31 Temmuz 2025 Perşembe

911 DOKUZ YÜZ ON BİR

Eskiler doğum tarihlerini, olayların geçtiği yılları, kısaca takvimi dillendirirken o yılın tamamını söylemezler, ilk rakam olan binli sayısını atarlar, geriye kalan üç haneli rakamı söylerlerdi.

 1911 yerine, sadece 911, derlerdi.

1341, Sabahattin Ali’nin şiirinde “Yıl bin üç yüz kırk bir” şeklinde tam olarak söylense de burada bir hece sayısı kaygısı olduğu aşikardır.

Ancak, kaç doğumlusun ya da tevellütün kaç, diye eskilere, yani bizim kuşağın atalarına sorulduğunda onlar hep “915’liyim, 925’liyim” diye cevap verirlerdi.

 Öyle ki çoğu zaman sondaki üç rakamdan bir rakam daha atılır, sadece iki rakamlı tarihler konuşulur, yazılırdı.

 93 Harbi, derken, Rumi takvime göre 1293 yılı söylenmek istenir ve resmi kayıtlara bile böyle geçerdi.

Ya da “Koca Doksan Kıtlığı” dediğimizde, yine 1290 yılında, başta Konya olmak üzere, Kastamonu’ya kadar uzanan bütün Orta Anadolu’yu etkisi altına alan kuraklığa bağlı kıtlıktan söz edilirdi.

Koca Doksan’da kuraklığa bağlı kıtlıktan dolayı ölen hayvan sayısı bilinmez belki, ama Hikmet Birand yaklaşık 250.000 kişinin hayatını kaybettiğinden söz öder.

 Kim unutabilir “Hey On Beşli” türküsünü.

Bu türküde anlatılan ise, on beş yaşındaki çocukların cepheye gönderilmesi değil, 15 kura askerlerdir. 

 …/…

2023, bu yazının diliyle söyleyecek olursak, Rumi 439 yılıydı.

Kırk beş gün kaldığım Kırgız Yurdunda gruplar gelip giderken, aradaki geçiş zamanlarında hep aynı köyde-Karool Döbö ve aynı Guest House’da-Jenkchen kalıyordum.

Kırgızistan’a gelen gruplar ilk gün başkent Bişkek’ten yola çıkarak Chon Kemin Bölgesi’nde bulunan Karool Döbö Köyü’ne geliyordu.

Biraz dinlenmeden sonra hemen programa başlıyorduk.

Önce köy içi gezi, sonra köy mezarlığı ve köy kırsalında kısa bir yürüyüş yapılırdı.

Köy içi gezide son durağımız hep köhne bir köy bakkalı olurdu.

Köy bakkalını, yüzünden hiç eksilmeyen belli belirsiz gülümsemesini orantısız bir şekilde bastıran hüznüyle Gülayım Ece işletiyordu.

Köhne köy bakkalı dediysem de, içinde bulunan mal çeşidinin azlığını söylemek istemiyorum elbette. Tam tersine bakkalda “Her ne ararsan var, derde devadan gayrı.” 

Köyde kaldığım geçiş zamanlarında bakkala sık sık uğrardım. Ne aradığımı pek bilmeden girerdim bakkala.

Bir keresinde at nalı için mıh aldıysam, başka bir zaman gelişimde bir ıstekan (Dilimize Azeri Türkçesinden geçme, Rusça, bardak) sonra gelişimde ise bir çaynik alırdım.

Beni bakkala en çok çeken şey ise tezgahın üstünde bulunan ve bir tür abaküs olan Rus etnografyasına ait hesap aleti olurdu.

Gülayım Ecenin o aleti kullanırken sattığı malların tutarını saniyelerden daha hızlı bir şekilde hesaplamasını hayranlık ve şaşkınlıkla izlerdim.

Süre biraz daha uzasın, diye daha fazla çeşitte ve farklı fiyatlarda mal alır, yarısını SOM olarak verdiysem, bir kısmını USD olarak verirdim.

Böyle durumda Gülayım Ecenin hesaplama süresi belki de ancak sadece 1 saniye gecikirdi ve onu abaküsün başında biraz daha uzun süre görebilmeyi boşuna beklerdim.

Abaküs hep sağda ve tezgah üstünde

Bunun adı nedir Ece, diye sorardım, счеты конторску, diye cevap verirdi.

Başka bir zaman geldiğimde yine sorardım, yine sevecenlikle cevap verirdi.

Gülayım Ece’nin dilindeki bu Rusça sözcüğün karşılığı “Abaküs Hesaplayıcı’dır” ve okunuşu ise kısaca “Schety-şety” (Abaküs), şeklindedir.

Gülayım Ece’nin dilinde ise aradaki “E” seslisi “O” gibi çıkardı.

Kelimenin tam olarak ne olduğunu anlayabilmek için Gülayım Eceden onu küçük bir kağıda yazmasını istemiştim.

Belki de farkındaydı Gülayım Ece benim her seferinde ona bu aletin adını sormamdaki hınzırlığın asıl nedeninin ne olduğunu.

Bakkalın köhneliği belki de Gülayım Ecenin yüzündeki hüznüne rağmen paradan puldan uzak kalışı, bakkalı bir ticarethane gibi görmemesinden kaynaklıydı.

Eşini, Kırgızların demesiyle, Evdeş’ini kaybedeli yıllar olmuş. Belki de köy kolhozundaydı Gülayım Ece.

Bakkala her gittiğimde kapıdan girişte beni görünce tezgahın arkasında bulunan sandalyesinden kalkar, beni ayakta karşılardı.

-Kandaysın Ece? (Nasılsın Ece?)

-Cahşı (İyi)

Yüzlerimizdeki fizyonomik benzerlik o kadar da şaşırtıcı değil aslında

İlk diyalog böyle başlardı aramızda.

Sonra hep susardı o. Ben de susardım ve bakkalın kıyı köşesinde, köhne yerlerde saklı, satılmamış, yüzü açılmamış mallara bakardım. Aldırmazdı Gülayım Ece benim o meraklı halime. Kısılmaktan küçülmüş gibi bakan gözlerinin üzerimde gezdiğini asla düşünmezdim. Öyle ki bıraksa, şartlarım uygun olsa, ben de o köhne bakkalın bir çırağı olur, her gün erkenden bakkalı açmaya gelirdim.

Gülayım Ecenin Rusça el yazısıyla - счеты конторску,-Abaküs Hesaplayıcı yazısı

 …/…

 Tek başıma gidişlerde Gülayım Eceye saygısızlık olmasın, yanlış anlamasın, diye asla alkollü bir içecek almaz, almış olsam da bakkalın içinde asla içmezdim.

 …/…

 Amerikan sineması ve TV dizileri dünyayı hızla etkisi altına almaya başladığında bilinçaltına birçok şey pompalanıyordu.

Oyuncuların her sahnede sigara yakmaları ve her buluşma-görüşmelerde bardaklara viski koyarak yudumlamaları sıradan gibi gelirdi.

Özgür ve bireysel haklara değer verildiğini, vatandaşlık haklarının yüce değer olduğunu her filmde mutlaka bir veya birden fazla sahnede bilinçaltımıza sokmaya çalışan Amerikan Rüyasında çocuk-yetişkin bütün özgür bireylerin zorda kaldıklarında telefonda sadece 911 rakamlarını tuşlamaları yetiyordu. 

911 veya Amerikan Rüyası, Hızır gibi imdada koşmuyor muydu?

…/…

Ne Gülayım Ecenin ne de benim bu yazımın başlığında belirtilen 911-Amerikan Rüyası ile ilgimiz yoktur.

 …/…

 2023, bu yazının diliyle söyleyecek olursak, Rumi 439 yılı, Ağustos ayıydı.

 Bir gün sonra en son grup da gelecek, onlarla birlikte ben de Türkiye’ye dönecektim.

Gülayım Eceye son bir kez daha uğramak istedim.

Ona uğramak demek, nedensiz bir şekilde o köhne bakkaldan bir şey almak demekti sanki benim için.

Yine öyle oldu.

Kapıdan girişte solda, tezgahın dışında, ayrı bir yerde duran büyükçe bir çayniğe gözüm takılıyor. Fiyatını sormadan çayniği alıyorum.

Fakat guest house’dan çıkarken yanıma ne para ne de kimlik-pasaport almışım. Kimliksiz olmam sorun değil, zira bütün köy beni tanıyor artık, ama paranın olmaması iyi değil

Gülayım Eceye ayıp olacak.

Durumu anlatıyorum. Param yok, yanıma almamışım.

Olsun, diyor. Erten (yarın) getirirsin, diyor.

Erten (yarın) buradan dönüyorum artık, diyorum.

Olsun, diyor.

Çare, çözüm?

Ece, diyorum bizim rehberi Cibek’i (İpek’i) biliyorsun, ben ona söylerim, o sana parasını getirir, boldu mu (oldu mu?)

Gülayım Eceden alınan çaynik Hattuşa’da yanan sobamın üzerinde

 -Boldu boldu.

Gülayım Eceye çayniğin parasını veremeden bakkaldan ayrılıyorum.

Rehberimiz Cibek’e durumu anlatıyorum ve çayniğin bedeli olan paranın en kısa zamanda Gülayım Eceye ödenmesini rica ediyorum.

-Merak etme Recep Abi, diyor İpek.

…/…

2025, bu yazının diliyle söyleyecek olursak, Rumi 441 yılı, Temmuz ayı, günlerden 2 Temmuz.

Yine bir Kırgızistan Yurt Gezisindeyim. Yine Bişkek’e varıştan sonra ilk geceyi

geçirmek üzere Karool Döbö Köyü’ne

gidiyoruz.

Biraz dinlenme kısa bir uykudan sonra yine aynı bildik planla önce köyün yanı başından akan Kemin Irmağının kenarına gidiyoruz.

Oradan ellerimizde çocuklar için getirmiş olduğumuz hediyelerle köyün sokaklarına dalıyoruz.

Köy mezarlığından önce uğrayacağımız son yer köyün bakkalı, Gülayım Ecenin bakkalı.

Grubu böylesi köhne bir köy bakkalına götürmenin nedeni bakkalın köhneliğini göstermek değil. Asıl amacım, grubu Gülayım Ece ile tanıştırmak.

Asıl amacım, Gülayım Ecenin adeta bedeninin ve aklının bir parçası gibi hareket eden abaküsünü göstermek ve Ecenin abaküs üzerinde yaptığı işlemleri izletmek.

Grup arkadan geliyor. Aramızda on metre var.

Bakkala ilk ben giriyorum.

Adımımı bakkalın eşiğinden atarken “Gülayım Ece, kandaysın?” diye sesleniyorum.

Benim bakkala girdiğimi gören Gülayım Ece, yüzündeki hüzünle karışık gülümsemesiyle sağ elinin dirseği tezgaha dayalı olarak, işaret parmağını bana doğru sallayarak bir şeyler anlatmaya çalışıyor.

Gülayım Ecenin bu işaret dilinden ilk anladığım onun bana bir sitem etme ifadesi oluyor. “Nerelerdesin, kaç yıldır yoksun, seni gidi seni” der gibi bir sitem ifadesi sanki.

Tezgaha geliyorum.

Elimi uzatıp eski ve dost bir yüreğin elini sıkıyorum.

Gülayım Ece sağ elini uzatıp benimle tokalaşırken, aynı anda sol elinin başparmak ayasına yazmış olduğu bir şeyi gösteriyor: 911

…/…


Utanıyorum, yerin dibine girmek istiyorum.

Daha çok da yıldırım gibi çarpılıyorum.

Bu kadın bunca yıl bu rakamı nereye yazmış da unutmadan bana gösteriyor?

Bir yerlere not etmiş olsa o köhne bakkalda her şey gibi, o not da kaybolurdu.

Belli ki aklına yazmış Gülayım Ece.

İyi, ama rakam ne 910 ne de 912, tam olarak 911.

Başka birisine anlatacak olsam, bana Amerikan filmlerindeki acil arama numarasından söz eder, bilinçaltının su yüzüne çıkmasıyla.

Yıldırım çarpmasının etkisi bende hala devam ediyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum.

Zira Gülayım Ecenin sol el başparmak ayasına siyah renkli tükenmez kalemle yazmış olduğu 911 rakamının benim iki yıl önce köyden ayrılırken son anda ondan almış olduğum ve parasını veremediğim çayniğin parası olduğunu anlıyorum. Utancım büsbütün artıyor.

Cibek, diyorum Gülayım Eceye, başını yukarı kaldırıyor, “Iııhh” der gibi “Cok-yok” diyor. Seksenine yaklaşan yaşıyla Gülayım Ecenin ödemediğim çayniğin parası olan 911 SOM’u unutmamış olması bir yana, çayniğin parasını vermeyenin ben olduğumu unutmamış olması beni daha da şaşırtıyor.

Gülayım Ece mutlaka köy kolhozunda çalışmış olmalıdır. Bundan eminim artık. Aksi halde bu kadar zeki ve becerikli, bir o kadar soğukkanlı kalabilmek hiç de kolay olmamalıdır.

Özür diliyorum Gülayım Eceden.

Grup da bakkala dolmuş oluyor.

Grubun bakkalda henüz hiçbir şeye el atmasına fırsat vermeden onları Gülayım Eceyle tanıştırıyorum.

Sonra da grubun dikkatini Gülayım Ecenin o kült aleti, abaküsü nasıl kullandığına dikkat çekerek izlemelerini söylüyorum.

…/…

Bakkalda kalış süremiz benim Gülayım Eceye karşı olan mahcubiyetimden kaynaklı olarak biraz uzuyor. Durumu gruba da anlatıyorum.

Bakkaldan alınacaklar alınıyor.

Nal mıhı da alınıyor, daha küçük bir çaynik de.

Çorap alanlar da var, Arpa markalı bira alanlar da.

Benim iki yıldır ödenmeyen 911 SOM çaynik borcum da ne bir SOM fazla ne de eksik olarak ödeniyor.

…/…

Son sahneye hazırlıyorum kendimi.

Gülayım Eceyi bir daha ne zaman görebilirim, bilemiyorum.

Iraftaki son çayniği Meral Ece aldı. (Mavi renkle çerçeveli)

Kırgızca, Кечирим сурайм (keçirim surayım) olarak ondan özür diliyor ve boynuna sarılıyorum. Bir tür helalleşmeydi aslında benimkisi.

Hiç beklemediğim bir şekilde, o da benim boynuna sarılıyor.

Kendimi zor tutuyorum ağlamamak için.

Uzak ve ıssız bozkırlarda bürkütler uçuyordu içimden.

 

Özür dilerim, sözünden hemen sonra, kucaklaşmadan önce

  Teşekkür:

 -Fotoğraflar için Aksakal Şeref Uzman’a,

-El mankenliği için Ayşe Erzin’e, çok teşekkür ediyorum.