyordu .
Bu durum, her şey bir yana sadece şunu anlatır, Muhammed Peygamber, akıllı ve kültürlü birisiydi.
Hüseyin ya da Arapça fonetiğe göre Huseyn, Hoseyn, ilk defa Muhammed Peygamber tarafından isim olarak torununa konulduğunda, “sevgili, küçük” anlamı taşıyordu.
Bugün , sadece Kerbela günlerinde değil, acı ve işkence, yokluk ve sefalet altında inleyen kadınlarımız , her darda ve müşkülde kaldıklarında “ Ya Hüseyn” , derler.
Muharrem ayındayız, Kerbela günlerindeyiz
Ya Hüseyn,
Ya Dost,
Bugünkü muhabbet şimdilik bu kadar,
Muhabbetle,
Aşk illa ki,