ZİHNİ SİNİR[1] çizgisel tiplemesini yaratan İrfan SAYAR’ a şöyle bir soru sorsak ne derdi acaba?
“Yarattığınız bu tiplemede Zihni DERİN size esin kaynağı olmuş olabilir mi?”
Bu
soruyu İrfan SAYAR’a daha önce soran oldu mu, bilemiyorum.
Ama kendisine sadece “Zihni DERİN’i” tanıyıp tanımadığını yazılı olarak sorduğumda, aldığım cevap çok kısa olarak “Evet, tanıyorum, Türkiye’ye çayı getiren kişidir” şeklindeydi.
Aslında ben biraz da beklentimin üzerinde bir cevap bekliyordum, yani ZİHNİ SİNİR tiplemesine uyan bir beklenti.
İrfan
SAYAR’ ın ZİHNİ SİNİR ‘i ile değerli insan, Türkiye’de çayın babası,
Cumhuriyet’e kanat gerenlerden Zihni DERİN arasında sadece “Zihni” kelimesi
benzerliğinden başka ne olabilirdi ki?
Soru tam da budur?
Yukarıdaki soruyu, yani esinlenme sorusunu doğrudan İrfan SAYAR’a soramazdım, varsa bir karşılığı bunu İrfan SAYAR’dan bekledim, elbette beklentimi yüksek tutarak.
Yani Karacaoğlan’ın deyişinde olduğu gibi “Kim var imiş biz burada yoğ iken”, acaba İrfan SAYAR’ın tiplemesi ZİHNİ SİNİR’den önce buralarda Zihni DERİN mi vardı?
Biz
Zihni DERİN’in var olduğunu biliyoruz. Bunu yazımızın sonuna bırakalım.
Ancak bu topraklarda Zihni DERİN’den önce de, bir bakıma İrfan SAYAR’dan önce de “Zihni Sinir” pratikleri, projeleri, proceleri olan insanlar vardı.
En eski tarihten başlayalım.
ENVER PAŞA’NIN ZİHNİ SİNİR PROJE VE PRATİKLERİ
Hemen
Sarıkamış’tan söz edeceğimi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Sarıkamış
Faciası asla bir “Zihni Sinir” pratiği değildi.
Bir pratiğin, uygulamanın Zihni Sinir olabilmesi için ya insanı sinirden delirten bir hale getirmesi veya hayret ve umuttan yüreğinde sıcaklık hissettirmesi gerekir.
PRATİK 1
FRENGİLİ AMELE TABURLARI
Bitmeyen
savaşlardan yılan, bir türlü rahat yüzü göremeyen asker cepheye gitmemenin,
firar etmenin türlü yollarını arar ve bulur da kendine göre.
“Firar
meselesi öyle bir şekil almıştı ki bugün bir firariyi idam eden manga eratından
bazıları, ertesi günü kendileri kaçıyorlardı. Yani idam cezası dahi müessir
olamıyordu.
Bazıları kasten frengi hastalığı alarak askerlikten kurtulmaya teşebbüs ediyorlardı. Nihayet frengili amele taburları teşkiline mecbur olduk.”[2]
Bir ulus, koskoca bir imparatorluk ordusu için ne kadar onur kırıcı proje ve pratik.
PRATİK 2
KADINLARI DA ASKER EDİN
“Bulgar cephesi bozulduktan sonra, bunların yerini tutmak için, Alman kıtaatı sevkiyatına başlandı. Enver Paşa bana Çatalca istihkamatını, talim görmüş kadınlara vererek, oradaki askerlerin de cepheye gönderilmesi emrini verdi. Tatbiki kabil olmayan bu emri ifa eder gibi göründükse de tatbik etmedik. Zaten buna zaman da kalmadı.”[3]
Proje var, ama pratik yok.
AHMET SAY’IN BANDO PRATİĞİ
Ahmet SAY Fazıl SAY’ın babasıdır. Onun hazırlamış olduğu kült eser “Müzik Ansiklopedisi” ve müzik üzerine yazmış olduğu diğer kitaplar hala aşılamamıştır.
Türkiye’de “Arap Kaymakam”, Libya’da ise (Libya’nın ilk başbakanı) “Türk Başbakan” olarak bilinen Sadullah KOLOĞLU Türkiye’de kaymakamlık ve valilik yaptığı sürede hepsi birer “Zihni Sinir proje ve pratik” olan çalışmalarını Bingöl valisiyken de sürdürür.
“Şimdi söyleyeceğime çok şaşacaksınız, nitekim ben de ilk öğrendiğimde çok şaşmıştım, okulumuzda bir de –İngilizce de bilen- musiki öğretmeni bulunuyordu. Nasıl olmuş ve ne gerekçeyle Bingöl’e atamışlar, bilemiyordum. Fazla derinine girmeden, hemen işbirliği yapıp, vilayet ve belediyenin odacılarından bir bando takımı kurduk. Daha da inanamayacaksınız ama onlara yaz günleri halk bahçesinde konserler verdiriyorduk. Yerli halkın hele çocukların ne denli ilgi gösterdiklerini hiç unutamam. Müziğin kalitesi konusunda yorumda bulunmak benim haddim değil, ancak savaşın çok uzağında olduğu için bunalımı zaten hissetmeyen halkın bayağı bir keyif yaşadığını söyleyebilirim.”[4]
Sözü
edilen müzik öğretmeni Fazıl SAY’ın babası Ahmet SAY’dır.
Proje ve pratik mükemmel.
MAHMUT MAKAL’IN ISTAMPA PRATİĞİ
Bu
aslında bir Mahmut MAKAL pratiği değil, onun “Bizim Köy” romanında geçen muhtarın
pratiğidir.
“Köy
odalarında, duvarları kaplayan zift gibi is tabakasının değerini bilmezdik.
Meğer o da işe yararmış.
Delikanlının
birisine bir ilmühaber yazdım. Muhtarın evine gidip mühürletti. Getirince
baktım, muhtarın bastığı mühür, bükülmüş kağıdın her yanına sıvanmış.
Nedenini
araştırdım. Muhtar, ıstampanın bulunuşundan habersiz olduğu için, tükenmez bir
kaynak keşfetmiş; bütün duvarlar ıstampa! Hem de mürekkebi, tükenmez türden…”[5]
Proje yok, ama pratik kusursuz.
MUZAFFER
İLHAN ERDOST’UN ŞEMDİNLİ’DE KAĞNI PRATİĞİ
Muzaffer ERDOST kardeşi İlhan katledildikten sonra onun
adını da alarak, kendi adını MUZAFFER İLHAN ERDOST olarak değiştirdi.
Veterinerdir Muzaffer İlhan ERDOST. Askerliğini 1963-64
yıllarında veteriner yedek subay olarak Şemdinli’de yapar.
Muzaffer İlhan ERDOST’un okul yapılan köylerin birinde
gördüğü sıradan bir şey ora köylüleri için tam da “Zihni Sinir” bir Porocedir.
“Bir yıl sonra, okul inşaatını görmek için Gare’ye
gelmiştik. İşçiler taş duvar örüyordu. Taş yığınının yanında bir kağnı vardı.
Küçük ve kaba tekerlekli idi. Boyunduruk ve zelveler. Köy kağnıya, kağnı köye
şaşkın bakıyor gibi. İki uzak dünyanın yaratıkları sanki.
Müteahhit yanımıza geldi. “Hoş geldiniz” dedi. “Yüksekova’dan
mı getirdin bu kağnıyı?” dedim. “Yok” dedi, “ben yaptım burada”. Artvinli imiş.
Artvin’in Yusufeli ilçesinden. Adı: Nazım Korucu. Okul binası yapmaya
başlamadan önce taş ocağı aramış. Köyün yukarısında yumuşak bir taş bulmuş.
Bununla duvarları örerim demiş. Köyün aşağısında sert, granit bulmuş. Bu taşı
da köşelerde kullanırım, demiş. Taşları okulun yapılacağı yere getirmek için
kağnı gerek, kağnıyı çekecek öküz gerek, yol gerek.
“Eh…” dedim “köylüler yolunu elbirliği ile yapmışlardır
artık…”
Güldü. “Ne yolumu yapması?” diyor Nazım Korucu, “Taş ocağı
için köylü toplandı, para istemeye kalktı benden…”
Şimdi gökten düşmüş gibi bir kağnı Gare köyünün altında,
üstünde gıcırdıyor. Önce çoluk çocuk toplanıp, “bu ne?” diye bakmışlar.
Bakmışlar ki kendilerini ısırmıyor, ekmeklerini ellerinden kapmıyor, “Aptal” bir
şey, pek önemsememişler, arkalarını dönüp oynamışlar.”[6]
Projeler o kadar olmasa da pratik hep şaşırtıcıdır.
Yusufelili Nazım KORUCU şaşırtıyor.
…/…
Artık ZİHNİ SİNİR PROCELER’ e ilham veren Zihni DERİN’e
doğru geliyoruz.
…/…
PRATİK 1
DENİZ SUYUNDAN TUZ İHTİYACI
Çayın babası Zihni
DERİN ise, kardeşi de Asım ZİHNİOĞLU’dur desek hiç de yalan olmaz.
1949-1954
yıllarında Rize Merkez Çay Fabrikası Müdürü olarak çalışan Asım ZİHNİOĞLU Rize
çayını içim, lezzet, muhafaza vb her bakımdan, en üstün seviyeye çıkarabilmek
için başta Hindistan olmak üzere çayın yetiştiği, çay kültürünün egemen olduğu
bütün ülkelerde akademik ve pratik çalışmalar yapmıştır.
Birisi ZİHNİ
DERİN, diğeri ise ZİHNİOĞLU.
Bir tesadüf değilse
bu iki çay gönüllüsü insanı kelimelerin ötesinde buluşturan nedir acaba?
Asım ZİHNİOĞLU çay
için yurtdışına da gider, ama öncelikle Rize’de yaşayan yoksul insanları,
ayakları yalın çarşıya pazara giden Rizeli kadınları görür.
“Karadeniz onlar
için bir besin kaynağı, ulaşım aracı ve umut yoluydu. Beslenmek için sadece
hamsiden değil, Karadeniz’in suyundan da yararlanırlardı. Evlerinin altındaki
ahırlarda beslenen inek ve yavrularının çorbası da deniz suyu ile hazırlanırdı.
Kadınlar tıpkı hamsi almaya indiklerinde olduğu gibi bu defa ellerinde ve sırt
sepetlerinde taşıdıkları bakır güğümleri denize daldırıp doldururlar ve yine
kafile halinde tepeleri aşarak evlerine ulaşırlardı. Böylece, hayvanlarının tuz
ihtiyacını para vererek satın almaktansa deniz suyu kullanmak suretiyle
karşılama yolunu bulmuşlardı.”[7]
Proje yok, ama pratik mükemmel.
PRATİK
2
SİNİR
BOZUCU BİR PRATİK: ÇAY TOHUMLARINDAN YAĞ ÇIKARMA YANILGISI
Asım ZİHNİOĞLU sürekli projeler üretir ve uygular. Ama
proje üretmeyi beceremeyen bürokrat ve siyasiler “Sineğin yağını çıkarmak” gibi
projeler üretmeye çalışarak hiddetlenmemize neden olacak bir “Çay Yağı” projesi
ortaya atarlar.
Asım ZİHNİOĞLU konusuna hakim birisidir ve verdiği cevaba
bakalım.
“Bölge çaylıklarından çok miktarda tohum elde ediliyordu,
bunlar ne olacaktı? “Bunlardan yağ çıkaralım” önerisi ortaya atıldı. Mevsim geç
sonbahardı, o sırada Çay Kurumu Rize’de bir toplantı tertip etmiş, buna benim
de katılmamı istemişti Toplantıda çay tohumlarından yağ çıkarma konusu
gündemdeydi, fakat ortada bir sorun vardı. Çay tohumu yağında saponin denilen zararlı
bir madde vardı; bunun yağdan ayırt edilmesi gerekirdi. Kurum bu maksatla
TÜBİTAK’a başvurmuştu.
(…)
Yurt çaycılığının gereksiz müdahalelerle ve yapılan
hatalarla bu hale düşmüş olduğunu görmek beni şaşırtmıştı.
Söz alarak, “Çaycılık mı yapacağız, yağcılık mı?” diye
konuşmaya başladım. ”Yeryüzünde çay tohumu yağı diye bir üretim dalı
bulunmadığını, böyle bir yağın ne yemeye ne de başka bir maksatla kullanılmaya
elverişli olduğunu, örneğin ayçiçeği, mısır veya soya varken tatsız, lezzetsiz
ve zararlı nitelikteki çay tohumu yağına kimsenin bakmayacağını, çay ziraatinde
yaprak yerine tohum üretmeye yönelinirse çay bahçelerindeki yaprak veriminin
kısa sürede sıfıra düşeceğini, zira tohumların fidan üzerinde gelişebilmesi
için doğal olarak o fidanın bütün gücünü emeceğini, filiz ve sürgüne yetecek
güç ve enerjinin fidanda yok olacağını
ileri sürdüm.”[8]
Proje sakat, pratiğe uygun değil.
ESİN
KAYNAĞIMIZ: ZİHNİ DERİN
PROJE
VE PRATİKLER
Burada
Zihni DERİN’in kim olduğunu anlatmayacağız. O “Çay” ile anılır, onun adı çaya
dem olur.
Malik
AKSEL bir gün kukla oynatılan Gülhane Parkı’nda bir vatandaşla karşılaşır.
“-Sen
nerelisin, ne yaparsın, işin ne adın ne? Sorularını sıraladıktan sonra,
-Ben
Rizeliyim, çaycıyım dedi.
Ben
de:
-Zihni
beyi tanır mısın? dedim.
-Uy
Zihni Hoca, nasıl tanımam, o bizim velinimetimizdir, o evliyadır, onu biz
biliriz, memlekete çayı o getirdi.
-Başkalarına
sordum bilmiyorlar, tanımıyorlar onu.
-Tanımaz
onlar, çünkü yediği ekmeği inkar edenlerdir onlar. Biz onu tanırız, onu
rahmetle anarız, efendi işte o kadar derim sana.”[9]
Yakınlarının
ve tanıdıklarının söylediği şekliyle, Zihni Hoca ancak böyle anlatılır halkın
dilinden.
Malik AKSEL’ den Zihni DERİN ve onun ZİHNİ SİNİR PROJELERİNİ aktarmalara devam edeceğiz. Ama önce Zihni Hoca hakkında kalem oynatan Recep KOYUNCU’ dan duyalım bu projeleri.
ZİHNİ DERİN’DEN ZİHNİ SİNİR PRATİKLER 1
RECEP KOYUNCU AKTARIMLARI[10]
“Sigarayı
yalnız bir gün, o da geçirmekte olduğu nezlesine acaba iyi gelir mi? diye
tüttürmüşlüğü vardır.”
(…)
“Şahsi
teşebbüs tatbikatından olarak bizim mutfakta mürekkepler, zamklar, sabunlar
yapılır, deriler tabaklanır, bu arada
don yağından tereyağı yapmanın bile imrenilip denendiği olurdu.”
(…)
“İlk çay atölyelerine yerleştirilecek ilk makinaları da o Ankara’ya geliş gidişlerinde Mamak Gaz Maskesi Fabrikasında ve Atatürk Orman Çiftliği tesislerinde, resimleri kendi çizdiği parçalar halinde döktürüp imal ettirir, o parçaları toparlayıp Rize’ye götürürdü.”
ZİHNİ DERİN’DEN ZİHNİ SİNİR PRATİKLER 2
MALİK AKSEL AKTARIMLARI[11]
Malik
AKSEL Cumhuriyet kuşağı ressamlarındandır. Hayatının önemli bir bölümünde
Ankara’da çalışmış ve bu sayede Zihni DERİN’i yakından tanıyabilmiştir.
Onun birçok eserinin yanında ANADOLU HALK RESİMLERİ kitabı çok özel bir yere sahiptir.
“Zihni
Derin kimya öğretmeni. Ama, laboratuvarda neler öğretmeni değildir! Bir gün
yanına aldığı Arnavut Mustafa adında poturlu iri yarı bahçıvanla bahçeyi
dolaşır. Bahçıvan ellerini kavuşturup Zihni Derin’in emirlerini dinler. Nihayet
bir yerde Zihni Derin duraklar ve bahçıvana: ‘Birkaç adam al burayı kaz’ der.
Bahçıvan ‘Peki efendim’ diyerek işaret edilen yeri kazmaya başlar. Ankara’nın
ilk artezyen kuyusu burada açılır.”
(…)
“O
sıralarda her öğretmen bir konu üzerinde öğrencilere konferans verecektir.
Bunun listesini de müdür öğretmenler odasına asmıştır. Sıra Zihni Derin’e
gelir. Zihni Derin bu konferans için uzun bir hazırlık yapmıştır. Konferansın
konusu tutumluluktur. Bunu türlü örneklerle anlatacaktır. Bir misal de elbise
ütüsüdür. Bu aletin bir yıpratma aracı olduğunu, önce kumaşın havını döktüğünü
anlatır, bir jiletle elli defa nasıl tıraş olunur bunu anlatır. Hafif ıslanmış
kullanılmış bir jileti bardağa sokar bunu iki parmağı ile çevirerek biler. Daha
buna benzer şeyler gösterir. Pancardan şeker çıkarır, ama bu şeker koyu renktedir.
Çocuklar ‘Bunu kömürden mi çıkardı’ diye o işi alaya alırlar.
Sonra
yağdan sabun yapar. Daha açıkçası, her şeyi elle tutulur gözle görülür hale
sokar. Bu öğretmenin cepleri heybe gibidir. Kırda gördüğü bir otu, bir taşı
veya sazı alır cebine atar sonradan, laboratuvarda inceler. Onun için
incelenmeyecek bir şey yoktur. Gel gelelim, bunun bu davranışı herkesçe bir
alay konusu olmuştur. Hatta öğrenciler arasında bile.”[12]
…/…
İrfan
SAYAR Zihni DERİN Hocayla buluşup tanışsaydı belki de ortak “procelere de“ imza
atarlardı.
Belki de Zihni Hoca henüz hayattayken bir araya geldiler, ama Hoca öldüğünde 14 yaşında olan İrfan SAYAR’ ın dağarcığında kim bilir neler vardı?
İrfan
SAYAR’ın yarattığı tiplemedeki “Zihni” kelimesi bize hem Zihni DERİN’ i hem de
onun sürekli bir zihinsel devinim, zihinsel pratik içinde olduğunu gösteriyor.
Her şey tesadüf olabilir mi?
Yani diyeceğim şu ki, hep birileri vardı “biz buralarda yoğ iken.”
Bize bu pratikleri aktaranlardan aramızdan ayrılanların ruhları şad olsun.
Ziraat Botanik Bahçesi’ndeki büstü
[1] İRGAN
SAYAR-POROF ZİHNİ SİNİR PROCELER-TÜBİTAK POPÜLER BİLİM KİTAPLARI
[2] BEHİÇ
ERKİN-HATIRAT 1876-1958-TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI
[3] BEHİÇ
ERKİN, age
[4] ORHON
KOLOĞLU-ARAP KAYMAKAM LİBYA’YA BAŞBAKAN OLAN TÜRK KAYMAKAMIN YAŞAM
ÖYKÜSÜ-AYKIRI YAYINCILIK
[5] MAHMUT
MAKAL-BİZİM KÖY-LİTERATÜR YAYINLARI
[6] MUZAFFER
İLHAN ERDOST-ŞEMDİNLİ RÖPORTAJI-ONUR YAYINLARI
[7] ASIM
ZİHNİOĞLU-BİR YEŞİLİN PEŞİNDE-TÜBİTAK POPÜLER BİLİM KİTAPLARI
[8] ASIM
ZİHNİOĞLU, age
[9] MALİK
AKSEL-İSTANBUL’UN ORTASI-KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI
[10] RECEP
KOYUNCU-BİLDİĞİNİ OKUYAN İMAM ZİHNİ-ÇINAR YAYINLARI
[11] MALİK
AKSEL-İSTANBUL’UN ORTASI-KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI
[12] MALİK
AKSEL, age